Açıklamalı - 11. Lem'a- Onuncu Nükte - Sünnet-i Seniyye'ye İttiba

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm,

Onuncu Nükte:

b539.gif
âyetinde î'câzlı bir îcâz vardır.


Aciz bırakan veciz ifadeler vardır.

Çünki çok cümleler, bu üç cümlenin içinde derc edilmiştir. Şöyle ki: Şu âyet diyor ki: “Allah'a îmânınız varsa, elbette Allah'ı seveceksiniz. Madem Allah'ı seversiniz, öyle ise Allah'ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, Allah'ın sevdiği zâta benzeyeceksiniz. Ona benzemek ise, ona (efendimiz asv. a) ittibâ' etmektir. Ne vakit ona ittibâ' etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah'ı seversiniz, tâ ki; Allah da sizi sevsin.” İşte bütün bu cümleler, şu âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki; insan için en mühim âlî maksad, Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetine mazhar olmaktır.

Devleti kabul eden elbette devlete asker olacak, şirketi kabul eden elbette şirket kurallarına göre çalışacak. Demek insan hayatın hiçbir yerinde başı boş değildir; kurallar var ve tabi olmaktadır. Manevi hayata gelince mi kurallar olmayacak? Ve o kurallara tabi olmayacak ?
Halbuki maddi ve manevi hayatın tum safhalarında en âli maksad, Cenab-ı Hakkın muhabbetine mazhar olmaktır. Bu mazhariyet kuralsız itaatsiz olabilir mi?

İnsan kainatı her an yaratan ve idare eden bu sonsuz kudrete karşı nazlanabilir mi? Namaz kılmasam da olur, kapanmasam da olulr, arada bir açılsam da olur diyebilir mi? Madem yemek için yaşamıyıoruz; belki yemeği yaşamaya alet ediyoruz yaşamak için yiyoruz; o zaman ne için yaşamak lazım dersek, elbette Allah'ın muhabbetini kazanmak için yaşamak lazım deriz. Madem Allah'ın rızasını kazanmak istiyoruz, elbette bu kendi kafamıza göre olamaz. Rızasını istediğimizin zatın istediği gibi olacak.

İşte o zat diyor ki; Habib asv. a benzeyin, O asv. ne yaparsa aynını yapın, onun gibi olun; sakın şarkıcı turkucu artistler ve daha başka başı boşlar gibi olmayın, onların yaptığını taklid etmeyin, kalbinize koymayın.

Bu âyetin nassı gösteriyor ki; o matlab-ı a'lânın yolu, Habîbullâh'a ittibâ'dır ve sünnet-i seniyesine iktidâdır. Bu makamda üç nokta isbat edilse, mezkûr hakîkat tamamıyla tezâhür eder.

Birinci Nokta: Beşer fıtraten, şu kâinâtın Hâlikına karşı, hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünki fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet; ve kemâle karşı perestiş etmek; ve ihsâna karşı sevmek vardır. Cemâl ve kemâl ve ihsânın derecâtına göre, o muhabbet tezâyüd eder ve aşkın en müntehâ derecesine kadar gider.

Acizane şu derecesine göre kısmını şöyle anlıyoruz; Allah bize vücud verdi ama vücudda hadsiz isti'dad verdi. Sadece bize olan ihsanı hadsizdir. Bizim vucudumuza verdiklerinden sadece biri olan midemizi memnun etmek için; koca dunyanın yuzunu bir sofra yaptı ve her çeşit lezzetli yemeklerle susledi. Bir akıl verdi ki dunyadan daha değerli bir nimettir zira nimetlerin değeri akıl ile bilinir. Bir kalb verdi ki kainatları içine alabilir hadsiz bir genişliktedir. Her bir latifelerimizi tatmin edecek isteklerinide verdi. Demek bize verilen kemal-cemal-husun; verilmiş ve hadsizdir.

Peki bizim muhabbetimiz neden hadsiz değilde ziyadeleşiyor dersek, bizim bize verilen kemal-cemal-ihsan dan haberdar olduğumuz dereceyi ifade ediyor. Biz ne kadar bu nimetlerin şuurunda ise o oranda o derecede muhabbetimiz ziyadeleşiyor.

Hem bu küçücük insanın küçük kalbinde, kâinât kadar bir aşk yerleşir. Evet kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hâfızada, bir kütübhâne hükmünde binler kitap kadar yazı içinde yazılması gösteriyor ki, o küçük kalb, kâinâtı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.
Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsân ve cemâl ve kemâle karşı böyle hadsiz bir isti'dâd-ı muhabbet vardır. Madem bu kâinâtın Hâlikının, kâinâtta tezâhür eden âsârıyla, bilbedâhe tahakkuku sâbit olan hadsiz cemâl-i mukaddesi; ve bu mevcûdâtta tezâhür eden nukuş-u san'atıyla bizzarûre sübûtu tahakkuk eden hadsiz kemâl-i kudsîsi; ve bütün zîhayatlarda tezâhür eden hadsiz envâ'-ı ihsânât ve in'âmâtıyla bilyakîn ve belki bilmüşâhede vücûdu tahakkuk eden hadsiz ihsânâtı vardır.
Elbette zîşuûrların en câmii ve en muhtacı ve en mütefekkiri ve en müştâkı olan beşerde, hadsiz bir muhabbeti iktizâ ediyor.

Evet, herbir insan, o Hâlik-ı Zülcelâl'e karşı hadsiz bir muhabbete müstaid olduğu gibi, o Hâlık dahi herkesten ziyâde cemâl ve kemâl ve ihsânına karşı, hadsiz bir mahbûbiyete müstehaktır.

Hatta insan-ı mü'mindeki, hayatına ve bekasına ve vücûduna ve dünyasına ve nefsine ve mevcûdâta karşı türlü türlü muhabbetleri ve şedîd alâkaları, o isti'dâd-ı muhabbet-i İlâhiyenin tereşşuhâtıdır.

Demek bizler hayatımıza, bekamıza, vucudumuza,dunyamıza, ailemize , çocuklarımıza harcağımız muhabbet, Rabbimizin bize kendisine muhabbet edelim diye verdiği isti'dad ı muhabbettendir. Bir oradan alıyoruz buralara harcıyoruz. Biz oradan alıyoruz buralara harcıyoruz.

Hatta insanın mütenevvi' hissiyât-ı şedîdesi, o isti'dâd-ı muhabbetin istihâleleridir ve başka şekillere girmiş reşhalarıdır. Ma'lûmdur ki, insan kendi saadetiyle mütelezziz olduğu gibi, alâkadâr olduğu zâtların saadetleriyle dahi mütelezziz olur. Ve kendini belâlardan kurtaranı sevdiği gibi, sevdiklerini de belâlardan kurtaranı öyle sever. Ve kendini belâlardan kurtaranı sevdiği gibi, sevdiklerini de belâlardan kurtaranı öyle sever. İşte bu hâlet-i rûhiyeye binâen; insan, eğer her insana âit envâ'-ı ihsânât-ı İlâhiyeden yalnız bunu düşünse ki:

“Benim Hâlikım, beni zulümât-ı ebediye olan ademden kurtarıp, bu dünyada bir güzel dünyayı bana verdiği gibi; ecelim geldiği zaman, beni i'dâm-ı ebedî olan ademden ve mahvdan yine kurtarıp, bâkî bir âlemde ebedî ve çok şa'şaalı bir âlemi bana ihsân; ve o âlemin umum envâ'-ı lezâiz ve mehâsininden istifâde edecek ve o âlemde cevelân edip tenezzüh edecek duyguları ve zâhirî ve bâtınî hâsseleri, bana in'âm ettiği gibi; çok sevdiğim ve çok alâkadâr olduğum bütün akarib ve ahbâbımı ve ebnâ-yı cinsimi dahi öyle hadsiz ihsânlara mazhar ediyor ve o ihsânlar bir cihette bana âit oluyor. Zîrâ onların saadetleriyle mes'ud ve mütelezziz oluyorum. Madem el insanü abdü ihsan sırrıyla, herkeste ihsâna karşı perestiş var.

Elbette böyle ebedî hadsiz ihsâna karşı, kâinât kadar bir kalbim olsa, o ihsâna karşı muhabbetle dolmak iktizâ eder ve doldurmak isterim. Ben bilfiil o muhabbeti edemesem de, bil'isti'dâd ve bil'îmân ve binniyet ve bilkabûl ve bittakdîr ve bil'iştiyâk ve bil'iltizâm ve bil'irâde sûretinde ediyorum” diyecek. Ve hâkezâ... Cemâl ve kemâle karşı, insanın gösterdiği muhabbet ise, icmâlen işaret ettiğimiz ihsâna karşı muhabbete kıyâs edilsin.

Kâfir ise, küfür cihetiyle hadsiz bir adâvet eder. Hatta kâinâta ve mevcûdâta karşı zâlimâne ve tahkîrkârâne bir adâvet taşır.


b457.gif


el Fatiha




 

teblið

Vefasýz
maşaAllah çok çok güzel bir konu;Sevmek ,sevebilmek ,yada Allahu Tealayı gerçekten seviyormuyuz ?bunu anlamak ,evet dedimya hangi taraftan bakarsan bak güzel bir ders maş;

Öteden beri çok sevdiğim bir kıssa vardır sevmekle ilgili ve sevgisi sorulan kul ve peygamber hz Musa(as)


[FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.] Musa Peygambere Cenab-ı Allah sorar:[/FONT]


[FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.] - Benim için ne yaptın? Musa (as):[/FONT]
[FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.] - Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim, zekat verdim… diye sıralar. Allah-ü Teâlâ:[/FONT][FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.] - “Bunlar senin içindir. Sen benim için ne yaptın?“ Der. Musa (as):[/FONT][FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.] - “Senin için ne yapabilirdim ya Rabbi!” deyince:[/FONT][FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.] - “Benim için sevdin, bir dost edindin mi? Veya rızam için nefret edip bir düşman edindin mi?” buyurur.[/FONT][FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.] Demek ki dostluk da düşmanlık ta Allah için olacaktır. Bu Allah sevgisinin alametidir.[/FONT]
[FONT=arial t.]Ve Allah (c.c.)için sevmenin alametleri çokkk..Öyle kuru kuruya seviyoruz demekle bitmiyor mesele..Bu sevgilerin mührü olmalı ,bu bağlılığın bir adı olmalı.ibadet ve taatlerin yanı sıra ben şu soruyu özetle şöyle cevaplayabilirdim heralde;[/FONT]
[FONT=arial t.][/FONT]
[FONT=arial t.]ALLAHU TELAYA SEVGİMİZ ŞU DOĞRULTUDA OLMALIDIR;ALLAH'IN SEVDİĞİNİ SEVMEK SEVMEDİĞİNİ SEVMEMEK..sanıyorum bu ilkeyi hayatımıza oturtabilirsek yolun yarısına gelmiş oluruz kanımca;[/FONT]
 
Üst