Üstadın Avrupa'ya bakışı

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Bediüzzaman, Avrupayı iki bölümde ele alır:
1- Gerçek Hristiyanlıktan aldığı feyz ile, toplum hayatına faydalı sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden,bozulmamış Avrupa,

2- Maddeci felsefenin zulmetiyle, medeniyetin pisliklerini güzellik zannederek, insanlığı sefahet ve dalalete sevk eden bozulmuş Avrupa.
İşte bu ikinci Avrupa, İslâm âlemine çok zarar vermiştir. Dinden uzak düşünürleri, zulmet-i kalb içinde olduklarından zulmetli fikirlerin menbaı olmuşlardır. Çünkü zulmet-i kalb,
• Ruh sıkıntısının menbaıdır. Kalbi karanlıkta kalan kişiler, elbette ruhi bir sıkıntıya mahkum olacaklardır. Sıkıntı ise,
• Sefahetin muallimidir. Yani, dinden uzak Avrupalının ruhundaki sıkıntı, kendilerini avutmak için her türıü eğlence vasıtalarının bulunmasına öğretmenlik yapmıştır. Heves-heva-eğlence-sefahetten memzuc şa’şaa-i medeni,
• Dalaletten gelen müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem
• Uyutucu zehir-baz durumundadır. (Yani, onların görünüşte parlak olan medeniyetleri, heves, heva, eğlence ve sefahetin bir karışımıdır. Böyle bir parlaklık, dalaletten gelen müthiş sıkıntıya yalancı bir merhem, bir uyuşturucu olmaktan öteye gidemez).
Bediüzzaman, sömürgeci büyük Avrupa devletleri için, “Avrupanın ejderhaları” tabirini kullanır. Onların reisleri için, “İnsaniyetperver maskesi altında vahşi reisler” tesbitini yapar. Böyle kişilerin yönlendirdiği ve başkasını yutmakla beslenen ejderhaların meydana getirdiği medeniyetten, “mimsiz medeniyet” olarak bahseder. (Malum, “medeniyet” kelimesinin ilk harfi olan “mim” kaldırılınca, geriye “deniyet” kalır. Deniyet ise “alçaklık” demektir). Evet, İkinci Avrupa’nın medeniyeti,

• Habis
• Nazarı şeriatta merdud (şeriat böyle bir medeniyeti reddeder)
• Seyyiatı hasenatına galib (kötülükleri iyiliklerinden fazla)
• İntibahı beşerle mahkum-u inkıraz (insanlığın uyanmasıyla çökmeye mahkum)
• Sefih
• Mütemerrid
• Gaddar
• Mânen vahşi
• Dışı süs, içi pis
• Beşerin nefs-i emmaresi
• Kurtlanmış bir ağaç görünümündedir.

Fakat ne yazık ki, onun bu yüzünü pek çok aydınımız görememiş ve bilememişlerdir.
Bediüzzaman böyleleri hakkında “zulmetli münevverler” (karanlık aydınlar) teşhisini koyar. Körü körüne Avrupa hayranlığı yapanlar için “Avrupanın kaselisleri” (çanak yalayıcıları) tabirini kullanır. Bunların kendilerine “ladini” (laik) ismini vermekle, ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilan ettikleri halde, dinsizliği mutaassıbane bir din ittihaz ettiklerine dikkat çeker.
Bosna-Hersek’te yaşanan insanlık faciası, Bediüzzaman’ın tesbitlerinin ne derece yerinde olduğunu göstermiştir. Öyle ki, pek çok Batı hayranı kimse, bu olaylarla Avrupa medeniyetinin iç yüzünü anlama fırsatı bulmuştur.
Bediüzzaman, medeniyetin güzelliklerinin alınmasını söyler. Bu hususta Japonları örnek gösterir. Ona göre:
Mehasin-i medeniyet, insaniyet-i suğra; İslâmiyet ise, insaniyet-i kübradır. Mehasin-i medeniyet, insaniyet-i kübranın mukaddimesidir. Yani, medeniyetin güzellikleri olan sanayi, teknoloji ve bunların insanlığa getirdiği faydalar, kolaylıklar, insanın diğer canlılardan üstünlüğünün küçük bir göstergesidir. Bununla beraber, eğer insan, insanlığın en mükemmel şeklini çizen İslâmiyete sarılmazsa, gerçek insanlığı elde edemez. Nitekim, insaniyet-i kübra olan İslâmiyetten ruh almayanlar, insaniyet-i suğra olan medeniyetin iyiliklerini de kötüye kullanmışlardır. Yaptıkları uçaklarla masumları bombalamışlar, uydularla dünyanın her tarafına en müstehcen yayınları yaymışlar, ele geçirdikleri TV kanallarıyla, rezaletin naşiri durumuna gelmişlerdir.
Sözün burasında, Bediüzzaman’ın, bu asrın başlarında söylediği şu sözleri hamiyetli insanımıza hatırlatmak istiyoruz:
“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Aya, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi aklı ile onların sefahet ve batlı fikirlerine ittiba’ edip emniyet ediyorsunuz? Yok yok! Sefihane taklid edenler, ittiba’ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip, kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Agâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibanız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır.”
 
Üst