MARİFETULLAH
Yazar: Sorularla Risale, 10-11-2006
Marifetullah, Allah’ı bilmek ve tanımaktır. Muhyiddin-i Arabi’nin dediği gibi, “Allah’ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır.”
“Marifetullah, gayetü’l-gâyât, kâbe-i kemâlâttır” Yani, en birinci gayedir ve bütün kemâlâtın başıdır. Keza marifetullah, bütün gerçek ilimlerin esası, madeni, nuru ve ruhudur.
İnsanlar, başlıca şu dört yolla Allah’ı tanımaya çalışırlar: Tasavvuf, Kelam, Felsefe ve Kur’an.
Tasavvuf, kalbin safileştirilmesi ve o kalbe ilâhî nurların gelmesi esası üzerine kurulmuştur.
Kelâm, imkân ve hudus delilleri gibi aklî delilere dayanır.
Felsefe, mücerred akılla Allah’a ulaşmaya çalışır.
Kur’an ise, Allah’ın kelâmı olarak, doğrudan Allah’ı tanıtır.
Kur’an-ı Kerim, mümine daima marifet dersleri verir. Fatiha Suresi, Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın “Rabb-ül-âlemin” olduğunu bildirir. Bu bir marifettir. O, bizim Rabbimiz olduğu gibi, bütün hayvanlar, bitkiler âleminin de Rabbi, sema âleminin, arz âleminin de Rabbi, melek âleminin, cin âleminin de Rabbi, arşın, kürsinin, cennet ve cehennemin de Rabbidir.
Daha sonra, Allah’ın Rahmân ve Rahîm olduğunu bildirir. Allah’ı Rahman ve Rahim olarak tanımak da bir marifet dersidir.
Bir kul, bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ın marifetinde ne kadar ileri giderse gitsin, önünde yine sonsuz bir mesafe vardır.
Resulûllah Efendimiz (asm), Mi’rac mûcizesinden önce de, mahlûkat içerisinde marifetullahda en ileri derecedeydi. Mi’rac ile, marifet semasına uruc etti. Rabbinin mülkünü kat kat gezdi. Cennetini, cehennemini gördü. Melekler âlemini bütün ihtişamı ile seyretti. O mukaddes ruhunu safha safha yücelten ve O’nu ulviyet mertebelerinde süratle yükselten bu bereketli seyahat sonunda, pâk lisanından şu cümle dökülmüştü: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben (eriştiğim bu marifet mertebesine rağmen yine de) seni hakkıyla tanımayamadım, bilemedim.”
Yazar: Sorularla Risale, 10-11-2006
Marifetullah, Allah’ı bilmek ve tanımaktır. Muhyiddin-i Arabi’nin dediği gibi, “Allah’ı bilmek, varlığını bilmenin gayrıdır.”
“Marifetullah, gayetü’l-gâyât, kâbe-i kemâlâttır” Yani, en birinci gayedir ve bütün kemâlâtın başıdır. Keza marifetullah, bütün gerçek ilimlerin esası, madeni, nuru ve ruhudur.
İnsanlar, başlıca şu dört yolla Allah’ı tanımaya çalışırlar: Tasavvuf, Kelam, Felsefe ve Kur’an.
Tasavvuf, kalbin safileştirilmesi ve o kalbe ilâhî nurların gelmesi esası üzerine kurulmuştur.
Kelâm, imkân ve hudus delilleri gibi aklî delilere dayanır.
Felsefe, mücerred akılla Allah’a ulaşmaya çalışır.
Kur’an ise, Allah’ın kelâmı olarak, doğrudan Allah’ı tanıtır.
Kur’an-ı Kerim, mümine daima marifet dersleri verir. Fatiha Suresi, Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın “Rabb-ül-âlemin” olduğunu bildirir. Bu bir marifettir. O, bizim Rabbimiz olduğu gibi, bütün hayvanlar, bitkiler âleminin de Rabbi, sema âleminin, arz âleminin de Rabbi, melek âleminin, cin âleminin de Rabbi, arşın, kürsinin, cennet ve cehennemin de Rabbidir.
Daha sonra, Allah’ın Rahmân ve Rahîm olduğunu bildirir. Allah’ı Rahman ve Rahim olarak tanımak da bir marifet dersidir.
Bir kul, bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ın marifetinde ne kadar ileri giderse gitsin, önünde yine sonsuz bir mesafe vardır.
Resulûllah Efendimiz (asm), Mi’rac mûcizesinden önce de, mahlûkat içerisinde marifetullahda en ileri derecedeydi. Mi’rac ile, marifet semasına uruc etti. Rabbinin mülkünü kat kat gezdi. Cennetini, cehennemini gördü. Melekler âlemini bütün ihtişamı ile seyretti. O mukaddes ruhunu safha safha yücelten ve O’nu ulviyet mertebelerinde süratle yükselten bu bereketli seyahat sonunda, pâk lisanından şu cümle dökülmüştü: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben (eriştiğim bu marifet mertebesine rağmen yine de) seni hakkıyla tanımayamadım, bilemedim.”