Huseyni
Müdavim
İbrahim Özdemir
A.Ü. İlahiyat Fakültesi, Felsefe Tarihi Anabilim Dalı, Arş. Gör.
I. Giriş
"Postmodern durum" olarak tanımlanan günümüzde, bilimin içinde bulunduğu durumu yukarıdaki alıntı çok güzel özetliyor. Bu kısa ve anlamlı ifadeler hakim modern pozitivist bilim anlayışının temel varsayımını eleştirdiği gibi, aynı zamanda bilimsel yöntem dışındaki hakikati ve gerçekliği tanıma ve keşfetmenin bütün yollarını/yöntemlerini de selamlıyor. Bilindiği gibi, modern zamanlardaki hakim bilim anlayışı belli bir "felsefe" geleneğinin, yani pozitivist felsefenin tekelindeydi. Pozitivizmin dışında kalan her şey, din de dahil, bilim dışıydı, bilimsel değildi, saçmaydı ve değersizdi. En azından sübjektif damgasıyla damgalanıp, ileri süren kişiyle sınırlı tutuluyordu. Sonuç olarak, bilimsel bilginin dışındaki tüm yöntemler ve gerçeklikle ilgili açıklama ve iddiaların bilimsel değeri yoktu. İçinde yaşadığımız kâinatın anlaşılıp yorumlanması için çok yol yoktu. Tek yol vardı ve bu da esas olarak deney ve gözleme dayanan, objektif olduğunu iddia eden bilimsel yöntemdi.
Ancak içinde bulunduğumuz ve ne olduğunu da tam olarak tanımlayamadığımız postmodern durumda bütün bunlar değişmeye başladı. Bilim -bunun pozitif bilim anlayışı olarak okunması gerekir-sarsılmaz tahtından indirildi. Yirminci yüzyılda tahtlarından indirilen tüm totaliter, monist ve çoğulculuğa yer tanımayan iktidarlar gibi bilim de bu tekçi ve kendi dışındaki yöntemlere izin vermeyen tahtından indirildi. Postmodern bağlamda sorgulanan, eleştirilen ve yeniden yorumlanan bilimin kendisinden ziyade pozitivist yorumuydu. Bu bilim anlayışına olan eleştiri ve tavrı bizatihi bilime karşı bir tavır olarak değerlendirmemek ve bilim düşmanlığı olarak algılamamak gerekmektedir. Zira ısrarla vurgulanan bilimin tekçi ve monist yaklaşımının artık savunulamayacağıydı. Ahmet İnam'ın vurguladığı gibi:
"Bilimde de aynı araştırma nesnesine yönelmiş bir yığın model. farklı anlama ve kavrama yolları vardır (örneğin fizikte). Hele sosyolojide. psikolojide kuramların, modellerin bolluğunu yaşıyoruz. Felsefeyi ise hiç sormayın. Bunlara bir de sanatın, folklorun, dinlerin, mitolojilerin anlama biçimlerini ekleyin; bu denli engin anlama ummanında, olanca genişliğiyle önümüze açılan mana ufkunda yaşamaya çabalayan insana, `bilimsellik budur, farklı düşünürsen bilim düşmanı olursun' demek, hangi psikolojinin, hangi ideolojinin sonucudur? Nasıl bir inançtır ki o, yaşama sevincimizi, bilimi gönlümüzce yaşamayı (korkmayalım:Gönül, matematige, mantığa, ciddiyete, hele gözleme, deneye hiç de karşı değildir!) anlamayı önlüyor. Bizi ufuksuz, dar bir bilim anlayışıyla bırakıp, bilime at gözlüğüyle bakmaya zorluyor! Bu hakkı nereden buluyorlar? Akıl, mantık, gözlem, deney, öndeyi (prediction) gibi kavramlarla geliştirdikleri bakış biçimi, bakış biçimlerinden biridir; her bakış gibi, eksik ve özürlüdür. Farklı bakışlarla zenginleştirilmesi, eleştirilmesi, değiştirilmesi, beslenmesi, belki de yıkılması gereklidir. BİLİME OLAN TAVRIMIZIN DEĞİŞMESİ zorunluğu var."2
Görüldüğü gibi içinde bulunduğumuz ve postmodern durum olarak tanımlanan zaman diliminde son üç asırdır hakim olan bütün değer ve kurumlar, bilim, felsefe, sanat, din, mitoloji, şiir, edebiyat, mimari vs. yeniden sorgulanmakta ve her şey adeta yeniden anlamlandırılmakta, daha doğrusu yeniden keşfedilmeye çalışılmaktadır. Bu yeni durumun beraberinde getirdiği en büyük tehlike ise, çok aşırı bir rölativizmi, yani izafiyeti. ihtiva etmesidir. En büyük meziyeti ise, şimdiye kadar kendilerine kendilerini savunma hakkı bile tanınmayan bir çok disiplin ve alana hoş görü ile bakması ve onlarla diyaloga girmesidir. İşte bu bağlamda bilim-din ilişkisi yeniden gündeme gelmiş modern insan -postmodern demeliydim-adeta kendini ve dini yeniden keşfetmeye başlamıştır. Bütün dünyada dini değerlerin yeniden yükselmeye başladıgı gözlemlenmektedir. Harvard Üniversitesinden Samuel Huntington'un vurguladığı gibi: "Modern dünyada din, insanları motive eden ve harekete geçiren merkezi bir güçtür, belki de asıl merkezi güç" haline gelmiştir.3
Dinin yeniden keşfedilmesi, kâinat ve insanın kâinattaki yeriyle ilgili yorumu ve bakış açısının bir zenginlik olduğu kabul edilmektedir. Böylece bilim nasıl gerekliği ve kâinat anlamanın "bir yolu, bir dili" ise. din de aynı şekilde, diğer yollar gibi bir yol ve anlatım biçimi olarak görülmektedir. Hatta diğer bakış açılarını da kapsayan bir yönü olduğu bile ileri sürülmektedir. Böylece bilim ile din arasında bir çatışma olmadığı gibi, aslında böyle bir çatışmaya gerek de yoktur. Zira her ikisinin alanları ve kullandıkları dil ve yöntemler farklıdır. Bütün bunlar insanın postmodern denjlen durumda ulaştığı yeni kanaatlerdir. Ancak bu kanaatler tüm modern kültür ve dünya görüşünün sorgulanmasını ve eleştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Öyle ise postmodern denilen bu yeni söylemin veya postmodernizmin en büyük temsilcilerinden J. Lyotard'un "postmodern durum"4 olarak adlandırdığı bu yeni dönemin temel özellikleri nelerdir?
Aslında bu soruyu cevaplamak hiç de kolay değildir. Zira postmodern denilen durum hâlâ oldukça yeni bir süreçtir ve ne olduğu da tam olarak ortaya konulamamaktadır. Ancak postmodernizmin ne olmadığından hareketle bazı tanımlamalar getirilmeye çalışılmıştır. Bununla beraber, postmodernizm genellikle modernizmin sınırlılığını, sığlığını ve tekdüzeliğini eleştirerek ortaya çıktığından şu nitelikleri onu anlamamızı kolaylaştırabilir:
1. "Ruhun diyalektiği, işçilerin kurtuluşu, sınıfsız toplum, insanlığın ilerlemesi, kalkınma, aydınlanma... gibi büyük öyküler (masallar)* içeren açıklama biçimlerine karşı çıkılması.
2. Homojen bir toplum ancak baskı yoluyla kurtulabileceği için böy'le hir toplum ideali taşıyan tüm yaklaşımlara karşı mücadele verilmelidir.
3. Hiç kimsenin elinde toplumun bütününde zaman ve mekandan bağımsız olarak, ne olup bittiğini kavrayacak ve aktaracak ne bir teori, ne de dil söz konusudur. Çünkü dil ile toplum iç içedir. Özne nesneden, kişi toplumdan soyutlanarak algılanamaz.
4. Tüm insanları kapsayacak metadil veya metaanlatılar yoktur.
5. Küçük anlatılar büyük anlatılara tercih edilmelidir; doğruluk/yanlışlık ayrımı yerine küçük/büyük anlatı ölçütüne göre değerlendire yapılmalıdır.
6. Anlatıların cazibelerine kapılarak tarih felsefesi ve devlet politikası yapılması tehlikelidir.**
7.İnsanlığın kurtuluşu için büyük anlatılar üretmek yerine yerel değerlerle sınırlı anlatılarla yerel ölçekli mücadeleler yapılmalıdır.
8. Evrensel değerleri yakalamak uğruna özgünlükler ve özgüllükleri yok etmemek için yerel değerler peşinde koşulmalı, insan ve toplumların benzeşen yönlerinden ziyade farklılaşan özellikleri bilime konu edilmelidir.
9. İnsanlara yol gösterecek tek bir soyut akıl kategorisi işlevsel değildir. Akıl da, deneyim de tek tek insanlarla anlam kazanır. Bu yüzden tümel akıl kategorisi arkasına saklanarak totaliter söylemler üretilmemelidir.
10. Empirisizm ve rasyonalizmin yaptığı gibi gerçekliğin bilgisi nihaî özlere ve temellere indirgenemez. Bu yüzden indirgemeciliğe, özcülüğe ve temelciliğe karşı direnmek gerekir. Doğrular ulaşılan değil, üretilen kategorilerdir. Bu nedenle hiçbir anlayış yahut yaklaşım bu kategorileri kendi tekeline alamaz.
11. Farklı bilgi yahut bilim önerileri, onlara sahip çıkan insanlar tarafından kendilerine yüklenen anlamlara göre değer kazanırlar. Bunun dışında ölçüt aramak beyhude bir çabadır."5
Bu kısa girişle vurgulamak istediğimiz nokta şudur: Modern zamanlarda pozitivist felsefe ve bilim anlayışının etkisiyle hakim olan bilim-din ayrımı geçerliliğini yitirmiştir. Daha doğrusu bilimin, pozitivistlerin pek sevdikleri tabiriyle "bilimsel bilginin" kendini hakikati aramanın tek geçerli yolu olduğuyla ilgili tezi büyük eleştirilere uğramış, bunun yerine daha insancıl ve tekçi olmaya yeni bilim anlayışları geliştirilmeye başlanmıştır. Bir çok bilimde baş gösteren "alternatif" anlayışlarının ve arayışlarının temel esprisi de budur. Yine kaybolmaya başlayan birçok medeniyet, gelenek ve kültürün tekrar canlanması ve kendini yeniden üretmeye başlaması da bu sürecin en belirgin özelliklerinden birisidir. Geleneğin yeniden keşfedilmesi ve insanın yorum gücünü ve hayatını zenginleştirmesinin bir kaynağı olarak görülmesi de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu açıklamalardan sonra bilim-din ilişkisinin tarihi gelişimine bakmak ve bazı tespitler yapmak yararlı olacaktır. Zira bizim bu tespit ve değerlendirmelerimizin postmodern bir zamanda yapıldığı unutulmamalıdır.
A.Ü. İlahiyat Fakültesi, Felsefe Tarihi Anabilim Dalı, Arş. Gör.
Ne bilim belli bir bilim felsefesinin lekelindedir, ne de insan ve doğa ve de uçsuz bucaksız evren. anlaşılması için bilimin tekelinde olmak zorundadır! Yaşananın anlaşılıp açıklanması için (adına bilimsel diyelim, demeyelim) sayısız yollar vardır. İyi ki de vardır, bu, insanın önüne açılmış ne büyük bir olanaktır.
Ahmet İNAM1
Ahmet İNAM1
I. Giriş
"Postmodern durum" olarak tanımlanan günümüzde, bilimin içinde bulunduğu durumu yukarıdaki alıntı çok güzel özetliyor. Bu kısa ve anlamlı ifadeler hakim modern pozitivist bilim anlayışının temel varsayımını eleştirdiği gibi, aynı zamanda bilimsel yöntem dışındaki hakikati ve gerçekliği tanıma ve keşfetmenin bütün yollarını/yöntemlerini de selamlıyor. Bilindiği gibi, modern zamanlardaki hakim bilim anlayışı belli bir "felsefe" geleneğinin, yani pozitivist felsefenin tekelindeydi. Pozitivizmin dışında kalan her şey, din de dahil, bilim dışıydı, bilimsel değildi, saçmaydı ve değersizdi. En azından sübjektif damgasıyla damgalanıp, ileri süren kişiyle sınırlı tutuluyordu. Sonuç olarak, bilimsel bilginin dışındaki tüm yöntemler ve gerçeklikle ilgili açıklama ve iddiaların bilimsel değeri yoktu. İçinde yaşadığımız kâinatın anlaşılıp yorumlanması için çok yol yoktu. Tek yol vardı ve bu da esas olarak deney ve gözleme dayanan, objektif olduğunu iddia eden bilimsel yöntemdi.
Ancak içinde bulunduğumuz ve ne olduğunu da tam olarak tanımlayamadığımız postmodern durumda bütün bunlar değişmeye başladı. Bilim -bunun pozitif bilim anlayışı olarak okunması gerekir-sarsılmaz tahtından indirildi. Yirminci yüzyılda tahtlarından indirilen tüm totaliter, monist ve çoğulculuğa yer tanımayan iktidarlar gibi bilim de bu tekçi ve kendi dışındaki yöntemlere izin vermeyen tahtından indirildi. Postmodern bağlamda sorgulanan, eleştirilen ve yeniden yorumlanan bilimin kendisinden ziyade pozitivist yorumuydu. Bu bilim anlayışına olan eleştiri ve tavrı bizatihi bilime karşı bir tavır olarak değerlendirmemek ve bilim düşmanlığı olarak algılamamak gerekmektedir. Zira ısrarla vurgulanan bilimin tekçi ve monist yaklaşımının artık savunulamayacağıydı. Ahmet İnam'ın vurguladığı gibi:
"Bilimde de aynı araştırma nesnesine yönelmiş bir yığın model. farklı anlama ve kavrama yolları vardır (örneğin fizikte). Hele sosyolojide. psikolojide kuramların, modellerin bolluğunu yaşıyoruz. Felsefeyi ise hiç sormayın. Bunlara bir de sanatın, folklorun, dinlerin, mitolojilerin anlama biçimlerini ekleyin; bu denli engin anlama ummanında, olanca genişliğiyle önümüze açılan mana ufkunda yaşamaya çabalayan insana, `bilimsellik budur, farklı düşünürsen bilim düşmanı olursun' demek, hangi psikolojinin, hangi ideolojinin sonucudur? Nasıl bir inançtır ki o, yaşama sevincimizi, bilimi gönlümüzce yaşamayı (korkmayalım:Gönül, matematige, mantığa, ciddiyete, hele gözleme, deneye hiç de karşı değildir!) anlamayı önlüyor. Bizi ufuksuz, dar bir bilim anlayışıyla bırakıp, bilime at gözlüğüyle bakmaya zorluyor! Bu hakkı nereden buluyorlar? Akıl, mantık, gözlem, deney, öndeyi (prediction) gibi kavramlarla geliştirdikleri bakış biçimi, bakış biçimlerinden biridir; her bakış gibi, eksik ve özürlüdür. Farklı bakışlarla zenginleştirilmesi, eleştirilmesi, değiştirilmesi, beslenmesi, belki de yıkılması gereklidir. BİLİME OLAN TAVRIMIZIN DEĞİŞMESİ zorunluğu var."2
Görüldüğü gibi içinde bulunduğumuz ve postmodern durum olarak tanımlanan zaman diliminde son üç asırdır hakim olan bütün değer ve kurumlar, bilim, felsefe, sanat, din, mitoloji, şiir, edebiyat, mimari vs. yeniden sorgulanmakta ve her şey adeta yeniden anlamlandırılmakta, daha doğrusu yeniden keşfedilmeye çalışılmaktadır. Bu yeni durumun beraberinde getirdiği en büyük tehlike ise, çok aşırı bir rölativizmi, yani izafiyeti. ihtiva etmesidir. En büyük meziyeti ise, şimdiye kadar kendilerine kendilerini savunma hakkı bile tanınmayan bir çok disiplin ve alana hoş görü ile bakması ve onlarla diyaloga girmesidir. İşte bu bağlamda bilim-din ilişkisi yeniden gündeme gelmiş modern insan -postmodern demeliydim-adeta kendini ve dini yeniden keşfetmeye başlamıştır. Bütün dünyada dini değerlerin yeniden yükselmeye başladıgı gözlemlenmektedir. Harvard Üniversitesinden Samuel Huntington'un vurguladığı gibi: "Modern dünyada din, insanları motive eden ve harekete geçiren merkezi bir güçtür, belki de asıl merkezi güç" haline gelmiştir.3
Dinin yeniden keşfedilmesi, kâinat ve insanın kâinattaki yeriyle ilgili yorumu ve bakış açısının bir zenginlik olduğu kabul edilmektedir. Böylece bilim nasıl gerekliği ve kâinat anlamanın "bir yolu, bir dili" ise. din de aynı şekilde, diğer yollar gibi bir yol ve anlatım biçimi olarak görülmektedir. Hatta diğer bakış açılarını da kapsayan bir yönü olduğu bile ileri sürülmektedir. Böylece bilim ile din arasında bir çatışma olmadığı gibi, aslında böyle bir çatışmaya gerek de yoktur. Zira her ikisinin alanları ve kullandıkları dil ve yöntemler farklıdır. Bütün bunlar insanın postmodern denjlen durumda ulaştığı yeni kanaatlerdir. Ancak bu kanaatler tüm modern kültür ve dünya görüşünün sorgulanmasını ve eleştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Öyle ise postmodern denilen bu yeni söylemin veya postmodernizmin en büyük temsilcilerinden J. Lyotard'un "postmodern durum"4 olarak adlandırdığı bu yeni dönemin temel özellikleri nelerdir?
Aslında bu soruyu cevaplamak hiç de kolay değildir. Zira postmodern denilen durum hâlâ oldukça yeni bir süreçtir ve ne olduğu da tam olarak ortaya konulamamaktadır. Ancak postmodernizmin ne olmadığından hareketle bazı tanımlamalar getirilmeye çalışılmıştır. Bununla beraber, postmodernizm genellikle modernizmin sınırlılığını, sığlığını ve tekdüzeliğini eleştirerek ortaya çıktığından şu nitelikleri onu anlamamızı kolaylaştırabilir:
1. "Ruhun diyalektiği, işçilerin kurtuluşu, sınıfsız toplum, insanlığın ilerlemesi, kalkınma, aydınlanma... gibi büyük öyküler (masallar)* içeren açıklama biçimlerine karşı çıkılması.
2. Homojen bir toplum ancak baskı yoluyla kurtulabileceği için böy'le hir toplum ideali taşıyan tüm yaklaşımlara karşı mücadele verilmelidir.
3. Hiç kimsenin elinde toplumun bütününde zaman ve mekandan bağımsız olarak, ne olup bittiğini kavrayacak ve aktaracak ne bir teori, ne de dil söz konusudur. Çünkü dil ile toplum iç içedir. Özne nesneden, kişi toplumdan soyutlanarak algılanamaz.
4. Tüm insanları kapsayacak metadil veya metaanlatılar yoktur.
5. Küçük anlatılar büyük anlatılara tercih edilmelidir; doğruluk/yanlışlık ayrımı yerine küçük/büyük anlatı ölçütüne göre değerlendire yapılmalıdır.
6. Anlatıların cazibelerine kapılarak tarih felsefesi ve devlet politikası yapılması tehlikelidir.**
7.İnsanlığın kurtuluşu için büyük anlatılar üretmek yerine yerel değerlerle sınırlı anlatılarla yerel ölçekli mücadeleler yapılmalıdır.
8. Evrensel değerleri yakalamak uğruna özgünlükler ve özgüllükleri yok etmemek için yerel değerler peşinde koşulmalı, insan ve toplumların benzeşen yönlerinden ziyade farklılaşan özellikleri bilime konu edilmelidir.
9. İnsanlara yol gösterecek tek bir soyut akıl kategorisi işlevsel değildir. Akıl da, deneyim de tek tek insanlarla anlam kazanır. Bu yüzden tümel akıl kategorisi arkasına saklanarak totaliter söylemler üretilmemelidir.
10. Empirisizm ve rasyonalizmin yaptığı gibi gerçekliğin bilgisi nihaî özlere ve temellere indirgenemez. Bu yüzden indirgemeciliğe, özcülüğe ve temelciliğe karşı direnmek gerekir. Doğrular ulaşılan değil, üretilen kategorilerdir. Bu nedenle hiçbir anlayış yahut yaklaşım bu kategorileri kendi tekeline alamaz.
11. Farklı bilgi yahut bilim önerileri, onlara sahip çıkan insanlar tarafından kendilerine yüklenen anlamlara göre değer kazanırlar. Bunun dışında ölçüt aramak beyhude bir çabadır."5
Bu kısa girişle vurgulamak istediğimiz nokta şudur: Modern zamanlarda pozitivist felsefe ve bilim anlayışının etkisiyle hakim olan bilim-din ayrımı geçerliliğini yitirmiştir. Daha doğrusu bilimin, pozitivistlerin pek sevdikleri tabiriyle "bilimsel bilginin" kendini hakikati aramanın tek geçerli yolu olduğuyla ilgili tezi büyük eleştirilere uğramış, bunun yerine daha insancıl ve tekçi olmaya yeni bilim anlayışları geliştirilmeye başlanmıştır. Bir çok bilimde baş gösteren "alternatif" anlayışlarının ve arayışlarının temel esprisi de budur. Yine kaybolmaya başlayan birçok medeniyet, gelenek ve kültürün tekrar canlanması ve kendini yeniden üretmeye başlaması da bu sürecin en belirgin özelliklerinden birisidir. Geleneğin yeniden keşfedilmesi ve insanın yorum gücünü ve hayatını zenginleştirmesinin bir kaynağı olarak görülmesi de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu açıklamalardan sonra bilim-din ilişkisinin tarihi gelişimine bakmak ve bazı tespitler yapmak yararlı olacaktır. Zira bizim bu tespit ve değerlendirmelerimizin postmodern bir zamanda yapıldığı unutulmamalıdır.