Lemeât Mülahazaları - 1 "Sebep sırf zâhirîdir..."

Huseyni

Müdavim
İfade-i Meram

Ey kàri! Peşinen bunu itiraf ederim ki, san’at-ı hat ve nazımda istidadımdan çok müştekîyim. Hattâ şimdi ismimi de düzgün yazamıyorum. Nazım, vezin ise, ömrümde bir fıkra yapamamıştım. Birden bire, zihnime, nazma musırrâne bir arzu geldi. Sahabelerin gazevâtına dair Kürtçe Kavl-i Nevâlâ Sîsebân 1 namında bir destan vardı. Onun ilâhi tarzındaki tabiî nazmına ruhum hoşlanıyordu. Ben de kendime mahsus, onun tarz-ı nazmını ihtiyar ettim, nazma benzer bir nesir yazdım. Fakat vezin için kat’iyen tekellüf yapmadım. İsteyen adam, nazmı hatıra getirmeden, zahmetsiz, nesren okuyabilir. Hem nesren olarak bakmalı, tâ mânâ anlaşılsın. Her kıt’ada ittisal-i mânâ vardır; kafiyede tevakkuf edilmesin. Külâh püskülsüz olur; vezin de kafiyesiz olur; nazım da kaidesiz olur. Zannımca, lâfız ve nazım san’atça cazibedar olsa, nazarı kendiyle meşgul eder. Nazarı mânâdan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir.

Şu eserimde üstadım Kur’ân’dır, kitabım hayattır, muhatabım yine benim. Sen ise, ey kàri, müstemisin. Müstemiin tenkide hakkı yoktur. Beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. Şu eserim, bu mübarek Ramazan’ın feyzi (HAŞİYE) olduğundan, ümit ederim ki, inşaallah din kardeşimin kalbine tesir eder de, lisanı bana bir dua-i mağfiret bahşeder veya bir Fâtiha okur.

1 : Ashab-ı Kirâmın kahramanlıklarından bahseden dört yüz beyitlik uzun bir kasidedir. Zühd ve takvasıyla tanınan Molla Ağa es-Zibarî tarafından Kürtçe kaleme alınmıştır.
(HAŞİYE) : HAŞİYE Hattâ, tarihi نَجْمُ اَدَبٍ وُلِدَ لِهِلاَلَىْ رَمَضَانَ çıkmış. Yani, “Ramazan’ın iki hilâlinden doğmuş bir edep yıldızıdır.” (1337 eder.)



Lemeât


Bismillah diyerek Lemeât Mülahazaları adı altında Lemeâttan bazı kısımları mütalaa etmeye niyetlendik. Gayret bizden tevfik Allahtan.


[BILGI]Sebep sırf zâhirîdir

İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında.

Tevhid ve celâl ister ki, esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî ola (HAŞİYE) kudret eserinde.


(HAŞİYE) : Hakikî tesirden elini çeksin, icada karışmasın demektir.

Lugat

celâl : haşmet, yücelik, heybet
dâmenkeş-i tesir-i hakikî : gerçek tesirden el etek çeken
esbab : sebepler
esbab-ı tabiî : tabii sebepler, maddî şartlar
hakikî : gerçek, doğru
izzet-i azamet : büyüklüğün izzeti, şânı
kudret : İlâhî güç ve iktidar
nazar : bakış, dikkat
perdedar-ı dest-i kudret : kudret elinin perdecisi
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
zâhirî : görünürde


[/BILGI]

Anladıklarımızı paylaşalım inşaallah. Anlamadıklarımızı da soralım ki birbirimizden istifade edelim. :) Selam ve dua ile.
 

akna

Well-known member
Ey okuyucu, Peşinen bunu itiraf ederim ki, hat sanatı ve nazımda (sanatsal yazıda, şiirde) olan kabiliyetimden şikayetçiyim. Hatta şimdi ismimi de düzgün yazamıyorum. Nazım, vezin ise (nazımda ölçü), ömrümde kısa bir yazı yapamamıştım. Birden bire zihnime, nazma dair ısrarlı bir arzu geldi. Sahabelerin savaşlarına dair Kürtçe Kavl-i Nevala Siseban (Ashab-ı Kirâmın kahramanlıklarından bahseden dört yüz beyitlik uzun bir kasidedir. Zühd ve takvasıyla tanınan Molla Ağa es-Zibarî tarafından Kürtçe kaleme alınmıştır.) isminde bir destan vardı. Onun ilahi tarzındaki doğal nazmına ruhum hoşlanıyordu. Ben de kendime has, onun şiir tarzını ihtiyar ettim, nazma benzer bir düz yazı yazdım. Fakat yazıdaki ölçü için zorluğa katlanmadım. İsteyen adam, nazmı hatıra getirmeden, zahmetsiz, düz yazı gibi okuyabilir. Hem düzyazı şeklinde bakmalı ki, mana anlaşılsın. Her bölümde anlam bütünlüğü vardır, kafiyede durulmasın. Külah püskülsüz olur, vezin kafiyesiz olur, nazımda kuralsız olur. Zannımca, söz ve şiir sanatça cazibedar olsa, bakışı kendiyle meşgul eder. Dikkati manadan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir.
Şu eserimde üstadım Kur’an’dır, kitabım hayattır, muhatabım yine benim. Sen ise, ey okuyucu, dinleyicisin. Dinleyicinin eleştiriye hakkı yoktur. Beğendiğini alır beğenmediğine ilişmez. Şu eserim, bu mübarek Ramazan’ın feyzi olduğundan, ümit ederim ki, inşaAllah din kardeşimin kalbine tesir eder de, Allah’ın affı için bana bir dua bahşeder veya bir Fatiha okur…

İlk defa okuduğum bir bölüm olduğu için çok yüzeysel olucak;
Yanlış anlamadıysam Üstad Hz.'i hat sanatı ve şiir gibi ölçülü yazılara dair olmayan yeteneğinden şikayet ediyor. Fakat şiddetle nazma dair bir istek duyuyor, Sahabelerin Savaşlarını anlatan bir eserde, çok hoşlandığı bir bölümü kaleme alıyor. Kendine has bir üslup ile kafiye ya da ölçü kullanmadan düz yazı tarzında yazıyor. İsteyen düz yazı gibi okuyup anlayabilir diyor.

Asıl ifade edilmek istenen ise sanırım şu cümlede özetleniyor: Zannımca, söz ve şiir sanatça cazibedar olsa, bakışı kendiyle meşgul eder. Dikkati manadan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir.

Yani eserin edebi özelliğinden ziyade mana önemlidir. Ne kadar süslü olduğu, kafiyenin yada ölçünün uyumluluğu değil, içerdiği anlam önemlidir.

Sonunda aklım karıştı
Şu eserimde Üstadım Kur'an'dır
Kitabım hayatımdır
Muhatabım yine benim diyor..

Şu eserim diye ifade ettiği Risale-i Nur'ların zaten Kur'an'ın nurundan aldığı feyzle ortaya çıktığını hep söylüyor Üstad, kendi hayatını bir kitap olarak görüp, muhatabım yine benim derken, aslında tüm ithamları kendi nefsine aldığını mı anlatmak istiyor.. :032:

eserim diye adlandırdığı Risale-i Nur'lar değilde nazım şeklinde ölçüsüz yazdığı, ismi geçen kitabın bölümü mü yoksa?

Benim kafam çok karıştı? :032:
 

Huseyni

Müdavim
Şu eserimde üstadım Kur’ân’dır, kitabım hayattır, muhatabım yine benim.

Üstadım Kur'an, yani tüm Risale-i Nur ilham yoluyla Kur'an dan bu asra sunulan bir şuası olduğu gibi; bu Lemeât eserinde dahi Üstadım yine Kur'andır diyor.

Kitabım hayattır; Burda kasdedilen hayattan aldığı tecrübeler olabilir. ???

Yani hayat kitabından okuduğumu bu eserle her zamanki gibi en evvel kendini muhatap alarak kaleme aldığını ifade ediyor. ???
 

Huseyni

Müdavim
Yirmi İkinci Söz'den bir alıntıyla mütalaaya çalışalım inşallah.


"İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında."



"Ey esbab-perest gafil!"

Ey herşeyi sebeplerde arayan gafil !

"Esbab bir perdedir; "

Sebepler perdedir.

"çünkü izzet ve azamet öyle ister. "

Çünkü büyüklük ve izzet ve azamet basit ve ami şeylerle mübaşereti, münasebeti uygun görmez.

"Tevhid ve celâl ister ki, esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî ola (HAŞİYE) kudret eserinde."

"Fakat iş gören, kudret-i Samedâniyedir; "

Bununla beraber o eşyada iş gören; Cenab-ı Hakkın, varlığı için hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, herşeyin varlığı için Ona ihtiyac duyduğu kudretidir.

"çünkü tevhid ve celâl öyle ister ve istiklâli iktiza eder."


Çünkü Allahın birliği, haşmeti ve ihtiyaçtan azade olması, herşeyden bağımsız olması; herşeyin üzerinde birliğinin görünmesini iktiza eder, gerektirir.

"Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı Rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rububiyetin temâşâger nazırlarıdırlar. "

Eşyanın vücuda gelmesindeki sebeplere Allahın ihtiyacı yoktur. Onları kendine yardımcı tayin etmiş de değildir. O sebeplerin vazifesi Onun saltanatının delilleridir, ilan edicileridir. Mesela Azrail aleyhisselam gibi bir meleği ölümle arasında bir perde olarak vaz etmiş, koymuştur. Azrail aleyhisselam ile ölüm arasına hastalıkları, musibetleri, kazaları vs. perde olarak koymuştur.

"Ve o memurlar, o vasıtalar kudretin izzetini, Rububiyetin haşmetini izhar içindir, tâ umur-u hasise ile kudretin mübaşereti görünmesin. "

Bunların Allahın icraatinde hakiki tesirleri olmadığı gibi, Allahın haşmetine de delildirler. Sebeplerin vazifeleri, Allahın büyüklüğünü ilan etmekle beraber, izzetinin, basit ve hasis işlerle mübaşeretine, münasebetine perde olmaktır.

"Acz-âlûd, fakr-pîşe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurları şerik-i saltanat ittihaz etmiş değildir. "

Yoksa ki bu acizlik içinde kıvranan sebepler Allahın saltanatına ortak edilmiş değillerdir. Bir sinek Nemrudun ölümüne sebeptir, lakin Nemrudu geberten Allahtır; Allahın rızıklandırmasına, hayat vermesine, ve sair ihtiyaçlarının giderilmesine muhtaç olan sinek değildir.

"Demek esbab vaz edilmiş, tâ aklın nazar-ı zahirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin."

Sebepler konmuş ki, akıl izzetten uzak gördüğü şeylerde, zahirdeki sebebi görsün.
 

nurul reþha

Well-known member
"İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında."

Mukadderat çerçevesi dahilinde yaşadığımız her olayda aslında sebeplere bakarız Allahın izzet(şeref) ve azameti(büyüklüğü) de aslında bunu istemektedir.Lakin sepeplere takılarakta Kalmamalıyız.
Ölüm olayını ele alacak olursak Azrail burada bir perdedir. Bununda hikmeti biz insanların dar akılları sabırsız halleri gibi kusurlarımızdan dolayı şikayetlerimizin direkt olarak Allaha varmamasıdır.
Gene bir kıssaya göre: Azrail Allahu tealaya ben ruhları kabzedeceim lakin senin ibadın yani sana ibadet eden kulların bana şekva edecekler bana küsecekler.Cenabı Hakta Azraile ibadlarım ile senin arana hastalıklar musibetler kazalar koyacağım demiş. Burda da açık olarak Allahın sebepleri var etmesindeki hikmetler görülmektedir.
Eğer öyle olmasa idi bizler Allaha haksız ve batıl şikayetlerde bulunacak idik.

"Tevhid ve celâl ister ki, esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî ola
(HAŞİYE) kudret eserinde."

Allahın Tevhid ve Celal olan isimlerine baktığımızda ise Tevhid isminin esasında bir olan, heryerde ve herşeyde Allahtan başkasının tesir ve hakimiyetinin olmadığını herşeyden bir şeyi bir şeyden de herşeyi yaratanın O olduğunu görmemiz gerektiğini ister.
Yaratılan her zihaytta Onun esmasının kudretinin azametinin ve izzetinin sikkesi görülmektedir.Burada ise sebep aramammalıyız yani Allah bir şeyi yaratırken sebep dahil hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Kün fe yekün der ol der oluverir.

"Sultan-ı Ezelînin memurları, saltanat-ı Rububiyetin icraatçıları değillerdir. Belki o saltanatın dellâllarıdırlar ve o Rububiyetin temâşâger nazırlarıdırlar.
"


Buradan da şunu anlayabiliriz ki Allahın bir şeyi icraa etmesinde hiç kimseye hiçbir şeye ihtiyacı yoktur melekleri memur olarak gösterirsek burada melekler Allaha bir şey yaparken yardım ediyorgibi bir şey kati akla gelmemeli onların memuriyetleri Allaha yardım etmeleri değil Allahın basit ve avamiişlerle meşgul omadığının izzet veazametinin göstergesidir.Verilen örnektede olduğu gibi Azrail bir yardımcıdan ziyade bir esbab bir perdedir.Burda da Allahın izzet ve azameti ortaya çıkmaktadır.

"Demek esbab vaz edilmiş, tâ aklın nazar-ı zahirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin."

Sebepler konmuş ki, akıl izzetten uzak gördüğü şeylerde, zahirdeki sebebi görsün.


İşte sebeplerin var olması başımıza gelen ölüm kaza ve sair nedenlerde Allahın izzetine uzak düşen yerlerde şekvalrın ona gitmemesindendir.Burada ibadlar zahiri sebeplere bakarlar.
Lain bunu yaparkende Allahın Tevhidine bakan vecihleri ilede sebepler arkasında aslolan Zülcelali Vel İkram-ı görmemiz gerekmektedir.

yanlış anladığım yerler hakkında lütfen uyarınız :) acizane anladığım budur vesselam...


 

Eddaî2

Well-known member
"İzzet-i azamet ister ki, esbab-ı tabiî perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında."

Allahın izzetine ve azametine gelecek olan şikayetlere, isyanlara bir perdedir sebepler. Misalen aşağıdaki örneği verebiliriz. Hatta Allah cc. Azrail aleyhisselam gibi bir meleğine, yapılması muhtemel şekvalardan onu muhafaza için, onunla ölüm arasına dahi sebepler koymuştur, hastalık ve musibetler gibi.


  • "Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki: “Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekvâ edecekler, küsecekler.” Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki: “Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım-tâ şekvâları onlara gidip senden küsmesinler.”
İşte, bak: Nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrâil Aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrâil dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir.

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden."

Yirmi İkinci Söz


"Tevhid ve celâl ister ki, esbab-ı tabiî, dâmenkeş-i tesir-i hakikî ola (HAŞİYE) kudret eserinde."

Bir ağacı düşünecek olursak, ağacı meydana getiren sebepler hava, su, ışık ve toprak unsurları şeklinde sıralanabilir. Ağacın kendisine baktığımızda ise sebeple sonuç arasında bir ilişki kurmak mümkün değildir. Ortaya çıkan ağaç ne ışıktan, ne topraktan, ne sudan ve ne de havadan bir eser değildir. Çamurun içinden çıkan ağacın hem kendisi, hem de meyvesiyle çamur arasında, sebeble doğrudan bir ilişki bulunmaz.Yine Birinci Söz de geçen ineğin sütünün ne ineğin yediği otla, ne de içtiği suyla alakası yoktur. Kan ve pisliğin arasından tertemiz gelen sütün Allahın kudret mucizesi olduğu şüphesizdir. Varlıklar adedince sebeplerin tesir sahibi olmadığına deliller mevcuttur.
 

Huseyni

Müdavim
"Şu eserimde üstadım Kur'ân'dır, kitabım hayattır, muhatabım yine benim. Sen ise, ey kàri, müstemisin. Müstemiin tenkide hakkı yoktur. Beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. Şu eserim, mübarek Ramazan'ın feyzi olduğundan, ümit ederim ki, inşaallah din kardeşimin kalbine tesir eder de, lisanı bana bir dua-i mağfiret bahşeder veya bir Fâtiha okur."
Lemeat adlı eserin yazılış şekli nesir ile nazım arası bir tarzda olduğu için, okunup anlaşılması biraz daha dikkat ve tetkik istiyor ve anlaşılması müşkül bir eserdir. Üstad Hazretleri bu zorluk ve müşkül olma halinin gerekçesini, kendine mahsus ve kendine hitap edilen bir ders olmasına bağlıyor. Yani kendimle bir hasbihal olduğu için birinci muhatap kendim ve nefsimdir, başkaları dinleme makamındadır. Öyle ise dinleme makamında olan birisinin bu müşkül ve zorluklardan dolayı tenkit etme hakkı yoktur, demek sureti ile mazeretini ifade etmiş oluyor.

"Kitabım hayattır." ifadesinden, "Lemeat adlı eser hayatımın bir kitabıdır." şeklinde anlamak mümkündür. Yani Lemeat adeta Üstad Hazretlerinin hayatının bir özeti ve risale şekline girmiştir diyebiliriz. Şu gelen ifadeler de bu hakikate çok güzel bir serlevha hükmündedir:
"Hem bu eser, kendisinden on sene sonra çıkan ve yirmi üç senede tamamlanan Risale-i Nur'un mühim eczalarına bir işaret-i gaybiye nev'inden müjdeli bir fihrist hükmündedir."


Lemeat


SorularlaRisale

 
Üst