Bir sorum olucak cevaplarmısınız?????

okyanus263

New member
Kadir Mısıroğlu bir yazısında Üstadın hayatının sonuna kadar vanda açmak istediği üniversite için padişahtan aldığı parayı kullandığını söylüyor
bunun aslı astarı nedir???
 

nurulhak

Member
Kadir Mısıroğlunun bu tür söylemlerini bende merak ediyorum... Lakin o parayı kimden aldığını söylüyor? Abdulhamid Handan bahsediyorsa bildiğim kadarıyla Sultan ile görüştürmedikleri için parayı da alamamıs olması gerekir.
 

okyanus263

New member
üniversite için parayı alıyor fakat Üstad o parayı şahsiyeti için harcıyacak bir insan değil tam o sırada rusya ile harp başlıyor savaşta harcanmış olabilir fakat tam olarak bilmiyorum
bilen varsa bizi aydınlarır inşallah
 

nurul reþha

Well-known member
Geliniz hadisenin gerçek aslının cereyan şeklini bizzat Bediuzzamanın ifadelerinden dinleyelim:

Arabi Hutbe-i Şamiyenin zeyli olan “Teşhis-ül İllet” isimli eserin başında şöyle kaydetmektedir:
Hürriyetin başında Sultan Reşad’ın Rumeliye seyahatı münasebetiyle Vilayat-i Şarkiye namına
bende refakat ettim. Şimendiferimizde iki mektepli mütefennin arkadaşla bir muhasebe oldu.
Benden sual ettiler ki: “Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha
lazım?”

Hz.Üstad trendeki o iki muallim ile yaptığı karşılıklı konuşmayı bilahere kaleme almış ve bir risale yaparak, “Teşhis-ül İllet” ismiyle o günlerde hem
Arapça hem Türkçesi ile bastırmıştır.

Bu mühim risale Hutbe-i Şamiye eseri arkasında yayınlandığı gibi, Türkçe ve Arapçası Osmanlıca Asar-ı Bediiye kitabında da yer almaktadır.

Şimdi asıl mevzumuzu anlatan ifadesine geçiyoruz. Ama önce hadisenin geliş seyrini kaydedelim, şöyleki; 28 Nisan 1911’de Şam’da Emeviye camiinde irad eylediği Hutbeden sonra (Hutbe-i Şamiye) Şam’dan İstanbul’a dönmüş ve Sultan Reşadın tahta oturuşunun 2. yılı dönümü münesabetiyle yapılan merasime Bediuzzaman da katılmıştır. Daha sonra Sultan Reşadın Rumeliye yaptığı seyahate Bediuzzamanı da yanına almıştır. Bu seyahat 6 Haziran 1911’de Barbaros zırhlı gemisiyle İstanbul’dan Selanik’e kadar gittikten, sonra trenle Kosova’ya doğru devam edilmiş ve 11 Haziranda Kosova’nın vilayet merkezi olan Üskübe ulaşılmıştır…

Şimdi asıl mevzu olan hususa geçiyoruz:

Hz. Üstad bilahere bu meseleyi (Medreset-üz Zehra meselesini) DP. hükümetinede anlatmak ve onları bu çok büyük hizmete sevk ve teşvik etmek üzere 20 Ağustos 1951’de DP. Bakanlar Kuruluna ve hususiyle Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleriye yazdığı şu mektubu yazdırmıştır:

“Heyeti Vekileye ve Tevfik İleriye arz ediyoruz ki;
Şark Üniversitesi hakkında çok kıymettar hizmetinizi Üstadımıza söyledik. O da dedi ki: “Ben hasta olmasa idim, bende o mesele için vilayet-i şarkiyeye gidecektim. Ben bütün ruh-u canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri Medresetüz-Zehra Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbekir’de, biri Bitlis’te üç tane, hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için Hürriyetten evvel İstanbul’a geldim. Hürriyet çıktı o mesele geri kaldı. Sonra ittihatçılar zamanında Sultan Reşadın Rumeliye seyahatı münasebetiyle Kosovaya gittim. O vakit Kosavada büyük bir Darül –fününün tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem ittahatçılara ve hem Sultan Reşada dedim ki: “Şark böyle bir Darul-Fununa daha ziyade muhtaçtır. Alem-i İslamın merkezi hükmündedir…”
O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı. O medrese yeri istila edildi. Bende dedim ki: “Öyle ise, o yirmi bin altın lirayı Şark Darul Funununa veriniz. Kabul ettilerbende Van’a gittim ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemitte temelini attıktan sonra, harb-ı umumi çıktı, tekrar geri kaldı…”


Mektubun devamında;

Rus esaretinden firar edip İstanbul’a döndüğünü İstanbul’da İngilizlerle ve menfi propagandalarıyla mücadelesinden sonra Ankara’dan defalarca çağırıldığını ve sonra Ankara’ya geldiğini ve tekrar milli mecliste Medreset-üz Zehra meselesini gündeme taşıdığını ve meclisçe kabul edilip 150000 banknot tahsisat ayrıldığını vs. dile getirilmektedir. Bu mektubun tamamını görmek isteyenler Mufassal Marihçe-i Hayat eserimiz 2.baskı; 3.cilt sh.1992-1994’de baksınlar.

Abdulkadir Badıllı



 

nurul reþha

Well-known member
TEKRAR VAN’A DÖNÜŞ
Ayrılan bu tahsisattan bin altın kadarı Beidüzzaman Van’a geldikten sonra Van valiliğine gönderiliyor. Tahsisatı alınır alınmaz, Van gölünün kenarındaki Artemit(Edremit)’te gerçekleştirilen büyük bir merasimle üniversitenin temeli atılır.[30]
Fakat ödeneğin devamının bir türlü gelmemesi nedeniyle proje ilerleyemez. Gerek Tahir Paşa ve gerekse halefi olan Tahsin Paşa, Dersaadet’e gönderdikleri telgraflarla ödeneğin hızlandırılmasını rica etmişlerdir. Bu yazışmalarla ilgili İstanbul Başvekalet’te yirmi kadar belge tespit edilmiştir.
Bu telgraflar neticesinde İstanbul’dan olumlu mesajlar gelmişse de Evkaf Nezareti tarafından gönderilen 2 Ağustos 1913 tarihli bir telgrafta Üniversite inşaatının masraflarının karşılanamayacağı bildirilmiştir.[31]
Bediüzzaman bir taraftan tahsisatın gelmesini beklerken, diğer yandan da boş durmaz, Van kalesinin dibinde yer alan ve Evkaf Nezaretne bağlı olan Horhor Medresesi’nde talebe okutmaya başlar. Bu medreseyi Bediüzzaman’a tahsis eden, Van Valisi Tahsin Paşa olmuştur.[32]
Bediüzzaman’ın Van’daki hayatının ayrıntılarına geçmeden önce, ikinci kez İstanbul’a yaptığı seyahatle ilgili ihtilaf veya iddia konusu olan birkaç noktaya değinmek istiyoruz.
Bu konuların başında Bediüzzaman’ın, Osmanlının resmi istihbarat teşkilatı olan, Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgisinin olup olmadığı gelir. Bu, Bediüzzaman’ın teşkilatı mahsusa ile birlikte çalıştığı ve hatta İkinci Balkan Savaşı’na katıldığı, Edirne’nin tekrar alınmasında büyük kahramanlıklar gösterdiği iddialarıdır ki, bunu ileri süren yalnızca Cemal Kutay’dır.[33]
Ancak gerek tarihi sürece ve gerekse Bediüzzaman’ın eserlerine ve hatıralarına baktığımızda, Onun Balkan Savaşlarına katılması ve Edirne’nin alınmasında görev alması mümkün görünmüyor. Zira bu tarihlerde Bediüzzaman Van’dadır. Teşkilatı Mahsusa yetkilileri ile dostlukları olduğu muhakkaktır, ancak şimdiye kadar bu teşkilat ile birlikte çalıştığına dair bir belgeye rastlanılmış değildir. Bu iddia şimdilik bir tahminden öteye geçmemektedir.
Bir çok kişi tarafından çürütülse de[34] yine de ihtiyatla karşıladığımız bu iddianın en kuşkulandırıcı tarafı ise, “Bu bilgileri Eşref Kuşçubaşı’ndan aldım.”[35] diyen Cemal Kutay’ın, 1964’te, Kuşçubaşı’nın vefatından sonra böyle bir iddiayı ortaya atmasıdır.
Bu kısa malumattan sonra kaldığımız yerden devam edelim. Bediüzzaman Van’da iken, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde Şeyh Selim’in başını çektiği Bitlis olayı vuku bulur. Rusların kışkırtmasıyla, Jön Türklerin seküler ve din dışı sayılabilecek bazı uygulamalarından dolayı İttihatçılardan memnun olmadıklarını bahane eden Şeyh Selim, 1914 yılının ilk baharında Bitlisi işgal etmeye başlar. Şeyh Selim, bu işgalden önce, Bediüzzaman’ı da yanına çekerek nüfuzundan istifade etmek ister. Ancak ileride dile getireceğimiz Şeyh Said olayında olduğu gibi, Bediüzzaman’ın tavrı net ve kesindir. Bu teklife:
“O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onunla mesul olamaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüz bin evliya var. Ben bu orduya kılıç çekemem ve size iştirak edemem.”
diyen Bedüzzaman, Şeyh Selimi de bu teşebbüsünden vazgeçirmeye çalışmışsa da ne yazık ki bu talihsiz olay yaşanır. Daha sonra bir vesile ile bu olaya değinen Said Nursi şunları söyleyecektir:
O zatlar benden ayrıldılar, kılıç çektiler ve neticesiz Bitlis hadisesi vücuda geldi. Az sonra, Harb-i Umumi patladı. O ordu, din namına iştirak etti, cihada girdi ve o ordudan yüz binler şehitler evliya mertebesine çıkıp beni o davamda tasdik edip kanları ile velayet fermanlarını imzaladılar.”[36]





sorularla risale


Kardeş umarım soruna cevap bulabilmişsindir buradanda bakabilirsin...
 

okyanus263

New member
teşşekkür ederim bende böyle olmasını umuyordum
Kadir Mısıroğlunun çoğu sözlerinie katıılıyorum ama cemaatimizden ne istiyor bu adam anlamadım
 

nurul reþha

Well-known member
teşşekkür ederim bende böyle olmasını umuyordum
Kadir Mısıroğlunun çoğu sözlerinie katıılıyorum ama cemaatimizden ne istiyor bu adam anlamadım
Kardeş biz kimseyi yargılayamayız elbette mısıroğlu bunu yaptı, şöye dedi demek yakışık almaz üstadı anlatan onu bize tanıtan bir kitap var tarihçe-i hayattır ki ordan görebiliriz ne istediğini bilmiyorum ama biliğim şu ki:
Biz muhabbet fedâileriyiz, husumete vaktimiz yoktur...
vesselam...
 

Merih

Well-known member
Kadir Mısıroğlu bir yazısında Üstadın hayatının sonuna kadar vanda açmak istediği üniversite için padişahtan aldığı parayı kullandığını söylüyor
bunun aslı astarı nedir???

Evvela buradaki yanlışları düzeltelim Ustad Bediuzzaman İstanbula teşrifinden sonra Kurulmasını istediği Medrese için Mabeyn-i Hümayuna Dilekçe veriyor. Ancak Ogünkü Yahudi kökenli İngiliz yanlısı Osmanlı Meclisi Bunu Red Ediyor. Akabininde Bir süreliğine İstanbulda devam etmiş. Şekerci Han'daki Odasının kapısına “Burada her suale cevap verilir, her müşkül hallolunur; fakat sual sorulmaz” Yazısını asmış Halkın Sorunlarını sorunlarını müşküllerini kendi ilmi görüşü doğrultusunda alakadar olmuştur. Bunu gören Osmanlı Hanedanlığı 1-2 Defa Ustad Bediuzzamanı tutuklamış sonrasında serbest bırakmıştır. ve En sonunda Osmanlı Meclisi Ustad Bediüzzamanı tımarhaneye göndermiştir.
Gözaltındayken Zaptiye Nazırı Şefik Paşa kendisini ziyaret ederek padişahın selamıyla birlikte ihsan-ı şahane'den 1000 kuruşu takdim etmişti. Şefik Paşa aynı zamanda eğitim hakkındaki teklifinin Bakanlar Kurulu'nun gündemine alındığını, kendisinin ise açılacak üniversiteye 30 lira maaşla rektör tayin edildiğini ve maaşının hemen başlayacağını da tebliğ etmişti. Bediüzzaman ise bunun bir “sus payı” olduğunu ifade ederek kendisine takdim edilen makamı ve ihsanı reddetmiş ve derhal padişahla görüşmek istemişti. Hayretler içerisinde oradan ayrılan Şefik Paşa'dan ve hükümetten herhangi bir haber çıkmamış


Bediüzzaman’ın karşılıksız hediye kabul etmemek ilkesi-4

Bediüzzaman Said Nursi, ehl-i dünyanın; "Neyle yaşıyorsun? Çalışmadan nasıl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanları ve başkasının sa’yiyle (çalışmasıyla)geçinenleri istemiyoruz." sorularına karşılık verdiği cevap çok manidardır: “Ben iktisat ve bereketle yaşıyorum. Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim. Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.”



Bediüzzaman devamla; “Küçüklüğümden beri halkların malını kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaşı kabul etmemek (yalnız bir iki sene Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede dostlarımın icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum), o parayı da mânen millete iade ettik. Hem maişet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatımdır. Ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyanlar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalıştılar; kabul etmedim. "Öyleyse nasıl idare edersin?" denilse, derim: Bereket ve ikram-ı İlâhî ile yaşıyorum. Nefsim çendan her hakarete, her ihanete müstehak ise de, fakat Kur’ân hizmetinin kerameti olarak, erzak hususunda, ikram-ı İlâhî olan berekete mazhar oluyorum.” (1) diyerek ehl-i dünyanın bu hususta ağzını bir daha açamayacak şekilde kapattırmıştır.



Bediüzzaman İktisat Risalesi’nin Dördüncü Nükte’sinde de başından geçen ilginç bir olayı anlatıyor:
“İktisat vasıtasıyla Bazen bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: "Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim." Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüzsuyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan "nâstan istiğnâ" mesleğini bozmadı.” (2)



Evet iktisat etmeyen zillet ve minnet altına girmeye mecbur olur. Üstadın başını daima dik tutan bu “insanlardan karşılıksız bir şey almama” düsturudur. İhtiyaç listelerimizin bir hayli arttığı günümüzde bu düstura uymak bizim de başımızı dik tutmamızı mutlaka sağlayacaktır.



Kaynaklar:

1-Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat 68

2-Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar 145-146
 

nurulhak

Member
Kadir Mısıroğlu biraz sivri dillidir ve olayları abartarak anlatma hususunda üstüne yoktur.
Bunlarıda herhangi bir belgeye dayandırmadan yapar. Ben sahsen onu tarihci olarak görmüyorum.
 

Merih

Well-known member
Bu tür Karalamacı zihniyet Özellikle son zamanlarda Risale-i Nur Külliyatı ve Ustad Bediuzzaman Said Nursi üzerine yoğunlaşmış durumda maalesef ki bu ve benzeri birçok şey duyuyoruz ve işitiyoruz birçok zaman Bu ve benzeri tamat'larda fikir yürütürken evvela bu husus'da gerekli yerlerden Kaynaklara dayatılarak araştırma yapmak gerek. Kadir Mısırlıoğlu bu söylemleri neyi ve hangi kaynağı baz alarak söyledi bilemiyorum. Ama bildiğim birşey varki Ülkemizde son zamanlarda cereyan eden Olayların neticesinde Türk Toplumu artık neyin ne olduğunu Kimin hangi amaca hizmet ettiğini çok daha iyi biliyor ve idrak edebiliyor.
 
Üst