Ukbaa
Well-known member
TAHİRÎ ve ZÜBEYİR
Ağabeyler hakkında Rüştü Tafral Abiye yöneltilen sualler
Ağabeyler hakkında Rüştü Tafral Abiye yöneltilen sualler
Merhum ve muhterem Tahirî Mutlu ve Zübeyir Gündüzalp Ağabeylerle beraber bulundum. Bilhassa 1967 senesi başından vefatına kadar yani 1971 senesine kadar Zübeyir Ağabeyle; 1977 senesine kadar da Tahirî Ağabeyle beraber aynı medresede kaldık.
Bu seneler Risale-i Nur'un hizmet düsturlarının korunması itibariyle, çok mes'elerle karşılaştığımız bir devredir. 1967 senesi başlarında Zübeyir Ağabeyle beraber ve onun isteği üzerine Risale-i Nur'un hizmet ve hukukuna taallûk eden ehemmiyetli hizmetler için Süleymaniye semtinden Haseki semtine taşındık. Takriben birbuçuk sene sonra da Cerrahpaşa semtine geldik ve burada karar kıldık. Bu faslı bu kadarla kısa bırakarak mezkûr iki ağabey hakkındaki suallerinize geçiyorum.
SUAL: Zamanlarını nasıl değerlendirirlerdi?
CEVAP: Vakitleri daima Nur hizmeti içinde geçerdi. Risale-i Nur'un tashihi, neşri ve dersi, esas teşkil ediyordu. Fuzulî konuşmaları yoktu. Hatta Tahirî Ağabey odasında yemek yerken dahi kendisine hizmet eden fedakâr Ekrem kardeşe Risale okutur dinlerdi. Ve böyle yemekte geçecek zamanı dahi ihya ederdi.
Gelen ziyaretçilerden bazıları, fazlaca ve maslahatsız oturup zaman işgal ettiklerinde Tahirî Ağabey sıkılırdı. Fakat bunu hissettirmezdi. Bende bu durumu önlemek için Tahirî Ağabey'e: "Sizin hizmetleriniz var, isterseniz odanıza buyurun" diyerek odasına gitmesine yol açardım. Tahirî Ağabey de mütebessimane kalkar, selâm verip cemaattan ayrılırdı.
Hakikatten çok iktisadlı ve nizamlı bir hayatı vardı. Zübeyir ve Tahirî Ağabeylerin hayatları ekseriyetle medrese içinde geçmiştir. Medreseyi ihya etmeyi esas almışlardır. Bir gün kiracısı olduğumuz ev sahibinin Oğlunu kıramadığım için, bir kardeşin arabasıyla Belgrad Ormanlarına pilâv yemeğe gitmiştik. Zübeyir ağabey odasından çıkınca beni sormuş, kardeşler de durumu anlatmışlar. Öğleden sonra dersaneye dönüp zili çalınca, kapıyı, pek üzgün olarak bekleyen Zübeyir Ağabey açtı. Beraber tashihat hizmetinde çalıştığımız zamanlarda, ben uyurken masamdaki eşyanın karıştırmasından çıkan hafif seslerle nazikâne uyandırmak isteyen bir Zübeyir Ağabey kapıyı açınca bana: "Kendini gezdirdin mi beyefendi!" diye hitab etti ve o asabî haliyle odasına girip yattı. Ben Ağabeyin bu kadar üzüleceğini hesab etmemiştim. Yaptığım hataya üzülmekten daha çok, Ağabeyi üzdüğüme üzülmüştüm. Odasına girdim, bu hareketimin mahiyetini izah edince, üzüntüsü geçti ve yatağına oturdu, ben de rahatladım.
SUAL: Ubudiyet hayatları hakkında ibretli müşahedeleriniz var mı?
CEVAP: Zübeyir Ağabey: "Risale-i Nur okumanın neticesi ibâdettir" derdi. Namazı sarık ve cübbe ile yani dini kisve ile ve tam tadil-i erkân üzere ifa ederdi. Tesbihatta âdabı üzere otururdu. Sağa-sola yaslanmak gibi durumlarını hiç görmedim.
Bir sohbette dua esnasında ellerin omuz seviyesine kaldırılması, ellerle ve parmaklarla, tırnaklarla meşgul olmak gibi lâkaydane hareketlerin yapılmaması hususunda tenbihatda bulundu. Hatta derste dahi ayni âdap üzere otururdu. Saatlerce süren halka dersinde, Hz. Üstad'a hizmette uykusuz kalmanın neticesi şiddetli uykusu geldiğinde, kendine iğne batırıp uykusunu kaçırdığını anlatmıştı.
Aynı dairede oturduğumuz halde, odası kapalı olduğu ve dershane ehli ile her zaman ihtilât halinde olmadığı için bütün hayat seyrini bilememekle beraber, gece teheccüde kalktığına ve zikirde bulunduğuna bazan muttali olmuşumdur.
Tahir Ağabey ise, Teheccüd namazını ve evradını bir düstur halinde ifa ettiğine yakından şahidiz. Bir kerre, teheccüd vakti bir husus için odasına girdim. Minderinde kıbleye doğru oturmuş, elindeki Hizb-ül Hakaikı, tarif edemiyeceğim bir hazin ve hafif sesle okuyor, gözlerinden damlalar düşüyordu ve simasında bir nuraniyet vardı. Bana baktı, tebessüm etti. Ben, "peki sonra konuşuruz" mânâsında el işaretiyle konuşmayacağımı bildirip, rahatsız etmeden dışarı çıktım. Sonra bana bu zikirlerin manevî halâvetinden bahsetti.
Tahir Ağabey bu teheccüdden sonra mutavassıt bir sure ile sabah namazını kıldırır, tesbihattan sonra sabah dersini başlatırdı. Sıra ile herkes okur ve böylece kuşluk zamanına girilirdi. Tahirî Ağabey biraz daha hizmete devam eder, ekseriya öğleden öncesi, bazanda öğlen sonrası bir miktar uyurdu ki, buna kaylule denir.
Zübeyir Ağabey de ibadet ve zikir hayatında hassastı. Bir zaman neşriyat hizmetinden dolayı Hizb-ül Hakaikden evradımı okumaya zaman bulamıyordum. Bunun farkına varan Zübeyir Ağabey bana: "Cevşenden bir miktar oku" dedi. Bende: "İşte görüyorsunuz, zamanım yok" dedim. Peki, o zaman onar ukte (Yani cevşenin ondabirini) oku dedi. Bende peki dedim, fakat tatbik edemedim. Bir zaman sonra tekrar ihtar edince, devam ettim. Anladım ki Hz. Üstad'dan aldıkları terbiye ve Risale-i Nur'un verdiği kemalât ile, bu zatlarda zikir hayatı bir meleke ve bir hassasiyet haline gelmiş.
SUAL: Beraberinde bulunanlara karşı tavır ve hareketleri nasıldı?
CEVAP: Şahsî hukukta a'zamî müsamahakâr davranırlar, fakat umumî hukuka, dine ve Risale-i Nur'un hizmet ve düsturlarına zarar veren fikir ve hareketlere karşı ise, gayet muhafazakârlık, gayret ve hassasiyet gösterirlerdi.
Hele Zübeyir Ağabey de gayret-i diniye çok yüksek seviyede idi. Nurun hususi hizmet hayatının meslekî düstûrlarına selâbet, sadakat, metanet ve sebat gibi meziyetlerin takviyesi yolunda tekrarlı telkinlerde bulunurdu. Fakat has dairenin dışında bulunan müslümanlarla olan münâsebetlerde gayet mültefit, mütevazı ve dostane davranırdı. Buna dair bazı hatalar varsa da, maslahat olmadığından zikrine lüzum yoktur.
Medrese hayatı içinde de kimseyi rahatsız etmez ve incitmezlerdi. Hatta Zübeyir Ağabey, yatan kardeşlere rahatsız etmemek için mecburiyet olmadıkça ışık yakmaz, kapıları açıp kapamada ve yürümede ses çıkarmamak için azamî dikkat gösterirdi.
Tahirî Ağabey ise, Nur'un fedakârlarına karşı çok mütevazi idi. Bir defasında ben abdest alıp odama doğru giderken baktım Tahirî Ağabey havluyu iki elinin üzerine alarak, ayakta bana havlu tutuyor. Birden şaşırıverdim. Hz. Üstad'ın vârisi, saff-ı evvel faziletine sahip ve benden 35 yaş büyük olmasına rağmen bu hareketi, bizi eritip yumuşatıyordu.
Birkaç defa da Zübeyir Ağabey kendi eliyle bana çay getirmişti. Şahsî münasebetlerde böylesine tam tevazu ve tefanî sırrına göre hareketleriyle beraber, hizmet düsturlarına uymayan bazı hallerde, gayret-i diniyesinin neticesi olarak gayetle üzüldüğü ve hatta hiddet ettiği de görülürdü. Fakat sonunda bu haklı hiddetinin, haksızlığını kabul edercesine ve tevazukârane kemalât gösterirdi. Benim intibalarıma göre, böyle durumlar, öyle kusurların işlenmesine karşı, vicdani hissiyat sahasında kapıları tamamen kapatıyor, hürmet, muhabbet ve kemalâta vesile oluyordu. Adetâ tezadi durum ve ahvalin zıddiyet cihetinde birbirini değerlendirmesi kanunuyla hayatî ve canlı bir terbiye hadisesiydi bu.
Risale-i Nur'un meslekî düsturlarına aykırılığı açıkça bilinen bir hatada ısrar edilmesi halinde, hissi zıtlaşmayı tahrik etmeden ve gerekiyorsa, müdebbirlerle yapılan meşveretle, hatada ısrar edenden, tedricen alâka kesilir ve usulüne uygun olarak hizmet ehli ve nurcular bu durum hakkında ikaz edilirdi.