Bediüzzaman Hazretlerinin Her Soruya Cevap Vermesi Hakkındaki İtiraz ve cvp

La-Tahzen

Well-known member
İddia: Herhangi ilimden sorulan suale bila-tereddüd derhal cevap verirdi. Sorulacak suallere cevap vermeye hazır bulunduğu gibi kimseye sual sormayacağını da beyan ederek bu kararda yirmi sene sebat etti.


İddiaya Cevap: Zaten Bediüzzamanı, zamanının bedii yapan, onun bu harikulade durumudur. Unutkanlığı bilmeyen bir hafıza, en zor problemleri çözen bir zekâ, keramet derecesinde ileriyi gören bir ön sezi, iman nuruyla bakan bir feraset.. Çocukluğundan beri yüzlerce alimlerin şahit olduğu bu durumu, tarihi bir realite olarak ortada dururken, bunu inkâr etmeye yönelik çabalar, birer komik olaylar olarak gelecek neslin zihinlerine kazınacaktır.
• • •

İddia: "Hiçbir ulemadan soru sormazdı. Yirmi sene daima mûcib kaldı. Bu hususta kendileri derlerdi ki: "Ben ulemanın ilmini inkar etmem. Binaenaleyh kendilerinden sual sormak fazladır. Benim ilmime şüphe edenler var ise sorsunlar onlara cevap vereyim. Şu halde sormak şüphe edenlerin hakkıdır."
Said Nursî kırk sene evvel İstanbul’da iken, "kim ne isterse sorsun" diye, hârikulâde bir ilânat yapmıştır.
Böyle had ve hududu tâyin edilmeyen, yâni "şu veya bu ilimde veya mevzuda, kim ne isterse sorsun" diye bir kayıt konulmadan ilânat yapmak ve neticede daima muvaffak olmak; beşer tarihinde görülmemiş ve böyle ihâtalı ve yüksek bir ilme sâhip böyle bir İslâm dâhisi, Asr-ı Saadet müstesna şimdiye kadar zuhur etmemiştir.
O Zât-ı zîhavârık; daha hadd-i bülûğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskat etmiş, her nerede olursa olsun vâki olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve asla tereddüt etmeden cevap vermiş, ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve teveccühlerindeki derin feraset ve basîret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyle "Bediüzzaman" unvan-ı celîlini bahşettirmiştir.
İstanbul’daki ikametgâhının kapısında bir levha asılı idi: Burada her müşkil halledilir; her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz.
(...)o rü'yada mazhar olduğu bir hakikatı sonradan şöyle anladık ki: Molla Said, Hazret-i Peygamberden ilim talebinde bulunmasına karşılık; Hazret-i Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmetinden sual sormamak şartiyle ilm-i Kur'anın tâlim edileceğini tebşir etmişler. Aynen bu hakikat hayatında tezahür etmiş. Daha sebavetinde iken bir allâme-i asır olarak tanınmış ve kat'iyyen kimseye sual sormamış, fakat sorulan bütün suallere mutlaka cevab vermiştir." ( Tarihçe-i Hayat 35) Soru: Hz. Peygamber (s.a.v.) bile böyle mutlak bir iddiada bulunmamıştır. İmam Buharî, Sahih’inde İtisam Bölümünün 8. Babını "Peygamber kendisine vahiy indirilmeyen konularda sual sorulduğunda 'Bilmiyorum' der yahut kendisine o konuda vahiy indirilinceye kadar, o soruya cevap vermezdi. Peygamber (s.a.v.): 'Biz sana Kitabı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin; hainlerin savunucusu olma!' (Nisâ, 4/105) kavlinden dolayı, rey ile de kıyas ile de söz söylemezdi." şeklinde isimlendirmiştir. Hemen ardından da İbn Mesud (r.a.)’ın şu sözünü rivayet etmiştir:
"Peygamber (s.a.v.)’e ruhtan soruldu da, o konuda ayet indirilinceye kadar sükût etti."
Nitekim aynı bapta, Cabir b. Abdullah (r.a.)’ın Hz. Peygamber’e bir soru sorduğu ve o konuda ayet ininceye kadar Resulullah’ın hiçbir cevap vermediği de rivayet edilmiştir.
Bu konuda birçok hadis vardır. Örneğin:
Resulullah (s.a.v.):
"Uzeyr’in peygamber olup olmadığını bilmiyorum, Tübbeu’nun mel'un olup olmadığını bilmiyorum. Zülkarneyn’in peygamber olup olmadığını bilmiyorum." buyurmuştur.
Cübeyr b. Mut'ım (r.a.) dedi ki: Bir adam Resulullah (s.a.v.)’a:
-Ey Allah’ın Elçisi! Allah, nereleri daha çok sever, nerelere daha fazla öfkelenir? dedi. Resulullah:
-Bilmiyorum, Cibril (a.s.)’e sorayım, buyurdu. Bunun üzerine Cibril ona gelerek:
-Allah’ın en çok sevdiği yerler mescitler, en fazla öfkelendiği yerler de çarşılardır, haberini verdi.
İbn Mace de Sünen’inin Mukaddime’sinde Reyden ve Kıyastan Kaçınma Babı açmıştır ki, muradı Kitaba ve Sünnete dayanmayan şahsî arzulardan kaçınmak gerektiğini beyandır. Hemen her hadis kitabında bu anlamda bir bölüm vardır. İşte mezkur bapta rivayet edilen bir hadis:
"Şüphesiz Allah Tealâ, ilmi insanlara ihsan ettikten sonra (hafızalardan) zorla söküp almaz. Lâkin insanlardan ilmi, bilgileriyle beraber âlimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alır. Artık geride birtakım cahil insanlar kalır. Onlara halk tarafından dinî sorular sorulur, onlar da şahsî reyleri ve arzuları ile cevap verirler ve böylece hem halkı dalâlete sürüklerler, hem de kendileri saparlar."
Bir keresinde Resulullah (s.a.v.)’a hoşlanmadığı bazı şeyler soruldu. Sahabîler bu soruları çoğalttıklarında Resulullah öfkelendi ve:
"Bana istediğinizi sorun!" buyurdu.
Resulullah’ın öfkelenmesinin sebebi, kendisine yöneltilen soruların "Babam kim?", "Devem nerede?" gibi sorular olmasıydı. "Bana istediğinizi sorun" cümlesi, Resulullah’tan işte böyle bir hâldeyken sâdır olmuştur. Yoksa Said Nursî’ninki gibi her soruya mutlak olarak cevap verme iddiası olmamıştır. Kaldı ki, kendisi Allah’ın Resulüdür, vahiyle muhataptır. Allah’ın bildirmesiyle kendisine sorulan sorulara cevap verebilir.


İddiaya Cevap: Hz. Peygamber (a.s.m)’ın soru sormalarından öfkelendiği imajını ön plana çıkarmak için özellikle bu hadisin gösterilmesi, Yine Buharîde geçen ve öfkeden hiç bahsetmeyen rivayete yer verilmemesi, bir art niyetin göstergesidir. İşte o rivayet:
-Enes b. Malik anlatıyor: Güneş tepeye geldiğinde çıkıp öğle namazını kıldı ve minbere çıkıp kıyametten bahsetti ve orada vukua gelecek büyük olaylardan söz etti. Sonra “her hangi bir şey sormak isteyen sorsun. Bilesiniz ki, bu yerimde durduğum sürece ne sorarsanız mutlaka onu size bildireceğim” diye buyurdu. Bunun üzerine insanlar hıçkıra, hıçkıra ağladılar, O da “Bana sorun” sözünü tekrar edip durdu. Derken, Abdullah b. Huzafe es-Sehmî, kalktı ve “babam kim?” diye sordu. “Baban Huzafe’dir” diye cevap verdi. Sonra yine defalarca“Bana sorun” sözünü tekrarladı. Bunun üzerine Ömer dizleri üzerine dikildi ve “ Biz Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, peygamber olarak Muhammed’e razı olduk” dedi. Bunun üzerine peygamberimiz(a.s.m) bir müddet sukût etti, ardından şöyle buyurdu: “Şu anda bana cennet ve cehennem bu duvarın arkasından arz edildi / gösterildi; daha önce hayır ve şerri hiç böyle görmemiştim”(Buharî, Mevakît, 11)
• • •

İddia:Allah Resulünün bile böyle bir iddiası olmadığı hâlde, Said Nursî nasıl olur da her soruya cevap verir, üstelik "tereddüt etmeden" ve "mutlak bir isabetle"?...


İddiaya Cevap: Hz. Peygamber(a.s.m) de bir insan olarak ancak Allah’ın bildirdiği şeyleri bilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Daha vahiy gelmeden, bir konuda bir şey söylemesi düşünülebilir mi? Bediüzzaman –haşa- peygamber mi ki, o da vahiy bekleyip öyle konuşsun. O, bilgisini, vahiy olarak indirilmiş Kur’an’dan ve Kur’an’dan bilgilerini alan İslamî kaynaklardan almıştır. İlmî doksan temel kaynağı hafızasına aldığı ve her üç ayda onları tekrar tekrar gözden geçirdiği bilinen Bediüzzaman’ın bu hârika ilmini hazmetmeyip onu çürütmek için her yola baş vuranın aklen ve kalben malul olduğunda tereddüt etmemek gerekir.
Bununla beraber, Abdullah b. Abbas’ın bildirdiğine göre, Yahudîler, Hz. Peygamber (a.s.m)’e gelip senden-peygamberlerden başkasının bilemeyeceği- bazı şeyler soracağını söyleyince, o da hiçbir kayıt koymadan “Dilediğiniz şeyi sorabilirsiniz” dedi (Hafız Heysemî, Taberanî’nin bu rivayetinin sahih olduğunu söylemiştir
Yazar: Niyazi BEKİ (Yrd. Doç. Dr.)
 
T

talib

Misafir
Cevap: Bediüzzaman Hazretlerinin Her Soruya Cevap Vermesi Hakkındaki İtiraz

Musa Topbaş Efendi bizzat anlatmıştır: "(Sami Efendimiz) Bediuzzaman Hazretlerini bir ara imtihana kalkışmışlar, imtihan etmişler. Sabaha kadar cevap vermiş, yetiştirmiş. Sonra o (Saidi Nursi hz.leri) bununla biraz mağrur olur gibi olmuş. Piri Ekmel Efendimizin (Es’ad Erbili Hazretleri) yanına dergaha gitmiş. 8-10 sual soracakmış. O’nun soracağı soruların hepsinin cevabını Esad Efendimiz sormadan veriyorlar. ‘Ben şimdi mutmain oldum, hepsinin cevabını aldım’ diyor. Sonra ‘Ben Kadiri’den ders isterim’ diyor.”

Sultanul Arifin Sami Ramazanoğlu Hazretleri şöyle anlatmıştır: “Bendeniz Kelami Dergahında hizmet ederken Bediuzzaman hazretleri başında poşusu, belinde silahıyla, efevari bir kıyafetle ziyarete gelirdi. Bediuzzaman hazretleri o zaman gençti. Esad Efendimize sorular sorardı. Cevabını alınca ‘ALLAHü Ekber’ der, hemen ayağa kalkardı. Esad Efendi’den Kadiri dersi aldı. Bir defasında Bediüzzzaman gittikten sonra, Esad efendi ‘Bu genç,gençlere hizmetle görevli. İstikbalde gençlere iman davasında çok büyük hizmetler yapacak. Ama hala kendisi bunu bilmiyor, kendisine söylenmedi’ dedi.”


Taha Kılınç, iki ALLAH dostunun münasebetine bir örnekle farklı bir açı getirdi: “Rahmetli Bediuzzaman Hazretleri Sami Efendi ile pirdeş idi. Merhum, doğudan gelen hemşerilerinin tasavvuf yoluna intisap etme arzularını izhar ettiklerinde, onlara adres olarak sadece Sami Efendi Hazretleri’ni gösterir ve eklerdi: ‘İrşadla görevli kişi Sami Efendi’dir ona gidiniz, biz sadece iman hakikatlerini yazmak ve yaymakla memuruz’.”

Yazar Yavuz Bülent Bakiler’in Kastamonu’nun son ulularından Hasib Efendiden dinlediği hatıraları sizinle paylaşmak istedik. Ayrıca Esad Erbili hazretlerini de yakından tanımış olan Hasib Efendiyi dinlerken vefatının seneyi devriyesinde büyük Sultanı analım istedik. Şimdi buyurun efendim, Hasib Efendinin dilinden o günleri bir dinleyelim:

“…O, 1925’li, 1930’lu yıllar korkunç yıllardı. Allah bize bir daha öyle yıllar, öyle günler göstermesin!

1925 yılında ben, 15-16 yaşlarımdaydım. Kur’an’ı çoktan hıfzetmiştim. O yıllardı Kastamonu’da Benli Sultan Şeyhi Nurettin Karasu Efendi vardı. Şeyh Efendi, beni ve hafız-ı kelam olan Ömer Aköz’ü alarak İstanbul’a götürdü. O zamanlar, Kelâmî Dergâhı, Topkapı’da, Çapa Kız Muallim Mektebi karşısındaki sokaklardan birindeydi. Beni Kelâmi Dergâhı Şeyhi Erbilli Mehmed Esat Efendiye teslim ettiler. M. Esat Efendi, Irak Türklerindendi. Seksen yaşının üzerinde bir âlim adamdı. Arapçası, Farsçası mükemmeldi. Nakşî tarikatına mensuptu. Onun, imâ yoluyla olsun siyasî meselelere girdiğini, şu veya bu siyasî kişi hakkında şöyle veya böyle konuştuğunu hiç duymadım. Siyasetle kıl kadar ilgisi yoktu.

Said-i Nursî Hazretlerini de ben o Kelâmî Dergâhında tanıdım. Esad Efendiye gelir-gider, Onu can kulağıyla dinlerdi.

Kelâmî Dergâhında benim gibi yirmi kişi daha vardı. Hoca Efendiden Arapça-Farsça yanında, fıkıh, kelâm, sarf, nahiv, tecvid gibi dersler de görüyorduk. Dergâha gireli daha bir yıl bile olmadan Şeyh Said ayaklanması başlamasın mı? Esad Efendi üzüntüden ne yapacağını şaşırdı. Bir gün beni yanına çağırdı: “Oğlum, dedi İslamın sancılı günleri yakındır! Bu ayaklanma yüzünden başımıza bir takım belaların geleceğini görür gibi oluyorum. Artık senin buralarda kalman doğru olmaz. Çünkü din eğitimi için gerekli zeminler kurutulacak; birtakım kimseler ortadan kaldırılacaktır. O bakımdan senin hemen Kastamonu’ya dönmen lazım. Toparlan ve en kısa zamanda yola çık!”

Benlisultan.Com Kastamonu - Blog Arşivi[SIZE=+0]


Prof Dr. Ethem Cebecioğlu: Ben de onu soracaktım efendim, Bediüzzaman gelir miydi?

Hasib Efendi:
Evet, Bediüzzaman gelirdi. Pir Efendimiz sedire otururdu. Bediüzzaman hürmetinden dolayı kapı dibine diz çökerdi. Sohbet bazen çok ilerlerdi. İlerlediği zaman Bediüzzaman Hazretleri "Efendi Hazretlerini yormayalım!" der, Pir Efendimiz de istirahata çekilirdi. Sohbeti Bediüzzaman devam ettirirdi. Kendisi Pir Efendimizden Kadirilik sulükü üzere terbiye almıştı zaten.

[/SIZE]
 
T

talib

Misafir
Cevap: Bediüzzaman Hazretlerinin Her Soruya Cevap Vermesi Hakkındaki İtiraz

Bu büyüklük işini çok büyütmeye gerek yok zannımca. Usulünce istifade etmek kafidir.
 

üstadý fakir

New member
bende her suale cevap veririm:bilmiyorum derim.yada kapımı kapalı tutar tabelamı dışarı asarım.her suale cevap vermek googlenin işi.doğru yada yanlış olduğuna bakmazsak eğer.birde üstada sorulan sualler nelermiş kaç kişi sual sormuş neler sorulmuş nasıl cevaplar verilmiş birde bunları bilseydik.sual soranların meşrebi ne imiş,sualleri imtihan içinmi sormuşlar,ilim öğrenmek içinmi sormuşlar,bildiklerini mi sormuşlar yoksa bilmediklerinimi sormuşlar.hafıza okuma kabiliyeti varsa eğer soran kişinin beynini okuyarak cevabı verebilir.yahut da cinlerden yardım alabilir.sorulan sorular eğer dini ise cevap vermesiçok normal bir şeydirki hayrete gerek yok.eğer fen ise cevap vermemesi çok normal bir durumdur.yani her halukarda iddia çok büyük ve çok su götürür cinsten.her suale cevap verilme ihtiyacı neden doğmuş.kimsenin böyle bir mecburiyeti yok ki.bu iddia sahibini yüceltirmi yoksa küçültürmü .bu gün böyle bir şey iddia eden biri olsa herhalde benden önce sizler dersiniz ki adam kafayı sıyırmış.
 

Zuhr

Talebe
bende her suale cevap veririm:bilmiyorum derim.yada kapımı kapalı tutar tabelamı dışarı asarım.her suale cevap vermek googlenin işi.doğru yada yanlış olduğuna bakmazsak eğer.birde üstada sorulan sualler nelermiş kaç kişi sual sormuş neler sorulmuş nasıl cevaplar verilmiş birde bunları bilseydik.sual soranların meşrebi ne imiş,sualleri imtihan içinmi sormuşlar,ilim öğrenmek içinmi sormuşlar,bildiklerini mi sormuşlar yoksa bilmediklerinimi sormuşlar.hafıza okuma kabiliyeti varsa eğer soran kişinin beynini okuyarak cevabı verebilir.yahut da cinlerden yardım alabilir.sorulan sorular eğer dini ise cevap vermesiçok normal bir şeydirki hayrete gerek yok.eğer fen ise cevap vermemesi çok normal bir durumdur.yani her halukarda iddia çok büyük ve çok su götürür cinsten.her suale cevap verilme ihtiyacı neden doğmuş.kimsenin böyle bir mecburiyeti yok ki.bu iddia sahibini yüceltirmi yoksa küçültürmü .bu gün böyle bir şey iddia eden biri olsa herhalde benden önce sizler dersiniz ki adam kafayı sıyırmış.

farklı bir konuda külliyatı iki kere okuduğunuzu ve okumaya devam ettiğinizi ifade etmişsiniz..
özellikle tarihçe i hayat'da bu ifadelerinize cevap olacak detaylı anlatımlar varken, ve tarihçei hayat da külliyatın bir parçası iken ve siz küllliyat içinde bu kitabıda iki kere okuduğunuzu idda ediyorken .. bu tarz ifadelerin ne anlama geldiğini .. çözemedim diyeyim ..
 

üstadý fakir

New member
risalelerde üstü kapalı ağdalı ifadelerle izahlar olduğu müddetçe ve sorularıma cevap alamadığım müddetçe asla anlayamayacağım.ve diyeceğimki kendikendime anlamıyorsan bırak.
 

üstadý fakir

New member
üstadın esaretten nasıl kurtulduğu açıkça yazılmazken hapiste sobanın patlaması detaylı izah ediliyorsa bu benim kafamı karıştırıyor.beni anlayın lütfen.altı yıldır sohbetlere devam ediyorum.benim gibi sorgulayan yok.benim cemaatten en küçük çıkarım dahi yok.çok kişi çevre edinmek için cemaate giriyor farkındamısınız.
 

Huseyni

Müdavim
Esaretten nasıl kurtulduğunu açıkça yazsaydı sizin için değişen ne olurdu ? Yani nesini merak ediyorsunuz ki bunun ben anlamadım ?
 

Zuhr

Talebe
kişilere takılmadan hakikatlere yoğunlaşın inşallah
bir lugat alarak risaleleri okuyabilirsiniz. cümleleri ayırarak anlamaya çalışabilirsiniz.. maksadımız risaleleri anlamaksa bu konuda yazılmış kitaplar var onlardan istifade edebilirsiniz..
 

akna

Well-known member
6 yıldır derslere gidipte sorularınıza cevap alamamanız
öğrenmek için değilde
tenkid etmek için mi soruyor acaba düşüncesini getirdi aklıma

kusura bakmayın ama Üstad Hz'nin ve talebelerinin nasıl beraat ettiği ve çok daha fazlası
lahikalardaki mektuplarda izah edilmiş gereğince
ben iki kere değil bir kerede bitirmedim külliyatı
sizin daha iyi bilmeniz lazım kardeş

ayrıca cemaatten çıkar gözetmek söz konusu olmamalı zaten
böyle beklentisi olan kendine yazık eder
 
meselenin hadislerle ve yön gösterici bir iki nakille izahı mümkündür....şöyleki:eek: benim ümmetimden,tenezzül etmeyen,ALLAH'tan başka hiçbir varlığa minnet duymayan bir adamdır.(suyuti,el-havi,2/24)
hz.hüseyin(ra)soruldu:imam mehdi hangi alametlerle bilinir?şöyle cevap verdi:insanlar ona muhtaç olurlar.o,ise insanlara ihtiyacını bildirmez.(mer'iy bin yusuf bin ebi bekir bin ahmet bin yusuf el-makdisi,feraidu fevaidi'l fikr fi'l imam el-mehdi el-muhtasar)
her görevi üzerine alır ve zayıfa,düşküne yardım eder.(muhyiddin arabi,futuhat-el mekkiye,366.bab,c.3,sh.327-328)....selam ve dua ile
 

La-Tahzen

Well-known member
.bu iddia sahibini yüceltirmi yoksa küçültürmü .bu gün böyle bir şey iddia eden biri olsa herhalde benden önce sizler dersiniz ki adam kafayı sıyırmış.

bu bir iddia değil kanıtlanmıs isbatlı bir kelamdır ..akna kardeşime harfiyyen katılmakla beraber söylemeden geçemiycm 6 senenizi verip hizmette hala böyle şüphelere giriftar olmak ve üstadın sahsi hayatını tenkid yerine iman hakikatlarına ehemmiyet vermenin daha efdal olduğu kanaatindeyim..
 
Üst