Ehl-iBeyt Şiası

Ehlibeyt Şiası

Tek bir cümle ile Şiî, Ehlibeyt mektebinin tüm hedeflerinin bütün boyutlarıyla varlığında tecelli ettiği kâmil bir insan demektir. Şiîlik; doğru düşünmek, temizlik ve iyi davranmaktır. Bu da din önderlerinin peşinde oldukları hedefin bizzat kendisidir. Ehlibeyt İmamları, tüm güçleriyle kendi taraftarlarını kötülüklerden uzak tutmaya ve iyi terbiye etmeye çalışmışlardır. Onlar, bütün güçleriyle güvenilir ve emin dostlarına şer’î hükümleri ve ilâhî öğretileri öğretmeye gayret etmişlerdir. O büyük insanlar, asla vasıfsız ve niteliksiz taraftarlar toplamak peşinde olmamışlardır. Onlar, sürekli kendi dostlarına, üstün ve ilâhî erdemlerde tüm insanlardan önde olmaya çalışmalarını tavsiye ediyorlardı. Onlara, "Davranışlarınızla insanları Ehlibeyt mektebine çağıranlardan olun." buyuruyorlardı.



Özetle; Ehlibeyt İmamları, kendilerine karşı samimiyetle sevgi ve muhabbet besleyen, gerçek manada her konuda onlara bağlı olan Şiîlerine karşı en üstün şefkati göstererek onları eğitmeye çalışırken yalan olarak Ehlibeyt’i sevdiklerini iddia edip bu mektebi kendi hevesleri doğrultusunda yorumlamaya kalkışanları da kendilerinden itmişlerdir.

İbn-i Hacer es-Savaik’ul-Muhrika adlı kitabında şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Ali (a.s) bir grubun yanından geçiyordu; onlar Hz. Ali’yi görünce hemen ayağa kalktılar. Hz. Ali, “Bunlar kimdir?” diye sordu. “Bunlar senin Şiîlerinden bir gruptur.” diye cevap verilince, Hz. Ali onlara şöyle buyurdu: “Güzel de, neden dostlarımızın ziynetini ve Şiîlerin nişanesini sizlerde göremiyorum?” Onlar başlarını aşağı salıp sessiz kaldılar. Bu sırada Hz. Ali ile birlikte olanlardan biri; “Ya Ali, siz Ehlibeyt’i saygın kılan ve birçok özellikler veren Allah aşkına lütfen Şiîlerinizin niteliklerini beyan eder misiniz?” diye arz etti. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bizim Şiîlerimiz Allah’ı tanıyanlar ve Allah’ın emriyle amel edenlerdir.” [1]

Bazı insanlar günah ve şehvet bataklığında yüzdükleri hâlde Allah’ın emirlerine ve buyruklarına isyan noktasında Ehlibeyt’in muhabbetini kendilerine bir özür ve bahane olarak ileri sürürlerdi. Oysa Ehlibeyt İmamları, bu sevgi ve dostluğu sadece salih amel, doğruluk, emanet, takva ve züht olduğu takdirde makbul görürlerdi. Nitekim İmam Sadık (a.s) ashabından birine hitap ederek şöyle buyurmuştur: “Ey Huzeyme, onlara şu mesajımızı ilet ki bizim salih ameller dışında hiçbir hususta Allah’tan kendilerine bir kifayetimiz ve yeterliliğimiz olmayacaktır. Onlar takva ve züht dışında hiçbir şeyle velâyetimize erişemezler. Kıyamet gününde de hasret çekenlerin en şiddetlisi, adalet üzere konuşan, ama amelleriyle adalete muhalif davranan kimsedir.” [2]


Ehlibeyt İmamlarına göre gerçek Şiîler, tıpkı kendileri gibi tabiat ve davranışlarında, dinî ve insanî kemal ve değerler ile donanmış örnek kimselerdir. Nitekim İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanları dillerinizle değil, amellerinizle (İslâm"a, doğruluğa) davet edin; öyle ki insanlar sizden sadece çaba, doğruluk ve takva görsünler.” [3]

İmam Bâkır (a.s) Cabir-i Cu’fî ile yaptığı konuşmasında şöyle buyurmuştur: “Ey Cabir, bizim Şiîmiz olduğunu iddia edenlerin sadece Ehlibeyt’in muhipleri (sevenleri) olduğunu söylemesi yeterli midir? Allah’a andolsun ki bizim Şiîlerimiz sadece Allah’tan sakınanlar ve Allah’a itaat edenlerdir.”[4]

Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur: “Şiîlerimiz sadece tevazu, huşu, emanete riayet, Allah’ı çok anma, namaz, oruç, anne - babaya iyilik; fakir komşularına, yetimlere ve borçlulara karşı sorumluluk taşıma, Kur’an tilâvet etme, insanları sadece hayırla anma, akrabalar ve tanıdıklar arasında güvenilir olma nitelikleriyle tanınırlar.”

Devamında ise şöyle buyurmuştur: “Allah’tan korkun ve bilin ki Allah katında olanlar için Allah ile insanlardan hiç kimse arasında bir yakınlık yoktur. Allah Azze ve Celle"ye kullarından en sevimli olanı, en takvalı olanı ve itaatine en çok koşanıdır.” [5]

Yine şöyle buyurmuştur: “Ey Cabir, Allah’a andolsun ki Allah Tebarek ve Tealâ"ya sadece itaati ile yaklaşmak mümkündür. Bizim elimizde ateşten beraat yoktur. Allah üzerinde hiçbir kul için hüccet söz konusu değildir. Kim Allah’a itaat ederse, o bizim dostumuzdur. Her kim de Allah’a isyan ederse, o bizim düşmanımızdır. Bizim velâyetimize sadece amel ve takvayla nail olmak mümkündür.” [6]

İmam Sadık (a.s) da Ebu’s-Salâh Kenanî ile yaptığı konuşmasında taraftarlık iddiasında bulunan yalancılar hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’a andolsun ki aranızda Ca’fer’e (bana) uyanlar çok azdır. Benim ashabım, takvalı olup Allah için amel eden ve Allah"ın sevabını ümit eden kimselerdir. Evet, benim ashabım sadece bunlardır."

Gerçek Ehlibeyt takipçilerinin en önemli görevlerinden biri de, insanların sorunlarıyla ilgilenmek ve haklarına riayet etmektir. En acı mesele de bu konuda bir hataya düşmektir.

İmam Sadık (a.s) kendisine kardeş haklarını soran Mualla b. Hneys"e şu yedi önemli ilkeyi beyan etmiştir:

1- Kendin için istediğini kardeşin için de isteyecek ve kendin için istemediğini onun için de istemeyeceksin.

2- Onun gazabına uğramayacak, hoşnutluğunu talep edecek ve emirlerine itaat edeceksin...

3- Canın, malın, dilin, ellerin ve ayaklarınla onun yardıma koşacaksın.

4- Sürekli onun için bir kılavuz ve ayna olacaksın.

5- O aç iken sen karnını doyurmayacaksın, o susuz iken sen suya kanmayacaksın, o çıplak iken sen giyinmeyeceksin.

6- Eğer hizmetçin varsa, elbiselerini yıkaması, yemeklerini pişirmesi ve yatağını sermesi için ona göndereceksin.

7- Yeminine sadık kalacak, davetine icabet edecek, hastasını ziyaret edecek, cenazesinde hazır bulunacak ve bir ihtiyacı olduğunu anladığında, o senden bir şey istemeden ihtiyacını gidereceksin.” [7]

Bazıları buradaki kardeşlerden maksadın sadece Ehlibeyt Şiîleri olduğunu sanabilirler. Ama diğer rivayetlere de müracaat edildiğinde bu düşüncenin yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır ve Ehlibeyt’in lütuf, merhamet ve şefkatinin bütün din kardeşlerini ve hatta bütün insanları kapsadığı görülmektedir.” [8]

Evet, Ehlibeyt Şiîsi; dostluk, kardeşlik, insanların haklarına riayet, iman, fazilet, hak yolda çaba, fedakârlık ve diğer birçok erdem ve yüceliklerin bütünü demektir. Beceriksiz ve vasıfsız iddiacıların kendilerini aldatması ve bütün insanlar arasında Firdevs cennetlerinin varisi olduğunu zannetmesi bu gerçeği asla değiştiremez.

S. SECCAD KARAKUŞ

----------------------------------------------------

[1] - es-Savaik’ul-Muhrika/161.

[2] - Usul-i Kâfi, Kitab’ul-İman, Bab-u Ziyaret’il-İhvan.

[3] - a.g.e. Bab’ul-Vera’.

[4] - a.g.e. Bab’ut-Taati ve’t-Takva.

[5] - a.g.e.

[6] -a.g.e.

[7] - a.g.e. Bab-u Ziyaret’il-İhvan

[8] - Bu hususta Usul-i Kâfi, Kitab’ul-İşeret, 1. Bab’daki rivayetlere müracaat ediniz.
tebyan
 
ŞİA FIKHININ KAYNAKLARI

Şia, Allah’ın Kitabı’na ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) sünnetine uyarakşer’î hükümleri çıkarmak, ortaya koymak için aşağıdaki şu dört temelkaynaktan istifade etmektedir:
1- Allah’ın Kitabı
2- Sünnet
3- İcma
4- Akıl

Bu adı geçen kaynaklar arasında Allah’ın Kitabı ve Peygamber’insünneti, Şia fıkhının en temel kaynağı konumundadır ve bu ikisihakkında kısaca birkaç söz etmek istiyoruz:
Allah’ın Kitabı Kur’ân
Şia mektebinin takipçileri, Kur’ân’ı, fıkıhlarının en temel ve sağlamkaynağı ve ilâhî hükümleri tanıma ölçüsü olarak kabul etmektedirler.Zira Şia imamları, İslâm’ın semavî kitabı olan Kur’ân’ı, fıkhîhükümleri elde etmek için en yüce kaynak olarak tanıtmışlardır. Şöyleki her görüş, Kur’ân’a göre değerlendirilmeli ve Kur’ân ile örtüştüğüve uyuştuğu takdirde kabul edilmelidir. Aksi takdirde ondan yüzçevrilmelidir.
Şia’nın altıncı önderi İmam Cafer Sadık (a.s), bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Kur’ân ile uyumlu olmayan her söz, temelsiz bir sözdür."[1]
Yine İmam Cafer Sadık (a.s), Hz. Peygamber’den şöyle nakletmektedir:
"Ey insanlar! Benden size gelen her söz, eğer Allah’ın Kitabı’yla uyumiçindeyse, onu ben söylemişimdir; eğer onunla uyum içinde değilse, onuben söylememişimdir."[2]
Bu iki hadis, çok net birşekilde Şia önderlerinin nezdinde şer’î hükümleri elde etmenin ensağlam kaynağının Müslümanların semavî kitabı olduğunu ortayakoymaktadır.
Sünnet
Allah Resulü’nün (s.a.a)sözleri, davranışları ve onayları anlamında sünnet, Şia fıkhının ikincikaynağıdır ve Peygamber’in Ehlibeyti’nden olan imamlar, müstakil olarakHz. Peygamber’in sünnetinin ve ilimlerinin aktarıcıları olarak kabuledilirler. Elbette Hz. Peygamber’in sözleri, diğer sağlam yollardanelde edildiği takdirde de yine Şia tarafından kabul görmektedir.
Burada iki noktayı tartışmak ve incelemek gerekir:

Hz. Peygamber’in (s.a.a) Sünnetine Sarılmanın Delilleri
Şia İmamları, takipçilerine Kur’ân’ı tavsiye etmenin yanı sıra, onlaraHz. Peygamber’in (s.a.a) sünnetini de tavsiye etmişlerdir. Kitap vesünneti birlikte övmüşlerdir. Nitekim İmam Cafer Sadık (a.s) şöylebuyurmuştur:
"Size bir söz ulaştığında, eğer Allah’ınKitabı’nda veya Peygamber’in sözlerinde onun bir kanıtını bulursanız,kabul edin. Aksi takdirde o söz, onu getiren kimseye daha lâyıktır."[3]
Keza İmam Muhammed Bâkır (a.s), Hz. Peygamber’in sünnetine sarılmayı,tüm şartları haiz bir fakihin temel şartı saymış ve şöyle buyurmuştur:
"Gerçek fakih, dünyadan yüz çeviren, ahirete rağbet eden ve Peygamber’in (s.a.a) sünnetine sarılan kimsedir."[4]
Şia’nın büyük önderleri, Hz. Peygamber’in sünneti hakkında işi odereceye vardırmışlardır ki, Allah’ın Kitabı ve Hz. Peygamber’insünnetine muhalefeti, küfür sebebi olarak kabul etmişlerdir. İmam CaferSadık (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Her kim, Allah’ın Kitabı’na ve Muhammed’in (s.a.a) sünnetine muhalefet ederse, şüphesiz kâfir olur."[5]
Böylece anlaşılıyor ki Şia, diğer İslâm fırkalarından daha çok Hz.Peygamber’in sünnetine değer vermekte ve Şia’yı, Hz. Peygamber’insünnetine itina göstermemekle itham eden kimselerin sözleri temelsiz vemesnetsizdir.

Ehlibeyt’in (a.s) Hadislerine Sarılmanın Delilleri
Şia’nın, Hz. Peygamber’in Ehlibeyti’nin (a.s) hadisleri hakkındakigörüşünün açıklığa kavuşması için şu iki konuyu incelememiz gerekir:
a) Masum İmamlar’ın hadislerinin mahiyeti
b) Hz. Peygamber’in Ehlibeyti’ne sarılmanın lüzumu ve itibarının delilleri

Şimdi apaçık deliller ışığında sözü fazla uzatmadan her iki konuyu incelemeye geçelim:
Allah Resulü’nün (s.a.a) Hadislerinin Mahiyeti
Şia açısından sadece âlemlerin Rabbi olan Allah, insanlık toplumu içinkanun koyma ve yasama hakkına sahiptir. Allah, mukaddes şeriatın hükümve kanunlarını Hz. Peygamber’i vasıtasıyla tüm insanlara ulaştırmış veAllah Resulü insanlar ile Allah arasında yegane vahiy ve yasamaaracıdır. Buna göre, eğer Şia, Ehlibeyt’in hadislerini de kendifıkhının kaynaklarından biri kabul ediyorsa, bu, Hz. Peygamber’insünneti karşısında onlara bir asalet ve bağımsız bir değer atfettiğianlamında değildir. Bilâkis Ehlibeyt’in hadislerinin itibarı, AllahResulü’nün (s.a.a) sünnetini beyan ettiği sebebiyledir.
Buna göre, Şia’nın Masum İmamları, kendilerinden bir söz söylemezler.Onların söyledikleri, Hz. Peygamber’in sünnetinden başka bir şeydeğildir.
Burada bu sözü ispat etmek için Ehlibeyt’in bazı hadislerini aktarmayı uygun görüyoruz:
1- İmam Cafer Sadık (a.s), kendisine soru soran birine şöyle buyurmuştur:
"Sana verdiğim her cevap, Hz. Peygamber’dendir ve biz kendimizden bir şey söylemeyiz."[6]
Yine şöyle buyurmuştur:
"Benim sözüm, babamın (İmam Bâkır’ın), babamın sözü ise dedemin (İmamAli b. Hüseyin’in) sözüdür. Dedemin sözü de Hüseyin b. Ali’nin,Hüseyin’in sözü de Hasan b. Ali’nin, Hasan’ın sözü de Müminlerin EmiriAli’nin, onun sözü de Allah Resulü’nün ve Allah Resulünün sözü de Azizve Celil olan Allah’ın sözüdür."[7]
İmam Muhammed Bâkır (a.s), Cabir’e şöyle buyurmuştur:
"Babam, dedemden; o da Allah Resulü’nden (s.a.a), o da Cebrail’den(a.s), o da Aziz ve Celil olan Allah’tan bana bildirmiştir. Benim sanasöylediğim her söz bu senet iledir."[8]
Bu hadisler ışığında Hz. Peygamber’in sünnetinden ibaret olan Şia İmamları’nın hadislerinin mahiyeti açıklığa kavuşmuş oldu.

Hz. Peygamber’in Ehlibeyti’ne Sarılmanın Lüzumu ve İtibarının Delilleri
Şiî ve Sünnî muhaddislerin naklettikleri çok sayıdaki hadislere göre,Hz. Peygamber (s.a.a.), kendinden sonra iki değerli miras bırakmış,bütün Müslümanları bu iki mirasına uymaya davet etmiş, insanlarınhidayet ve saadetinin bu ikisine sarılmanın tekelinde bulunduğunu vesözü edilen bu iki değerli mirasın Allah’ın Kitabı Kur’ân ilePeygamber’in Ehlibeyti ve İtreti olduğunu bildirmiştir.
Burada örnek olarak bu hadislerden bazılarını naklediyoruz.
1- Tirmizî, kendi Sahih’inde Cabir b. Abdullah Ensa-rî’den Allah Resulü’nün (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ey insanlar, ben sizin aranızda, kendisine sarıldığınız müddetçe aslasapmayacağınız bir şey bırakıyorum: Allah’ın Kitabı’nı ve itretim olanEhlibeyt’imi."[9]
2- Yine Tirmizî, adı geçen kitabında şöyle yazmaktadır: Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Ben sizin aranızda, kendisine sarıldığınız müd-detçe bundan sonra aslasapmayacağınız bir şey bırakıyorum ki, biri diğerinden daha büyüktür:Gökte yere doğru sarkıtılmış bir ip olan Allah’ın Kitabı ile itretimolan Ehlibeyt’imi. Bu ikisi, havuzda yanıma gelinceye kadar aslabirbirinden ayrılmazlar. Benden sonra bu ikisine nasıl davrandığınızaiyi bakın."[10]
3- Müslim b. Haccac, Sahih’inde Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Ey insanlar! Ben de bir beşerim. Yakında Allah’ın elçisi (Azrail) banada gelecek ve ben ona icabet edeceğim. Ben, sizlere iki değerli şeybırakıyorum. Onların birincisi, Allah’ın Kitabı’dır. Onda hidayet venur vardır. O hâlde Allah’ın Kitabı’na sarılın."
Peygamber, daha sonra insanları Kur’ân’a teşvik etti ve şöyle buyurdu:"İkincisi ise Ehlibeytimdir. Ehlibeytim hakkında sizlere Allah’ıhatırlatıyorum. Ehlibeytim hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum.Ehlibeytim hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum."[11]
4- Bir grup muhaddis, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
"Şüphesiz ben sizlere iki değerli emanet bırakıyorum. Bunlar, Allah’ınKitabı ve Ehlibeyt’imdir. Şüphesiz onlar, havuzda yanıma gelinceyekadar asla birbirinden ayrılmazlar."[12]
Hatırlatmakgerekir ki, bu konudaki hadisler burada zikredilemeyecek kadar çoktur.Büyük araştırmacı Seyyid Mir Hamid Hüseyin, bu hadisin senetleriniAbeka-t’ul-Envar adlı altı ciltlik kitabında bir araya toplamıştır.
Mezkur hadislerden açıkça anlaşıldığı üzere, Allah’ın Kitabı ve Hz.Peygamber’in sünnetinin yanında, Peygamber’in Ehlibeyti’ne sarılmak veonlara uymak, İslâm’ın zarurî hükümlerinden biridir. Onların sözleriniterk etmek ise, insanın sapmasına ve dalâlete düşmesine sebep olur.
-------------------------------------------------
[1]- Usul’ül-Kafi, c.1, Kitab-u Füzl’il-İlm, Bab’ul-Ehzi Bi’s-Sünneti ve Şevahid’il-Kitab, hadis: 3.
[2]- age. hadis: 5.
[3]- Usul’ül-Kafi, c.1, Kitab-u Fazl’il-İlm, Bab’ul-Ehzi Bi’s-Sünneti ve Şevahid’il-Kitab, hadis: 2.
[4]- age. hadis: 8.
[5]- age. hadis: 6.
[6]- Cami-u Ehadis’iş-Şia, c.1, s.129
[7]- age. s.127
[8]- age. s.128
[9]- Sahih-i Tirmizî, Kitab’ul-Menakıb, Bab-u Menakıb-ı Ehl-i Bey-t’in-Nebî, c.5, s.662, hadis: 3786, Beyrut basımı.
[10]- age. s.663, hadis: 3788.
[11]- Sahih-i Müslim, c.7, Bab-u Fezail-i Ali b. Ebî Talib, s.122 - 123, Mısır basımı.
[12]-Müstedrek-i Hâkim, c.3, s.148; es-Savaik’ul-Muhrika, 11. bab, 1. fasıl,s.149. Aşağıda zikredilen kitaplarda da buna yakın sözler yer almıştır:Müsned-i Ahmed, c.5, s.182 ve 189; Kenz’ül-Ummal, c.1, Bab’ul-İ’tisamBi’l-Kitabi ve’s-Sünne, s.44

 
Şia"nin Manevi Mesajı




Şia'nıninsanlara manevi mesajı bir cümleden fazla değildir. O da şudur:"Allah'ı tanıyınız." Diğer bir tabirle, "Saadete ve doğruluğa erişmeniziçin Allah'ı tanımanız gerekir." Bu mesaj, Resulullah'ın (s.a.a). kendidavetini başlattığı ilk cümlesidir. Peygamber efendimiz (s.a.a) şöylebuyuruyordu:
"Doğruluğa erişmeniz için, Allah'ı bir olarak tanıyın ve birliğini itiraf edin."

Bu mesajı açıklarken kısaca şöyle diyoruz: Biz insanlar, tabii olarakyaşantının bir çok maksatları ve maddi lezzetler peşindeyiz. Yemek,içmek, şık giyinmek, sarayları, güzel manzaraları, güzel hanımı, samimiarkadaşları, çok malı ve serveti, diğerlerinin sultamız altındaolmasını, makamı ve isteklerimize karşı çıkan her şeyi yok etmekisteriz.
Ama ilahi fıtratla, insanın bu lezzetler için değilde, bu lezzetlerin insanlar için yaratıldığını anlıyoruz. Onlar,insanın peşine düşmelidir, insan onların peşine değil.
Tamahve şehvetin hedef edilmesi öküz ve koyunun içgüdü ve sıfatlarından,yırtıp parçalamak, başkalarına zulüm etmek, kaplan, kurt ve tilkininözelliklerindendir. Ama insanın mantığı, sadece fıtri akıl mantığıdır.

Akıl ve mantık, gerçekliğiyle bizleri hakkı izlemeye iletir,böbürlenmeye bencilliğe ve nefsi istekler tarafına değil. Akli mantık,insanı kendisinden hiçbir istiklali olmayan ve yaratılanlardan birisiolarak biliyor. Kendisini tabiata hakim gören vahşi tabiatı istediğigibi evcilleştirdiğini ve dize getirdiğini sanan insanın, kendisinin detabiatın oyuncağı ve onun emrine uyanlardan biri olduğunu söylüyor.






Akıl mantığı, insanın, bu geçici dünya ve varlığına bakışında dakikolmasını ister; ta ki bu dünyanın ve onda varolan bütün her şeyinkendiliklerinden var olmadığı, hepsinin sonsuz bir kaynağa dayalıoldukları ve yine insana müstakil gerçekler olarak gözüken bütün buiyi-kötü ve yer-gök yaratıklarının başka bir gerçek gölgesinde gerçekgibi gözüktükleri, O'nun nuru sayesinde varolup, kendilerinden ve kendiyanlarından hiçbir şeyleri olmadığı, geçmişte varolan güçlerin,azametlerin, bugün efsaneden başka bir şey görünmediği gibi, bugününgerçeklerinin de böyle olduğu ve bilahare her şeyin kendi çapındaefsaneden başka bir şey olmadığı gerçeği aydınlığa kavuşsun.
Yokolmayacak gerçek, ancak Allah'tır. Her şey O'nun varlığı sayesindevarlık rengini alır ve O'nun zatının nuruyla aydınlanır ve yaratılır.

İnsan böyle bir kavrayışla donatıldığında, işte o zaman onun varlıkdünyası gözü önünde suyun üzerindeki köpük gibi kaybolur ve açıkçadünya ve dünyadakilerin sonsuz kemal, ilim, kudret, hayat ve varlığadayandıklarını, insan ve diğer yaratıkların her birisinin kendikapasitesine göre ebedi cihanı gösteren birer ayna olduklarını görür.
İşte o zaman insan kendisinden ve diğer varlıklardan, istiklali veasaleti selbedip, hakiki sahibine geri verir. Her şeyden kopup yeganeAllah'a varır ve O'nun azamet ve büyüklüğü dışında hiç bir şeykarşısında baş eğmez.
Böyle olunca, insan Yüce Allah'ınvelayeti ve emri altına girer. Tanıdığı her şeyi Allah'la tanır.Allah'ın hidayeti ve rehberliği sayesinde temiz ahlak ve iyi amellerebürünür. (Temiz ahlak ve iyi amel, fıtrat dini olan İslam'ın içeriği veHakk'a teslim olmaktır.)
İşte budur insanın kemalinin doruknoktası ve budur kamil insanın yani Allah'ın lütfüyle bu mertebeyevaran imamın makamı. Çaba göstererek bu kemale eren bütün insanlar,farklı mertebeleriyle, o imamın gerçek takipçileridirler.
Bunoktadan şu husus anlaşılıyor ki, Allah'ı tanıma, İmamı tanıma, aslabirbirinden ayrılmayan iki unsurdurlar tıpkı birbirinden ayrılmayanAllah'ı tanımayla nefsi tanıma gibi. Çünkü mecazi varlığını tanıyankimse, muhtaç olmayan Allah'ın gerçek varlık olduğunu tanımıştır.
Hamd, Allah'a mahsustur



Allame TABATABAİ
 
Üst