Açıklamalı - 16. MEKTUB - 2. Nokta-Üstadın siyasetten şiddetle uzak durması

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm

Elhamdulillahi Rabbi’l-âlemîn Ve’s-Salâtü ve’s-Selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî ecmeîn

Sallû alâ Rasûlinâ Muhammed
Sallû alâ Tabîbi Qulûbinâ Muhammed
Sallû alâ şefî'i zünûbinâ Muhammed

Rabbi’şrah lî sadrî ve yessirlî emrî vehlul uqdetemmillisânî yefqahû kavlî
Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke ente’s-Semîu’l-alîm
Ve tüb aleynâ yâ Mevlânâ inneke ente’t-Tevvâbü’r-Rahîm Vehdinâ ve veffiqnâ ilel hakkı ve ilâ tarîqımmüstegîm
Bi beraketü’l-Kur’âni’l-Azîm ve bi hürmeti men erseltehû rahmeten lil Alemîn

16.MEKTUB


İKİNCİ NOKTA

Yeni Said niçin bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor?

Elcevap:
Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını, meşkûk bir iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışmayla feda etmemek için; hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatli olan hizmet-i iman ve Kur’ân için şiddetle siyasetten kaçıyor.

İman hizmeti apaçık,
Saflardan daha saf.
Tam bir hakikate hiç sek ve şüphe götürmeyen bir hakikat
Böyle has bir vazife varken
Bu hizmeti bırakıp siyasetle uğraşmakta ona yakışmaz

Çünkü, diyor:

Ben ihtiyar oluyorum; bundan sonra kaç sene yaşayacağımı bilmiyorum. Öyle ise bana en mühim iş, hayat-ı ebediyeye çalışmak lâzım geliyor.Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıtave saadet-i ebediyenin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor.

Fakat ilim itibarıyla insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak. O ise elimden gelmez.

Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için, o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan, imana hizmet cihetini tercih ettim.

Kendi nefsime kazandığım hakaik-i imaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettiğim mânevî ilâçları,
sair insanların eline geçmek için, o kapıyı açık bırakıyorum.
Belki Cenâb-ı Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahıma kefaret yapar.

Üstad kendi yazdığı kitapları başkalarına
Zorla anlatma, okutma cabası içerisinde değil.
Ben kendim için tefekkür ettim,
Ve kendi nefsimde denediğim ilaçları
Delilleri ve burhanları kitap haline getirip
Kendim istifade ettiğim gibi
Başkaları da istifade edebilsin diye
O kapıyı açık bıraktım diyor.
İsteyen gelir alır.

Benim açımdan bakınca da
Cenabı Hak bu hizmeti kabul eder.
Ve eski günahlarıma kefaret olur diye ümid ediyorum diyor.

Bu kadar saf ve çıkarsız iman hizmetine
Şeytandan başka hiç kimsenin karşı gelmeye hakkı yoktur.
Çünkü imansızlık başka şeylere benzemiyor.
İmansızlık zulümde fıskta büyük günahlarda
Azap içinde azaptır.

Bu hizmete karşı şeytan-ı racîmden başka hiç kimsenin mü’min olsun, kâfir olsun, sıddık olsun, zındık olsun karşı gelmeye hakkı yoktur. Çünkü imansızlık başka şeylere benzemiyor.
Zulümde, fıskta, kebâirde birer menhus lezzet-i şeytaniye bulunabilir. Fakat imansızlıkta hiçbir cihet-i lezzet yok. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir, azap içinde azaptır.

İşte, böyle hadsiz bir hayat-ı ebediyeye çalışmayı ve iman gibi kudsî bir nura hizmeti bırakmak, ihtiyarlık zamanında lüzumsuz, tehlikeli siyaset oyuncaklarına atılmak, benim gibi alâkasız ve yalnız ve eski günahlarına kefaret aramaya mecbur bir adamda ne kadar hilâf-ı akıldır, ne kadar hilâf-ı hikmettir, ne derece bir divaneliktir; divaneler de anlayabilirler.

Amma “Kur’ân ve imanın hizmeti niçin beni men ediyor?” dersen, ben de derim ki:

Hakaik-i imaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avam tarafından, “Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler.
O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.

İşte, ey ehl-i dünya! Neden benimle uğraşıyorsunuz, beni kendi halimde bırakmıyorsunuz?

Eğer derseniz, “Şeyhler bazan işimize karışıyorlar. Sana da bazan şeyh derler”;
Ben de derim:

Hey efendiler, ben şeyh değilim. Ben hocayım.
Buna delil: Dört senedir buradayım.
Birtek adama tarîkat verseydim, şüpheye hakkınız olurdu.
Belki yanıma gelen herkese demişim:

Eğer derseniz, “Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlik=(ırkçı fikri var), o işimize gelmiyor”; ben de derim:

Hey efendiler!
Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda.
Şahit gösteriyorum ki, ben اَ ْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ
(“İslâm, Câhiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır.
Müslüman olduktan sonra, Habeşli bir köle ile Kureyşli bir efendi arasında hiçbir fark yoktur.)

Eğer insan övünecekse ben su ırktanım diye değil
Mü’minim diye övünsün.

bu ferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe,
Avrupa’nın bir nevi frenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım.
Ve Avrupa, o frenk illetini İslâm içine atmış, tâ tefrika versin,
parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür.
O frenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.

Üstad hiç bir zaman milliyetçiliğe değer vermemiş.
Özellikle menfi milliyetçiliğe.
Ümmeti Muhammedi bir arada tutmaya
Bir arada kardeşçe geçindirmeye
Büyük gayretler sarf etmiştir.

Buna delilen
İhlas risaleleri,
Uhuvvet risaleleri,
Ve hakeza diğer mektupları yazılmıştır.

Madem böyledir. Hey efendiler, herbir hâdiseyi bahane tutup bana sıkıntı vermeye sebep nedir acaba?

Şarkta bir nefer hata etse, garpta bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek; veya İstanbul’da bir esnafın cinayetiyle Bağdat’ta bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nev’inden, her hâdise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek hangi usulledir, hangi vicdan hükmeder, hangi maslahat iktiza eder?

Doğudaki bir asker suç işlese
Batıdaki bir askere sende askersin deyip
Ceza vermek doğru olur mu?
Veya İstanbul’daki bir esnaf suç işlese
Gidip Bağdattaki esnafı da bulup
Sende suçlusun deyip mahkum edebilir misin?

Öyleyse diyor
Dünyadaki her olayı bana sıkıntı vermek hangi usulledir.
Hangi vicdan böyle bir karar verebilir?
Bunun temelinde sadece zalimlik haksızlık firavunluk vardır.

İnsan haklarına tecavüz var.
Ve eğer bugün o zalimler mahkeme edilecek olsalar,
Elbette mahkum olurlardı.

Subhâneke lâ ilmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de’vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin

21.30’da sohbet kanalında işlenen derstir.
Muhabbet-i Bakiye


 
Üst