Bediüzzaman'a Gelen İtirazlar

memluk

Hatim Sorumlusu
Bediüzzaman, eserlerinde işarî tefsirin çok örneklerini ortaya koymuştur. Ancak birileri işarî tefsiri farklı tanımlayarak, Üstad’ın bu konudaki yorumlarına dil uzatıyorlar. Aşağıdaki iddiaları da dikkate alarak bu konuda bizleri aydınlatır mısınız?

İtiraz edilen kısım:

“(...) Kur'an-ı Mu’ciz-ül-Beyan dahi bu zamanda bir mu’cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur’a nazar-ı dikkati celbetmesine "Mana-yı işârî" tabakasından rumuz ve imaları, i’cazının şe'nindendir ve o lisan-ı gaybın belâgat-ı mu’cizekâranesinin muktezasıdır.”

“(...) "Acaba Risale-i Nur’u, Kur'an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" denildi. O acib sual karşısında bulundum. Ben de, Kur'an’dan istimdat eyledim. Birden otuzüç âyetin sarîhinin teferruatı nev'indeki tabakattan "mâna-yı işârî" tabakasından ve mâna-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi, Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına birer kuvvetli karîne bulunmasını bir saat zarfında hissettim; ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı; ve ben de, ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur ile takviye etmek niyetiyle o kat'î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartiyle verdim.”

“Ve o risalede biz demiyoruz ki: "Âyetin mâna-yı sarîhi budur." Tâ hocalar "fîhinazarun" desin. Hem dememişiz ki: "Mâna-yı işârînin külliyeti budur", belki diyoruz ki: Mânâ-yı sarîhinin tahtında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, mâna-yı işârî ve remzîdir. Ve o mâna-yı işârî de bir küllîdir, her asırda cüz'iyatları var. Ve Risale-i Nur dahi, bu asırda o mâna-yı işârî tabakasının külliyetinde bir ferddir. Ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine eskidenberi ulema beyninde bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur'anın âyetine ve sarahatine, değil incitmek, belki i’caz ve belâğatına hizmet ediyor.”

“Bu nevi işarât-ı gaybiyeye itiraz edilemez...”(Şualar, İşarat-ı Kur’aniye Hakkında Lahika, s.681 ve 682)
 

memluk

Hatim Sorumlusu
İddia:

Said Nursî, ayetlerden ebcedî ve cifrî çıkarsamalarının, işarî tefsirden olduğunu iddia etmiştir. Bu çıkarsamaların yapıldığı hemen her yerde "mâna-yı işarî, mâna-yı remzî, işareten, remzen, imaen..." ifadelerine rastlanmaktadır.

"İşarî tefsir" şöyle tanımlanmaktadır:

İşarî tefsir, sülûk ve tasavvuf erbabına zahir olan gizli bir işaretle, Kur'an’ı zahirinin gayrına tevil etmektir.

İşarî tefsirleri, Kur'an’ın zahir manasından başka bir mana taşımadığını iddia eden Zahirîler haricindeki İslâm âlimleri kabul etmişlerdir. İbn Hazm, Kur'an’da bâtın mananın olmadığını, Peygamber’in şeriatta hiçbir şeyi gizlememiş olduğunu söylemektedir.


İddiaya cevap:

Genellikle kaynaklarda işarî tefsirle uğraşanlar, sülûk ve tasavvuf erbabı olduğu için, bunlar işarî tefsirle özdeşleştirilmiştir. Yoksa, “İşarî tefsir, sülûk ve tasavvuf erbabına zahir olan...” ifadesi, bu işi tasavvuf erbabından başka herhangi bir alim tarafından bilinemeyeceği anlamına gelmez. Demek ki, Bediüzzaman gibi bir allamenin de işarî tefsir kapsamında istinbatlar/çıkarsamalar yapma hakkı vardır.


İddia:

İmam Gazalî ve İbn Teymiye bâtınî manayı tamamen inkâr etmemiş, bilhassa İbn Teymiye zahir ulemanın anlayamayacağı bir bâtın manayı kabul etmiş, fakat bunun muteberliğini şartlara bağlayarak şöyle demiştir: Bâtın ilmi iki çeşittir: Zahire muhalif olan bâtın, zahire uygun olan bâtın. Zahire muhalif olan bâtın, batıldır. Kim zahire muhalif bir bâtın ilmi bildiğini iddia ederse, o hatalıdır. O, ya mülhit, ya zındık veya cahil ve sapıktır. Zahire uygun bâtın, zahir gibidir. Bu da ikiye ayrılır: Birincisi, Kur'an’ın zahirine uygundur, Kur'an’ın ve hadisin lâfızları veya delâletiyle o manaya istidlâl edilebilir. Fakat, bu lâfızlarla bizzat o mana kastedilmemiştir. Bunun için buna "işaret" demişlerdir. "Bu lâfızlarla sadece bu mana kastedilmiştir" demek, Allah’a iftiradır. İkincisi, lâfzın delâletiyle değil de kıyas yoluyla böyle bâtın bir mana çıkarmaktır. Bu da kıyas gibidir. Fakihlerin kıyas dediklerine, sufiler "işaret" demişlerdir. Bu da aynı kıyas gibi, sahih de olabilir, batıl da.


İddiaya cevap:

Bediüzzaman’ın “risalede biz demiyoruz ki: "Âyetin mâna-yı sarîhi budur." Tâ hocalar "fîhinazarun" desin” ifadesi, bu konuda çok önemlidir.
Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, İbn Teymiye’nin işarî tefsir hakkında “Bu da kıyas gibidir. Fakihlerin kıyas dediklerine, sufiler "işaret" demişlerdir…” demesi çok önemlidir. Bilindiği üzere “Kıyas”, alimlerin cumhuru tarafından kullanılan, şer’î bir delil olarak kabul edilen ve açıkça ifade edilmeyen bazı hakikatlere ulaşmak için bir yol haritası olarak görülen, ayet ve hadislerle desteklenen bir ilmî istinbat/çıkarsama unsurdur. Sadece Risalelerde kullanılan işarî tefsir konusu olan mubah kısımlarda değil, farz ve vacip kısımlar için de yaygın bir kullanıma sahiptir.

 

memluk

Hatim Sorumlusu
İddia:

Âlimlerin işarî mana hakkındaki görüşleri şöyle özetlenmiştir:

İşarî tefsirlerin makbul olabilmesi için, verilen bâtınî mananın sıhhat şartlarının bulunması gereklidir. Bâtın mananın da sahih olması için şu dört şarttan hâlî olmaması gerekir:

1. Bâtın mananın, Kur'an lâfzının zahir manasına aykırı olmaması,

2. Başka bir yerde bu mananın doğruluğunu teyit eden şer'î bir şahidin bulunması,

3. Verilen bu manaya, şer'î veya aklî bir muarızın bulunmaması,

4. Verilen bâtın mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi.

İşte yukarıdaki şartları ihtiva eden bir işarî tefsir makul addedilir. Şunu da belirtmek gerekir ki, işarî tefsirlerin bir çoğunda yukarıdaki şartları uygulayabilmek biraz güçtür. Kabul şartlarını haiz işarî tefsirler bulunduğu gibi, insanı ve aklını hayrette bırakacak derecede hayalî ve kabulü mümkün olmayan sufî tefsirler de vardır.

İddiaya cevap:

- Bediüzzaman hazretlerinin kullandığı işarî tefsir yoluyla yaptığı çıkarsamaların hiç biri, alimlerin kabul ettiği şartlara aykırı değildir.

- Bir hakikatin hakikat olması için herkes tarafından kabul görmesi gibi bir şart yoktur, olamaz da. Nitekim, istisnasız bütün peygamberler, önemli bir kesim tarafından yalancılıkla suçlanmıştır. Fakat, -sayıları bazen topluluğun yüzde doksanını geçen- bu cahillerin itirazları, o hakikatlerin doğruluğuna hiçbir zarar vermemiştir. Buradaki -işarî tefsir şartlarını- Bediüzaman’a teşmil etmeyenler, ilmî olarak değil, onu bu işaretlere layık görmedikleri için bu yargıya varıyorlar.

- Ahir zamanın en büyük fitnesinin başladığı, İslam dinine alenen hücumların yapıldığı, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir pervasızlıkla bizzat Kur’an-ı Kerim’e saldırıların yaygınlaştığı bir devirde, İslam aleminin sesi-soluğu haline gelen Bediüzzaman ve telif ettiği Risale-i Nur külliyatı gibi eşsiz bir cihad hareketinin, Kur’an’ın işaretlerine mazhar olmasının dinî açıdan ne gibi bir sakıncası olabilir? Gabavetinden/geri zekalılığından ötürü bu eserlerin kıymetini anlayamayan, inat gözüyle baktığından ötürü, Bediüzzaman hazretlerinin güneş gibi parlak hizmetinin ve mesleğinin hakikatlerini göremeyenlerin olumsuz tavırlarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Şu bir gerçektir ki, güneşi üfleyerek söndürmeye kalkışanlar dünya-aleme karşı maskara olurlar. Çünkü, ”Güneş üflemekle sönmez, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan kendine gece yapar.” Gündüz yine aydınlığıyla parlamaya devam eder.
SORULARLA RİSALE
 
Üst