Ahirete iman hem dünyada, hem ebedî hayatta saadet vesilesidir.

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm,

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât

Ahirete imanın yaşantımızda ne hikmetlere vesile olduğunu,
bize neler kazandırdığını bir kere daha birlikte okuyup, mütala edelim inşallah

Dördüncü bir faidesi ki, insanın hayat-ı içtimaiyesine bakıyor:
Risale-i Nur’dan Dokuzuncu Şua’da beyan edilen o neticenin bir hülâsası şudur:
Nev’-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler
ve insaniyetin istidadlarını taşıyabilirler.

Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için
çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak.
Çünki her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle
onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zaîf kalbinde
ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki;
hayatı ve aklı o bîçareye âlet-i azab ve işkence edeceği zamanda,
âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı
o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der:

“Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennet’in bir kuşu oldu.
Bizden daha iyi keyfeder, gezer.

Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i İlahiyeye gitti, yine beni Cennet’te kucağına alıp sevecek
ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim.” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.

Çocukların yaşantıları çok ilginç gerçekten;
Doğdukları anda çevrelerinde olan insanlar, onların dünyalarını oluşturuyor.
Zaman geçip büyüdükçe; anne babası ve yakın çevresinden ibaret olan dünyaları,
yavaş yavaş yeni insanların girmesiyle genişlemeye başlıyor.

üç yaşında bir çocuk,
bir hatası sonucu annesinin ona "şakacıktan" küsmesi ile,
hayatını oluşturan iki temel direkten birisini kaybeder.
ve kendinden geçercesine ağlamaya başlar.
Bu tanık olduğum bir olay.

Hayatını üzerine bina ettiği, anlamaya tanımaya çalıştığı bu temel direklerden birisinin
veya çok yakınında bir arkadaşnın vefaat etmesi,
küsmeyle gelen ayrılığa bile dayanamayan o küçük yüreği
ne hallere sokar kim bilir…

Üstadın tabiri çok ilginç ve düşündürücü.
Ahiret inancının, insanca yaşayabilmek ve
insaniyetin istidadlarını taşıyabilmek için
şart olduğunu söylüyor.

Kaybetme duygusu çok ağır ve acı veren bir duygu.
Çocuk bu yükü,
ya oyuncakların yalancı dünyasında
kendisini kaybetmeye çalışarak kaldırmaya çalışır.
Ki bu durum;
temelleri olmayan bir binayı dikmeye çalışmak gibi yersiz ve boş bir çaba ile,
insaniyete uzak bir hale sokar kendisini.

Ya da;
gerçekten ne olduğu ve ne olacağı,
mantıklı ve onun anlayabileceği şekilde kendisine anlatılarak,
bu ağır yükün, aslında o kadar da ağır olmadığı, geçici olduğu gösterilerek,
insan olmaya bir adım daha yaklaşmasına vesile olunabilir.

Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler,
hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr,
akıllarını her vakit başına almayan o gençler,
âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse;
hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf
ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır.

Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder
ve bu gibi hapiste dört-beş sene azab çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer.

En yakın kendimizden biliriz bu haleti.
Sağlığımız yerindeyse bize engel olabilecek ne vardır ?
Çocukluktan çıkmakta olan genç,
Anne babanın "baskısı" "idaresi" altından "kurtulma" girişimlerine başlar.
"ilk gençlik zamanının deli dolu halleri" denir hep.
"deli" ve "dolu"dur gerçekten.
Henüz yeteri kadar tecrübesi ve bilgisi yoktur,
ama kimseyi dinleyemeyecek kadar da her şeyi biliyordur.

Sağlığı, gücü kuvveti de yerindeyse kim durdurabilir bu insanı?
Kemal yaşına erene kadar insan hep bu halet içindedir.
Seviyesi azalsa durulsa da hep bir delilik hep bir doluluk içinde,
heveslerinin galeyanına gelmiş, hissiyatlarına mağlub olmuş,
cüretkar ve her zaman aklını başına almaya üşenen genç taife;
kendisini ve nefsini dizginleyebilecek bir güce;
Bir "sonra" ya
Bir teraziye ihtiyaç duyar.

Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır.
“Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim,
fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelal’in
melaikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar.

Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum.
Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaîf olacağım.”
diye birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat,
bir hürmet hissetmeye başlar.

Bu mananın dahi Risale-i Nur’da bürhanlarıyla izahına iktifaen kısa kesiyoruz.

Evet gençlik hastalığı hepimizin başında..
Bu sınav çok güzel neticelere varabileceği gibi,
bizi, Allah muhafaza, tepetaklak edebilecek,
ayağımızı kaydırabilecek bir potansiyeli de içinde barındırıyor.

Seçimlerimize göre şekillenecek olan baki hayatımızın,
saadeti dareyne varabilmesi için,
hakiki bir ahiret inancına ihtiyacımız var.
Bu inanca tahkiki seviyede sahib olamazsak
içimizden gelen seslere dalıp gidersek,
Allah muhafaza …

İnsanın yaşamı istemekten duadan ibaret.
neyi istediğimizi,
kimin istediğini istediğimizi,
nasıl istediğimizi tartmak,
bu tartmayı hak din terazisi ile yapmak gerek.

İnsan elini kaldırdığını zanneder
ama orada bile kudret Allah’ındır,
insan sadece elini kaldırmayı ister.
ve Allah bu duayı kabul buyurur.
her bir anımız dua..

ve madem duaların kabulü ihlastan geçiyor,
ilk önce ihlas isteyelim dualarımızda

Rabbim bize her anımızı ihlaslı olarak yaşayabilmeyi nasip etsin…

Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha

21.30’da sohbet kanalında işlenen derstir.
Muhabbet-i Bakiye
 
Üst