ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ELÇİ MUHAMMED
Cebrail ile İlk Buluşma
Hazreti Muhammed (sas.), düşünmek ve dua etmek için Mekke'ye beş kilometre uzaklıkta Nur dağındaki Hira mağarasına giderdi. Burayı kendine sığınak edinmişti. Nur dağı öyle yüksekti ki, dağın zirvesinden Kâbe dâhil Mekke'nin her tarafı görülürdü. Dağın sessizliğine sığınır ve burada günlerce kaldığı olurdu.
Yine böyle bir gün, Hira’ya gitmişti. Bütün geceyi dua ederek geçirmiş, vücudu iyice yorgun düşmüştü. Gün doğmak üzereydi. Gecenin karanlığı dağılırken
o güne kadar hiç görmediği bir varlık beliriverdi karşısında. Daha ne olduğunu anlamadan tanımadığı varlık kendisine “Oku!” diye seslendi. Hazreti Muhammed (sas.), çok korkmuştu. Heyecandan titriyordu.
Endişeli bir sesle “Ben okuma bilmem!” dedi.
Karşısındaki onu kuvvetli bir şekilde kavradı, iyice
sıktı ve bir süre sonra bıraktı. Bir an boğulur gibi oldu.
Tanımadığı bu varlık ona ikinci kez “Oku!” dedi.
O, yine “Ben okuma bilmem!” diye cevapladı. Üçüncü kez aynı soru sorulunca Hazreti Muhammed’in (sas.) ağzından, kendisine öğtilen şu sözcükler dökülüverdi:
Oku!
Yaratan Rabbinin adıyla oku!
O, insanı alaktan yarattı.
Oku, çünkü senin Rabbin çok cömerttir.
O, insana yazmayı ve bilmediğini öğretendir.
Korkmuştu. Ne olduğuna bir anlam veremiyordu.
Kendisini mağaranın dışına attı. Evine, eşi Hatice’nin yanına gitmeliydi. Da¤dan, koşarak inerken bir anda “Sen Allah’ın peygamberisin, ben de Cebrail’im!” diye gür bir ses işitti. Ses, içeride duyduğunun aynısıydı ama daha gür geliyordu. Etrafına bakındı, sesin geldiği yönü kestirmeye çalıştı . Birden ufku dolduracak kadar büyük bir varlık gördü. Varlık bir daha: “Sen Allah’ın peygamberisin, ben de Cebrail’im!”, dedi. Hazreti Muhammed (sas.), ne bir adım ileri ne de bir adım geri gidebiliyordu; donakalmıştı.
Nefesinin daraldığını hissetti. Durup sakin bir biçimde tekrar bakmayı denedi. Aynı varlık aynı yerde duruyor ve aynı sözleri tekrarl›yordu. Gözlerini ondan ayırmak, yüzünü başka tarafa çevirmek istedi. Ancak nereye baksa hep onu görüyordu.
Tanımadığı varlık bir anda kayboluverdi. Hazreti Muhammed (sas.) korkmuş, telâşlı adımlarla Nur dağından Mekke’ye doğru koşmaya başlamıştı. Yollardan hızla geçerek kendini eve zor atmıştı.
Sırdaş Hatice
Hazreti Muhammed (sas.), titreyen sesiyle eşi Hatice’den üzerini örtmesini istedi. Hatice, ne olduğunuanlamadan onun üstünü örttü. Ardından Hazreti Muhammed (sas.), derin bir uykuya dalıverdi. Uyandığında başından geçenleri eşi Hatice’ye bir bir anlattı. Olanlara anlam veremeyerek “Çok endişelendim ve korktum”, dedi. Hatice, onu sakinleştirmeye çalışarak:
–Korkma! Allah’a yemin ederim ki o, hiçbir zaman
seni utandırmaz. Çünkü sen akraba hakkını gözetirsin.
Doğru konuşursun, güçsüz olanlara yardım edersin.
Fakiri doyurur, misafiri ağırlar, ihtiyacı olanı kollayıp gözetir ve haksızlığa uğrayanlara arka çıkarsın.” dedi.
Hatice, eşinin başından geçenleri anlamaya çalıştı. Onu tanıyor ve seviyordu. Evlilikleri boyunca eşinden, doğru olmayan hiçbir şey duymamıştı. Eşinin sıra dışı bir olayla karşı karşıya olduğu belliydi. Ona inandı.
Hatice’nin akrabası olan Varaka, tecrübeli ve bilgili bir kimseydi. Hatice, Hazreti Muhammed’i (sas.) alıp ona götürdü. Başından geçen olayın ne olduğunu bilse bilse o bilirdi.
Varaka, anlatılanları dikkatlice dinledi ve derin bir sessizlikten sonra konuşmaya başladı :
–Senin gördüğün, Allah’ın Musa Peygambere de gönderdiği Cebrail adlı melektir. Keşke genç olsaydım, keşke insanların seni zorla yurdundan çıkaracağı günlerde yanında olabilseydim, dedi.
Hatice ile Hazreti Muhammed (sas.) göz göze geldi. Hazreti Muhammed’in (sas.) yüzünde daha önce hiç görülmemiş bir tedirginlik vardı. Üzüntülü bir sesle:
–Beni Mekke’den çıkaracaklar mı , diye sordu.
Varaka:
–Evet! Çünkü senin getirdiğini getiren bütün peygamberler yurtlarından çıkarmışlardır. Eğer o zamana kadar yaşarsam mutlaka sana yardım ederim, dedi.
Hazreti Muhammed (sas.), bu konuşmalardan sonra biraz olsun rahatlamıştı. Eşi Hatice ona inanmış ve güvenmişti. Onun güvenine her zaman ihtiyacı vardı.
Varaka çok önemli şeyler söylüyordu. Hazreti Muhammed (sas.), bunları anlamaya çalıştı. Yeni bir görevle Karşı karşıya olduğu açıktı. Artık o, Yüce Allah tarafından görevlendirilmiş bir peygamberdi. Kırk yaşındaydı. İnsanları doğru yola çağıracak ve kötülüklerle mücadele edecekti.
:037::037::037:
Hazreti Muhammed’e (sas.) Kur’an’ın ilk ayetlerini okuduğunda Hazreti Hatice, “Kimse inanmazsa ben İnanırım.” dedi. “Şimdi bana kim inanır?” diyen Hazreti Muhammed’in (sas.) omuzundaki yük biraz olsun hafiflemişti. Çünkü ona bir insanın kaldırabileceği en ağır sorumluluk yüklenmişti. Hazreti Muhammed (sas.), Hazreti Hatice gibi güvenilir, sadık ve anlayışlı bir eşin desteğiyle vahyin ilk sıkıntılı günlerini aşmıştı .
Yeni dini ilk kabul edenler, sevgili eşi Hazreti Hatice ve amcasının oğlu ve henüz küçük bir çocuk olan Hazreti Ali idi. Peygamberimiz, ailesi ile birlikte gizli gizli Yüce Allah’a ibadet etmeye başladı. Bir taraftan da Mekkelileri gizlice İslâm’a davet ediyordu. İnsanları dine davet ederken sıkıntılarla karşılaşıyor, hakarete uğruyordu. Bütün bunlara rağmen kendisine inananlar birer ikişer çoğalıyordu.
Çağrı Yayılıyor
Yüce Allah, Peygamberimizden yakınlarını uyarmasını istedi. Bunun üzerine bütün akrabasını çağırarak onlara bir ziyafet verdi. Yemekten sonra, onları islâm’a davet etti.
Peygamberimizin amcası Ebu Leheb, buna sert tepki gösterdi ve “Akrabasını böyle kötü bir şeye davet eden başka kimse görmedim!” dedi. Bunun üzerine herkes dağıldı. Peygamberimiz kararlıydı ve ertesi gün yeni bir davet verdi. Bu toplantıda, Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini, kendisinin onun son peygamberi olduğunu anlattı. Allah’ın kendisine yükledi¤i bu yüce görevi kusursuz bir şekilde yerine getirmek istiyordu.
Sevgili Peygamberimiz, yakınlandan sonra çağrısını bütün Mekke halkına duyurmak istiyordu. Mekke meydanına gelerek yüksekçe bir yere ç›kt› ve “Kureyşliler!” diye seslendi. Sesi duyanlar toplanmaya başladı. Peygamberimiz onlara: - Şu dağın arkasında düşman var ve şimdi size saldıracak dersem bana inanır mısınız, diye sordu.
Onlar da hep bir ağızdan:
–Evet! Biz senin yalan söylediğini daha önce hiç duymadık, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle dedi:
–Allah’a yemin ederim ki bir gün öleceksiniz ve yine bir gün dirilip bütün yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.
İyiler için cennet, kötüler için de cehennem vardır. Ben sizi kıyamet gününün zorluklarına karşı uyarmakla görevlendirildim. Allah’ın birliğine ve benim peygamber olduğuma inananlar bu günün zorluklarından kurtulacak, inanmayanlar ise büyük bir sıkıntı çekecektir. Bu çağrıda bana yardım etmeye hazır mısınız?
Meydanda toplananlar bu çağrı karşısında şaşırdılar. Ebu Leheb, burada da düşmanlığını gösterdi ve yerden aldığı taşı Sevgili Peygamberimize fırlattı:
–Bu saçma sapan şeyleri söylemek için mi bizi buraya topladın, diye bağırdı .
Peygamberimiz, bu toplantılardaki çağrısına olumlu bir cevap alamasa da bütün Mekkelilere İslâm'ın yüce çağrısını duyurmuş oldu.
Erkam'ın Evi
Hattab oğlu Ömer, cesur ve yiğit biriydi. Kimse karşısına çıkmak istemez, onu gören yolunu değiştirirdi. Hazreti Muhammed’in (sas.) peygamberliğini
ilân ettiğini duymuş ve onu öldürmeye karar vermişti.
Yolda Nuaym’a rastladı. Nuaym Müslüman olmuştu, ancak bunu gizliyordu. Ömer’i kızgın bir şekilde görünce:
–Nereye böyle, diye sordu. Ömer:
–Muhammed’i öldürmeye gidiyorum, dedi. Nuaym telâşla:
–Vallahi zor bir işe girişmişsin, dedi. Hazreti Muhammed’i (sas.) korumak ve Ömer’i yolundan çevirmek için:
–Sen onu bırak da enişten ve kız kardeşine bak! Onlar da Müslüman oldular, dedi. Bunu duyan Ömer’in kızgınlığı iyice arttı. Hışımla eniştesinin evine yöneldi.
Evin önüne geldiğinde içeride bir şeylerin okunduğunu duydu. Biraz dinledikten sonra eniştesi ve kız kardeşinin Müslüman olduklarını anladı. Ansızın içeri girdi.
Eniştesi ve kız kardeşi daha ne olduğunu anlamadan onların her birini evin bir köşesine fırlattı. O kadar sinirlenmişti ki onları öldürmek için kılıcına sarıldığı anda kanlar içinde kalan kız kardeşi, ağlayarak şöyle haykırdı:
–Ömer, Allah’tan kork! Sen de duy ki, biz Müslüman olduk. Ne yaparsan yap, bizi dinimizden vazgeçiremezsin.
Biz asla dinimizden dönmeyeceğiz, dedi.
Ömer, kız kardeşinin bu cesur çıkışı karşısında şaşkına dönmüştü. O kim oluyordu da Ömer’e karşı geliyordu. Bir an duraksadı ve olanlara bir anlam veremedi.
Kılıç tutan elinin titrediğini hissetti. Oturdu ve bir müddet düşündü. Sonra kız kardeşine ne okuduklarını sordu. Kız kardeşi, Ömer’in öfkesinin azaldığı görünce okudukları ayetleri getirdi.
Kız kardeşi ve eşi, şaşkınlıkla Ömer’i izliyordu.
Ömer, Kur’an ayetlerini okumaya başladı. Okudu...
Okudu... Okuduklarından etkilenmişti. O, hırçın Ömer gitmiş, yerine farklı bir Ömer gelmişti. Sonra Erkam’ın evini sordu. İçinde garip duygularla oraya doğru yürümeye başladı.
Hazreti Muhammed (sas.), Allah’a iman edenlerin sayısı azken, dikkat çekmeden toplanabilecekleri bir yer arıyordu. Erkam’ın evi gözden uzak sayılırdı. Sevgili Peygamberimiz, arkadaşlarıyla burada toplanıyordu. Nuaym, koşarak Erkam’ın evine geldi. Ömer’in Peygamberi öldürmek istediğini orada bulunanlara anlattı.
Evdeki herkes, canları pahasına da olsa Peygamberimizi korumak için kılıçlarını çekmiş onu bekliyordu.
Ömer, Erkam’ın evine geldiğinde derin bir sessizlik vardı. İçeri girdi ve Peygamberimizle görüşmek istediğini söyledi. Peygamberimiz, onun yanına gelmesini istedi. Ömer, yavaş adımlarla Peygamberimizin yanına yaklaştı , diz çöktü ve ağzından şu sözcükler döküldü:
–Lâilâhe illallah, Muhammedün Rasulullah (Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed onun elçisidir). Erkam’ın evinde bulunan herkesin şaşkın bakışları arasında Ömer Müslüman olmuştu.
Hazreti Ömer’in Müslüman olması, inananların gücüne güç katmıştı. Artık Müslümanlar, dinlerini gizleme ihtiyacı duymuyordu. Topluca Kâbe’ye gidip namaz kıldılar. Gün geçtikçe sayıları hızla çoğalıyordu.
Erkam’ın evine sığmaz oldular.
İslâm’ın çağrısı , Mekke dışındaki insanlara da ulaştırılmalıydı. Bunun için Peygamberimiz, Mekke dışındaki kabileleri dolaşmaya başladı. Gittiği yerlerde bazen iyi karşılanıyor, bazen de olmadık hakaretlere uğruyordu. Bütün olumsuzluklara rağmen Peygamberimiz, yılmadan, ümitsizliğe kapılmadan islâm’ın çağrısını insanlara duyurmak için çaba gösteriyordu.