Ayetül Kübra - Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammediv ve alê êlihi vesahbihi ecmain alê rasulüne salevât

KÂİNATTAN HÂLIKINI SORAN BİR SEYYAHIN MÜŞAHEDATIDIR.

Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir,
gözünü açıp baktıkça görür ki:

Gayet keremkârane bir ziyafetgâh
ve gayet san'atkârane bir teşhirgâh
ve gayet haşmetkârane bir ordugâh ve talimgâh
ve gayet hayretkârane ve şevk-engizane bir seyrangâh ve temaşagâh
ve gayet manidarane ve hikmet-perverane bir mütalaagâh olan
bu güzel misafirhanenin sahibini
ve bu kitab-ı kebirin müellifini
ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için
şiddetle merak ederken;

O seyahat-ı fikriyeye alışan o mütefekkir misafire,
küre-i arz lisan-ı haliyle diyor ki:

"Gökte, fezada, havada ne geziyorsun?
Gel, ben sana aradığını tanıttıracağım.
Gördüğüm vazifelerime bak ve sahifelerimi oku!"

O da bakar görür ki:
Arz meczub bir mevlevî gibi iki hareketiyle;
günlerin, senelerin, mevsimlerin husulüne medar olan bir daireyi,
haşr-i a'zamın meydanı etrafında çiziyor.
Ve zîhayatın yüzbin enva'ını bütün erzak ve levazımatlarıyla içine alıp
feza denizinde kemal-i müvazene ve nizamla gezdiren ve güneş etrafında
muhteşem ve müsahhar bir sefine-i Rabbaniyedir.

Sonra sahifelerine bakar, görür ki:
Bablarındaki herbir sahifesi, binler âyâtıyla arzın Rabbini tanıttırıyor.

Umumunu okumak için vakit bulamadığından,
yalnız birtek sahife olan zîhayatın bahar faslında
icad ve idaresine bakar, müşahede eder ki:

Yüzbin enva'ın hadsiz efradlarının suretleri,
basit bir maddeden gayet muntazam açılıyor
ve gayet rahîmane terbiye ediliyor
ve gayet mu'cizane bir kısmının tohumlarına kanatçıklar verip,
onları uçurmak suretiyle neşrettiriliyor ve gayet müdebbirane idare olunuyor
ve gayet müşfikane iaşe ve gayet müşfikane iaşe ve it'am ediliyor.
ve gayet rahîmane ve rezzakane hadsiz ve çeşit çeşit ve lezzetli ve tatlı rızıkları,
hiçten ve kuru topraktan ve birbirinin misli ve farkları pek az ve kemik gibi köklerden,
çekirdeklerden, su katrelerinden yetiştiriliyor.

Her bahara, bir vagon gibi,
hazine-i gaybdan yüzbin nevi et'ime ve levazımat,
kemal-i intizam ile yüklenip zîhayata gönderiliyor.

Ve bilhassa o erzak paketleri içinde yavrulara gönderilen süt konserveleri
ve vâlidelerinin şefkatli sinelerinde asılan şekerli süt tulumbacıklarını göndermek,
o kadar şefkat ve merhamet ve hikmet içinde görünüyor ki,
bilbedahe bir Rahman-ı Rahîm'in gayet müşfikane ve mürebbiyane
bir cilve-i rahmeti ve ihsanı olduğunu isbat eder.

Sonra o mütefekkir yolcu
her sahifeyi okudukça saadet anahtarı olan imanı kuvvetlenip
ve manevî terakkiyatın miftahı olan marifeti ziyadeleşip
ve bütün kemalâtın esası ve madeni olan iman-ı billah
hakikatı bir derece daha inkişaf edip manevî çok zevkleri
ve lezzetleri verdikçe onun merakını şiddetle tahrik ettiğinden;
sema, cevv ve arzın mükemmel ve kat'î derslerini dinlediği halde
"Hel min mezîd" deyip dururken,
denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekâ
denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekârane cûş u huruşla zikirlerini
ve hazîn ve leziz seslerini işitir.

Lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile:
"Bize de bak, bizi de oku!" derler.

O da bakar, görür ki
Hayatdarane mütemadiyen çalkanan
ve dağılmak ve dökülmek ve istilâ etmek fıtratında olan denizler,
arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet sür'atli bir surette
bir senede yirmibeş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde;
ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki toprağa tecavüz ederler.

Demek gayet kudretli ve azametli bir zâtın emriyle
ve kuvvetiyle durur gezerler, muhafaza olurlar.

Sonra denizlerin içlerine bakar, görür ki:
Gayet güzel ve zînetli ve muntazam cevherlerinden başka
binlerce çeşit hayvanatın iaşe ve idareleri ve tevellüdat
ve vefiyatları o kadar muntazamdır;
basit bir kum ve acı bir sudan verilen erzakları
ve tayinatları o kadar mükemmeldir ki,
bilbedahe bir Kadîr-i Zülcelal'in,
bir Rahîm-i Zülcemal'in idare ve iaşesiyle olduğunu isbat eder.

Sonra o misafir, nehirlere bakar, görür ki: .
Menfaatleri ve vazifeleri ve vâridat ve sarfiyatları
o kadar hakîmane ve rahîmanedir; .
bilbedahe isbat eder ki, bütün ırmaklar, pınarlar, çaylar, büyük nehirler,
bir Rahman-ı Zülcelali Ve-l İkram'ın hazine-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar.
Hattâ o kadar fevkalâde iddihar ve sarfediliyorlar ki,
"Dört nehir Cennet'ten geliyorlar." diye rivayet edilmiş.
Yani; zahirî esbabın pek fevkinde olduklarından,
manevî bir cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî
ve tükenmez bir menbaın feyzinden akıyorlar demektir.

Meselâ:
Mısır'ın kumistanını bir cennete çeviren Nil-i Mübarek;
cenub tarafından, "Cebel-i Kamer" denilen bir dağdan
mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor.

Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, o dağdan daha büyük olur.
Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısmından bir kısım olmaz.

Vâridatı ise; o mıntıka-i harrede pek az gelen
ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur,
elbette o müvazene-i vasiayı muhafaza edemediğinden,
o Nil-i Mübarek âdet-i arziye fevkinde bir gaybî cennetten çıkıyor diye rivayeti,
gayet manidar ve güzel bir hakikatı ifade ediyor.

Sonra dağlar ve sahralar, seyahat-ı fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar,
"Sahifelerimizi de oku!" diyorlar.

O da bakar, görür ki:
Dağların küllî vazifeleri ve umumî hizmetleri o kadar azametli ve hikmetlidirler;
akılları hayret içinde bırakır.

Meselâ: Dağların zeminden emr-i Rabbanî ile çıkmaları
ve zeminin içinde, inkılabat-ı dâhiliyeden neş'et eden heyecanını
ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek;
zemin o dağların fışkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip,
zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup, vazife-i devriyesinde
sekenesinin istirahatlarını bozmuyor.

Demek nasılki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve müvazenelerini muhafaza için
onların direkleri üstünde kurulmuş;

Öyle de dağlar, zemin sefinesine bu manada hazineli direkler olduklarını,
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan çok âyetlerle ferman ediyor.


Erhamürrâhimîn'den rahmet kapılarını bize açmasını


ve şu Sözün tekmiline tevfikini refik eylemesini niyaz ile,


kusurumuzun ve hatamızın afvını taleb ile hatmediyoruz.


Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha..

21.30'da sohbet kanalında yapılan derstir.
Muhabbeti Bakiye
 
Üst