Açıklamalı - 4. Şua-4.Mertebe-i Hasbiye

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm,

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât

Üstad çok ayetlerin tefsirlerini yapmış çok konuları irdelemiş ve çok konulara
ışıkların tutulmasına vesile olmuş.

Kur'an ı kendisine tek rehber seçip
Her ne yaşadıysa kendisini Allah’a teslim etmiş.
Ve her derdine deva yine o ayetler arasından süzülmüş.
Dördüncü Şu’ da da yine bu hallerinden birini anlatır.
Ve nasıl kapılar açılmış nasıl dermanlar buldurulmuş onları paylaşır bizimle


DÖRDÜNCÜ ŞUÂ


Dördüncü Şua’da "HASBUNALLAHU VE NİMEL VEKİL" ayetinin nasıl bir şifa,
nasıl bir nur olduğunu mertebeler halinde anlatılıyor.


İHTAR:
Risale-i Nur, sair kitaplara muhalif olarak, başta perdeli gidiyor;
gittikçe inkişaf eder.
Hususan bu risalede Birinci Mertebe çok kıymettar bir hakikat olmakla beraber
çok ince ve derindir.


Hem bu Birinci Mertebe, bana mahsus gayet ehemmiyetli bir
muhakeme-i hissî ve gayet ruhlu bir muamele-i imanî
ve gayet gizli bir mükâleme-i kalbî suretinde,
mütenevvi ve derin dertlerime şifa olarak tebarüz etmiş.
Bana tam tevafuk eden tam hissedebilir.
Yoksa tam zevk edemez...

Risale okumaktaki devamlılığın ne kadar çok vurgulandığını hepimiz biliriz.
Ve okumalarımızın her seferinde başka başka anlamlar çıkarırız
Bunu üstad kendisi de ifade ediyor.


DÖRDÜNCÜ MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE

Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet gibi vücudumu sarsan ârızalar
bir gaflet zamanıma rast gelip,
şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vücudum belki
mahlûkatın vücutları ademe gidiyor diye, elîm bir endişe verirken,
yine Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim.
Dedi: “Mânama dikkat et ve iman dürbünüyle bak.”

Ben de baktım ve iman gözüyle gördüm ki,
bu zerrecik vücudum hadsiz bir vücudun âyinesi
ve nihayetsiz bir inbisatla hadsiz vücutları kazanmasına bir vesile
ve kendinden daha kıymettar, bâki, müteaddit vücutları meyve veren
bir kelime-i hikmet hükmünde bulunduğunu
ve mensubiyet cihetiyle bir an yaşaması ebedî bir vücut kadar kıymettar olduğunu
ilmelyakîn ile bildim.

İhtiyarlık,
Gurbet,
Hastalık,
Mağlubiyet zamanlarından bir zamanda,
Bir dalgınlık anında sanki vücudum kayboluyor, vücutla ben de kayboluyorum
Hatta bütün mevcudatta ademe gidiyor diye düşündüğüm anda diyor Üstad

Yine bu ayet ona diyor ki bana bak anlamıma dikkat et beni oku…
Ve tefekkür penceresi inayet-i ilahi ile açılıyor.

Ve bakıyor ki;
Vücudumuz zerrelerden oluşmuş ve aslında evrene göre biz de bir zerre kadarız.
Dünya üzerinde nohut tanesi kadar bile bir yer kaplamıyorken
Güneş sistemini kainatı düşünsek yok gibiyiz.
Bizim vücudumuzda bir hücre içindeki atom ne kadarsa
Kainat nazarında insan vücudu ondan daha da küçük…
Ama bu küçük zerreler birleşince, bir bütüne mensub olunca ne kadar büyük oluyor.
Ve ne kadar ehemmiyetli oluyorlar.

Bir kelebek kozadan çıkar bir gün yaşar ve ömrü biter.
Ama o kelebek var olması ile bu kainat içinde bir bütüne aza olduğu için
aslında sonsuzluk kazanır.
Bizim gördüğümüz bir kelebek resmedilir ve hafızamıza yazılır misal.
Ve biz var oldukça o kelebek bizimle birlikte var olur.


Çünkü, şuur-u imanla bu vücudum
Vâcibü’l-Vücudun eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla,
vahşî evhamın hadsiz karanlıklarından
ve hadsiz mufarakat ve firakların elemlerinden kurtulup
mevcudata, hususan zîhayatlara taallûk eden ef’âlde,
esmâ-i İlâhiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla
münasebet peydâ ettiğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde
daimî bir visâl var olduğunu bildim.

Malûmdur ki, karyeleri ve şehirleri ve memleketleri veya taburları
ve kumandanları ve üstadları gibi
rabıtaları bir olan adamlar sevimli bir uhuvvet ve dostâne bir arkadaşlık hissederler.
Ve bu gibi rabıtalardan mahrum olanlar daimî, elîm karanlıklar içinde azap çekiyorlar.

Birisiyle karşılaşsak ve nerelisin diye sorsak,
O kişi bizim doğduğumuz yerde doğmuşsa
Vay hemşerim der hemen bir sıcaklık yakınlık hissederiz değil mi?
Biz o doğduğumuz şehre hiç gitmemiş olsak ya da o kişi oraya hiç gitmemiş olsa bile,
Bu güne kadar hiç karşılaşmamış olsak bile bir ortak nokta bizi yakınlaştırıverir.

Hem bir ağacın meyveleri, şuurları olsa,
birbirinin kardeşi ve birbirinin bedeli
ve musahibi ve nâzırı olduklarını hissederler.
Eğer ağaç olmazsa veya ondan koparılsa,
o meyveler adedince firakları hissedecek.


İşte imanla, imandaki intisapla, her mü’min gibi,
bu vücudum dahi hadsiz vücudların firaksız envârını kazanır;
kendisi gitse de, onlar arkada kaldığından kendisi kalmış gibi memnun olur.

Tanımadığımız bilmediğimiz bir ülkede yanımızdaki adam
Su içerken besmele çekse anlarız ki o kişi müslümandır.
Bizim kardeşimizdir ve yalnızlık biter.
İman-ı külli olarak düşünürsek
İman etmiş her insan o büyük şemsiye altında birliği yaşar.
Ömrü hayatımızda görmediğimiz bilmediğimiz bir insan
İlk karşılaşmada kardeşten yakın olur.

Bizi iman çatısında buluşturan Rabbimize hamdü senalar olsun…


Bununla beraber, Yirmi Dördüncü Mektup’ta tafsilen kat’î ispat edildiği gibi,
her zîhayatın, hususan zîruhun vücudu bir kelime gibidir.
Söylenir ve yazılır, sonra kaybolur.
Fakat kendi vücuduna bedel ikinci derecede vücutları sayılan hem mânâsı,
hem hüviyet-i misaliyesi ve sûreti, hem neticeleri, hem mübarek ise sevabı,
hem hakikati gibi çok vücutlarını bırakır, sonra perde altına girdiği gibi;
aynen öyle de, bu vücudum ve her zîhayatın vücudu, zâhirî vücuttan gitse,
zîruh ise hem ruhunu, hem mânâsını, hem hakikatını, hem misalini,
hem mahiyet-i şahsiyesinin dünyevî neticelerini
ve uhrevî semerelerini, hem hüviyet ve suretini hafızalarda ve elvâh-ı mahfuzada
ve sermedî manzaraların film şeritlerinde ve ilm-i ezelînin meşherlerinde
ve kendini temsil eden ve bekà veren fıtrî tesbihatını defter-i a’mâlinde
ve esmâ-i İlâhiyenin cilvelerine ve mukteziyatlarına fıtrî mukabelelerini
ve vücudî âyinedarlıklarını daire-i esmâda ve daha bunlar gibi
zâhirî vücudundan daha kıymettar müteaddit mânevî vücutlarını kendi yerinde bırakır,
sonra gider; ilmelyakîn sûretinde bildim.


Yazarlar kitap yazar ve arkasına bir eser bırakmanın sevincini yaşar.
Ressam resim yapar,
Mühendis makinasını tasarlar her işin erbabı kendi işinde bir şey yapar.
Ve ben gideyim ama namım kalsın bu eserle yaşayayım uğraşısı içinde,
Kendisinden geriye birşeyler bırakmaya çalışır.

İşin dünyevi ciheti böyle iken halbuki biz varlığımızla bile
Aslında bir çok yerlerde izlerimizi bırakıyor ve sonsuzluk kazanıyoruz.
Her mevcut üzerindeki esmaya bakan yüzü ile o esmada sonsuz oluyor.
Onu gören onu duyan mevcutların zihinlerinde yer ediyor.
Onu sevenlerin yüreğinde yaşamaya devam ediyor.
Zahiri vücudu gitse bile alemi mana da alemi misalde yaşamaya devam ediyor.

Üstad başta hastalıkla ihtiyarlıkla mağlubiyetle bir anlık dalgınlıkla
Vücudunun ve tüm mevcudatın ademe gittiğini düşündüğünü
ama sonra bu ayetin manasında nasıl sonsuzluk bulduğunu ifade etmişti.


İşte iman ve imandaki şuur ve intisapla
bu mezkûr bâki, mânevî vücutlara sahip olunabilir.
İman olmazsa, bütün o vücutlardan mahrum olmakla beraber
zâhirî vücudu dahi onun hakkında ademe ve hiçliğe gider gibi zâyi olur.

Zahiri vücutlarımız eskise yitip gitse bile
İmanın sırrında bir olmanın ve sonsuzluğa varma reçetesi elimizde…


Allah sonsuz birliğimizi muhafaza eylesin bizi bir olmaktan mahrum etmesin inşallah…

Ya erhamerrahimin rasuli ekremin aleyhissalatu vesselan hürmetine
Bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak
Ve darı saadette o nun al ve ashabına ve o na be birbirimize komşu eyle.

Allah 'ım kur'anı kainatı ve nurları okumanın ve okuyup anlamanın
Ve anlayıp uygulamanın ve uygulayıp muhafaza etmenin önündeki engelleri aşmayı
Hepimize nasib et.


Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha


21.30’da sohbet kanalında işlenen derstir.
Muhabbet-i Bakiye
 
Üst