Açıklamalı Onbirinci Lem'a dersleri - İkinci ve Üçüncü Nükteler

Zuhr

Talebe
Bismillâhirrahmânirrahîm,


İkinci Nükte:
İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî(ra) demiş ki:

“Ben seyr-i rûhânîde kat‘-ı merâtib ederken, tabakat-ı evliyâ içinde en parlağını ve en haşmetlisini ve en letâfetlisini ve en emniyetlisini, sünnet-i seniyeye ittibâı, esâs-ı tarîkat ittihâz edenleri gördüm.
İmam-ı Rabbani hz.leri gibi buyukler beni İsrail'in nebileri gibidirler. Manevi alemlerin ahvalini, bazan dunyanın ahvalinden daha iyi bilirler

İbrahim Hakkı hz.leri ben semanın caddelerini tillonun sokaklarından iyi bilirim demesi gibi.


Bu buyuk zatlar, sadece hazır zamanın maneviyatını ve hizmet edenlerini görmezler, bazan mazide hizmet edenleride istikbalde hizmet edecekleride görürler. Bunlar arasında, istikamette gidenleri ve gitmeyenleri gördükleri gibi, istikamette gidenler arasındada en parlak kimler gidiyor onlarıda muşahede ederler.

Evet, insan hılkaten kainatın göz bebeği olduğu gibi, kainat insanın fiillerine gözlerini dikmiş bekliyor; adeta bir guzel amel işlesin bir onu resm edelim kaydedelim ve melekler arasında medar-ı bahs edelim. Elbette böylesini tum dikkatlerle haraketleri takib edilen insanların arasında maneviyat buyuklerinin hizmetleri daha parlak bir şekilme manevi alemlerin memnunane ve iftiharla medar ı bahisleridir ve takib edilmektedirler

Hz. Ustad'da Sikke-i Tasdik-i Gaybi s.22 civarında der ki;
Manevi bir muhaverede Risale-i Nur'un iman ve tevhid hususundaki kesretli tahşidatının sebebi nedir diye munazaralarını tamamen işittim, size bir hulasasını yazıyorum diyor; İmam-ı Rabbani Hazretleri böyle maneviyatı sinama gibi izleyenlerdendir ve hizmetinde sunnet i seniyeyi esas tutanları daha emniyette ve istikamette ve daha parlak gördum,Hatta o tabakanın âmî evliyâları, sâir tabakatın hâs velîlerinden daha muhteşem görünüyordu!” diyor.
Burası farklı şekillerde anlaşılabilir; mesela ehl-i sunnetin haricindede bazı evliyalar vardır bir kısım alevilerde olduğu ve onlar bir nevi meczubdurlar veya sahabeler tarikatle değil doğrudan hakikat mesleği ile gittiler. Tarikat kurbiyetin inkişafıyla giderken sahabeler akrebiyetin inkişafıyla gitmişlerdir. kurbiyetin en yukseği, akrebiyetin en duşuğune yetişemiyor şeklindede anlaşılabilir.

Beşinci mektubda Ustadımız İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ahir ömründe hakikat mesleğiyle hareket ettiğini söyluyor, acizane anladığım kurbiyet mesleğini bitirdiği veya bıraktığı akrebiyetin inkişafı mesleğine geçtiği anlaşılabilir.
Evet Müceddid-i Elf-i Sânî İmâm-ı Rabbânî(ra) hak söylüyor. Sünnet-i seniyeyi esas tutan, Habîbullâh’ın zılli altında makam-ı mahbûbiyete mazhardır.
Üçüncü Nükte:
Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığım bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gayet müdhiş ve ma‘nevî bir fırtına içerisinde akıl ve kalbim hakaik içerisinde yuvarlandılar. Kâh Süreyyâ’dan serâya, kâh serâdan Süreyyâ’ya kadar bir sukut ve suûd içerisinde çalkanıyorlardı.
Kardeşler Hazreti Ustad ve Ustad gibilerde kendilerini pür kusur görmek bir ihsan-ı ilahidir ve tam inayete sebebdir. Hazreti Ustad birinci said zamanında bidiuzzaman idi. 14 yaşında tum alimleri malub etmiş idi, ilmin izzeti onu haramlara yaklaştırmıyordu. Tüm islam kitablarını ezberlemişti ve istesem 3 günde Kur'an-ı Kerim'i ezberlerdim ama Kur'ana hurmeten 15 gunde ezberledim demiştir. Hazreti Ustad bu birinci saidden çıkıyor.

Dikkatini çekmek isterim 1.Dunya savaşında at ustunde her an şehid olmanın beklentisi halinde İşaratü'l-İ'caz tefsirini yazdırmıştır; toplar gulleler arasında, o halde nasıl bir ihlas olur insanda tahmin ediniz. O tam muhteşem ihlas o ortamdan sonra kısmen azalabilir belki ama

Risale-i Nur'un telifi başlangıncında İkinci Said devri başlamıştır ki; o harbdeki ıhlasın İkinci Said zamanında daima mevcud olması anlamınada gelir. Demek Risale-i Nur'a tam teslim olan imana Kur'an'a tam ihlas ile hizmetkar olabilir. Allah nasib etsin inşallah.


Bu izahı şunun için yaptım, sukut ve suud yani aşağılara yuvarlanmak ve vasatı terk etmek, hakiki manada bizim haytımızda var. Bazan haramlara girmemiz bizim sukutumuzdur, bazan kafamıza göre amelimizde bizim suudumuz yani ifradımızdır. Hazreti Ustadı kendi makamına göre yorumlamak lazım bizimle karıştırmamak lazım. Hiç gunah işlemeyen muhafaza edilen bir zatın sukutu nasıl olur ona göre yorumlamak lazım yoksa bizim gibi sanmak hata olur.
İşte o zaman müşâhede ettim ki, sünnet-i seniyenin mes’eleleri, hatta küçük âdâbları; gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümâtlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum.
Hem o seyâhat-i rûhiyede çok tazyîkat altında, gayet ağır yükler yüklenmiş bir vaz‘iyette kendimi gördüğüm zamanda, sünnet-i seniyenin o vaz‘iyete temas eden mes’elelerine ittibâ‘ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. Bir teslîmiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, “Acaba böyle hareket hak mıdır, maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çekse idim, bakıyordum, tazyîkat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümâtlı. Ne vakit sünnete yapışsam; yol aydınlanıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyîkat kalkıyor gibi bir hâlet hissediyordum.

İşte o zamanlarda İmâm-ı Rabbânî’nin hükmünü bilmüşâhede tasdîk ettim.
Evet İmam-ı Rabbani hz.lerinin hukmunu böyle anlamak ve yorumlamak lazımdır, hayatımızın her anında sunneti tercih etmek. İş kururken eşler arası munasebetin ölçüsünde, çocuk terbiyesinde, ibadet ederken, hatalara duşmemenin çaresi sunnettir. Bazıları mesleğinin virdini o derece yuksek görur ki; farzı acele kılar, virdine koşar. Halbuki o virdin milyonlar kat fazla menfaati o bir farzda var. Demek sunnet-i seniyenin herbir dusturu ve emri insanı acabalardan kurtarır, tereddudlerden kurtarır, ifrad ve tefridden kurtarır.

Had-ı vasata kavuşturur rahat ı kalb ve huzur ile bir maddi ve manevi hayat geçirir Elhamdulillah


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
el Fatiha



 
Üst