Açıklamalı - 25.Söz-Üçüncü Şua-İkinci Cilve

Ukbaa

Well-known member
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât

Bir kitapki içine insan girmiş
Bir kitapki içine dünya girmiş
Bir kitapki içine ay güneş yıldızlar gezegenler girmiş…

Yakın geçmiş yakın gelecek
Uzak geçmiş uzak gelecek
Bu kadar çok bilgi bu
606 sayfa içine sığıştırılmış

Böyle bir iddia ile oraya çıkıyor kur'an-ı kerim
Ne ararsanız bende bulabilirsiniz diyor.

Bana benzeyen başka da bir kitap bulamazsınız.
Arasanız yoktur yazmak isteseniz yazamazsınız.

İsterseniz deneyin.
Bütün alimlerinizi toplayın.
Geçmişte gelecekte kim varsa hepiniz toplanın.
Hadi benim gibi bir kitap olmasın içinde bir sure olsun.
Hadi o olmadı bir 10 ayet olsun.
Hadi o olmadı bir ayet.
O da olmadı bir harf yazın.
Bendeki harf gibi bir harf yazın.
Asırlardır bunu iddia ediyor.
İnanana inanmayana haykırıyor, meydan okuyor.
Ve kimse çıkıp karşısında birşey diyemiyor.

Oradaki bir harf nedir ki ?
Biz de yazıyoruz
Bende yazıyorum şimdi.
Ama o kitap içindeki bir harfle kıyaslasak
O kitap ki içindeki her şey kainatla, geçmişle, gelecekle ilgili.
Ve içindeki her şey her sayfa her ayet her harf, bir işaret bir anahtar bir kapı
Oradaki külli anlamları yüklenebilecek başka bir harf var mı ?
Yok ..

Olsa bu zaman kadar bulunurdu ki ilk çıktığı zamanları düşünelim.
O devri ve o insanları, bu ayetlerin meydan okuduğu kabileleri
Saltanatları sallanıyor.
Hükümranlıkları tehlikede, menfaatleri tehlikede…
Böyle bir ortamda güç sahibi olan kavim kendisine zıt giden bir insanı
Bir kitabı yerle bir etmek, ona karşı koymak onun gücünü tüketmek için
Bu kitaba tabi olanlara savaş açmış
Neden savaş açsın ki ?
Madem bir sözdür, daha iyisini söylesin, konu kapansın.
Ama söylenememiş…
Tamam söylenemedi, bunu savunan bir insan var.
O zaman o insan susturulsun ki denemişler.
Mecnun denmiş şair denmiş.
Ama susturulamamış.

Bir insan… amma tüm kainatın sahibinden gücünü alan bir insan…
Koca kavimlere devrin en büyük güçlerine karşı ayakta kalmış.
Ve o kitap kendisinden hiç bir şey kaybetmemiş.

Üstad 25. Sözde
Kur'an a dair mucizeleri bir biri ardına sıralarken bir yerde diyor ki:


Kur'an Her asırda taze nazil oluyor gibi, tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor.
Evet, Kur’ân, bir hutbe-i ezeliye olarak, umum asırlardaki
umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitap ettiği için,
öyle daimî bir şebâbeti(gençlik,tazelik) bulunmak lâzımdır.
Hem de öyle görülmüş ve görünüyor.

Her bir asırda her bir zamanda ve her zeminde Kur'an sanki yeni iniyormuş gibi
Gençliğini tazeliğini korumaya devam ediyor.
İnsanın aklı almıyor.
Nasıl olur?
Aklımızın almadığı bir mucizedir işte.
Bilimin her bulduğu Kur'an asırlar öncesinden haber vermiş


Hattâ, efkârca muhtelif ve istidatça mütebayin asırlardan,
asra göre, güya o asra mahsus gibi bakar, baktırır ve ders verir.
Beşerin âsâr ve kanunları, beşer gibi ihtiyar oluyor,
değişiyor, tebdil ediliyor.
Fakat Kur’ân’ın hükümleri ve kanunları o kadar sabit ve rasihtir ki
asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor.

Bir anayasa yazılıyor.
Aradan on sene geçince hop değişiyor
Bir kanun yazılıyor. Aradan bir sene geçiyor.
Bakmışsın ortama uygunluğu kalmamış, değişmiş.
Ama bugün biz kur'an ı açıp bakıyoruz.
Ondört asır önce orada insanların idaresi için ne söylenmişse
İnanın mahiyeti ilişkileri için ne söylenmişse bugün yine o hükümler geçerli.
Yine uygulasak yine aynı mükemmel sonuçları alıyoruz.

Gençlerin sorunları diye bir sürü psikolog bir sürü sosyolog bir sürü kitaplar yazılmış.
Aile içi sorunlar ile ilgili bir sürü farklı fikirler ortaya atılmış.
Bir dönem uygulanmış ama tutmamış değişmiş
Ama kur'an da verilen kurallar çerçevesinde yaşamaya başlayınca
İnsan kendisindeki değişimi iyileşmeyi güzelleşmeyi de görüyor.
Ailesindeki etkileri de…
Ve her alanda tazeliği devam ediyor ve edecek…

Birinci Sözden tâ Yirmi Beşinci Söze kadar olan muvazeneler
ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler,
iki kere iki dört eder derecesinde,
medeniyete karşı Kur’ân’ın i’câzını ve galebesini ispat eder.

Medeniyet-i hazıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-i istinadı
“kuvvet“ kabul eder. Hedefi “menfaat“ bilir.
Düstur-u hayatı “cidal“ (mücadele) tanır.
Cemaatlerin rabıtasını “unsuriyet ve menfi milliyet“ bilir.
Gayesi, hevesât-ı nefsaniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi (insanın istekleri)
tezyid etmek için bazı “lehviyattır. (haram eğlenceler, oyunlar)

Halbuki, kuvvetin şe’ni, tecavüzdür.
Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır.
Düstur-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır.
Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür.


Kuvvettin özelliği haddi aşmak
Menfaatin özelliği - herkesin kendi menfaati düşünülürse - istekler bitmeyeceği için boğuşmak
Mücadele prensibi çarpışmak

Günümüz medeniyetinde kabul gördürülmeye çalışılan özellikler bunlar.
Bunlara göre kurallar konuyor, ekonomisinden siyasetine, yönetimine kadar
Bu prensipler çevresinde kanunlar kurallar hazırlanıyor.
Ama her birisinin özelliği zaten aciz zaten fakir zaten hasta olan insanı
Daha da hasta daha da aciz daha da mutsuz yapacak özelliklere sahip.


İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber,
beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip
seksenini rahatsızlığa, sefalete atmıştır.

Bazı konularda iktidar sahibi güç sahibi olan yüzde yirmilik kesim dışında
Kalan mazlumun sefalete atılmasına sebep olmuş.


Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı,
kuvvet yerine “hakkı“ kabul eder.
Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi“ kabul eder.
düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü“ esas utar.
Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü“ esas tutar.
Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine,
“rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî“ kabul eder.

Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip
ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir
ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir.

Yaşadığımız her sorunu ne kadar güzel çözümlüyor.
Amaçları hedefleri düzenleyip, dayanak noktalarını değiştirip
Her bir probleme kesin çözümler sunuyor.


Hakkın şe’ni ise ittifaktır.
Faziletin şe’ni, tesanüddür.
Teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir.
Dinin şe’ni, uhuvvettir, incizaptır.
Nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla
serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.


Hakkın özelliği birlik
Güzel ahlakın özelliği dayanışma
Yardımlaşmanın özelliği birbirinin derdini dinleyip yardımına koşma
Nefsi emmarenin kötü isteklerin önüne geçmek,
Saadet-i ebediye düşüncesi ve iman ile oluyor.


İşte, medeniyet-i hazıra, edyân-ı sâbıka-i semâviyeden,
bahusus Kur’ân’ın irşâdâtından aldığı mehâsinle beraber,
Kur’ân’a karşı böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.

Hazır medeniyetler islamdan önceki dinlerden bazı güzel özellikler almış
Olmasına rağmen yinede Kur'an hakikatlerinin karşısında
Bu güzel düsturları karşısında mağlub olmuşlar yenik düşmüşler.
Yine daha iyisini bulamamışlardır.
Koydukları hedefler yine çürük çıkmış,
İnsanı mutlu huzurlu yaşatacak dedikleri kurallar kanunlar yine erimiş,
Yanlışları bulunmuş ve dayanamamışlardır.

Zerresinden güneşine her mevcut kendi düzenini Kur'an da anlatıldığı hükümler altında kurmuşken
insan kendisini büyük bilip kendine yeni kurallar edinmeye çalışıyor.
Yeni hayat tarzları belirlemeye çalışıyor.

İlginç …
Bir makinenin bile kullanma kılavuzunu okuyoruz.
Okumasak özelliklerini tam kullanamıyoruz, bozuyoruz.
Ama kendi kullanma kılavuzumuzu
Kainatın kullanma kılavuzunu okumak zor geliyor.
Ona uygun çizgiler çizmek zor geliyor.

Allah bizi gafletten dalaletten korusun.
Allah hepimizin ömrünü hizmeti Kur'an a hizmetdar eylesin.
Onun düsturlarından dışarı çıkmayan seçkin kullarından eylesin.

Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha

21.30'da sohbet kanalında işlenen derstir.
Muhabbet-i Bakiye
 
Üst