Risale-i Nur Çocuklara Nasıl Anlatılır?

Kýrýk Testi

Well-known member
“Küçüklüğünde iman dersi almayan bir çocuk, daha sonra pek zor bir şekilde iman ve İslâmın esaslarını ruhuna sindirebilir. Bu, bir gayr-i Müslimin İslâmiyeti kabul etmesi kadar zor olur” demiştir

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri.
Zaman imanı kurtarmak zamanı olduğuna göre;buna bebeklikten hatta anne rahminden başlanmalıdır. Çocuklar küçük dünyalarında büyük işler başarabilirler. Ahir zamanda kuvvetli bir imana sahip olmak için de bunu Risale-i Nurlarla başarılabilir.


Herkesin –özellikle bayanların- çocuklara nasıl hitap edeceğini öğrenmesi gerekir.

Umarım okuyanlara da faydalı olur.İnsanlığa faydalı nesiller yetiştirebilme ümidiyle…

A) Bediüzzaman ve Çocuk

“Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir filozofla konuşmaktan aşağı değildir” der Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri.[1] Filozofla konuşabilmek üstün bir zekâ, kıvrak düşünebilme yeteneği, iyi bir genel kültüre sahip olma becerisi gerektirir. Çocuklarla konuşurken çocukça tabirler kullanılarak onların seviyesine inilmesi gerektiğini, onların özel davranılması gereken varlıklar olduğunu risalelerinde her fırsatta tekrarlar. Çocuk psikolojisinin temelinde de çocukların seviyesine inebilmek, onlarla aynı dili konuşabilmek yatar.


Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerini incelediğimizde çocuklardan bahsederken her fırsatta onların nazik, nazenin, nazlı yavrular olarak nitelendirildiğine şahit oluruz. Risalelerde çocukları özellikle ele almış, onların şefkat beklediklerini, dünyanın ürkütücü hâllerinde nazik ruhlarına iman çekirdeği yerleştirmekle, huzur bulup yeteneklerini geliştireceklerinden bahsetmiştir. Eğer insan sadece fizikî görünüşünden oluşsaydı ona bilgi, görgü ve hayatın çeşitli eğlenceleri yetecekti. İnsan olmanın gereği olarak bu masum çocuklar ilerde hayatın türlü zorluklarına katlanacaklar, küçük kalplerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük amaçlar taşıyacaklar. Bu durumda dayanma noktalarının ve yardım isteyecekleri bir yerin olması gerekir. Bunu çocuğuna veremeyen bir anne-baba onu manevî olarak öldürmüş gibidir. Bu manalar, günümüzde çocuğunu en güzel şeylerle yedirip, içirip giydirip bununla çocuğunu tatminsizliğe itmiş ailelere güzel bir mirastır. Risalelerde çocuk kıymetini bulmuş özel bir yere konmuş, ihtiyaçlarından bahsedilmiş, sevgi ve şefkat konusuna lâyık olduğu değer verilmiştir.

Eserlerinde, insanların çocukla ilgili olarak akıllara gelebilecek önemli bazı soruların cevapları da verilmiştir. Çocukların başına gelebilecek bazı hastalıkların onlar için zulüm olmadığı aksine dünyanın zorluklarına karşı antrenman yerine geçeceğini, anne-babasının sevap kazanacağını söyleyerek onları rahatlatmıştır. Çocuğun günahsız olması sebebiyle ilerde işleyebileceği büyük günahlara kefaret olacağı, manevî ilerlemesine de yararları bulunacağı belirtilmiş, annesinin o anki şefkat ve üzüntülerinin annenin lehine işleyeceğine yer verilmiştir[2]. Mantıken düşünecek olursak şöyle bir çevremize baktığımızda olgun ruhların birçok üzüntülerden geçerek bu hâle ulaştığını görürüz. Zorluk görmeden büyüyen çocuklar yetişkinliğe eriştiklerinde çocuksu tabiatları vardır, en ufak bir olay yıkılmalarına sebep olur. İnsana düşen başına gelenlere şikâyet etmek değildir, çözüm yolları aramak, gerektiği anda sabır göstermektir. Bu tür durumlarda manevî dayanak olmasa insan zorluklara dayanmakta çok güçsüz kalabilir.

Said Nursî Hazretleri, cinsiyet ayrımı konusunda gelenekçi değil, mantıkçı ve sağduyuludur. Peygamberimizin "Oğlan çocuğunu seviniz" ifadesinin bir hikmetini “Kızlar kendi kendini sevdirirler, onlar doğuştan sevimlidirler" diye açıklamıştır. Bediüzzaman, kız çocuğunun şefkat ve cemalin mazharı olduğundan erkek çocuğundan daha fazla sevileceğini, bu zamanda anne-baba hakkında kız çocuğunun daha hayırlı olduğunu çünkü dinî tehlikelere daha az maruz kaldığını belirtmiştir.[3]

O, çocuklara karşı çok merhametli idi; sokakta gördüğü çocukları sever, okşar, güzel sözler söylerdi. Hizmet etmek için evlenememişti, kendini topluma adamış olduğundan çocuk sahibi olmaktan mahrum kalmıştı. Fakat bu masumlardan binlercesinin ileride Risale-i Nur’un iman gerçeklerinden haberdar olacağı onu bir nebze rahatlatıyordu. Onları manevî evlâdı kabul ederek kendine dayanma noktası yapmıştı. Emirdağ’da olsun kaldığı başka yerlerde olsun çocuklar arkasından “Bediüzzaman Dede!” diye çağırır yakınlık gösterirlerdi. Üstat Bediüzzaman çocukları pek sever, böyle etrafında toplandıklarında, "Masum olduğunuz için dualarınız makbuldür, bana dua ediniz" diye onlara iltifat ederdi.

Bir beldede çocukları kendisine karşı kışkırtmışlar ve onu çocuklara taşlatmışlardı. O çocuklara asla kızmamış, öfkelenmemiş hatta "Bunlar, Sure-i Yâsin’den mühim bir ayetin nüktesini keşfime sebep oldular" diye onlara dua ederlerdi.[4] Sonra bu çocuklar onun duaları bereketiyle öyle bir hâle döndüler ki, onu uzak-yakın nerede görürlerse, koşarak yanına gelirler, mübarek elini öperler, duasını alırlardı. “Onlara evlâtlarım, siz masumsunuz, daha günahınız yoktur. Ben çok hastayım, bana dua ediniz, sizin duanız makbuldür” derdi. Günümüzde anne babalara bakıyorum çoğu, çocuklarıyla aynı yaştaymışçasına onların hareketine daha büyük şiddette karşılık veriyorlar. Çocuklara yaklaşım tarzını irdelemek açısından bu olay çok anlamlı geldi bana doğrusu…

“Kuvvetsizlikte, dokuz yaşındaki çocuk, doksan yaşındaki ihtiyara benzer. Fakat o kabre müteveccihen iner, eğilir, girer; şu ise, doğrulur, şebabe (gençlik) yükselir” der.[5] Risalelerde Üstat Hazretleri çocuklara geleceğin tomurcukları hükmünde bakmayı bilmiştir ve değer vermiştir. Ona göre bir evde yüz cani bir masum olsa o masuma kıyılmaz.[6] Düşmanlığa da son derece karşıdır. Anne ve babasına, ceddine düşmanlık yüzünden çocuğuna karşı taraflı davranmayı şiddetle kınar. Bu konular basit gibi görünse de doğunun bağrından çıkagelmiş bir kişi olarak kendi kültürümüzü hesaba alıp düşünürsek Bediüzzaman’ın bakış açısını daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmiş oluruz sanırım.

Bediüzzaman Hazretlerinin çocuklara yaklaşım tarzını görenler, onun öncelikle hâliyle çok güzel bir örnek teşkil ettiğini, çocukların sorularını lâtife ile cevapladığından bahsederler. Ayrıca onlara hediyeler verdiğinden, iltifat ve ikramda bulunduğundan, her zaman üzerine basarak risalelerinde anlattığı gibi onların seviyelerine uygun anlatımlar yaptığını söylerler.

Çocuklara dinî terbiye yerine sadece medenî terbiye verilirse, anne babanın göstermiş olduğu şefkat ve merhametine karşılık hak ettikleri sevgi ve hürmeti görememe ihtimali daha yüksektir. Küçüklüğünde iman dersi almayan bir çocuk, daha sonra pek zor bir şekilde iman ve İslâmın esaslarını ruhuna sindirebilir. Bu, bir gayr-i Müslimin İslâmiyeti kabul etmesi kadar zor olur.[7] Risale-i Nur'da çocuk, yaratıcının, anne ve babalara emanet verdiği sevimli ve nazlı bir varlık olarak tanımlanmıştır. Tertemiz kalbiyle, verilecek her şeyi almaya yeteneği vardır.

B) Risâle-i Nur’da Eğitim YaklaşımıI.

Eğitim nedir?
Eğitim, ilk insan Hz. Adem’le başlatılması gereken bir kavramdır. İnsan dışındaki canlılar yeryüzüne tekemmül etmiş bir şekilde gönderilirken, insan acz ve fakrıyla kendi ferdî ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak şekilde yaratılmıştır. Bir hayvan yavrusu doğumunun ilk dakikalarından itibaren kendi ihtiyaçlarını karşılamaya başlarken, bir insanın aynı ölçüde ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için uzun yıllara ihtiyacı vardır. Bu gerçek, insanın yeryüzüne taallümle tekemmül etmek için gönderildiğini gösterir. Yaratılmışların içerisinde sadece insan, bir tercihle karşı karşıyadır. Karşısında iki yol vardır. Ya yaratılış amacına uygun olarak hareket edecek; yani çalışkan, ahlaklı, sorumluluk sahibi birisi olacak ya da katil, hırsız, ahlâksız bir kişi olarak varlığın genel ritminin dışına çıkacaktır. İşte Risâle-i Nur’un insanlara kazandırmaya çalıştığı Kur’ân eğitimi, insanın varlığın genel ritmine uygun olarak hareket etmesini sağlamaktır.

II. Nefisten aileye eğitim

Risâle-i Nur’da eğitimin önemi, dar daireden geniş daireye doğru sıralanmıştır. Bu metot nebevî eğitimin bir yansımasıdır. İlahî vahye mazhar olan Allah Rasülü tebliğe başta kendi nefsi olmak üzere en yakınlarından başlamıştır. Bunun gereği olarak İnsan eğitime kendi nefsinden başlamalı, ailesi ve çevresiyle genişleterek devam etmelidir. Bu anlamda Risâle-i Nur’da; “Nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez.”[8] denilmektedir. Ayrıca, Bediüzzaman, Risâle-i Nur’da sürekli kendi nefsine dönük telkinlerde bulunarak nefis terbiyesine vurgu yapmıştır.


III. Eğitimde Annenin Rolü

Eğitimde ailenin yeri, özellikle vurgulanması gereken bir konudur. İnsanın ailesinden aldığı eğitim, hayatı boyunca onu etkiler. Burada annenin eğitimdeki yeri öne çıkar. Özellikle 0-6 yaş grubu içerisinde en belirleyici kişi hiç kuşkusuz annedir. Bediüzzaman bu konuda, “Evet insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat’i ve daima hissettiğim bu mânâyı beyân ediyorum: Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o dersler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum.”[9] diyerek annenin eğitimdeki rolünü veciz bir şekilde ifade etmiştir.
Risâle-i Nur’da, aile kurumu, toplumun sağlıklı ve insanın mutlu olabilmesi için önemsenirken, aile içinde uyulması gereken temel kriterlere de değinilmiştir.

Sağlıklı bir aile hayatı ve sağlıklı çocuklar için aile içinde istişarenin temel kılınması, aile fertlerinin birbirlerine karşı empatik yaklaşarak birbirlerini dinleyebilmeleri, kavli leyyin ile davranmaları, tutarlı davranışlarda bulunmaları tavsiye edilmiştir. Ayrıca, ebeveynlerin çocuklarına karşı, iyi örnek olmaları, kırıcı eleştirilerden kaçınarak motive edici olmaları, olumlu davranışlara dikkat çekmeleri, kişiye değil davranışa eleştiri getirmeleri vurgulanmıştır.
Çocuklar, ebeveynlerin üzerlerinde tahakküm kurabilecekleri zayıf yaratıklar değil, Allah’ın emaneti olan fertler hükmündedir. Cenâb-ı Hakkın sonradan gönderdiği bu küçük ev arkadaşlarına karşı baskı ve tahakkümle değil, sevgi ve haklarına saygıyla yaklaşılması gerektiği vurgulanmıştır.

IV. Eğitimde toplum, çevre ve kitle iletişim araçları

Risâle-i Nur’da eğitimde ailenin temel fonksiyonu yanında çevrenin ve kitle iletişim araçlarının da etkisinden bahsedilmiştir. Bugün, günahların binlerce yoldan geldiği belirtilerek bu duruma karşı uyanık olunması tavsiye olunmuştur. Teknolojinin getirdiği radyo—bugün televizyon ve interneti de bu çerçevede değerlendirebiliriz—nimetinin müsbet hizmetlerde istihdam edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Risâle-i Nur’u okuyan ve dinleyen bu zamanın insanları, Bediüzzaman’ın mektupla başlattığı eğitim sürecini bugün gazete, radyo, televizyon ve internet yoluyla devam ettirmeleri gerekmektedir.
Günahlara karşı direncin zorlaştığı günümüzde, Risâle-i Nur’un sunduğu hakikatler, “müfritane irtibat”[10] tavsiyesi esas alınarak hayata geçirilmeye çalışılmalıdır. Beşerî zaaflar cemaat ruhuyla ve teşrik-i mesaî düsturuyla giderilmelidir.[11] Çocuk eğitiminde anne babanın zaafları üçüncü şahıslar devreye sokularak telâfi edilmelidir. Çocuklara anne baba dışında müsbet örnekler gösterilerek, çocukların iyi yetişmesi sağlanmalıdır. Daha ileri yaşlarda ise, model olabilecek arkadaş çevresine çocukları yakın tutmanın önemi ortadadır. Bu tür çalışmalar, çocuklarımızın ahir zaman da erimelerini önleyecek, imanlı ve günahlara karşı dirençli nesillerin yetişmesini sağlayacaktır.

V.Eğitim tek yönlü olmamalı

Kur’ân’ın eğitim anlayışı, dünya ve ahireti kapsayan bütüncül bir yaklaşımı öğütlemektedir. Eğitim hem dünyevî huzur ve başarıyı hem de uhrevî kazançları hedeflemelidir. Allaha yakın olmayı hedefleyen bir eğitimin, zaten dünyevi huzuru da içerdiği bir vakıadır. Allah Rasülü’nün, “Baba evlâdına güzel terbiyeden daha güzel bir hediye veremez.”, “Çocuklarınıza ikram edin ve terbiyelerini güzel yapın,” “İnsanın öldükten sonra geride bıraktığı en hayırlı şeylerden birinin, yetiştirdiği salih evlâttır”[12] sözleri bize bunu tavsiye ediyor.
Dünyevileşmenin had safhaya ulaştığı günümüzde, aile fertlerine bütüncül bir eğitim verilmesi ihtiyacı daha da önem kazanmıştır. İnsana fizik, kimya okurken Allah’ın varlığını görebilen bir şuur verilmelidir. Ayrıca, iman dersi ihmal edilmemelidir. “Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-i Müslim birisinin İslamiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer”[13] diyen Bediüzzaman, çocukların ahirette anne ve babalarından şikâyetçi olmamaları için iman eğitimini ihmal etmemeleri gerektiğini vurgular.

VI.Oyun ve Çocuk

Çocuklarla Risale-i Nur okurken; hayatın merkezine oyunu koyan çocuğa, her zaman dua ve sevgimizin sıcaklığını göstererek değil de, bazen oyunun cazibesini kullanarak yakınlaşabiliriz. Risale-i Nur okurken çocuğunun yanağını öpen, çocuğunu kucağına alarak saçlarını okşayan bir anneye hangi çocuk duyarsız kalabilir ki… Çocuğuyla oynayan bir babayı hangi çocuk unutabilir ki…

Peygamberimiz de torunlarıyla oynardı, hissetmeye çalışalım Peygamber Efendimiz’in oyununun sıcaklığını… Ve çocuğun zihninde bir oyun sıcaklığıyla ölümsüz kalalım…

Bir gün Peygamber Efendimiz otururken, Hasan ve Hüseyin güreşmeye başladı. Hz. Peygamber gülerek, “Ha gayret Hasan göreyim seni, Hüseyin’i yakala!” diyerek Hz. Hasan’ı kayırdı. Hz. Ali ise, “Ya Rasûlallah, sen Hüseyin’i kayırmalı değil miydin? O daha küçüktü” diye sordu. Hz. Peygamber de, “Baksana Cebrail de ha gayret Hüseyin seni göreyim diyor” buyurdu.[14]

Hz. Peygamber dilini çıkarır, torunu Hasan’a doğru uzatırdı. Çocuk, dilin kızıllığını görünce neşe ile dolardı.[15]

Rivayet edildiğine göre Rasûlullah, Hasan ve Hüseyin’i sırtına almış ve ellerini yere koyup yürürken, “Ne güzel, ne güzel! Sizler ne güzel süvari, deveniz de ne güzel” dediği defalarca görülmüştür.[16]

Bu örneklerde görüldüğü üzere çocukla en etkili iletişim yolu, oyundur. Çocukla Risale-i Nur okurken kurulan güçlü diyalog, sonrasında da devam ederse, çocuk okumalara sadece “okursam babam bana oyuncak alır, hediyeler verir”, düşüncesiyle yaklaşmaz. Bilakis çocuk anne-babanın tutarlı davranışları vasıtasıyla Risale-i Nur okumanın da oyun kadar vazgeçilmez olduğunun ayrımına varabilir

C) Çocukta Ahlak Gelişiminin Basamakları

Ahlak gelişimin
birinci basamağı, bebeklik dönemidir. Bu dönemde çocuğun doğru ve yanlış hissi, sadece iyi ve kötüyle ilgili ne hissettiğidir.

İkinci basamak, çocuğun yeni yürümeye başladığı dönemdir ve çocuk bu dönemde de, başkalarının anlattıklarından “doğru” ve “yanlış”ı öğrenir. Okul öncesi yıllara denk gelen

üçüncü basamakta
ise, çocuk aile değerlerini, sanki kendi değerleriymiş gibi, içselleştirmeye başlar; ve kendi davranışlarının sonuçlarını algılamaya, anlamaya başlar.

Dördüncü basamak
, 7-10 yaş dönemini kapsar. Bu dönemin ayırıcı özelliği, çocuğun anne babasının, öğretmenlerinin ve diğer yetişkinlerin yanılmazlığını sorgulamaya başlamasıdır.

Çocukta güçlü bir “yapılmalı” ve “yapılmamalı” duygusu hakimdir. Ön ergenlik ve ergenlik yıllarını kapsayan beşinci basamağa gelen çocuk ise yetişkinlerden ziyade, arkadaşlarına önem verir ve arkadaş sistemi içinde farklı değer sistemlerini deneyerek, bunların içinde kendisi için en uygun olanını bulmaya gayret eder.

Anne baba açısından bakıldığında, çocuğun terbiye olacağı gelişim dönemleri daha farklı bir düzleme oturur. Anne baba ve eğiticiler açısından kaba bir tasnifle ifade edilirse, 0-6 yaş dönemi “telkin”, 7-10 yaş dönemi “teşvik”, 10-14 yaş dönemi “ikaz”, 14 yaş üzeri üzeri ise “müsamaha dönemi” olarak isimlendirilebilir.

Tüm bu açıklamalardan şöyle bir sonuç çıkarmak doğru olur: İslâm’da din eğitimi hem bilinçli olmayı hem de büyük çaba göstermeyi gerektirir. Bu yolda en büyük sorumluluk da, herkesten önce anne-babaya düşer.[17]

 
Üst