Âh/Sen

Nûrolog

Well-known member



Gecenin son demindeyim… Sabah güneşi avutmayacak yaralı kalbimi. Bir gece masalında kurtaramamışken kanadı kırık kuşu, bir başka gece meselini beklemede gözlerim… Hep Bir Eli sorarmış dudaklarım da, ama hep yabancı ellerde boğulmuş nefesim, avucunda dermanı olmayan elleri tutmuşum sanmışım… Başımın ücra yaralarına uzanamayan bütün elleri kuşluğa bırakıyorum… Bir tek Sen gel, senin elin okşasın saçlarımı, bir başka el istemiyorum…


Bir sızı var içimde… ‘Belâ’ demişiz, ruhların evvelinde. Her şeyin evvelinde, sen gecenin kuytusunda, kanepemin uykusunda, yanıma gelenim ol, her şeyin ahirinde, kimseler kimsesiz kaldığında, sonlu olan ne varsa, bir bakımlık hatıra tadında kaldığında, sen toprağın soğuğunda, o tünelin en sonunda, hiç gitmeyen ol, hiç bitmeyen.

Başımı yasladığım yaslı duvarlar, şahit olsunlar Senin varlığına… Ben olmadığımda hiçbir yerde, sorduğumda, ‘ellerin nerde’, gece düşman hattında mevzilenmiş bir çapulcu gibi durulduğunda, aslında karanlığım işte tam da burada! Ah işte burada… Karanlığım, saçlarım yetim rüzgârlara karıştığında, kulaklarımda dünyanın uğultusu, verem nöbetleri özlemenin, aslında karanlığım işte tam da burada… Bu virane keşmekeş içinde… Olduğumu, olmadığını, kuruduğumu, ama durulmadığını…

Özlemek hatırlamak gibidir doğum sancısını… Özlemek unutmak gibidir, yokluğun acısını… Sen, ey özlem tahtında, başım yerde, avuçlarım kan içinde, el pençe viran durduğum kapısında, Sen olmayınca, bu geceler teslim olmuyor sabaha… Hiç kimseler hiç kimse olmuyor bu sessiz sinemada… Ben rolümü unuttum, sen beni unutma, ben kendimi avuttum, sen beni soğurma!


Derdin aksanı boğazımda düğümlenen, hiç geçmeyen bir yumru kadar uyuşmuş, kimlere sordumsa, soruların cevabı yokmuş… Ah seni kaybettiğim o cehennem gecesinde, ah seni bulsam bir dervişin kimsesiz cübbesinde…

Bir şafak emaresi midir, bu hicran okyanusu, bilmem ki, ne zaman görünür bu bitmeyen yolun sonu. Hangi gecenin hangi sabahı, hangi ülkenin hangi sokağı, hangi duvarın bilmem hangi yanı…


Göğsümün iki kanadına, zebaniler oturduğunda, yani bir güvercin özgürlük türküsünü unuttuğunda, bir bebeğin anne sütünden yorulup da, meleklerin kanatlarından büyürken koca bir adam olmaya, yani ki, bir çocuk, çocukluğunu unuttuğunda. İçimden geçen seferlerin hep annemim karnında son bulduğunda, yani ki, bir soluk bir nefes almak için, başımı dünyaya uzatmadığımda, ya da yol üstü bir kabristanın, suçüstü kalabalığında, af dilerken dahi hataya duçar olmadığımda, geriye kalan yalnızca ebed kadar büyük bir rahmet tesellisi olduğunda… Kimsenin eli olmasın avuçlarımda… Bir tek Sen, ama sen, ah bir anlayabilsem… Büyüklerim dediler ki, Sen, bir tek Sen, ama Sen, işte Sen tebdil edermişsin geceyi gündüze, bir tek Sen dindirirsin bu dinmeyen firakı… Ah! Sen… Al beni de, götür bir tek Sen olan yere…

M. Zübeyir Koçulu
 
Üst