mucahid_tr
New member
1. Konuyla İlgili Hadisler ve Tahricleri
Gerek Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gerekse sahâbeden ölülere Kur’ân okunabileceğine dair pek çok hadis nakledilmiştir. Bu rivâyetlerin hem isnad hem de metin açısından incelenmesi ve kaynak değerlerinin ortaya konması gerekmektedir:
a) Ma’kıl b. Yesâr (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
عن معقل ابن يسار قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: اقرؤا (يس) على موتاكم
“Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz.” [1] Tayâlisî (v. 204/819), Ebû Ubeyd (v.224/839), İbn Ebî Şeybe (v.235/849) ve İbn Hanbel (v.241/855) gibi kütüb-i sitte öncesi muhaddislerin eserlerinde yer alan bu hadisi, sünen sahipleri de rivâyet etmişlerdir. Hadisin sekiz ayrı mütâbii vardır. Fakat hadisi, sahâbeden sadece Ma’kıl b. Yesâr’ın rivâyet etmiş olması ve beşinci tabakaya kadar bu durumun devam etmesi, söz konusu rivâyetin ferd-i mutlak ya da bir başka ifâdeyle garîb-i mutlak olduğunu göstermektedir. Beşinci tabakada iki râvi vardır: Abdullah b. el-Mübârek (v.181/797) ve Yahya el-Kattân (v.198/813), İbn Hıbbân (v.354/965) dışındaki muhaddislerin tamamı hadisi Abdullah b. Mübarek tarikiyle rivâyet etmişlerdir.
Heysemî, hadisin râvîlerinin, sahihin ricalinden olduğunu söyleyerek, isnâda sahih hükmü vermiştir. [2] Ayrıca sünenlerde yer alan hadisin, hadisin tamamı değil bir bölümü olduğuna işâret etmiştir. [3] Hadisi rivâyet eden Ebû Dâvûd, hadisin hükmü hakkında sükut etmiştir. Hakkında sükut ettiği hadislerin sâlih olduğunu bizzat kendisi söylediğinden [4] ona göre hadis, delil olmaya elverişlidir. Hâkim (v.405/1014) de aynı şekilde sükut etmiş ve Zehebî (v.748/1347) de ona katılmıştır.
Diğer taraftan İbn Kattân (v.628/1230), üç açıdan hadisin muallel olduğunu ileri sürerek, hadisi zayıf addetmiştir. [5] Ona göre hadisin illeti; bazı tariklarında mevkûf bazılarında ise merfu olarak rivâyet edilmiş olması, Ebû Osman ve babasının meçhulü’l-hal olması ve isnadında ızdırâp bulunmasıdır. Dârakutnî’nin de (v.385/995) İbn Kattân’ın kanaatinde olduğunu ve hadisin isnâdını zayıf olarak gördüğünü Ebû Bekir İbnül Arabî (v.543/1148) nakletmiştir. [6]
Hâkim, Yahya b. Saîd el-Kattân ve başkalarının hadisi mevkûf (bir sahâbe sözü) olarak rivâyet ettiklerini ama Abdullah b. el-Mubârek’in, hadisi merfû (haberin Hz. Peygamber’e dayandırılması) olarak kabul ettiğini ve doğrusunun da bu olduğunu söylemektedir. [7] Aclûnî de (v.1162/1749) hadisin merfû olduğunu belirttikten sonra İbn Hıbbân’ın hadisi sahih kabul ettiğine dikkat çekmiştir. Bütün bu söylenenleri, birlikte değerlendirdiğimiz ve biraz sonra vereceğimiz hadislerin şahitliğini de göz önünde bulundurduğumuz vakit hadisin hasen olduğu kanaati ağır basmaktadır. Nitekim Şevkânî’nin vardığı sonuç da budur.
Hadisin ifâde ettiği anlam üzerinde de muhaddisler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Hıbbân (354/965), hadisi tahric ettikten sonra şu açıklamada bulunuyor: “Hz. Peygamber’in “ölünüze Yâsîn sûresini okuyunuz” sözünden kastettiği kişi, ölüm döşeğinde / ölüm sarhoşluğunda olan kişidir. Yoksa O, ölünün üzerine Kur’ân okunmasını kastetmiş değildir.” [8]
Hadisi rivâyet eden musanniflerin bir kısma bu rivâyeti, muhtadar/ölüm sarhoşluğunda olan kişiye yapılabilecek işlemlerle ilgili bablarda ele alırken [9] diğer bir kısmı da istirca’dan sonra bu hadise yer vermişlerdir. Özellikle Ebû Dâvud, bab başlıklarında belli bir sıra takip etmiş ve istirca/innâlillâh ile “ölünün üzerini örtmek” bablarından sonra söz konusu babı açmıştır. Dolayısıyla Ebû Dâvud, hadiste ifâde edilen mevtâ kelimesinden, ölmek üzere olanların değil ölmüş olanların kastedildiği kanaatindedir. Hadisin zâhirî anlamı da zaten bu yöndedir. Şafiî fakihlerinden İbn Rif’at (v.710/1310) ve Muhıbbu’t-Taberî de (v.694/1295) hadisin zâhirî anlamını alarak ölüden kastedilenin, ruhu bedeninden ayrılan kimse olduğunu ve hadisin, ölmek üzere olan kimselere hamledilmesinin hiçbir dayanağının olmadığını ileri sürmüşlerdir. [10]
Sonuç olarak “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisi her ne kadar bir tek sahabîden rivâyet edilmişse de bu hadisin ifâde ettiği anlamda üç ayrı sahâbeden başka hadisler nakledilmiştir. Şahid olarak zikredilen bu hadislerin her üçü de zayıftır. Fakat zayıf olmaları bunların tamamen işe yaramadığı anlamına gelmez. Zira hiç kimse bunların uydurma olduğunu söyleyememiştir. Aksine bu hadisler, bu konunun aslının olduğunu gösterirler. Fakat hadisin metninden elde edilen anlam sarih değildir. Mevt kelimesinin hakikî anlamı ölmek, yok olmaktır. Ruhunu teslim eden kişiye meyyit denir. Dolayısıyla hadisteki lafız, ölüler hakkında nasstır. Ve bu anlamı almaya hadisin metninde bir engel söz konusu değildir. Diğer taraftan ölmek üzere olanlara da i’tibârı mâ yekûn (geleceğin nazar-ı dikkate alınması) tarikıyla meyyit denilebilmektedir. Fakat bu mecazdır. Mecaza gitmek için bir karine gerekir ki, o karine de Ebû Zer hadisinde mevcuttur. O halde “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisini, ölmek üzere olanlara hasretmek yerine her iki anlama da şâmil kılarak hem ölmek üzere olanlara, hem de ölmüş bulunanlara Yâsîn okunabileceği şeklinde anlamanın daha doğru bir yaklaşım tarzı olacağını düşünüyoruz.
b) Abdullah b. Ömer’den (Radıyallahu Anh) rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اذا مات احدكم فلا تحسبوه واسرعوا به الى قبره ، وليقرأ عند رأسه بفاتحة الكتاب وعند رجليه بخاتمة البقرة فى قبره
“İçinizden birisi öldüğü zaman onu durdurmayın ve onu kabrine koyma konusunda acele ediniz. Sonra da içinizden birisi, ölünün başucuna durarak Fâtiha sûresini, ayak ucunda da Bakara sûresinin sonunu okusun.” [11]
Merfû’ olarak rivâyet edilen bu hadisin isnadını Heysemî,[12] seneddeki Yahya b. Abdullah el-Bâbülettî’nin (v.218/833)[13] zayıf olduğu gerekçesiyle zayıf olarak nitelendirmiştir. Söz konusu bu râvinin yanında seneddeki Eyyûb b. Nehîk de aynı şekilde cerhedilmiştir. [14] Fakat bu iki râvinin hakkında söylenenleri hep birlikte düşündüğümüzde isnadın zayıflığının, yesîru’d-da’f olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Tebrîzî (v.737/1136), Beyhakî’nin bu hadisi tahric ettikten sonra şöyle dediğini nakletmektedir: “Doğrusu bu hadis mevkûftur” [15]. Fakat Beyhakî’nin hadis hakkında söylediği şeyi bu anlamda anlamak mümkün değildir. Çünkü Beyhakî:
لم يكتب الا بهذا الاسناد فيما اعلم وقد روينا القراءة الممكورة فيه عن ابن عمر موقوفا عليه
“Bildiğim kadarıyla bu hadis, yalnızca bu isnadla yazılmıştır. İçinde söz konusu kırâatın geçtiği hadis, İbn Ömer’e mevkûf olarak bize rivâyet olunmuştur.”[16] Şeklinde zayıf bir görüş bildirmiş ve kuvvetli olanını tahric etmiştir. Zira mevkûf dediği rivâyeti, temrîd edâtıyla söyleyerek isnadını da vermemiştir. Bu cümleden çıkarılması gereken anlam, bu hadisin mevkûf olduğu değil, ayrıca hadisin mevkûf olarak varid olduğudur. Zira İbn Ömer’in (Radıyallahu Anh) aynı lafızlarla fetvâ vermesi mümkündür. Çünkü onun böyle anlaşılmasını gerektiren başka hadisler vardır.
Sahâbeden Leclâc (Radıyallahu Anh) (120/738) oğluna vasiyette bulunurken şöyle demiştir:
عن عبد الرحمن بن العلاء بن اللجلاج عن ابيه عن جده قال: قال لى ابى: يا بنى! اذا انا مت فالحدنى فاذا وضعتنى فى لحدى فقل: بسم الله وعلى ملة رسول الله، ثم سن على الثرى سنا، ثم اقرأ عند رأسى بفاتحة البقرة وخاتمتها، فانى سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول ذلك.
“Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezarıma koyduğun zaman şöyle söyle: Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh. Sonra da üzerime toprak atarak onu düzle. Daha sonra ise başucumda Bakara sûresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) böyle dediğini duydum.” [17]
Heysemî (v.807/1405) hadisin isnadındaki râvîlerin tamamının sikâ olduğuna hükmetmiştir. [18] Hadisin ricâlinden yalnızca Abdurrahman b. Atâ üzerinde tereddüt edilmiş ama İbn Hıbbân bu zâtı Sikat’ına almıştır. Tirmizî’nin de kendisinden hadis aldığı bu râvi hakkında İbn Hacer, makbûl derken [19] İbn Ebî Hatim ve Zehebî gibi âlimler ise tercemesini vermekle yetinmişler, herhangi bir hüküm vermemişlerdir.[20] İsnatta başka da bir illet tespit edilmiş değildir. Şu halde bu isnad, hasen derecesindedir. Yahya b. Mâîn (v.233/847) de bu hadisi delil olarak kabul etmiştir.[21]
Fakat hadisin sonu Taberânî’de سمعت رسول الله يقول ذلك lafızlarıyla verilirken diğer eserlerde فانى رأيت ابن عمر يستحب ذلك veya سمعت ابن عمر يقول ذلك [22] şeklinde nakledilmiştir. Bu durumda hadis, Taberânî’ye göre merfû’ iken diğer rivâyetlere gore hükmen merfû’ olmaktadır. Çünkü hadise ve sünnete aşırı bağlılığıyla tanınan ve Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) her yaptığını harfiyen uygulamaya çalışan, bundan dolayı da sünnete, duygusal anlama yöntemiyle yaklaşmakla nitelendirilen [23] Abdullah b. Ömer’in (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’den bu konuda herhangi bir işâret olmadan fetvâ vermesi düşünülemeyeceği noktasından hareketle söz konusu ikinci rivâyetin de hükmen merfu olması uzak değildir. Zira hadis usulüne göre, ictihad ve kıyas alanlarına girmeyen ve sadece nakille bilinebilen meselelerde mevkûf haberler, merfu hükmündedirler. Bundan dolayı aralarında hiçbir ızdırap veya teâruz yoktur. Hatta her ikisi de aynı anlamda olması ve hasen derecesinde [24] bulunması sebebiyle birbirlerinin mütâbi’i sayılırlar ve her biri diğerini kuvvetlendirir.
Cenaze namazında Fâtiha sûresinin okunacağına dair Talha’dan (Radıyallahu Anh) şöyle bir hadis nakledilmektedir:
عن طلحة قال: صليت خلف ابن عباس على جنازة فقرأ بفاتحة الكتاب، قال : لتعلموا انها سنة.
Talhâ’dan (Radıyallahu Anh): “Abdullah b. Abbas’ın (Radıyallahu Anh) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve O, Fâtiha sûresini okudu. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye, böyle okudum” dedi.[25]
Hadisi rivâyet eden muhaddislerin bu hadisin bulunduğu bölüme verdikleri isim, Buhârî’nin باب قراءة بفاتحة الكتاب على الجنازة = Cenaze namazında Fâtiha sûresini okumak babı, şeklinde vermiş olduğu isimden farklı değildir. İmâm Tirmizî, hadise hasen sahih hükmünü verdikten sonra birçok sahâbe ve tabiîn uygulamalarının bu yönde olduğunu ve Şafii, Ahmed ve İshâk gibi âlimlerin de bu hadisle amel ettiklerini ama Sevrî ve Kûfelilerin hadisi almadıklarını ilave etmektedir. Abdurrezzâk da Tirmizî gibi İbn Mes’ud (Radıyallahu Anh) başta olmak üzere pek çok sahâbe ve tabiînin söz konusu uygulamadan yana olduklarını aktarmaktadır. [26] Beş ayrı sahâbîden gelen konuyla ilgili rivâyetler isnad yönünden problemsizdir.
Cenaze namazı, Allah’ı övme, Hz. Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) salavât getirme ve ölü için de duâ etmek olarak telâkki edilmektedir. [27]
Zaten rükûsuz ve secdesiz olması onun, diğer namazlardan farklı olduğunu gösterir. Cenaze namazı bizzat ölmüş olan kişiye kılınır. Bu namazın ön şartı cenazenin vukuudur. Sırf ölü için kılınan bir namazda Kur’ân okunması anlamlıdır. İster duâ anlamında olsun, isterse Kur’ân’dan bereketlenme manasında olsun, bu uygulamanın ölüye Kur’ân okunabileceğine dair bir hüccettir.
İbn Kayyım bu konu hakkında sonuç olarak şunları söylüyor:[28] Eğer denilirse ki: “Bu anlattıklarınız selef âlimlerinde görülmemekte. Hayra çok düşkün olmalarına rağmen, kimse Kur’ân okumakla ilgili bir şey nakletmemiştir. Rasulüllah’da onlara bunu anlatmamıştır. Onları duâya, istiğfara, sadakaya hac ve oruca teşvik etmiştir. Kur’ân okumanın sevabı da ölülere ulaşacak olsaydı Rasulüllah bunu onlara anlatır onlar da böyle yaparlardı. Cevabımız şudur:
İbn Kayyım “Bu iddiaların sahipleri, hac, oruç, duâ ve istiğfar sevaplarının ölülere ulaşacağını itiraf ediyorlarsa onlara denir ki: “Ne sebeble Kur’ân sevabının ölüye ulaşacağını reddederken bu amellerin sevaplarının ulaşacağını kabul ediyorsunuz? Bu, benzer şeyler arasında ayırımı yapmaktan başka ne olabilir? Yok eğer bu amellerin sevaplarının ölülere ulaşacağını itiraf etmiyorlarsa ki bu olmaz. Bu, Kitap’la, sünnet’le, icma ve şer’i prensiplerle sabit olmuştur.
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Allah (Celle Celalühü)’tan başka kimsenin bilmediği kalbin niyeti ve yemeyi içmeyi terk etmekten ibaret olan orucun sevabının ölüye ulaşacağını bildirmiştir. Aynı şekilde Kur’ân okumanın sevabı da dil tarafından okunmasından, kulağın duymasından ve gözün görmesinden dolayı ölüye ulaşır, değildir. Konuyu biraz açarsak, oruç mahza bir niyetten ve nefsi, yiyecek ve içeceklerden engellemekten ibarettir. Yüce Allah (Celle Celalühü) bunun sevabını ölüye ulaştırdığı halde amel ve niyetten ibaret olan Kur’ân okumanın sevabını niye ulaştırmasın? Haddi zatında Kur’ân okumakta, niyete bile gerek yoktur. O halde orucun sevabının ölüye ulaşması, diğer amellerin de ulaşacağını tenbih etmektedir.
Mücerred niyetten ve imsaktan (yemek , içmek, aile ilişkisi gibi orucu bozan şeylerden) ibaret olan orucun sevabının ulaşmasıyla Kur’ân okumak ve zikir çekmenin sevaplarının ulaşması arasında ne fark vardır. Aynı zamanda, selef böyle birşey yapmamıştır diyen bir kimse de bilmediği bir konuda konuşuyordur. Bu ise bilmediği şeyin nefyine şehadet eder.
Meselenin sırrı şudur: Sevap, amel eden kişinin mülküdür. Gönül rızasıyla müslüman kardeşine bağışlayınca, Allah (Celle Celalühü) sevabı bu kişiye ulaştırır. Öyleyse Kur’ân okuma sevabını diğer sevaplardan ayırıp ulaşmaz demenin geçerliliği nedir? Halbu ki, inkarcılar da içinde olmak üzere çeşitli asırlarda bir çok beldelerde insanlar böyle amel etmişlerdir, ulemâdan hiç kimse de buna karşı olmamıştır. (İbn Kayyim’in sözleri burada bitiyor.)[29]
Sahâbeden Ebû Hâlid (Radıyallahu Anh) rivâyet edilmiştir ki, “Ey yavrum ben öldüğüm zaman üzerime toprağı biraz tümsekli bir şekilde ört. Sonrada Bakara’nın başını ve sonunu başımın yanında oku. Zira ben Rasülullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) söylerken işittim.”
Bunu Taberânî Mu’cemi Kebiri’nde sahih bir isnadla rivâyet etmiştir. Hafız Heysemî Mecma’uz Zevaid’inde bu hadisin râvîlerini güvenilir bulduklarını söylemişlerdir. Hadisin başka şahitleri de vardır.[30]
Talha bin Abdullah bin Avf şöyle buyurdu: İbn Abbas’ın arkasında cenaze namazı kıldım. Fâtiha okudu ve dedi ki; “Bilsinler ki, bu sünnettir”[31]
Haramlık ispatında veya haram olma ihtimali olan şeyin, helalliği ispatlamada zayıf hadisle amel edilemez. Kabir başında Kur’ân okumaya karşı çıkanların elinde Kur’ân okunmayacağına dair zayıf da olsa, bir hadis veya rivâyet yoktur. Tek dayanakları, sahâbeden yapıldığına dair bir haberin bize ulaşmadığı. Bizde deriz ki; Peygamberimiz bir mesele hakkında yapılıp yapılmaması ile ilgili bir şey dememişse, bu mesele Kur’ân’a ve sünnete aykırı olmadığı müddetçe o şeyin yapılmasında bir mahsur yoktur. Ayrıca kötü olsaydı, Peygamberimiz yasaklardı. Kaldı ki, biz size kabir başında Kur’ân okunduğuna dahil haberin bize ulaştığına dair deliller sunuyoruz.
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistaniye izafe edilen görüşe göre “Başka hadis bulunmadığı takdirde ahkama ait meselelerde zayıf hadislerle amel edilir”.[32]
Zayıf hadis olsa dahi merdut olmadıkça (uydurma, yalancı râvî) Fazâili ameller hususunda amel edilir. Yani Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmayan konularda amel edilir. Evvabin namazı gibi, mezarlarda Kur’ân okumakta Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmadığından ve yasaklanmadığına göre okunması câizdir.
Bizim elimizde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den ölülere Kur’ân okuyunuz diye sahih ve zayıf delillerimiz mevcuttur. Ayrıca sahâbe ve tabiinden mezarlarda Kur’ân okuduklarına dair delillerimiz var. Sizde zayıf ve uydurma dahi olsa ölüye “Kur’ân okumayın”, diye bir delil var mı? Yok. Siz de olan sadece yorum.
[1] Ebû Dâvud, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyl, s. 58 (h.no. 1074)
[2] Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, c, VI, s. 314. İbn Hanbel, aynı hadisi üç ayrı tarikla rivâyet etmiş, bunlardan birinin isnadında meçhul bir râvi kullanmıştır. İşte Heysemî, bu tariki zayıf olarak addetmiştir.
[3] Heysemî, age., c.VI, s. 314. Taberânî ve İbn Hanbel, bu hadisi başka bir hadisin içerisinde tahric etmelerinin dışında müstakil olarak da rivâyet etmişlerdir.
[4] Ebû Dâvûd, Risâletü Ebî Dâvûd ilâ Ehl-i Mekke, s: 38.
[5] İbn Hacer, Telhîsu’l-Habîr, c: II, s: 650, İbn Kettân’dan naklen.
[6] İbn Hacer, age., c.II, s. 650
[7] Hâkim, c.I, s. 753
[8] İbn Hıbbân, c. V, s.3 (h.no: 2991)
[9] İbn Mâce, Cenâiz, 4; İbn Hıbbân, c. V, s.3
[10] İbn Hacer, Telhîsu’l-habîr, c. II, s. 650; Şirbînî, Mugni’l-Muhtac, c. II, s. 5
[11] Taberânî, c.XII, s. 340 (h.no. 13613); Beyhâkî, Şuabu’l-imân, c. VII, s. 16 (h.no. 9294).
[12] Heysemî, Mecma’uz-Zevâid, c.III, s. 47
[13] Yahya b. Bâbülettî (v.218/833), Evzâî’nin (v.158/775) torunudur. Görmediği halde Evzâî’den semâ yoluyla rivâyette bulunmasından dolayı cerhedilmiştir. İbn Hacer’in bu zâta zayıf demesi de sırf bu sebebe müsteniddir. Bkz. Buhârî, et-Târihu’l-kebîr, c. VIII, s. 288 (trc. No. 3027); Mizzî, Tehzibü’l-kemâl, c. XXXI, s. 411 (trc. No. 6862); İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, s. 593 (trc. No. 7585). İbn Hıbbân da aynı sebepten dolayı bu râvîyi “Mecrûhîn”ine almıştır. Fakat aynı yerde, “Bu râvî tek başına hadîs rivâyet eder ve bu rivâyeti de sikâ râvîlerin rivâyetine muhâlif olmaz ise ya da muvafık olursa bu şekilde rivâyetine i’tibar edilir.” diyerek zayıflığın derecesini açıklamıştır. Bkz. Hıbbân, El-Mecrûhîn, c. III, s. 127.
[14] Buhârî, Eyyûb b. Nehîk’i Târîh’ine almış ama herhangi bir hüküm vermemiştir. İbn Ebî Hatim bu zât hakkında Ebû Zür’a’nın münkeru’l-hadis dediğini naklettikten sonra kendi görüşünün de aynı yönde olduğunu ifâde etmiştir. İbnü’l-Cevzî de aynı kanaattedir. Fakat İbn Hıbbân, söz konusu râvîyi Sikât’ına alarak tevsîk etmiştir, bkz. Buhârî, et-Târihu’l-kebîr, c.I, s. 425 (trc. No. 1365); İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve’t-ta’dil, c. II, s. 259 (trc. No. 930); İbnü’l-Cevzî, ed-Duâfâ ve’l-metrûkîn, c. I, s. 132 (trc. No. 483); İbn Hıbbân, es-Sikât, c. I, s. 213; İbn Hacer, Lisânü’l-mîzân, c. I, s. 490.
[15] Tebrîzî, Mişkâtu’l-Mesâbih, c.III, s. 388 (h.no. 1717).
[16] Beyhakî, Şuabu’l-İman, c.VII, s. 16 (h.no. 9294)
[17] Taberânî, c.XIX, s. 220, 221 (h.no.491); İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, c. XXXXX, s. 292 (trc. No. 5848); Beyhakî, c.IV, s. 56.
[18] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.III, s.47
[19] İbn Hacer, Takribü’t-Tehzîb, s. 348 (trc.no.2975)
[20] İbn Ebî Hatim, el-Cerhu ve’t Ta’dîl, c. V, s. 272 (trc. No. 1287); Zehebî el-Kâşif, c. I, s. 639.
[21] Beyhakî, c.IV, s.56
[22] İbn Asâkir, Târihu Dımeşk, c. XXXXX, s. 292 (trc. No. 5848)
[23] Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, I. Baskı, s.46 Ankara, 1997.
[24] Nevevî, el-Ezkâr, s.137; Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, c.III, s.47
[25] Buhârî, Cenâiz, 65; Ebû Dâvud, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77; İbn Ebî Şeybe, 11/492, 493 (h.no: 11393, 11403).
[26] Abdurrezzâk, c. III, s. 489
[27] Begavî, Şerhu’s-sünne, c.III, s. 247. Hanefî, Şafi’i, İshâk, Nehâî ve Sevrî gibi âlimlerin kanaati bu yöndedir.
[28] Kitâbu’r – Ruh sh: 189
[29] İbn Kayyim El Cevziyye Kitab’ur Ruh s.190 İz Yayıncılık
[30] Allâme Muhaddisin Muhammed Bin Ali, en-Nimevi Âsaru Sunen ve Haşiyesi Et-Taliku’l-Hasen, s. 338
[31] Buhârî Cenaze üzerine Fâtiha okunacağına dair 65. Bab Hadis 1335 Mehmet Sofuoğlu Tercümesi
[32] A. Naim Tecrid Tercemesi (Mukaddime) 343 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVFÇULARIN GÖRÜŞLERİ
Gerek Hz. Peygamber’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gerekse sahâbeden ölülere Kur’ân okunabileceğine dair pek çok hadis nakledilmiştir. Bu rivâyetlerin hem isnad hem de metin açısından incelenmesi ve kaynak değerlerinin ortaya konması gerekmektedir:
a) Ma’kıl b. Yesâr (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:
عن معقل ابن يسار قال: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: اقرؤا (يس) على موتاكم
“Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz.” [1] Tayâlisî (v. 204/819), Ebû Ubeyd (v.224/839), İbn Ebî Şeybe (v.235/849) ve İbn Hanbel (v.241/855) gibi kütüb-i sitte öncesi muhaddislerin eserlerinde yer alan bu hadisi, sünen sahipleri de rivâyet etmişlerdir. Hadisin sekiz ayrı mütâbii vardır. Fakat hadisi, sahâbeden sadece Ma’kıl b. Yesâr’ın rivâyet etmiş olması ve beşinci tabakaya kadar bu durumun devam etmesi, söz konusu rivâyetin ferd-i mutlak ya da bir başka ifâdeyle garîb-i mutlak olduğunu göstermektedir. Beşinci tabakada iki râvi vardır: Abdullah b. el-Mübârek (v.181/797) ve Yahya el-Kattân (v.198/813), İbn Hıbbân (v.354/965) dışındaki muhaddislerin tamamı hadisi Abdullah b. Mübarek tarikiyle rivâyet etmişlerdir.
Heysemî, hadisin râvîlerinin, sahihin ricalinden olduğunu söyleyerek, isnâda sahih hükmü vermiştir. [2] Ayrıca sünenlerde yer alan hadisin, hadisin tamamı değil bir bölümü olduğuna işâret etmiştir. [3] Hadisi rivâyet eden Ebû Dâvûd, hadisin hükmü hakkında sükut etmiştir. Hakkında sükut ettiği hadislerin sâlih olduğunu bizzat kendisi söylediğinden [4] ona göre hadis, delil olmaya elverişlidir. Hâkim (v.405/1014) de aynı şekilde sükut etmiş ve Zehebî (v.748/1347) de ona katılmıştır.
Diğer taraftan İbn Kattân (v.628/1230), üç açıdan hadisin muallel olduğunu ileri sürerek, hadisi zayıf addetmiştir. [5] Ona göre hadisin illeti; bazı tariklarında mevkûf bazılarında ise merfu olarak rivâyet edilmiş olması, Ebû Osman ve babasının meçhulü’l-hal olması ve isnadında ızdırâp bulunmasıdır. Dârakutnî’nin de (v.385/995) İbn Kattân’ın kanaatinde olduğunu ve hadisin isnâdını zayıf olarak gördüğünü Ebû Bekir İbnül Arabî (v.543/1148) nakletmiştir. [6]
Hâkim, Yahya b. Saîd el-Kattân ve başkalarının hadisi mevkûf (bir sahâbe sözü) olarak rivâyet ettiklerini ama Abdullah b. el-Mubârek’in, hadisi merfû (haberin Hz. Peygamber’e dayandırılması) olarak kabul ettiğini ve doğrusunun da bu olduğunu söylemektedir. [7] Aclûnî de (v.1162/1749) hadisin merfû olduğunu belirttikten sonra İbn Hıbbân’ın hadisi sahih kabul ettiğine dikkat çekmiştir. Bütün bu söylenenleri, birlikte değerlendirdiğimiz ve biraz sonra vereceğimiz hadislerin şahitliğini de göz önünde bulundurduğumuz vakit hadisin hasen olduğu kanaati ağır basmaktadır. Nitekim Şevkânî’nin vardığı sonuç da budur.
Hadisin ifâde ettiği anlam üzerinde de muhaddisler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İbn Hıbbân (354/965), hadisi tahric ettikten sonra şu açıklamada bulunuyor: “Hz. Peygamber’in “ölünüze Yâsîn sûresini okuyunuz” sözünden kastettiği kişi, ölüm döşeğinde / ölüm sarhoşluğunda olan kişidir. Yoksa O, ölünün üzerine Kur’ân okunmasını kastetmiş değildir.” [8]
Hadisi rivâyet eden musanniflerin bir kısma bu rivâyeti, muhtadar/ölüm sarhoşluğunda olan kişiye yapılabilecek işlemlerle ilgili bablarda ele alırken [9] diğer bir kısmı da istirca’dan sonra bu hadise yer vermişlerdir. Özellikle Ebû Dâvud, bab başlıklarında belli bir sıra takip etmiş ve istirca/innâlillâh ile “ölünün üzerini örtmek” bablarından sonra söz konusu babı açmıştır. Dolayısıyla Ebû Dâvud, hadiste ifâde edilen mevtâ kelimesinden, ölmek üzere olanların değil ölmüş olanların kastedildiği kanaatindedir. Hadisin zâhirî anlamı da zaten bu yöndedir. Şafiî fakihlerinden İbn Rif’at (v.710/1310) ve Muhıbbu’t-Taberî de (v.694/1295) hadisin zâhirî anlamını alarak ölüden kastedilenin, ruhu bedeninden ayrılan kimse olduğunu ve hadisin, ölmek üzere olan kimselere hamledilmesinin hiçbir dayanağının olmadığını ileri sürmüşlerdir. [10]
Sonuç olarak “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisi her ne kadar bir tek sahabîden rivâyet edilmişse de bu hadisin ifâde ettiği anlamda üç ayrı sahâbeden başka hadisler nakledilmiştir. Şahid olarak zikredilen bu hadislerin her üçü de zayıftır. Fakat zayıf olmaları bunların tamamen işe yaramadığı anlamına gelmez. Zira hiç kimse bunların uydurma olduğunu söyleyememiştir. Aksine bu hadisler, bu konunun aslının olduğunu gösterirler. Fakat hadisin metninden elde edilen anlam sarih değildir. Mevt kelimesinin hakikî anlamı ölmek, yok olmaktır. Ruhunu teslim eden kişiye meyyit denir. Dolayısıyla hadisteki lafız, ölüler hakkında nasstır. Ve bu anlamı almaya hadisin metninde bir engel söz konusu değildir. Diğer taraftan ölmek üzere olanlara da i’tibârı mâ yekûn (geleceğin nazar-ı dikkate alınması) tarikıyla meyyit denilebilmektedir. Fakat bu mecazdır. Mecaza gitmek için bir karine gerekir ki, o karine de Ebû Zer hadisinde mevcuttur. O halde “Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz” hadisini, ölmek üzere olanlara hasretmek yerine her iki anlama da şâmil kılarak hem ölmek üzere olanlara, hem de ölmüş bulunanlara Yâsîn okunabileceği şeklinde anlamanın daha doğru bir yaklaşım tarzı olacağını düşünüyoruz.
b) Abdullah b. Ömer’den (Radıyallahu Anh) rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
اذا مات احدكم فلا تحسبوه واسرعوا به الى قبره ، وليقرأ عند رأسه بفاتحة الكتاب وعند رجليه بخاتمة البقرة فى قبره
“İçinizden birisi öldüğü zaman onu durdurmayın ve onu kabrine koyma konusunda acele ediniz. Sonra da içinizden birisi, ölünün başucuna durarak Fâtiha sûresini, ayak ucunda da Bakara sûresinin sonunu okusun.” [11]
Merfû’ olarak rivâyet edilen bu hadisin isnadını Heysemî,[12] seneddeki Yahya b. Abdullah el-Bâbülettî’nin (v.218/833)[13] zayıf olduğu gerekçesiyle zayıf olarak nitelendirmiştir. Söz konusu bu râvinin yanında seneddeki Eyyûb b. Nehîk de aynı şekilde cerhedilmiştir. [14] Fakat bu iki râvinin hakkında söylenenleri hep birlikte düşündüğümüzde isnadın zayıflığının, yesîru’d-da’f olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Tebrîzî (v.737/1136), Beyhakî’nin bu hadisi tahric ettikten sonra şöyle dediğini nakletmektedir: “Doğrusu bu hadis mevkûftur” [15]. Fakat Beyhakî’nin hadis hakkında söylediği şeyi bu anlamda anlamak mümkün değildir. Çünkü Beyhakî:
لم يكتب الا بهذا الاسناد فيما اعلم وقد روينا القراءة الممكورة فيه عن ابن عمر موقوفا عليه
“Bildiğim kadarıyla bu hadis, yalnızca bu isnadla yazılmıştır. İçinde söz konusu kırâatın geçtiği hadis, İbn Ömer’e mevkûf olarak bize rivâyet olunmuştur.”[16] Şeklinde zayıf bir görüş bildirmiş ve kuvvetli olanını tahric etmiştir. Zira mevkûf dediği rivâyeti, temrîd edâtıyla söyleyerek isnadını da vermemiştir. Bu cümleden çıkarılması gereken anlam, bu hadisin mevkûf olduğu değil, ayrıca hadisin mevkûf olarak varid olduğudur. Zira İbn Ömer’in (Radıyallahu Anh) aynı lafızlarla fetvâ vermesi mümkündür. Çünkü onun böyle anlaşılmasını gerektiren başka hadisler vardır.
Sahâbeden Leclâc (Radıyallahu Anh) (120/738) oğluna vasiyette bulunurken şöyle demiştir:
عن عبد الرحمن بن العلاء بن اللجلاج عن ابيه عن جده قال: قال لى ابى: يا بنى! اذا انا مت فالحدنى فاذا وضعتنى فى لحدى فقل: بسم الله وعلى ملة رسول الله، ثم سن على الثرى سنا، ثم اقرأ عند رأسى بفاتحة البقرة وخاتمتها، فانى سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول ذلك.
“Oğulcuğum! Ben öldüğüm zaman beni mezara göm. Beni mezarıma koyduğun zaman şöyle söyle: Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh. Sonra da üzerime toprak atarak onu düzle. Daha sonra ise başucumda Bakara sûresinin baş tarafını ve son kısmını oku. Zira ben Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) böyle dediğini duydum.” [17]
Heysemî (v.807/1405) hadisin isnadındaki râvîlerin tamamının sikâ olduğuna hükmetmiştir. [18] Hadisin ricâlinden yalnızca Abdurrahman b. Atâ üzerinde tereddüt edilmiş ama İbn Hıbbân bu zâtı Sikat’ına almıştır. Tirmizî’nin de kendisinden hadis aldığı bu râvi hakkında İbn Hacer, makbûl derken [19] İbn Ebî Hatim ve Zehebî gibi âlimler ise tercemesini vermekle yetinmişler, herhangi bir hüküm vermemişlerdir.[20] İsnatta başka da bir illet tespit edilmiş değildir. Şu halde bu isnad, hasen derecesindedir. Yahya b. Mâîn (v.233/847) de bu hadisi delil olarak kabul etmiştir.[21]
Fakat hadisin sonu Taberânî’de سمعت رسول الله يقول ذلك lafızlarıyla verilirken diğer eserlerde فانى رأيت ابن عمر يستحب ذلك veya سمعت ابن عمر يقول ذلك [22] şeklinde nakledilmiştir. Bu durumda hadis, Taberânî’ye göre merfû’ iken diğer rivâyetlere gore hükmen merfû’ olmaktadır. Çünkü hadise ve sünnete aşırı bağlılığıyla tanınan ve Hz. Peygamber’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) her yaptığını harfiyen uygulamaya çalışan, bundan dolayı da sünnete, duygusal anlama yöntemiyle yaklaşmakla nitelendirilen [23] Abdullah b. Ömer’in (Radıyallahu Anh) Hz. Peygamber’den bu konuda herhangi bir işâret olmadan fetvâ vermesi düşünülemeyeceği noktasından hareketle söz konusu ikinci rivâyetin de hükmen merfu olması uzak değildir. Zira hadis usulüne göre, ictihad ve kıyas alanlarına girmeyen ve sadece nakille bilinebilen meselelerde mevkûf haberler, merfu hükmündedirler. Bundan dolayı aralarında hiçbir ızdırap veya teâruz yoktur. Hatta her ikisi de aynı anlamda olması ve hasen derecesinde [24] bulunması sebebiyle birbirlerinin mütâbi’i sayılırlar ve her biri diğerini kuvvetlendirir.
Cenaze namazında Fâtiha sûresinin okunacağına dair Talha’dan (Radıyallahu Anh) şöyle bir hadis nakledilmektedir:
عن طلحة قال: صليت خلف ابن عباس على جنازة فقرأ بفاتحة الكتاب، قال : لتعلموا انها سنة.
Talhâ’dan (Radıyallahu Anh): “Abdullah b. Abbas’ın (Radıyallahu Anh) arkasında bir cenaze namazı kıldım ve O, Fâtiha sûresini okudu. Sonra da onun sünnet olduğunu öğrenin diye, böyle okudum” dedi.[25]
Hadisi rivâyet eden muhaddislerin bu hadisin bulunduğu bölüme verdikleri isim, Buhârî’nin باب قراءة بفاتحة الكتاب على الجنازة = Cenaze namazında Fâtiha sûresini okumak babı, şeklinde vermiş olduğu isimden farklı değildir. İmâm Tirmizî, hadise hasen sahih hükmünü verdikten sonra birçok sahâbe ve tabiîn uygulamalarının bu yönde olduğunu ve Şafii, Ahmed ve İshâk gibi âlimlerin de bu hadisle amel ettiklerini ama Sevrî ve Kûfelilerin hadisi almadıklarını ilave etmektedir. Abdurrezzâk da Tirmizî gibi İbn Mes’ud (Radıyallahu Anh) başta olmak üzere pek çok sahâbe ve tabiînin söz konusu uygulamadan yana olduklarını aktarmaktadır. [26] Beş ayrı sahâbîden gelen konuyla ilgili rivâyetler isnad yönünden problemsizdir.
Cenaze namazı, Allah’ı övme, Hz. Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) salavât getirme ve ölü için de duâ etmek olarak telâkki edilmektedir. [27]
Zaten rükûsuz ve secdesiz olması onun, diğer namazlardan farklı olduğunu gösterir. Cenaze namazı bizzat ölmüş olan kişiye kılınır. Bu namazın ön şartı cenazenin vukuudur. Sırf ölü için kılınan bir namazda Kur’ân okunması anlamlıdır. İster duâ anlamında olsun, isterse Kur’ân’dan bereketlenme manasında olsun, bu uygulamanın ölüye Kur’ân okunabileceğine dair bir hüccettir.
İbn Kayyım bu konu hakkında sonuç olarak şunları söylüyor:[28] Eğer denilirse ki: “Bu anlattıklarınız selef âlimlerinde görülmemekte. Hayra çok düşkün olmalarına rağmen, kimse Kur’ân okumakla ilgili bir şey nakletmemiştir. Rasulüllah’da onlara bunu anlatmamıştır. Onları duâya, istiğfara, sadakaya hac ve oruca teşvik etmiştir. Kur’ân okumanın sevabı da ölülere ulaşacak olsaydı Rasulüllah bunu onlara anlatır onlar da böyle yaparlardı. Cevabımız şudur:
İbn Kayyım “Bu iddiaların sahipleri, hac, oruç, duâ ve istiğfar sevaplarının ölülere ulaşacağını itiraf ediyorlarsa onlara denir ki: “Ne sebeble Kur’ân sevabının ölüye ulaşacağını reddederken bu amellerin sevaplarının ulaşacağını kabul ediyorsunuz? Bu, benzer şeyler arasında ayırımı yapmaktan başka ne olabilir? Yok eğer bu amellerin sevaplarının ölülere ulaşacağını itiraf etmiyorlarsa ki bu olmaz. Bu, Kitap’la, sünnet’le, icma ve şer’i prensiplerle sabit olmuştur.
Rasulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Allah (Celle Celalühü)’tan başka kimsenin bilmediği kalbin niyeti ve yemeyi içmeyi terk etmekten ibaret olan orucun sevabının ölüye ulaşacağını bildirmiştir. Aynı şekilde Kur’ân okumanın sevabı da dil tarafından okunmasından, kulağın duymasından ve gözün görmesinden dolayı ölüye ulaşır, değildir. Konuyu biraz açarsak, oruç mahza bir niyetten ve nefsi, yiyecek ve içeceklerden engellemekten ibarettir. Yüce Allah (Celle Celalühü) bunun sevabını ölüye ulaştırdığı halde amel ve niyetten ibaret olan Kur’ân okumanın sevabını niye ulaştırmasın? Haddi zatında Kur’ân okumakta, niyete bile gerek yoktur. O halde orucun sevabının ölüye ulaşması, diğer amellerin de ulaşacağını tenbih etmektedir.
Mücerred niyetten ve imsaktan (yemek , içmek, aile ilişkisi gibi orucu bozan şeylerden) ibaret olan orucun sevabının ulaşmasıyla Kur’ân okumak ve zikir çekmenin sevaplarının ulaşması arasında ne fark vardır. Aynı zamanda, selef böyle birşey yapmamıştır diyen bir kimse de bilmediği bir konuda konuşuyordur. Bu ise bilmediği şeyin nefyine şehadet eder.
Meselenin sırrı şudur: Sevap, amel eden kişinin mülküdür. Gönül rızasıyla müslüman kardeşine bağışlayınca, Allah (Celle Celalühü) sevabı bu kişiye ulaştırır. Öyleyse Kur’ân okuma sevabını diğer sevaplardan ayırıp ulaşmaz demenin geçerliliği nedir? Halbu ki, inkarcılar da içinde olmak üzere çeşitli asırlarda bir çok beldelerde insanlar böyle amel etmişlerdir, ulemâdan hiç kimse de buna karşı olmamıştır. (İbn Kayyim’in sözleri burada bitiyor.)[29]
Sahâbeden Ebû Hâlid (Radıyallahu Anh) rivâyet edilmiştir ki, “Ey yavrum ben öldüğüm zaman üzerime toprağı biraz tümsekli bir şekilde ört. Sonrada Bakara’nın başını ve sonunu başımın yanında oku. Zira ben Rasülullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) söylerken işittim.”
Bunu Taberânî Mu’cemi Kebiri’nde sahih bir isnadla rivâyet etmiştir. Hafız Heysemî Mecma’uz Zevaid’inde bu hadisin râvîlerini güvenilir bulduklarını söylemişlerdir. Hadisin başka şahitleri de vardır.[30]
Talha bin Abdullah bin Avf şöyle buyurdu: İbn Abbas’ın arkasında cenaze namazı kıldım. Fâtiha okudu ve dedi ki; “Bilsinler ki, bu sünnettir”[31]
Haramlık ispatında veya haram olma ihtimali olan şeyin, helalliği ispatlamada zayıf hadisle amel edilemez. Kabir başında Kur’ân okumaya karşı çıkanların elinde Kur’ân okunmayacağına dair zayıf da olsa, bir hadis veya rivâyet yoktur. Tek dayanakları, sahâbeden yapıldığına dair bir haberin bize ulaşmadığı. Bizde deriz ki; Peygamberimiz bir mesele hakkında yapılıp yapılmaması ile ilgili bir şey dememişse, bu mesele Kur’ân’a ve sünnete aykırı olmadığı müddetçe o şeyin yapılmasında bir mahsur yoktur. Ayrıca kötü olsaydı, Peygamberimiz yasaklardı. Kaldı ki, biz size kabir başında Kur’ân okunduğuna dahil haberin bize ulaştığına dair deliller sunuyoruz.
Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd es-Sicistaniye izafe edilen görüşe göre “Başka hadis bulunmadığı takdirde ahkama ait meselelerde zayıf hadislerle amel edilir”.[32]
Zayıf hadis olsa dahi merdut olmadıkça (uydurma, yalancı râvî) Fazâili ameller hususunda amel edilir. Yani Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmayan konularda amel edilir. Evvabin namazı gibi, mezarlarda Kur’ân okumakta Farz, Vacip ve Sünneti Müekkede olmadığından ve yasaklanmadığına göre okunması câizdir.
Bizim elimizde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den ölülere Kur’ân okuyunuz diye sahih ve zayıf delillerimiz mevcuttur. Ayrıca sahâbe ve tabiinden mezarlarda Kur’ân okuduklarına dair delillerimiz var. Sizde zayıf ve uydurma dahi olsa ölüye “Kur’ân okumayın”, diye bir delil var mı? Yok. Siz de olan sadece yorum.
[1] Ebû Dâvud, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Nesâî, Amelü’l-Yevm ve’l-Leyl, s. 58 (h.no. 1074)
[2] Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, c, VI, s. 314. İbn Hanbel, aynı hadisi üç ayrı tarikla rivâyet etmiş, bunlardan birinin isnadında meçhul bir râvi kullanmıştır. İşte Heysemî, bu tariki zayıf olarak addetmiştir.
[3] Heysemî, age., c.VI, s. 314. Taberânî ve İbn Hanbel, bu hadisi başka bir hadisin içerisinde tahric etmelerinin dışında müstakil olarak da rivâyet etmişlerdir.
[4] Ebû Dâvûd, Risâletü Ebî Dâvûd ilâ Ehl-i Mekke, s: 38.
[5] İbn Hacer, Telhîsu’l-Habîr, c: II, s: 650, İbn Kettân’dan naklen.
[6] İbn Hacer, age., c.II, s. 650
[7] Hâkim, c.I, s. 753
[8] İbn Hıbbân, c. V, s.3 (h.no: 2991)
[9] İbn Mâce, Cenâiz, 4; İbn Hıbbân, c. V, s.3
[10] İbn Hacer, Telhîsu’l-habîr, c. II, s. 650; Şirbînî, Mugni’l-Muhtac, c. II, s. 5
[11] Taberânî, c.XII, s. 340 (h.no. 13613); Beyhâkî, Şuabu’l-imân, c. VII, s. 16 (h.no. 9294).
[12] Heysemî, Mecma’uz-Zevâid, c.III, s. 47
[13] Yahya b. Bâbülettî (v.218/833), Evzâî’nin (v.158/775) torunudur. Görmediği halde Evzâî’den semâ yoluyla rivâyette bulunmasından dolayı cerhedilmiştir. İbn Hacer’in bu zâta zayıf demesi de sırf bu sebebe müsteniddir. Bkz. Buhârî, et-Târihu’l-kebîr, c. VIII, s. 288 (trc. No. 3027); Mizzî, Tehzibü’l-kemâl, c. XXXI, s. 411 (trc. No. 6862); İbn Hacer, Takrîbü’t-Tehzîb, s. 593 (trc. No. 7585). İbn Hıbbân da aynı sebepten dolayı bu râvîyi “Mecrûhîn”ine almıştır. Fakat aynı yerde, “Bu râvî tek başına hadîs rivâyet eder ve bu rivâyeti de sikâ râvîlerin rivâyetine muhâlif olmaz ise ya da muvafık olursa bu şekilde rivâyetine i’tibar edilir.” diyerek zayıflığın derecesini açıklamıştır. Bkz. Hıbbân, El-Mecrûhîn, c. III, s. 127.
[14] Buhârî, Eyyûb b. Nehîk’i Târîh’ine almış ama herhangi bir hüküm vermemiştir. İbn Ebî Hatim bu zât hakkında Ebû Zür’a’nın münkeru’l-hadis dediğini naklettikten sonra kendi görüşünün de aynı yönde olduğunu ifâde etmiştir. İbnü’l-Cevzî de aynı kanaattedir. Fakat İbn Hıbbân, söz konusu râvîyi Sikât’ına alarak tevsîk etmiştir, bkz. Buhârî, et-Târihu’l-kebîr, c.I, s. 425 (trc. No. 1365); İbn Ebî Hatim, el-Cerh ve’t-ta’dil, c. II, s. 259 (trc. No. 930); İbnü’l-Cevzî, ed-Duâfâ ve’l-metrûkîn, c. I, s. 132 (trc. No. 483); İbn Hıbbân, es-Sikât, c. I, s. 213; İbn Hacer, Lisânü’l-mîzân, c. I, s. 490.
[15] Tebrîzî, Mişkâtu’l-Mesâbih, c.III, s. 388 (h.no. 1717).
[16] Beyhakî, Şuabu’l-İman, c.VII, s. 16 (h.no. 9294)
[17] Taberânî, c.XIX, s. 220, 221 (h.no.491); İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, c. XXXXX, s. 292 (trc. No. 5848); Beyhakî, c.IV, s. 56.
[18] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.III, s.47
[19] İbn Hacer, Takribü’t-Tehzîb, s. 348 (trc.no.2975)
[20] İbn Ebî Hatim, el-Cerhu ve’t Ta’dîl, c. V, s. 272 (trc. No. 1287); Zehebî el-Kâşif, c. I, s. 639.
[21] Beyhakî, c.IV, s.56
[22] İbn Asâkir, Târihu Dımeşk, c. XXXXX, s. 292 (trc. No. 5848)
[23] Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, I. Baskı, s.46 Ankara, 1997.
[24] Nevevî, el-Ezkâr, s.137; Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, c.III, s.47
[25] Buhârî, Cenâiz, 65; Ebû Dâvud, Cenâiz, 59; Tirmizî, Cenâiz, 39; Nesâî, Cenâiz, 77; İbn Ebî Şeybe, 11/492, 493 (h.no: 11393, 11403).
[26] Abdurrezzâk, c. III, s. 489
[27] Begavî, Şerhu’s-sünne, c.III, s. 247. Hanefî, Şafi’i, İshâk, Nehâî ve Sevrî gibi âlimlerin kanaati bu yöndedir.
[28] Kitâbu’r – Ruh sh: 189
[29] İbn Kayyim El Cevziyye Kitab’ur Ruh s.190 İz Yayıncılık
[30] Allâme Muhaddisin Muhammed Bin Ali, en-Nimevi Âsaru Sunen ve Haşiyesi Et-Taliku’l-Hasen, s. 338
[31] Buhârî Cenaze üzerine Fâtiha okunacağına dair 65. Bab Hadis 1335 Mehmet Sofuoğlu Tercümesi
[32] A. Naim Tecrid Tercemesi (Mukaddime) 343 KAYNAK SELEFİLER VE TASAVVFÇULARIN GÖRÜŞLERİ