örtüşen ve ayrilan yönleriyle mevlana ve bediüzzaman

mihrimah

Well-known member
4093.jpg


4094.jpg



İkisi de bu toprakların insanı. İkisi de çığır açmış İslam düşünürü. İkisi de eser vermiş büyük yazar. Fakat nedense hiç kimse bu iki zatı karşılaştırmıyor. Oysa bu iki zatı karşılaştırmak gerekir. Karşılaştırmak her ikisini de yüceltir. Çünkü müspet karşılaştırma üstün değerleri ortaya koyar, farklı güzellikleri açığa çıkarır. Nasıl ki günümüzde mukayeseli bilim daha çok makbulse aynen öyle de mukayeseli edebiyat da o kadar çok makbuldür. Bu yazıyı bu bağlamda yani edebiyatın mukayeseli biyografisi tarzında görmek daha doğru olacaktır.


İsterseniz önce bu iki maneviyat sultanının benzerlikleri üzerinde duralım:


Mevlana büyük bir İslam âlimi olup, zamanının müceddidir. Bediüzzaman da büyük bir İslam âlimi olup o da kendi zamanının müceddidir.


Her ikisi de büyük bir yazardır. Ünlü âlimler her ikisi için de: “Peygamber değil ama kitabı var” demişlerdir.


Tefsir iki kısımdır. Birisi lafız tefsir, diğeri mana tefsiri. Mevlana’nın da Bediüzzaman’ın da yazdığı tefsir mana tefsiridir. Yanı Kuran’ın ibare anlamının ötesinde, müfessirin kalbine ilham olunan duygularla yazılan tefsirdir. Denilebilir ki tefsirin biraz da kurguya, edebiyata kaçan kısmıdır. Bu nedenle her ikisinin eserleri de edebiyatla iç içedir.


Her ikisinin eserleri de onlarca yabancı dile çevrilmiştir.


Her ikisi de Arapça, Farsça ve Türkçe okuyan yazan ve düşünen insandır.


Her ikisi de Anadolu merkezli bir hayat yaşamıştır.


Her ikisinin de temel felsefesi hoşgörüdür.


Her ikisi de başka düşüncelere ve başka dinlere karşı müsamahakârdır. Ancak bu müsamaha hiçbir şekilde İslam’a zarar verenlere de müsamaha ile bakmak anlamında değildir.


Her ikisi de Hıristiyan papazlarla diyaloglar kurmuştur. Mevlana bir yandan Konya sokaklarında karşılaştığı papazla selamlı sabahlı merhabalaşırken diğer yandan da papazlara ve diğer din mensuplarına “Vare vare” yani ‘gel gel’ diyerek seslenmiştir. Onlara kapısı her zaman açıktır. Bediüzzaman ise ahir zamanın şiddetli dinsizliği karşısında Müslümanların diğer semavi din mensuplarıyla ittifak etmesi gerektiğini söyleyerek bizzat papaya mektup yazmış ve yazdığı külliyatı ona göndermiştir. Talebeleri de bu gün aynı çizgide devam etmektedir.


Mevlana ve Bediüzzaman ikisi de müziğe yasakçı değil ölçülü yaklaşır. Zaten Mevlana’nın ‘Ney’i’ Hazreti Davut’un Mezamir’i gibi cihana yüce duygular salmıştır. Bediüzzaman ise şehvani ve hüzünlü duygular hariç, diğer duyguların günlük zamanımızın beşte birini almamak şartıyla, seslendirilmesine müsaade etmiştir.


Şimdi de bu iki cihanşümul şahsiyetin farkları üzerinde duralım.


Mevlana’nın nesirleri olsa da Mevlana daha çok manzum eser yazmıştır. Bediüzzaman’ın ise manzumeleri olsa da Bediüzzaman daha çok nesir eser yazmıştır.


Mevlana’nın manzumeleri daha çok eski divan şiiri tarzındadır. Yani nazım birimi beyit ve dörtlük, nazım türü ise mesnevi şeklindedir. Bediüzzaman’ın şiirleri bu günkü anlamda tam bir serbest şiirdir. O şiir için “Külah püskülsüz, şiir de kafiyesiz olur” demiştir.


Mevlana Türkçe birkaç eser vermesine rağmen eserlerinin çoğunu Farsça yazmıştır ve niçin Türkçe eser yazamadığını nedenleriyle birlikte açıklamıştır. Bediüzzaman ise birkaç küçük eserini Arapça ve Farsça yazmıştır. Buna karşılık eserlerinin yüzde doksan dokuzunu Türkçe yazmıştır. Bu yazdığı Türkçeyi de savunmuştur. Hatta Halil İbrahim adındaki bir talebesi Risale-i Nur’da yer alan bir mektubunda, bir gün bütün Türk âleminin bu lisanla konuşup anlaşacağını söylemiştir. Yani Mevlana dili fazla önemsememiş, zamanının geçerli edebiyat diliyle yazmıştır. Bediüzzaman ise dile çok önem vermiş ve bu gün biraz Osmanlıca diyebileceğimiz bir dil (ki bu dil onun zamanın en sade Türkçesidir.) kullanmış ve bu dilin kullanılması gerektiğini de savunmuştur.


Mevlana şeriatın hüküm sürdüğü, İslam devletlerinin yaşadığı bir zamanda eserler verirken, sadece İslam’ı en güzel şekilde yaşamanın ve anlatmanın sevdasını çekmiştir. Bediüzzaman ise kendi ifadesiyle “Helaket ve felaket asrı”nda gelmiş, İslam’ı hem gözetip kollamak hem de en güzel şekilde anlatmak mantığıyla eserler vermiştir.


Mevlana daha çok şehirde, mektep ve medrese merkezlerinde yaşamış ve eserlerini oralarda vermiştir. Oysa Bediüzzaman köy, dağ başı, mahkeme kapıları ve hapishane duvarlarında yaşamış ve eserlerini oralarda vermiştir.


Mevlana, zamanında el üstünde tutularak korunmuştur. Kendisi de eserleri de bu güne kadar hep takdir görmüştür. Oysa Bediüzzaman, kendi ifadesiyle, yaşadığı Abdülhamit, İttihat Terakki ve Cumhuriyet dönemlerinde hep dışlanmış; ya tımarhaneye, ya idam sehpasına ya da çeşitli mahkemelere gönderilmiştir. Kendi döneminden sonra da ya onu sevmeyenler tarafından çok tenkit edilmiş ya da onu okuyanlar tarafından çok sevilmiştir.


Mevlana’nın fikir ve duygu kaynağı tasavvuftur. Onun içindir ki kendi ocağından bir “Mevlevi” tarikatı doğmuştur. Mevlana aynı zamanda ehl-i sünnet doğrultusunda bir âlimdir. Bediüzzaman’ın fikir ve duygu kaynağı ise (Tasavvuftan istifade etse bile) tasavvuf değildir. O, Kuran, hadis, icma ve ümmet doğrultusunda bir ehl-i sünnet imamıdır. Ancak bu zamanda Şiileri ve Vahhabi’leri de birer eserinde değerlendirerek onların İslam içinden çıktıklarını ve dışlanmamaları gerektiğini söyleyerek onları da kucaklamıştır.


Mevlana’nın eserleri, doğrudan doğruya İslam’ı anlatan eserlerdir. Oysa Bediüzzaman’ın eserlerinin yarısına yakını usul esaslarından ve lahikalardan oluşur. Aslında lahikalara de usul eserleri demek daha doğru olur. Çünkü Bediüzzaman’ın en büyük meselesinden biri bu zamandaki hizmet metodudur. O, talebelerine hep eski zamanlardan kalma usulleri değil veya bu gün icat edilmiş menfi tarzları yani terörle vurarak kırarak bir yere varma tarzını değil, bu gün kendisinin ortaya koyduğu müspet hizmet tarzını kullanmalarını tavsiye etmiştir. Çünkü dünyanın değiştiğini artık mücadelelerin fikirle ve sanatla olduğunu bu zamanın Müslüman’ının anlamasını istemiştir. Bunun için de eserlerinin yarısını, lahikalar olarak bu konulara ayırmıştır.


Mevlana eserlerinde bolca anekdot kullanırken “Kıssadan hisse” mantığından faydalanmıştır. Oysa Bediüzzaman anekdotları yeri geldiğinde çok az olarak kullanmıştır. Onun asıl hikâyeciliği Franz Kafka’nın modern hikâyeciliği tarzındadır. O, hep var olan ama insanların alışkanlıkları yüzünden fark edemedikleri örtülü gerçekleri anlatan hikâyeler yazmıştır. “Küçük Sözler” eserinde hep bu mantık vardır.


Bediüzzaman’la Mevlana’nın eserlerinin arasındaki diğer en büyük fark ise, Mevlana’nın eserlerinde doğrudan mensur veya manzum anlatım yapılırken Bediüzzaman’ın eserlerinde bu günkü dünya eğitiminin temel öğrenme usullerinden sayılan “soru-cevap” şeklindeki anlatım metodu kullanılmıştır. Risale-i Nuru ciddi okuyan âlimler derler ki: ‘Bu zamanda Müslümanların kafasına takılan veya ifade edilmesi zor olan yüzlerce soruya Risale-i Nur’da cevap verilmiştir.


Şüphesiz ki Mevlana ile Bediüzzaman arasındaki en büyük fark zaman farkıdır. Ölümleri esas alınırsa (Mevlana’nın ölümü 1273. Bediüzzaman’ın ölümü 1960) aralarında 687 yıl olduğu görülecektir. Bunun içindir ki bu iki zatın yaşadığı zamanın, söyledikleri fikirleri üzerinde tesiri vardır. Mesela Mevlana der ki:


—Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.


Oysa Bediüzzaman bu konuda der ki:

—Her söylediğin doğru olsun fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir. Bir başka sözünde ise der ki:

—Ata et, ite ot atma; ata ot, ite et at.’

Mevlana ile Bediüzzaman arasındaki en belirgin fark ise mezarlarıdır elbette. Birisinin mezarı malum ve meşhur iken diğerinin mezarı meçhul ve mağdurdur.


Türkiye’den dünyaya doğan bu iki güneşin ışıklarını yani yazdıkları eserlerini çeşitli açılardan karşılaştırarak, ortaya çıkan sonuçları buraya yazmayı ne kadar çok isterdim. İnşallah bir gün bu da tahakkuk eder.

İbrahim Köse
 

nuriye

Well-known member
Mevlana ile Bediüzzaman arasındaki en belirgin fark ise mezarlarıdır elbette. Birisinin mezarı malum ve meşhur iken diğerinin mezarı meçhul ve mağdurdur.[evet bu söz cok dogru ve ne yazikki cok acidir]allah razi olsun cok güzel bir paylasim emeginize saglik.
 
Üst