İkâmet ettiği bölgede, hocalarından aldığı eğitimle kendisini iyi yetiştiren ve askerlik için geldiği Ankara’da, 1952 senesinde, Said Nursi’yi Emirdağ’da ziyaret eden Ağrılı Molla Nusret Kocabay, şeyhlik yürütebilecekken Risale-i Nurlar’a talebe olmayı yeğlemiş birisidir. Askerliğini yaparken dahi cuma akşamları askerleri toplayıp sohbet eden Kocabay, nüfus kaydında 1928’de Eleşkirt’te doğmuş gözükmesine rağmen bir sene geç yazılmıştır. Ailesi, dedeleri aslında Cizre’den Ağrı’ya gelip yerleşmiştir. Cizre’ye de Hamme’den yani Ortadoğu’nun bir başka yerinden geldiklerini anlatan Kocabay, Bedirhan Bey’le aynı dönemde Cizre’de ‘mir’ olan yani oranın hükümdarlığını yapan Koçibey’in soyuna dayanıyor: “Hatta benim soyadım da Koçibey’den geliyor, Kocabay diye.”
Ailenin Ağrı’ya yerleşmesi biraz uzun hikâye. Cizre’de yaşanan bazı hadiselerden sonra aile Van’a yerleşir. Ardından bir süre Hasankale’de ikâmet ettikten sonra da Erivan’da yaşamaya başlar. Bir zaman sonra geri dönüp Kars ve Ağrı’ya yerleşir. Koçibey ailesinden İbrahim Bey’in üçü erkek dört çocuğundan biri olan Nusret Hoca, yasak olmadığı kadarıyla(!) Bitlis, Muş ve Ağrı’nın ilçelerinde medreselerde ilim tahsil eder: “Hepsi gizlice. Muş’ta filan yeraltında yerler yapılmıştı. Hep gizli okuyorduk. Aşikâr okumak mümkün değildi ama millet bütün canı ve ruhuyla, o yokluk ve kıtlık zamanında yetişmiş bir talebeye sahabe nazarıyla bakıyordu. O zaman öyle idi ilim tahsil etmek.”
Nusret Kocabay, bölgedeki meşhur âlim ve hocalardan alır ilmini. Molla Zahir, Şeyh Taha, Molla Nadir, Eleşkirtli Molla Abdülaziz, Şeyh Muhammed Celali Hazretleri’nin torunu Molla Ahmet Celali gibi zatlardan yıllarca tahsil görür.
Kocabay 1952 senesinde, Adnan Menderes’li Demokrat Parti’nin iktidar olduğu bir zamanda vatanî görevini yapmak üzere Ankara’ya gider. Kocabay, Ankara’da Risale-i Nur’u tanıma imkânı bulur. Aslında daha önce mollalarının meth-ü senalar ettiği Said Nursi’nin ismini duymuşluğu vardır: “Tek parti döneminde bizim Ağrı’da milletvekilliği yapmış Ahmet Alparslan vardı. Ben Ağrı’nın Hamur kazasına bağlı Gelutan köyünde Molla Abdülkerim’den okumuştum. O Ahmet Alparslan, Molla Abdülkerim’in köylüsü idi. Seydamızın köylüsü diye biz o milletvekilini ziyaret ettik. Ziyarette çantasını açtı bize iki kitap verdi. Yanındakine Asay-ı Musa’yı, bana da Nurun İlk Kapısı’nı verdi. Baktım ki Türkçedir. Kitabı götürdüm dolaba bıraktım. Ama ismini ezberledim. Molla Said-i Nursi Hazretlerinin kitabı.”
Nusret Kocabay bu şartlarda askere geldiğinde de artık kendisini yetiştirmiş, hatta tarikat almış bir hocadır: “Askerlikte de aynı vazifemi yürütüyordum. Askerleri toplayıp cuma akşamları sohbetimizi yapıyorduk. Menderes zamanı idi. Yasaktı. Bazı subaylar duymadan yapıyorduk. Ama hoca olduğumu biliyor ve beni seviyorlardı. Bana hürmet ediyorlardı. Bir gün, biri Karslı biri Vanlı genç kardaşlar buldum. Onlar da namaza yeni başlamışlar filan. Onları cuma akşamı hatmeye götürdüm. Evliyaların menkıbelerini anlatmaya başlamıştım. Baktım bir tane asker. Kantinci idi. Geldi, yanımıza oturdu. Biraz dinledi. Benim kalbime ‘Ya bu inşallah cezboldu. Ben bunu da inşallah hatmeye götürürüm’ diye bir şey doğdu. Neyse o dinledi epey. Dinledikten sonra bana döndü dedi ki ‘Sen çok güzel konuşuyorsun. Sen hoca mısın, şeyh misin?’ Ben de ‘Öyle diyorlar’ filan dedim. O da ‘Ben demiyorum. Asrın sahibi diyor. Bu zaman iman kurtarmak zamanıdır, tarikat zamanı değil. Sen bu gençlere iman, hakikat dersleri filan versen, öylece söyleşsen daha iyi olmaz mı?’ dedi.”