Bir tek tesbihten, başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz almak

Sergerdan

Well-known member
Bir zaman, birtek tesbihin, birtek namazda, Sahabelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir surette bana inkişafı, bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek kıymetini onunla anladım. Demek, bidâyet-i İslâmiyede kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir tarâveti, bir lezzeti var ki, gaflet perdesi altında mürur-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir.

Zât-ı Muhammediye (a.s.m.) ise, onları memba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdesten) turfanda, taze olarak, fevkalâde istidadıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binaen, o zat, birtek tesbihten, başkasının bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir.İşte bu nokta-i nazardan, zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmın, haddi ve nihayeti olmayan merâtib-i kemâlâtta ne derece terakki ettiğini kıyas et.
 

Sergerdan

Well-known member

Bir zaman kalbime geldi, "Niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zâtlar Sahabelere yetişemiyorlar?"


Sonra, namaz içinde "Sübhanerabbiyelâlâ" derken, şu kelimenin mânâsı inkişaf etti, tam mânâsıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: "Keşke, birtek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibâdetten daha iyi idi." Namazdan sonra anladım ki, o hâtıra ve o hal, Sahabelerin ibâdetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşâddır.

Evet, Kur'ân-ı Hakîmin envarıyla hâsıl olan, o inkılâb-ı azîm-i içtimâîde, ezdâd birbirinden çıkıp ayrılırken, şerler bütün tevâbiiyle, zulümâtıyla ve teferruâtıyla ve hayır ve kemâlât bütün envârıyla ve netâiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette, müheyyic bir zamanda, her zikir ve tesbih, bütün mânâsının tabakâtını turfanda ve tarâvetli ve tâze ve genç bir sûrette ifade ettiği gibi;

o inkılâb-ı azîmin tarrakası altında olan insanların bütün hissiyâtını, letâif-i mâneviyesini uyandırmış, hattâ vehim ve hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir sûrette o zikir, o tesbihlerdeki müteaddit mânâları kendi zevklerine göre alır, emer.


İşte, şu hikmete binâen, bütün hissiyâtları uyanık ve letâifleri hüşyar olan Sahabeler envâr-ı imâniye ve tesbihiyeyi câmi' olan kelimât-ı mübârekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün mânâsıyla söyler ve bütün letâifiyle hisse alırlardı.

Halbuki, o infilak ve inkılâbdan sonra, git gide letâif uykuya ve havâs o hakâik noktasında gaflete düşüp, o kelimât-ı mübâreke, meyveler gibi, git gide ülfet perdesiyle letâfetini ve tarâvetini kaybeder.

Âdetâ sathîlik havasıyla kuruyor gibi, az bir yaşlık kalıyor ki, kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla, ancak evvelki hali iâde edilebilir.

İşte bundandır ki, kırk dakikada bir Sahabenin kazandığı fazîlete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.(27.sözün zeyli)
 
Üst