Risâle-i Nur, aynı zamanda çağdaş bir tasavvuftur

hulusi

Well-known member
Bir Risâle-i Nur, tasavvuf literatüründeki, “tefekkür, ihlâs, seyr ü sülûk, istiğrak, bast-ı zaman, tayy-ı mekân, yakaza, îsâr, mürşid, mürid” vs. bütün mefhumları kullanır. Aynı zamanda onların hakikatlerini ispat ve izah eder.

Zaten, ruhumuzu/duygularımızı tekâmül ettiren, yani nefis terbiyesi olan tasavvufun asıl gayesi budur. İkinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbanî Ahmedî Fârukî (r.a.) de bunu ifade eder: Marifet-i İlâhiye, yani, iman esaslarını inkişaf ettirmektir.

İman hakikatlerini mükemmel bir şekilde açıklayan ve Kur’ân’ın sırlarından sızan Sözler, velâyetten matlûb olan neticeleri verebilir. Ki, zâhirden hakikate, geçmenin iki metodu var:

1- Tarîkat yolu, mânevî seyahat ve gözlemle.

2- Doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğramadan, İlâhî lütufla gerçeği yakalamak.

Sahabeye, tâbiîne (aahabeleri görüp ders alanlara) has, yüksek ve kısa yol bu ikincisidir.

Hakikat mesleği olan Risâle-i Nur da, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçip; feyz almanın kısa ve güvenli yolunu açar.
Risâle-i Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati, tahkikî imanı elde etmek, ispat ve izah ederek göstermektir.

Ve Risâle-i Nur, yeni, modern, çağdaş bir seyr ü sülûk (mânevî bir seyahat ve gözlem) yolu açar. Bunlardan birisi Ayetü’l-Kübrâ isimli eserdir. Orada, insana, zerreden/atomdan, hücreden başlayarak, bulut ve sâir bütün mahlukata ilmî, aklî, kalbî tam 18 basamak bir seyr ü sulûk ettirir. Sanki 18 bin âlemde, maddeden manaya geçerek mânevî bir seyir ve gözlem yaptırır.

Aynı zamanda imân hakikatlerini, İslam esaslarını, ukubatı, ahlâkı, içtimai ve siyasi ölçüleri ilmî delil ve belgelerle ortaya koyarak imanları kurtarıyor.

Risâle-i Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı, nazarıyla ders vermez. Evliyâ misilli yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmez.İbâdet yerinde ilim içinde, hakikate bir yol açmış. Sülûk ve evrâd yerine; mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler (deliller) içinde, hakikatü’l-hakaika (gerçekler gerçeğine) bir yol açmış.Her şeyin üstündeki Allah’ın kudret damgasını; terbiye mührünü ve kaleminin nakışlarını görmekle, doğrudan doğruya her şeyden Onun nûruna karşı bir pencere açıp, Onun birliğine ve her şeyin Onun kudret elinden çıktığına ve İlâhlığında ve Rubûbiyetinde (her şeyi terbiye etmesinde) ve mülkünde hiçbir şekilde ortağı, yardımcısı olmadığına görür gibi kesin bir bilgiyle tasdik edip imân getirmektir.

“Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.”
Risâle-i Nur ile tarikat ve tasavvuf yolunda açılan yeni metotla, hem fen ve felsefenin hücumlarına sed çekilmiş, hem de ferdlerin bu hâli ve kalbî ihtiyaçları karşılanmıştır. Risâle-i Nur, benimsediği Sahâbe mesleğiyle, Peygamberî mirastan gelen, berzah tarikine (ara yollara, perdelere) uğramadan, doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçip İlâhi yakınlaşmayı sağlar. Bu yol, gayet kısa ve gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyetleri çoktur. Keşif ve kerâmet az görünür.
“Evet, Risâle-i Nur’un gıda ve taam (yemek) hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem nefis, hem his hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl, cüz’î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler.”
 

aczmendi reþha

Well-known member
Esselamun aleykum kardeşim


Allah sizlere ve bizlere razı olacağı ilimleri ve amelleri ve halleri lutfedip razı olduklarından kılsın amin.


Risale-i nur, külli bir tefsir olması hasebi ile, ders makamındaki muhatabına göre farklı ders verdiği gibi, her okuyanınada, samimiyyeti nisbetinde, kendini İSTİFADE etmesi noktasından açar.Siz kardeşimizin ifadelerinden bir kaçını Risale-i nur dersleri ile tashih edersek anlattıklarınız tam yerinde olur inşaallah..
Yazdığınız yazı cidden kıymetlidir..


ve bihi nesteinu

Risale-i nur mesleği tasavvuf mesleği değildir,HAKİKAT mesleğidir.
Yani hakikat mertebesinde ve Hakikat ilmi ile ve o ilmin amelleri ile TARİKAT (yolunda) tebasını 26.sözün zeylinde açıkladığı gibi Allah'a vasıl eder.
Bunu 4 merhale ile yapar. acz,fakr,şefkat ve tefekkür..


Tarikat (yol) manasına kullanılan iffade olmakla, onda giderken kullanılan ilimler:
Tassavvuf ilmi
Hakikat ilmi
Şeriat ilmidir.
Bu üçüde tekmil-i şanında şeriata hizmet ederler.

Hem tasavvu merhalesi zikir ağırlıklıdır..
Hakikat merhelesi HUZUR ağırlıklıdır.21.lem'a daki lamba misalinde olduğu gibi..


Mesela: Dille yalan söylememek ŞERİATTIR.
Bu yalanı hatırdan ve gönülden silmek ise TARİKATTİR.
Bu yalan zorlama bir ameliye ile silinirse bu TASAVVUFTUR..
Bu yalanı zorlama olmadan,hatra ve gönle getirmemek HAKİKATTİR.


Risale-i nur mesleği 4 hatve ile nur talebelerinin ALLAH'a vasıl olmaları vardır.


Yine sizinde ifade buyurduğunuz gibi berzahlara girmeden,zahirden hakikate geçilir.Bununda nasıl olduğu Risale-i nur eserlerinde ifade edilmiştir.

Risale-i nur mesleği 12 HAK TARİKİN HULASASIDIR.Bu asırda 12 hak tarikin mensubları Risale-i nur dairesine girmelidir ve girdiklerinde kendi şeyhlerini muhafaza edebilecekleri gibi mesleki olan ihtiyaçlarını asrın sevyesinde ve zaruretlerinin gerekleri ile bulup alırlar alanlar çok olmuştur.

Netice-i kelam: Sizin ifade ettiğiniz hakikatler risale-i nur esasları ile tashih edilince ifadeleriniz aynı hakikatlerin ifadesi olarak görülüyor dese bu kardeşiniz sizinle ders iştiraki olur inşaallah..

Maksada işaret için şimdilik bu kadarı kafi olur inşaallah..
 

hulusi

Well-known member
Reşha kardeşim zevkle okudum paylaşımınızı.

Üstadımın dediği gibi biz bu hizmet istihdam ediliyoruz..İhlasımıza göre değil,acizliğimize ve ihtiyacımıza göre ,Rabbim bizleri Nurlara talebe kılsın.
Musadenizle bu konuya dair Risaleden paylaşımda bulunayım ki siz orayı çok güzel bir şekilde özetlemişsiniz.Eklemek istediğiniz yerleri memnuniyetle bekliyoruz Hak razı olsun..
 

hulusi

Well-known member
CENÂB-I HAKKA vâsıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kàsır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim "acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" tarikidir.
Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tariktir ki, ubudiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine isal eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tariktir ki, Hakîm ismine isal eder.
Şu tarik, hafî tarikler misilli, "letâif-i aşere" gibi on hatve değil; ve tarik-i cehriye gibi "nüfus-u seb'a" yedi mertebeye atılan adımlar değil; belki Dört Hatveden ibarettir. Tarikatten ziyade hakikattir, şeriattir.
Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.
Şu kısa tarikin evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkânla kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.
Birinci Hatveye 1 âyeti işaret ediyor.
İkinci Hatveye 2 âyeti işaret ediyor.
Üçüncü Hatveye 3 âyeti işaret ediyor.
Dördüncü Hatveye 4 âyeti işaret ediyor.
 

hulusi

Well-known member
BİRİNCİ HATVEDE:
a26012.gif
âyeti işaret ettiği gibi, tezkiye-i nefis etmemek. Zira, insan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka herşeyi nefsine feda eder. Mâbuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mâbuda lâyık bir tenzihle nefsini meâyipten tenzih ve tebrie eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez. Nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdafaa eder. Hattâ, fıtratında tevdi edilen ve Mâbud-u Hakikînin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazat ve istidadı kendi nefsine sarf ederek,
5 sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.
İşte, şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathiri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.
 

hulusi

Well-known member
İKİNCİ HATVEDE:
a26009.gif
dersini verdiği gibi, kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse, başkasına verir. Fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezasıdır.
Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi, şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefis içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve ihtirasatta unutmak; ve mevtte ve hizmette düşünmek...
 

hulusi

Well-known member
ÜÇÜNCÜ HATVEDE:
a26010.gif
dersini verdiği gibi, nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu Hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir.
Şu mertebede tezkiyesi, 6 sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemalsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.
DÖRDÜNCÜ HATVEDE:
a26017.gif
dersini verdiği gibi, nefis kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan, bir nevi rububiyet dâvâ eder; mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte, gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:
Herşey, nefsinde mânâ-yı ismiyle fânidir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur. Fakat mânâ-yı harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına aynadarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibarıyla şahittir, meşhuddur, vâciddir, mevcuttur.
Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücut verse, kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira, bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan, herşeyi bulur.
 

aczmendi reþha

Well-known member
Ve Bihi nesteinu

Derse başlamadan evvel, derste işlenecek olan ibarelerin makamlarında, mevzularına uygun yerlerinde anlaşılması için, bir açıklama yapalımki maksada uruc edebilelim..

Mukaddeme

İlem Eyyuhel aziz !!
Hakikat mesleği demek kalb kumandasında aklın ittifakı ile tüm leteiflerin vezaiflerine sevkleri yapılarak, Allah'a vasıl olunan yolda, kalb, nefs, ruh, akıl gözleri açık olarak gitmek demektir,Allah'a vasıl olunan yolda kullanılan ilmidir hakikat ilmi, amele dökülmesidir ,hakikat mesleği olarak ifade buyurulan..

Hem; tasavvuf mesleği ile (kalb ile aşk) tan başayıp hakikate vasıl olan HAKİKATTE ise kalb kumandasında aklın ittifakı ile tüm cihazat vezaiflerine sevkle giden o erbabı hakikat dahi kalb ve nefs, ve ruh ve akıl gözleri açık gitmişler denilenler, hakikatte hakikat ilmi ile suluk etmişler demektir..

Hemde ; Risale-i nur mesleğinin kısa tariki tebasını Allah'a hakikatin ilmi ile hakiket mesleğinden vasıl eder demek, Kalb kumandasında aklın ittifakı ile tüm letaifler vazifelerine sevk edilerek UBUDİYET tarikinden, her bir letaifin gözü açık gidilir demektirki, hakikat ilminin hakikat mesleğinde TARİKİN başlangıcı olarak tatbik edildiği meslektir Risale-i nur mesleği, yoksa hakikat mesleği sadece nurdur denmemmelidir..
 

aczmendi reþha

Well-known member
ve Bihi nesteinu

Evvela bilmeliyiz ki: 26 adet sözlerde hakikatin ilmi olarak anlatılan kısımlar, o kısa tarikin ilmi ve ameli dersleridir..

Birinci hatvede verilen derste nefsin mahiyeti ve ona muhabbetle bağlanmış olan kalbinde vaziyeti anlatılır, çare ise nefsini savunmamak, temize çıkarmamak, yani temiz görüp göstermemek manasında, yoksa nefs zatten arındırılacaktır.Yeni ve güzel amellerle hallerle donatılacaktır..

İlk işlem acz hatvesinde kalbde olur..Peki ne olur..Bu olan nedirki ehli tasavvuf bunu ancak hakikate vasıl olunca yapabilmişler..
Evvela kalbde muhabbet olacak ki birinci hatvede anlatılmış nefsine muhabbet var..!!

Muhabbet etmek çendan ihtiyari değildir, fakat o muhabbetin yönü ihtiyar ile bir mahbubdan başka bir mahbuba çevrilebilinir..!!

Bir insan birinci hatvede anlatılan nefse ve o muhabbete sahibken nasıl yapabilir bunuki..!!

Çare Yine Nurdan:
İkinci Nokta: Ehl-i tarîkat ve hakikatça müttefekun aleyh bir esas var ki: Tarîk-ı Hak'ta sülûk eden bir insan, nefs-i emmaresinin enaniyetini ve serkeşliğini kırmak için lâzım gelir ki; nazarını nefsinden kaldırıp şeyhine hasr-ı nazar ede ede tâ fena fi-ş şeyh hükmüne gelir. "Ben" dediği vakit, şeyhinin hissiyatiyle konuşur ve hâkeza.. tâ fena fi-r resul, fena fillaha kadar gider. Meselâ: Nasılki gayet fedakâr ve sadık bir hizmetkâr, bir yaver, efendisinin hissiyatıyla güya kendisi kendisinin efendisidir ve padişahıdır gibi konuşur. "Ben böyle istiyorum" der; yani "Benim seyyidim, üstadım, sultanım böyle istiyor." Çünki kendini unutmuş, yalnız onu düşünüyor. "Böyle emrediyor" der.
(Sikke-i Tasdik-i Gaybi)


Peki: Fenafil ihvanın anlaşılması için verilen misal fenafişşeyh benzetmesi değilmidir. Fenafil ihvandan maksadda Dairemizde mürşid vaziyetine geldiği halde kendisine MÜRŞİD VAZİYETİ TAKINMAK YASAK edildiğinden daha doğrusu ehlinde o hal olmadığından ihvan adı ile ifade edilen zevatlar değilmidir..


Bakalım dediğimiz gibi olsa ne olur .. Yani: mürşid konumundaki bir zevatta fenayı yaşayan nasıl olur..

Veya fenafilihvanı kendi gibi enesi kesif nefsi emmera olanlarla gelin biz bizde fenafil ihvan olalım derse ne olur..

Fenafil ihvan'dan maksad ne olmaktırki o olunca olması gerekenler olsun..

Hadi Muhabbetini, buldun bir ihvana verecende, MUHABBETİN SEBEBİ 3 tür, ya cemal ya kemal yada menfaattir,hem cemal ve kemal ve menfaatten maksad uhrevi veya dünyevi maddi veya manevi olsa gerek, acaba bu üçü veya üçünden biri kimde bulunurki sen onu bulup muhabbetini verebilesin..!!, eger bu vermen o 3 şey için olmassa yani velayet ve kemalat ve menfaat için değilse o zata muhabbetini vermen geriye kalır bir şey, oda FENAFİLİHVAN EMRİNE İTTİBA ..İşte İhlasa uygun yoldan gitmek..kemalat ve benzerlerinin peşinde gezmek başkadır ,istemek başkadır, onları hiç düşünmeden ve istemeden emre ittiba ile vazife alıp HAKİKAT MESLEĞİNİ TATBİK ETmek başkadır, Unutmamak gerekirki MESLEĞİMİZ SIRR-I İHLAS ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞTİR, buda evvela ihlaslı olmayı gerekli kılar..


Nereye geldik şimdi, kalbde muhabbet var, hadi muhabbeti kullanacaz onuda bulduk, anladık diyelim, muhabbeti nasıl kullanacaz ki, Risale-i nura uygun olsun, her dersle örtüşsün hem ACZ nerde, aczin olması için ne gereklidir, ne yapmak lazım..

Buraya kadar olan kısım için soru veya Risale-i nur'a uygun düşmeyen yer varsa, önce onları Risale-i nurdan bularak netleştirelimki bundan sonraki kısımların ders olarak yeri belli olsun..

 

aczmendi reþha

Well-known member
Ve Bihi Nesteinu

Aslı itibarı ile Allah'a verilmesi gereken muhabbeti, nefsten kaldırıp.. Muhabbet evvela Allah'a verilirse, ve muhabbet edilenlerde mana-i harfi ile Allah hesabına sevilirse..


Aşk veya muhabbet kalbde olunca, ona akıl müdehale ederse yani kalb kumandan akıl ittifakı ile gidilirken, aklın muhabbete müdehaleleri ile oluşan halete ACZ denir..

Aczin diger adıda İTAAT ARZUSUDUR..!!

Mesleğimiz sırrı ihlasa bina edildiğinden , ihlasın daiside olan, emri ilahiye, İTAAT..

Amelinizde Rıza-i ilahi olmalı (21. lem'a 1. düstur) Razı olunan dairede olmak..

Acz haletinde kalble ve akılla muhabbet merkezine bakınca İTAAT arzusu artar buna '' Allaha muhabbetiniz varsa Habibullah(s.a.v) e itaat ediniz ki Allahda sizi sevsiz''


O Kısa tarikin evradı: İttiba-ı Sünnettir..!! olan emri üstadanelerine İTAAT..

Acz Haletinde tüm amel ve işlerini şer-i ve mesleki emirlere uygun yapmaya kalkan biri, Sünnetler ittiba ettikçe, etmeye çalıştıkça kendi amellerinin ve işlerinin eksikliği ve kusurları görünmeye başlar kendine..

Bu ittiba taklididir ve avam havas herkes zahirde iştiraktedir,Sünneti seniyyenin 7 mertebesinden 1. mertebede olanıdır, zahirde sünnet olan amellere , libastan, kelama, uykudan, misvaka, ile ahir..


Yani :
''Aynen öyle de, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalalet, -bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle- cem'iyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me'yusane çabalarken, Risale-i Nur Hızır gibi imdada yetişti. ''
(Kastamonu Lahikası)
Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen
esas-ı velayet ve
esas-ı takva ve
esas-ı azimet ve
esasat-ı Sünnet-i Seniye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir.
Sevk-i zaruretle,
hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.(kastamonu lahikası)


Bu maddi iştigaller, Manevi menfezleri açmak içindir ki, bu ameller başta taklid olsada ehli için sonra TAHKİKİ OLUR ve daha sonraki sünneti seniyyetin mertebelerine ilerlenirde.. ESASAT-I SÜNNETİ SENİYYE DENİLEN, aslı TEFEKKÜR OLAN,7. mertebe sünneti seniyyeye varılsın, yani YAKİNİN SON KISMININ, SON DAMINA ÇIKILSIN,ordada keyfiyyette farklılık vardır ..

Burda yazılan ve anlatılan ve anlatılmak istenenlerden hiçbir ders ve mana Rİsale-i nur dan hiçbir ders le ters düşmeden, tüm derslerle ittifak edip örtüşen manalara işaret olması hasebi ile yazılmıştır..Derse muhatab olan kardeşlerin o nazarlar ile bakmaları rica olunur..
 
Üst