Cevap: İşaratü'l-İcâz 6. Ders: Peygamberlerin Meslekleri ve İbadetlerindeki Farklılık
Risale-i Nur'dan başka bir izah:
[TAVSIYE]Enbiya-yı sâlife zamanında tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca iptidaî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatler, onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt’ada, bir asırda ayrı ayrı peygamberler ve şeriatler bulunurmuş. Sonra, Âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya iptidaî derecesinden idadiye derecesine terakki ettiğinden, çok inkılâbat ve ihtilâtatla akvâm-ı beşeriye birtek ders alacak, birtek muallimi dinleyecek, birtek şeriatle amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriate ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.
Yirmi Yedinci Söz [/TAVSIYE]
Bu kısımdan anladığımız kadarıyla;
İslamiyetten önceki dinlerde medeniyet henüz kemale ermemişti. Bir nevi bedevi hayat yaşanıyordu. Beşerin tabakaları birbirinden uzak ve habersizdi. Dünyada kendi bulunduğu kara parçasından başka bir yer görmeyen ve dünyayı sadece bulunduğu ortamdan ibaret bilen insanlar, bu zamanda dahi var. Bir de binlerce yıl öncesine gidelim. Bugünkü gibi, telefon yok, televizyon yok, iletişim yok, yollar yok, araba yok vs. Yani kavimler arasında irtibat yok. Belki de her kavim kendi kavminden başka kavimlerin olduğundan habersiz ya da kendine en yakın olanlarını biliyor sadece.
Haliyle bugün dinimizde karşımıza sorun olarak çıkan ve İslamiyetin gelmesiyle çözülen çok şeyler o zamanlarda henüz mevzu bile yapılmamıştı. Yani o zamanların insanlarının, dinlerindeki teferruat olan kısım, o zamanın ihtiyaçlarına ve şartlarına uygundu. Hatta Üstadın ifadesine göre yeryüzünde aynı zaman diliminde gelmiş, birden çok peygamber ve geldikleri toplumun durumuna göre değişik şeriatlar bulunurmuş.
İslamiyetin geldiği dönemde ise, insanlar bedeviyetten medeniyete geçmiş. Dolayısıyla farklı farklı şeriat değil, bütün toplumu tek bir kavim gibi, tek çatı altında toplayacak ve sosyal hayatı buna göre tanzim edecek bir şeriat kaçınılmazdı.
Peygamberlerin (a.s.m. ve a.s.) hiçbiri imanın rükunlarını ne bir eksiltmiş, ne de bir arttırmış değildir. Bütün dinlerde Allah'a iman, meleklere iman, peygamberlere iman, kitaplara iman, kader ve kazaya iman, ahirete iman vardır.
Yine namaz, oruç ve zekat gibi ibadetlerin, İslamiyetten önce de olduğunu ve hatta namaz ibadetindeki rüku ve secdelerin İslamiyetten önceki dinlerde de olduğunu, Kur'an ayetlerinden anlıyoruz. Birkaçını misale verelim.
"Yâ Rabbi, beni ve benim neslimden olanları namaz da devamlı kıl. Ey Rabbimiz, duamı kabul buyur." (İbrahim, 14/40)
"Onlar dediler ki: 'Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını terk edip mallarımız hakkında dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor?" (Hûd, 11/87)
"Ey imân edenler! Oruç, sizden evvelki ümmetlere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Tâ ki, günahtan sakınıp takvaya eresiniz." Bakara 2:183
Hazreti İbrahim aleyhisselamın duası: “Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını senin Beyt-i Haram’ın (Kâbe) yanında, ekin bitmez bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler!”
“Ey Rabbim! beni ve soyumdan gelecekleri, namazı dosdoğru kılanlar eyle! Ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!” (İbrahim, 14/37 ve 40).
“Onları, emirlerimiz doğrultusunda insanlara doğru yolu gösteren önderler yaptık ve onlara, hayırlı işler yapmayı, namazı dosdoğru kılmayı, zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar, yalnız bize ibâdet eden kullardı.” (Enbiya, 21/73).
“İsmail ailesine ve çevresine namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbi katında hoşnutluk kazanmış bir kimseydi.” (Meryem, 19/55).
Hazreti Lokman aleyhisselam: “Yavrucuğum, namazını kıl, iyiliği emret ve kötülükten sakındır.” (Lokman, 31/17).
“Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın. Evlerinizi namaz kılınacak yerler yapınız. Namazı dosdoğru kılın.” Ayrıca Musa’ya: “Müminleri müjdele!” diye vahyettik.” (Yunus, 10/87).
“Ey İsrailoğulları!... Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükua gidenlerle birlikte rükua varın.” (Bakara, 2/40-43).
“Ey Meryem! Rabbine gönülden ibâdet et! Secdeye kapan ve rükû’ edenlerle beraber rükû’ et!" (Al-i İmran, 3/43).
"İsa, şöyle dedi: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum, o bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım o beni mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana namazı ve zekâtı emretti.” (Meryem, 19/30-31).
“Kendilerine kitap verilenler, ancak o apaçık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. Halbuki onlar dine herhangi bir şey katmadan tertemiz bir şekilde Allah’a kulluk yapmaları, namazı ikame etmeleri zekâtı vermeleriyle emrolunmuşlardı. İşte bu doğru olan dindir." (Beyine, 98/4-5).