Lahika Analizi 51:Asâ-yı Mûsâ’-Üçüncü Mes'ele

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.
Bismillahirrahmanirrahim.

Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.


Bu haftaki Lahika Analizi dersimize Asâ-yı Mûsâ’ Üçüncü Mes'ele,den devam ediyoruz insallah. Anladiklarinizi paylasarak katilimlarinizi bekliyoruz kardesler.


[BILGI]
Üçüncü Mesele

Gençlik Rehberinde izahı bulunan ibretli bir hâdisenin hülâsası şudur:

Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: “Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.”

Evet, gördüğüm hakikattır, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hâdisatı sinema ile hal-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.

Ben o Eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meşgul iken, sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevî, insî bir şeytan gibi karşıma dikildi ve dedi:

“Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma.”

Ben de cevaben dedim:

Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve sefahete atılıyorsun. Kat’iyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla, senin başına ve varsa ve ölmemişse kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz’î lezzetini imha ettiği gibi, gelecek istikbal zamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine mâdum ve
[/BILGI]



Bu risaleyle ilgili sorular


[NOT] Üçüncü Mes'ele


  • Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, bir şey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his (acı) dahi gider, o elemden de kurtulur... Cümlesini açar mısınız?

  • "Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır." ifadelerini nasıl anlamalıyız; plan kuran, intihar eden hayvanlar var?

  • “Fakat ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahattan tamamen mahrumsun.” Bu bahsi, hayvanlar için setr'i gayb ile izah eder misiniz?

  • Üstadımızın, "Elli sene sonraki halleri göründü vs..." ifadesine göre, bizim hayatımız gösterilseydi, hayatımızda ne gibi değişiklikler olurdu?

  • Bediüzzaman hazretleri, hapishane penceresinden bakarken kızların elli yıl sonraki ahvallerini müşahede ediyor. Bu düşünce hayalden öte gerçek bir sinema mı; hakikaten de ordaki kızların hepsi aynı akibete mi maruz kalmışlar?

  • "Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır..."Hayvanın hissetmediği bıçak acısı mı, geçmiş ve gelecekten gelen elem mi?

  • Aklı olmayan ve özellikle Allah (c.c)'ın rızası için kesilen bir hayvan, nasıl olur da ölüp yok olmaktan korkabilir, Kurbanlık Hayvanın Korkusu Var mı?

  • "İman hakikati öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tubası olur." izah eder misiniz?

  • "Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez." ifadesinin dayanağı nedir?

  • Üstad'ın, sefahet ve dalaleti tervic eden ve muannid denilen şahs-ı manevi suretinde gördüğü ve konuştuğu şahsı, nasıl anlamalıyız?

  • "İman hakikati öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir Cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i Tubası olur." Bunu biraz açıklar mısınız?

  • "Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı." deniyor. Bu ulu orta bir raks mıydı, yoksa başka türlü müydü ki, gelecek hayatlarını bu kadar etkilemiştir?

  • "Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalalet ve sefahete atılıyorsun, katiyen bilki; senin dalaletin hükmüyle bütün gecmiş zamanın mazi olmuş ve madumdur..." paragrafını izah eder misiniz?

  • Üstad'ın: "Kur'an'dan bildiğimiz sûreleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek…” ve “… şu kelimat-ı mübarekenin meâl-i icmalîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler." ifadeleri, okuduğumuz surelerin mealini bilmemizi mi gerektiriyor?

  • "Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hazıra uğrayan biçarelerin başları ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından,.." cümlesini devamıyla açıklar mısınız.
[/NOT]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, bir şey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his (acı) dahi gider, o elemden de kurtulur... Cümlesini açar mısınız?



"Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, bir şey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir." (1)

Hayvan yatırıldığı zaman kesileceğini bildiği için değil, kendisini yere attıklarından dolayı çırpınıyor. Kesileceğinden habersizdir. Kesmeyeceğiniz bir hayvanı da yere atsanız yine çıpınacaktır. Bu çırpınış kendini kurtarmak adına gösterdiği mücadeledir. Ancak son ana kadar kesileleceğini bimediği gibi, yere yatırılırken bile ne yapılacağını bilmiyor, denmektedir. Bıçak keseceği sırada, boğazlanacağını anlıyor. Ancak kesildiği için, bu kesilmenin verdiği elem dahi gidiyor. Bu elem, bıçağın kesmesinden hasıl olan elem değildir; ölmek ve yok olmaktan hasıl olan elemdir. Zaten Üstad'ın bahsettiği acı ve elem bıçağın verdiği acı değil, kesilerek yok olmanın verdiği acıdan bahsetmektedir.

Ayrıca bıçağın da verdiği acı vardır. Fakat Üstad'ın bahsettiği acı bu değildir. İdam edilecek bir adamın duyacağı acı, ipin boğazını sıkması değildir; ölmenin ve hayatının son bulmasının vediği acıdır. İşte hayvanlar bu acıyı çekmez, demektedir.

Bıçağın kesileceğinin acısı da vardır, çırpınışı bunun delilidir.

(1) . Şualar, On Birinci Şua Üçüncü Mes'ele.

Yazar: Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır." ifadelerini nasıl anlamalıyız; plan kuran, intihar eden hayvanlar var?



Hayvanların akıl ve şuurları yoktur, bunun yerine sevk-i İlahileri vardır. Sevk-i İlahi; tabiatçıların içgüdü dedikleri şey ise, hayvanın hayatına lazım şeylerin Allah tarafından ilham sureti ile hayvanlara bildirilmesidir. Bizim akıl ve şuur zannettiğimiz şey, işte bu sevk-i İlahidir. Demek plan kuran hayvan değil, kaderdir.

Kur’an’ı Kerim'de bu hadise şu şekilde resmediliyor:

“Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!” Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler için bunda alacak ibret vardır. (Nahl, 16/68, 69)

"Bu âyette vahiy, ilham anlamındadır. Kuşun uçmayı, balığın yüzmeyi, yeni doğan bebeğin emmeyi öğrenmesi gibi bütün canlıların hayat vesilelerini öğrenmeleri de ilham eseridir. Bütün büyük keşifler, önemli edebiyat ve san’at eserleri de bu kabildendir. Bal arısının harika kimyagerliğine âyet özellikle yer vermektedir." (Suat Yıldırım, Kur'an-ı Kerim Meali)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
“Fakat ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahattan tamamen mahrumsun.” Bu bahsi, hayvanlar için setr'i gayb ile izah eder misiniz?


İnsan, akıl vasıtasıyla hakikatleri bir derece aralar. Ancak Cenab-ı Hakk’ın hikmeti gereği her şeyi akıl terazisiyle tartamaz. Bizler yaptığımız iyiliklerin karşılıksız, kötülüklerinde cezasız kalmayacağını gayet iyi bilmekteyiz.

Bu noktadan hayvana nazaran istikbalimize bakabilmekte veya geçmiş hayatımızdan elemler duymaktayız. İnsan iman nuruyla geleceğe baktığında her şeyin revnakdar, latif ve hoş olduğunu görür. Ama imansızlık gözlüğü her şeyi karanlık ve çirkin gösterir. Akıl, madeni kalb ve ruhta, şuaı dimağda bulunan manevi bir nurdur ki, insan bununla duyulara hitap etmeyen şeyleri idrak eder. Nuranî bir cevher olan akıl, insanın en kıymetli cihazıdır.

İnsanı, ebedi saadete hazırlayan Rabbanî bir mürşid, ona İlahi, kudsi defineleri, hem kainatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır. Ham petrolden uçak benzinine, mum ışığından güneşe ışığına kadar mertebeler olması misali, insanların akıllarında da mertebeler vardır. Uzaktan yakılan bir kibritle tutuşan uçak benzini gibi, bir kısım akıllara uzaktan bir işaret verilmesi kafidir. Aklın bu üst mertebelerinde yer alan insanlar, başkalarının anlamadığını anlarlar, hissetmediklerini sezerler; onların bağlantı kuramadıkları şeylerde hayret verici bağlantılar kurarlar. Aklın bu kadar faziletlerinden bahisten sonra, biraz da onun sınırından bahsetmek yerinde olacaktır.

Yoksa, biraz methedilince başı bulutlara değen insan misali, akıl da bu kadar övgüden sonra kendini mutlak hakikatlerin, salt gerçeklerin yanılmaz sahibi, her şeyin miyarı, mizanı zannedebilir. Bütün ihtilaflı konularda kendisinin hakemliğine müracaatı isteyebilir.

Nitekim, aklı gerçeğin tek ve yanılmaz ölçüsü kabul eden nice insan, kendi aklının veya mutlak manada aklın ulaşmadığı gerçekleri inkar cihetine gitmiştir. "Onlar, ilmen kuşatmadıkları ve henüz tevili kendilerine gelmeyen şeyleri yalanladılar." ayeti, bir yönüyle meselemize de bakmaktadır. Hayvana baktığımızda ise onun akıl nimetinden mahrumiyetinden ötürü gayb onun için setr edilmiş, perdelenmiştir. İnsanda bulunan gelecek endişesi ve geçmiş korkusu akıl mahrumiyetinden ötürü hayvanda bulunmamaktadır. Bediüzzaman hazretleri konuyu şu şekilde özetlemektedir.

"Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder. Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir." (1)

Yazar: Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Üstadımızın, "Elli sene sonraki halleri göründü vs..." ifadesine göre, bizim hayatımız gösterilseydi, hayatımızda ne gibi değişiklikler olurdu?


Elli yıl sonraki hallerimiz bize sinema filmi gibi gösterilse idi, şimdi yaptığımız bir çok şeyi yapmazdık. Hata ve kusurlarımızı görüp düzeltmeye çalışırdık.

Mesela kabirde azap çekiyor isek, azaba sebep olan fiillerden uzak kalırdık. İnsanların kalbini kırıyor isek, bunu yapmaktan vazgeçerdik. Kalbimizde dünya sevgisi varsa bunun ne kadar zararlı ve yanlış olduğunu derk edip, kalbimizi asıl sahibi olan Allah'a tevcih ederdik. Azaba sebep olan günah ve sapkın fikirlerden yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçardık. Bunun misallerini çoğaltmak mümkündür.

Burada önemli olan; “Her gelecek yakındır.” kaidesine binaen geleceği gelmiş gibi kabul edip, tedbirimizi iş işten geçmeden almak olmalıdır. Yani, tıpkı elli yıl sonraki halimizi seyrediyor ve bundan ibret alıyor olmamız gerekiyor. Yoksa Üstad'ın bu güzel misalini farazi kabul edip bir anlık bir coşku sayıp, aynı hayatımıza devam etmek hakikatsizlik olur. Mühim olan geleceği gelmiş gibi okumaktır
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.

[h=2]Bediüzzaman hazretleri, hapishane penceresinden bakarken kızların elli yıl sonraki ahvallerini müşahede ediyor. Bu düşünce hayalden öte gerçek bir sinema mı; hakikaten de ordaki kızların hepsi aynı akibete mi maruz kalmışlar? [/h] Bir manevi hazan mevsimi yaşandığını gösteriyor. Allah demenin suç olduğu bir mevsimde, başka nasıl meyve yetişmesi beklenebilir ki...

Buzların eridiği ve kar çiçeklerinin ser çektiği bir mevsimde durup, o zamanı anlamak çok kolay olmasa gerek.

O dönemi az da olsa anlamak adına asağıdaki ifadeleri okuyunca, iman ve itikad sahibi üç beş insanın nasıl yetişebildiğine hayret ermek gerekiyor.

Bu tarihler, Türkiye'de yirmi beş sene devam edecek bir istibdad-ı mutlakın icra-i faaliyetinin ilk seneleri idi. Gizli dinsiz komiteleri, "İslamî şeairleri birer birer kaldırarak İslam rûhunu yok etmek, Kur'an'ı toplatıp imha etmek" planlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, "Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur'an'ı imha etmesini intac edecek bir plan yapalım" demişler ve bu planı tatbike koyulmuşlardı. İslamiyeti yok etmek için tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.

Evet, altı yüz sene, belki Abbasiler zamanından beri, yani bin seneden beri Kur'an-ı Hakîmin bir bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyan Türk milletini, bu vatan evlatlarını, İslamiyet'ten uzaklaştırmak ve mahrum bırakmak için, Müslümanlığa ait her türlü bağların koparılmasına çalışılıyor ve bilfiil de muvaffak olunuyordu.

Bu vakıa cüz'î değil, küllî ve umûmi idi; milyonlarca insanın, husûsan gençlerin ve milyonlar masumların, talebelerin îman ve îtikadlarına dünyevî ve uhrevî felaketlerine taallûk eden çok geniş ve şümûllü bir hadise idi. Ve Kıyamete kadar gelip geçecek Anadolu halkının ebedî hayatlarıyla alakadardı. O zaman ve o senelerde, bin yıllık parlak mazinin delalet ve şehadetiyle, Kur'an'ın bayraktarı olarak en yüksek bir mevki-i muallayı ihraz etmiş bulunan kahraman bir milletin hayatında, İslamiyet ve Kur'an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahripler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı dîniye ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfûn muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektepli talebelere unutturulmaya çalışılıyor; ve mazi ile irtibatları kesilerek birtakım maskeli ve sûreta parlak kelamlarla iğfalatta bulunularak, komünizm rejimine zemin hazırlanıyordu.
(1)
İslamiyet'in hakîkatinde mevcud maddî-manevî en yüksek terakkî ve medeniyet umdeleri yerine, dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edepsiz edip ve feylesofların fikir ve ideolojileri gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedrîs ve talime çalışılıyordu. Bilhassa İngiliz, Fransız gibi İslam düşmanlarının İslam alemini maddeten ve manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında, kahraman Türk milletinin dînî bağlardan uzaklaştırılması, örf, adet, an'ane ve ahlak bakımından tamamen İslamiyete zıt bir duruma getirilmek planları vardı ve bu planlar maalesef tatbik sahasına konmuştu.

Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler.:

Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
[h=2]Aklı olmayan ve özellikle Allah (c.c)'ın rızası için kesilen bir hayvan, nasıl olur da ölüp yok olmaktan korkabilir, Kurbanlık Hayvanın Korkusu Var mı? [/h]

Korku duygusu her insanda olduğu gibi her hayvanda da vardır. Bu duygunun verilmesinin sebebi hayatını muhafaza etmek içindir. Kendisine yaklaştığımızda, kaçan hayvan, bize şunu demek istiyor: Bana karışma, ben kendimi seviyorum, beni benden alma.

Her ne sebeple olursa olsun yere atılan hayvan, kendisine bir şey olur diye korkar, korkması bir fıtrat kanunudur. Korkmaması anormal bir durum olur. Kurban olarak kesilmesi korkmamasının gerektirmez.. Kurban olacağını bilip bilmediğini anlamak zordur. Varsayalım ki kurban olacağını biliyor. Bu biliş, kokmamaya engel değildir. Şehit olacağını ve en yüce makamların birine çıkacağını bilen her asker korktuğu gibi, bu derece şuurlu olmayan bir hayvanın pervasız gibi davranması beklenemez. Kaldı ki korkmak bir eksiklik değildir. Elimizdeki bir iki milyon paranın çalınması yüreklerimizi ağzımıza getiriyorsa, asıl ruhumuzun alınması elbetteki bizi tedirgin edecektir
.
Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"İman hakikati öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tubası olur." izah eder misiniz?


İman hakikatlerine iman etmenin sonucu manevi ve nurani bir hüviyete sahiptir. Mesela matematik dersini okuyup öğrenen bir öğrencide biyolojik olarak bir değişim söz konusu olmaz. Ancak onun duygularında çok büyük değişimler yaşanır. Dersteki başarı ve ilerleme ona mutluluk verirken, dersteki başarısızlık da onu huzursuz eder.


İşte iman hakikatlerini kabul etmek de insanın kalp ve ruh dünyasında öyle bir huzur ve mutluk meydana getirir ki, onu maddeye çevirmek icab eder ise, yani bir şekil giydirmek gerekir ise, kendine has bir cennet ortaya çıkacak deniyor. Yani kendisi bir cennet çekirdeği olur ve ondan da bir cennet çıkar denmektedir.

Zaten iman, cenneti; küfür ise, cehennemi netice vermektedir. Sanki iman bir cennet çekirdeği ve küfür ise bir cehennem çekirdeği gibi oluyor.


Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez." ifadesinin dayanağı nedir?


.



"Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmişten elemler ve teessüfler alır ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. Lezzetini tam alır. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder. Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkında daha mükemmeldir."


"Fakat, ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz'î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür."(1)

.

Hayvanlarda akıl ve şuur olmadığından lezzet ve elemin mazi ve istikbal cephesi yoktur. Bütün sermayesi bulunduğu andır. İnsanda akıl ve şuur gibi araçlardan dolayı bu az anı şimdiki zaman mefhumu bir parça genişliyor ve mazi ve istikbal cephelerine yayılıyor. Halbuki hayvanlarda bu yayılma ve genişleme yoktur. Bu yüzden hayvanın lezzeti de acısı da çok ani ve defi oluyor. Üstat bu manayı; “Hattâ kesilmek için yatırılan bir hayvan, birşey hissetmez. Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister; fakat, o his dahi gider, o elemden de kurtulur.” şeklinde ifade ediyor.

."İKİNCİ ASIL: Mesâil-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri burhan-ı kat'î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder, başkası yalnız bir kabul-u teslimi ve reddetmemek ister. Öyleyse, esâsât-ı imaniyeden olmayan mesâil-i fer'iye veya vukuat-ı zamaniyenin herbirinde bir iz'ân-ı yakîn ile bir burhan-ı kat'î istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir."(2)

.

Diğer bir husus, her meselede ayet ve hadisten zahir bir delil istenilmez. Zira çok meseleler vardır ki ayet ve hadisin belagat kıvrımları içinde ince ve nurani olarak matvi (dürülü) bulunur. Kalın ve kaba nazarlar bu ince manalara nüfuz edemeyeceği için, kaziye-i makbul nevinden itiraz etmemek lazımdır. Yani mutemet alim ve evliyaların keşfiyatlarına itimat ile kabul etmek gerekir. Her mana için zahir bir ayet ve hadis istemek doğru olmaz.


(1) bk. Şualar, On Birinci Şua (Meyve Risalesi), Üçüncü Mesele.
(2) bk. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, İkinci Asıl.


Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Üstad'ın, sefahet ve dalaleti tervic eden ve muannid denilen şahs-ı manevi suretinde gördüğü ve konuştuğu şahsı, nasıl anlamalıyız?


Burada konuşan, bir şahsın arzusu ve isteği değil, bir fikri temsil eden bir cemiyetin veya bir ideolojinin ortak düşüncesi ve arzusudur. Dolayısı ile bir şahs-ı maddi değildir.

Mesela, kominizm bir şahs-ı manevidir, bir fikirdir. Üstad ile konuşan; sefahet, dalalet ve rezaleti medeniyet zanneden bir şahsı manevidir, bir fikirdir veya fikir suretine girmiş bir şeytandır.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
[h=2]"İman hakikati öyle bir çekirdektir ki, eğer tecessüm etse, bir Cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i Tubası olur." Bunu biraz açıklar mısınız? [/h]
Kainata ve içindekilere iman nazarı ile bakılırsa, her şey saadet ve huzur kaynağı; küfür nazarı ile bakılırsa, her şey karanlık ve azap kaynağıdır. Mümin iman gözlüğü ile kainata ve olaylara baktığından, her şeyde bir huzur ve saadet bulurken, kafir ise küfür gözlüğü ile kainata ve olaylara baktığı için o da her şey de bir acı ve azap görüyor

Denebilir ki, iman dünyada mümine küçük bir cennet hayatı, küfür ise kafire küçük bir cehennem hayatı yaşatıyor. İman her şeyi dost yaparken, küfür her şeyi düşman yapıyor.

İman nurlu ve ışıklı bir gözlük olduğu için, bu gözlük ile kainata bakıldığında her şeyin içyüzünü ve hakikatini gösteriyor. Küfür ise karanlıklı ve zulümatlı bir gözlük olup, her şeyi çirkin ve kötü gösteriyor. İşte bu cümlenin esas noktası bu manaya işaret ediyor.
Mesela kafir, ölümü yokluk ve hiçlik görürken, mümin ebedi saadetin başlangıcı ve girişi olarak görüyor. Müminin bu inancı ona manevi bir cennet hali ve lezzeti veriyor. Yani cennet küçültülse iman olur, iman büyütülse cennete dönüşür, formülü ile bu meseleyi izah edebiliriz. Aynısı küfür ile cehennem arasında da mevcuttur. Yani küfür küçük bir cehennem iken, cehennem ise küfrün tecessüm etmiş büyütülmüş azaplı bir halidir diyebiliriz.

Allah bu dünyada imanın içine cennete işaret eden manevi hazları ve huzuru derc etmiş iken, küfrün içine de cehenneme işaret eden elem ve azapları derç etmiştir.

Diğer bir husus ise, cennetin beka aleminde imanın bir neticesi ve hediyesi olmasıdır. Yani bu dünyada iman eden kişi, beka aleminde cenneti elde eder. Bu yönü ile iman bir çekirdek, cennet ise bu çekirdekten çıkan bir ağaç gibidir. İman çekirdeğini eline alamayan cenneti göremez. İman ile cennet arasında böyle zaruri bir bağ da vardır. Durum küfür ve cehennem için de aynıdır.

Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
[h=2]"Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı." deniyor. Bu ulu orta bir raks mıydı, yoksa başka türlü müydü ki, gelecek hayatlarını bu kadar etkilemiştir? [/h]


Burada mesele kızların nasıl ve ne şekilde raks ettiği değil, iman ve Kur’an’dan gafil olarak, sefahat üzerine yaşanan bir hayata işaret var. Yani insan, gençliğini helal dairede muhafaza etmeyip, sefahat ve haramlarda sarf ederse, ebedi yolculuğunun ilk merhalesi olan kabirden başlayıp, nihayeti cehennem olan bir azaba düşme riski ile karşı karşıyadır.
Dünya, vur patlasın çal oynasın yeri değil. İnsana takılan kabiliyet ve istidatların iman ve ibadet ile tekamül ettirileceği bir imtihan yeridir. Ama maalesef çağımızdaki maddeci felsefenin her şeyi madde ile izah edip, insanın tek gayesinin dünya ve zevkleri şeklinde tasvir etmesi, insanlığı, özellikle de gençliği sefahate ve haramlara yuvarlıyor. Üstad Hazretleri bu külli riski ve hakikati ifade etmek için o basit örneği kullanıyor.


Bizim asıl anlamamız gereken husus; bu küçük örneğin arkasındaki külli risk ve tehlike olmalıdır. Örneğin, keyfiyet ve şekline takılmamalıyız. Zaten bu gibi şeylerin tasviri doğru değildir; Üstad Hazretleri tasvir etmediğine göre biz de örnek ile yetinmeliyiz.

Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalalet ve sefahete atılıyorsun, katiyen bilki; senin dalaletin hükmüyle bütün gecmiş zamanın mazi olmuş ve madumdur..." paragrafını izah eder misiniz?



.
"Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma."
"Ben de cevaben dedim: Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip dalâlet ve sefahete atılıyorsun. Kat'iyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve mâdumdur. Ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetli mezaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla, senin başına ve varsa ve ölmemişse kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça, pek kısa bir zamandaki cüz'î lezzetini imha ettiği gibi, gelecek istikbal zamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine mâdum ve karanlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır."(1)

.
Evvela, burada muhatap inkarcı ve maddeci bir insandır. Yoksa imanı olduğu halde günahta giden bir insan hedef edilmiyor. Risale-i Nurlar günahkar birisini itikatsız addetmez, sadece kamil imandaki manevi lezzetleri tadamaz, diyerek günahlardan sakındırıyor.

Bu manaya, konunun evvelindeki şu ibareler işaret ediyor:

."Ben o Eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meşgul iken, sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mânevî, insî bir şeytan gibi karşıma dikildi ve dedi:"

"Biz hayatın herbir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma."(2)

.​
İkincisi, münkir, ölümü bir yokluk ve hiçlik olarak gördüğü için, mazi onun nazarında yaşanmış ve bitmiş büyük bir kabristan hükmündedir. Mazide gördüğü ve yaşadığı ne varsa hepsi yokluğa gitmiş ve kaybolmuşlar. Çok sevdiği anası babası, akrabaları toprak olup hiçlik denizine karışmışlardır. İnsan bu düşünce ve bu gerçeklerle, hazır anında lezzet ve zevk edemez. Böyle bir halet içinde ancak akıldan mahrum olan hayvanlar lezzet alıp zevk edebilir.

İnsan insanlığın gereği olan akıl ve kalp ile bu yokluk ve hiçlik içinde maddi zevk ve lezzetleri takip edemez. Nasıl yakını ölmüş bir adam iştahtan kesilip zevk ve lezzeti acılaşıyor ise, aynı şekilde maziyi koca bir yokluk ve hiçlik gören bir adamın da hazır zamanda zevk ve sefaya dalması mümkün ve kabil olmaması gerekir.

(1) bk. Şualar, On Birinci Şua, Üçüncü Mesele

(2) bk. a.g.e.



Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Üstad'ın: "Kur'an'dan bildiğimiz sûreleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek…” ve “… şu kelimat-ı mübarekenin meâl-i icmalîsini öğrenmemesine nasıl mazur olabilirler." ifadeleri, okuduğumuz surelerin mealini bilmemizi mi gerektiriyor?


Evvela, namazda okunan ayetlerin mealini bilip bilmemek, namazın sıhhatine bir zarar vermez.


İkincisi, sürekli istimal ettiğimiz Kur’an ayetlerinin veya elhamdulillah, sübhanallah, Allahuekber, ezan, kamet gibi İslam şiarı olan mübarek kelimelerin mana ve meallerini öğrenmek, her Müslüman için önemli ve gerekli bir vazifedir. Bu gibi kelimelerin meallerini bilmenin fıkıh açısından belki bir zorunluluğu yok, lakin saadeti ebediyenin vesikaları olan bu mübarek kelimelerin mücmel meal ve manalarını bilmemek, büyük bir kayıp ve zarardır.

Üçüncüsü, meale Kur’an’ın hakiki bir manası nazarı ile bakılmaz ve bakılmamalıdır. Meal, Üstad Hazretlerinin ifadesi ile sadece muhtasar ve nâkıs bir tercümeden ibarettir. Üstad Hazretleri bu hususu şu şekilde ifade ediyor:

.
"Elhasıl, lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti ve elfâz-ı Kur'âniyenin i'câzı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir, belki "muhaldir" diyebilirim. Kimin şüphesi varsa, i'câza dair Yirmi Beşinci Söze müracaat etsin. Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir mealdir. Böyle meal nerede; hayattar, çok cihetlerle teşa'ub etmiş âyâtın hakikî mânâları nerede?"(1)

.
Dördüncüsü, Kur’an’ı anlamakta en güzel yol tefsir okumaktır. Meal genel kültür açısından iyidir, ama asla tefsirin yerini tutamaz. Bu sebeple Kur’an’ı etraflıca anlamak için tefsirlere müracaat etmeliyiz. Risale-i Nurlar bu sahada en güzel ve en mükemmel bir sermeşktir.


(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas


Sorularla Risale
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hazıra uğrayan biçarelerin başları ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından,.." cümlesini devamıyla açıklar mısınız?


Levh: Eşya ve mevcudatın zaman nehrine girmesi demektir. Yani Allah’ın ilminde plan ve proje olarak ve ilmi bir vücut ile bekleyen mevcudatın, zaman ve mekan boyutuna intikal edip görünmesi ve varlık kazanması demektir.

Mahv: Zaman sahnesine çıkan eşyanın ve mevcudatın ölüm ve zeval ile tekrar zaman sahnesinden çekilip gitmesi demektir. Eşya hakiki anlamda yok olmuyor, sadece varlık boyutunu değiştiriyor.

İspat: Zaman sahnesine çıkmak için sırada bekleyen eşyanın mahvdan sonra yeniden zaman sahnesine çıkıp manasını göstermesi anlamındadır. Allah’ın ilminde varlık sahnesine çıkmayı bekleyen diğer mevcudat plan ve projeleridir.

İşte zaman denilen şey, yani zamanın hakikati bu üç kavramadan müteşekkildir. Üstad Hazretleri buna Kudret-i İlahi’nin yazar bozar tahtası ve defteri diyor. Zamanın içindeki geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman kavramları da manasını Levh-i Mahv-İspattan alıyorlar.

Mümin açısından istikbal, yani zamanın gelecek boyutu ilmi İlahide bekleyen eşyanın varlık boyutuna girmek için beklediği bir alem, bir varlık boyutudur.

Kafir Allah’ı ve ahireti inkar ettiği için, onun nazarında istikbal yokluk ve karanlıktır. Tesadüf eseri oradan varlık sahsına düşen bir şey, ecel celladı tarafından derhal imha ediliyor. Yani mazi denilen yokluk kuyusuna atılıyor. Hal böyle olunca, kafir bu inkarı ve inançsızlığı yüzünden geçmiş ve geleceği karanlık ve vahşet şeklinde algılıyor. Bu algısı da hazır lezzetini acılaştırıp zehir ediyor. Geleceği ve geçmişi karanlık ve vahşet olan birisinin, şimdiki zamanı elbette acılı ve azaplı olur. O an ki cüzi lezzetini bozup dağıtır. İnsanın mutlu veya mutsuz olması, inancına göre şekillenir. İnançsızlık maddi ve cüzi lezzetleri acılaştırıyor.
 
Üst