Emredilenleri yapmamanın sebebi

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Emredilenleri yapmamanın sebebi

Müslümânlığın temeli, Allahü teâlânın birliğine ve Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği emirlerin, yasakların hepsini, cenâb-ı Hak tarafından getirmiş olduğuna inanmaktır. Emirleri yapmak, yasak edilenleri yapmamak îmânın şartı değil ise de, yapmak ve yapmamak lâzım olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Böyle îmânı olmayan kimseye kâfir denir.

Îmân edip Müslüman olduğu halde, Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, çok çirkin bir hâldir, bir gaflettir. Bu hâlden kurtulmak ve gaflet uykusundan uyanmak lâzımdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:

“Ey Oğlum! İyi biliyorsun ki, dünyâda biri, mevki, rütbe sâhibi olsa, emrinde bulunanlardan birine, mühim bir vazîfe verse, bu vazîfenin yapılmasında, emir verene de fayda olduğu hâlde, bu işçi, bu vazîfeye ne kadar çok ehemmiyyet ve kıymet verir. Bu vazîfeyi, bana büyük bir zât verdi diye övünür ve seve seve, zevk ile yapmaya çalışır değil mi?

Yazıklar olsun ki, Allahü teâlânın büyüklüğü, yüksekliği, bu kimsenin büyüklüğü kadar değil midir de, İslâm dîninin istediklerini yapmaya, böyle çalışılmıyor. Allahü teâlânın emirleri vazîfe bilinmiyor ve ‘vazîfe mukaddestir! Önce vazîfe, sonra namâz’ gibi şeyler deniyor. Hâlbuki, Allahü teâlânın emirleri birinci vazîfe olması lâzımdır.

Utanmak ve gaflet uykusundan uyanmak lâzımdır. Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, iki sebepten ileri gelmektedir:

1- Allahü teâlânın emirlerine, yasaklarına inanılmamıştır. Bu ibâdetler, çöldeki insanların sağlam olması içindir. Bugün İsveç hareketleri, spor, fizikoterapi, masaj, namâzın işini görmekte, duşlar, banyolar, plâjlar, abdestten dahâ modern temizlemektedir denilmesidir.

2- Allahü teâlânın emirlerine ehemmiyyet vermemektir. Bu emirlerin büyüklüğünü, mevki, kumanda sâhibi kimselerin büyüklüğünden aşağı görmektir. Her iki sebep ile de, ibâdet etmemenin çirkinliğini düşünmek lâzımdır.

Ey evlâdım! Yalancılığı çok defa görülmüş olan birisi, düşman bu gece, filan yerden baskın yapacak dese, idâreciler, akıllılar, karşı koyma güçlerini düşünmez mi? O kimsenin yalancı olduğunu bildikleri hâlde, tehlike bulunan işlerde, ihtiyâtlı, tedbîrli, uyanık bulunmak lâzımdır demezler mi?

Muhbir-i sâdık, yani hep doğru söyleyici olan Muhammed aleyhisselâm, tekrâr tekrâr, açıkça, âhıretin sonsuz azâblarını bildiriyor. Buna inanmıyorlar. İnanılsa da, tedbîr, kurtulma çâresi düşünmüyorlar. Hâlbuki, Muhbir-i sâdık, kurtuluş yolunu da, göstermektedir. O hâlde, Muhbir-i sâdıkın sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet vermemek, nasıl bir îmândır? Îmânım var demek, Müslümânım demek, insanı kurtarmaz. Kalbin inanması, yakîn hâsıl etmesi lâzımdır. Hâlbuki, yakîn nerede? Zan bile yok. Belki vehim bile değil. Çünkü, tehlikeli zamânlarda vehim edilen şeye karşı da, tedbîr almak, akıl îcâbıdır. Hucürât sûresinin 18. âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ, yaptıklarınızı hep görmektedir) buyurulduğu hâlde, harâmları yapıyorlar. Hâlbuki, herhangi bayağı bir kimse, bu çirkin işleri görecek olsa, belki görmek ihtimâli olsa, yapmaktan vazgeçerler. Bu hâlin iki sebebi olabilir: Yâ, Allahü teâlânın verdiği habere inanmıyorlar. Yâhut da, Allahü teâlânın görmesine ehemmiyyet vermiyorlar. Harâmları, bu iki sebeple işlemek, îmânı mı gösterir, kâfir olmayı mı gösterir?”

İslâmiyyetin bildirdiklerine inanmamanın, itimât etmemenin, güvenmemenin ve emredilenleri yapmamanın sebebi, Allahü teâlânın emirlerine ehemmiyyet, kıymet vermemekten ileri gelmektedir. Bu hâlin çirkinliğini iyi düşünmek lâzımdır. Çünkü Allahü teâlânın emirlerine değer vermemek, îmânı tehlikeye sokar, insanı küfre sürükler. Îmânsız olarak ölenin gideceği yer de, Cehennemdir.

Netice olarak, Allahü teâlâya îmân eden ve Onu seven bir kimse, Onun emirlerini yapar, yasaklarından sakınır, kazâ ve kaderine de râzı olunur. Harâm işlemek ve farzları yapmamak ise, bu îmânın ve sevginin gevşek olduğunu gösterir.
 
Üst