Kelime Analizi 141: Satranç

kenz-i mahfi

Sorumlu
SATRANÇ (Arapça) شطرنج
İki kişi arasında altmış dört kareli bir tahta üzerinde değerleri ve adları değişik siyah ve beyaz on altışar taşla oynanan bir oyun manasına gelmektedir.
"Satranç" kelimesi köken olarak Hintçe'den gelmektedir. Sanskritçe'de "dört" manasına gelen "çatur" kelimesi ile "kısım" manasına gelen "anga" kelimesinin birleşmesinden meydana gelmektedir. Bu iki kelimenin birleşmesiyle "Çaturanga" kelimesi meydana gelmiştir. "Çaturanga" kelimesinin manası da "dört kol" veya "dört kısım" demektir. Bu yönüyle Hint ordusunun savaş düzenini temsil etmektedir. Satranç oyununda 4 cins figür, 4 ayrı silahla sunulmaktadır. Bazılarına göre bu unsurların "hava, su, ateş, toprak" olduğu, bazılarına göre ise "yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar" olduğu kabul edilmiştir. En kuvvetli taş olan vezir ateşi ve bilginleri, kale toprağı, fil havayı, şah evreni temsil etmektedir. Hint ordusu 4 kısımdan meydana gelmektedir. Filler, atlar, savaş arabaları ve yayalar. Zaten satranç oyunu da Hint ordusunun bu özelliğinden esinlenerek bulunmuştur. Dolayısıyla bir oyundan ziyade savaş stratejileri ve taktik geliştirme usulüdür.

Satranç oyunu, gerçekten de figür ve hareketleriyle Hint ordusundaki savaş kurallarını hatırlatmaktadır. Oyun tahtası üzerinde köylüler -piyonlar- önde saldırıyor. Satranç tahtasının bir tarafından diğer tarafına kadar düz olarak gidebilen kalenin hareketi, savaş arabasının manevrasını yansıtırken, atın L şeklindeki hamlesi de süvari birliklerinin düşmanı usta bir şekilde kıstırma taktiğine dayanmaktadır. Ordudaki kurallara göre kral önündeki piyade birliklerince korunarak arka sıradan ağır adımlarla ilerlemekteydi.

Sanskritçe'de "çaturanga" veya "şaturanga" olarak adlandırılan bu strateji oyunu, önce İran'a geçmiştir ve burada ismi "şatrang" olmuştur. Daha sonra Araplara geçen bu oyun, Arapların vasıtasıyla İspanya üzerinde Avrupa'ya yayılmıştır. Araplar bu oyuna "şatranj" veya "al-şah-mat" demişlerdir. Türkçe'ye ise Arapça'dan geçmiştir.

Satranç oyununda şah koruma altındadır. Kendi köşesinde oturup olan bitene bakmaktadır. Halbuki vezir, satranç tahtasını oradan oraya dolaşarak, atlayarak, zıplayarak, rakibi yıpratarak, son derece etkim bir şekilde hareket etmektedir. Batı ülkelerinde "vezir" kelimesi yerine "kraliçe" manasına gelen "queen" kelimesi kullanılmaktadır. Çok acayiptir ki bu oyunun tarihinin 7.yüzyıldan daha eskilere gittiğini ve o zamanlarda orduların başında şahın savaşlara gittikleri düşünüldüğünde şahlara satranç oyununda niçin bu kadar pasif bir vazife verildiği anlaşılamamıştır.

O zamandaki Hint ordusu 4 bölümden meydana gelmekteydi. Filler, savaş arabaları, süvariler ve piyadeler. Bugün bu dört kola, fil, kale, at ve piyon diyoruz. Avrupa savaşlarında fil kullanılmadığı için bu taşa piskopos adı verilmiştir. Bizdeki at Araplarda süvari, Avrupa'da ise şövalye olarak isimlendirilmiştir. Medeniyetler satranç taşlarına kendilerince isimler vermişlerdir.

Sanskritçe'de "çaturanga" yani "dört unsur" olan satranç, Farsça'ya "çet-reng" ve oradan da Arapça'ya "şatranç" olarak geçmiştir. Hintlilere göre bu dört unsur filler, atlar, savaş arabası ve piyadelerdir. Buna göre savaş taktiklerinin teorik biçimde tahta üzerinde uygulandığı bir oyun olan satrancın esasen dört bölümden meydana gelen Hint ordusunu temsil ettiği anlaşılmaktadır. Kral yani şah ordunun üstünde ve karar verici konumunda bulunduğu, vezir de onun yardımcısı olduğu için oyunda bunlar ordudan sayılmazlar. Satranç kelimesinin manası hakkında Farsça'daki kullanımından dolayı farklı görüşler mevcuttur. Farsça'da "altı renk" manasına gelen "şeş-reng"tir. Bu altı renk "şah, vezir, fil, at, kale ve piyade"dir. Yine Farsça'da "sekiz renk" manasına gelen "heşt-renk" kelimesidir. Batı dillerindeki "satranç" kelimesinin İslam kültüründen etkilendiği açıktır. İspanyolcadaki "ajedrez" kelimesi Arapça "eş-şatranc" kelimesinden gelmektedir. İtalyanca "scacchi" ve Almanca "schach" kelimeleri ise Farsça'daki "şah" kelimesinden gelmektedir. İngilizcedeki "chek-mate" kelimesi ise Arapçadaki "şah-mat" kelimesinden gelmektedir.

İslam kaynaklarında tarihsel gelişimi içinde birbirinden farklı on çeşit satrançtan bahsedilmektedir. Satrançta piyon üstü taşları karakterize eden varlıkların bazıları çeşitli kültürlerde farklılaşmıştır. 1061 yılında kilise, satrancın İslam kültürünün bir parçası olduğu gerekçesiyle oynayanları afaroz etme yoluna gitmiştir. Bundan dolayı 1475 yılında Avrupa'da vezir yerine kraliçe, filler yerine papazlar ve atlar yerine şövalyeler konularak oyundaki İslami unsurlar ortadan kaldırılmıştır.

Satrancın ilk defa Çinliler tarafından oynandığını ileri sürenler varsa da bu kesin olarak kanıtlanamamıştır. Çin kaynaklarında satrançtan bahsedilmemektedir. Satrancın Hint kaynaklı olduğu en kabul edilen görüştür. Oyunun 6.yüzyılda Hindistan'da oynandığı bilinmektedir. Buna göre satranç, Hindistan'dan İran'a ve oradan da 6.yüzyılın ortalarında Arabistan'a girmiştir. Satrancı bulan Brahman rahibi veya bilge kişinin oyunu şaha arzedişinin hikayesi meşhurdur. Oyundan çok memnun olan şah, onu icat edene "Dile benden ne dilersen" demiştir. Bunun üzerine bilge kişi, oyunun her karesine bir öncekinin 2 katı buğday konulmasını ister. Başta şah bu talebi küçümserse de 64 kare sonunda çıkan sonucun dünyanın 1500 yıllık buğday ihtiyacına denk olduğu anlaşılınca bu duruma hayran kalınır.

Satrancın icadına dair değişik görüşler mevcuttur. Bu oyunun Hint kaynaklı olduğunu söyleyenlerden bazıları, Hint racalarını doğruya yöneltmek ve devlet yönetiminde güçlendirmek veya rahatsızlığından dolayı ata binemeyen Hint racasına oturduğu yerden savaşı yönetebileceğini gösterip teselli etmek maksadıyla icat edildiğini belirtmişlerdir. Başka bir görüşe göre yöneticilik sanatının mahiyetini ve bu makama gelecek olanların daha iyi anlaması ve savaş taktiklerini öğrenmesi, halkın da hoşça vakit geçirmesidir. Satrancı Hint bilgeleri icat edip onu zamanın padişahı olan Nuşirevan-ı Adil'e yollamışlardır. Nuşirevan-ı Adil de onu Bizans imrapatoruna göndermiştir. Satranç, İranlılara geçtiği ilk elli yılda Arap coğrafyasının yanı sıra muhtemelen 6.yüzyılın sonunda Bizans sarayına ulaşmış ve sarayda sık oynanan oyunlardan birisi olmuştur. Bir rivayette satrancın Hazret-i Ömer döneminde Araplar tarafından bilindiği nakledilmiştir. Hazret-i Ali zamanında Araplar arasında oynanmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Endülüs Emevileri sayesinde oyun kısa sürede Avrupa'da yayılmıştır.

Satrancın müslüman Araplara intikali önemli bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü oyunun gelişmesi, kurallarının belirlenmesi, yazılması ve Avrupa'ya nakledilmesi onlar sayesinde olmuştur. En önemli gelişmelerden biri müslümanların 7.yüzyılın sonunda oyunun kurumsallaşmasına katkıda bulunmasıdır. Kralların oyunu sayılan satranç her dönemde müslüman devlet adamları, ulema, üdebâ ve halk tarafından oynanmıştır. Satrançla ilgili tek bir hadis mevcut olmakla birlikte rivayeti sahih kabul edilmediğinden sahih hadis kitaplarında yer almamıştır. Bu durum ise, satrancın tavla gibi oyunlara göre dini sakıncasının daha hafif olduğu şeklinde ifade edilmiştir. Bir çok İslam alimi satrancın zihni kuvvetlendirdiği, mizacı geliştirdiği, iş hayatında azimli ve mücadeleci olmayı öğrettiği, görüş ufkunu genişlettiği, kendine güveni arttırdığı, insanı sosyalleştirdiği, güçlü arkadaşlıklar kurulmasını sağladığı yönündeki faydalarını hatırlatarak bu oyun oynamanın mübah olduğunu ifade etmişlerdir.

Risale-i Nur Külliyatı'nda satranç kelimesi Kastamonu Lahikası'nın 118.sayfasında ve Tarihçe-i Hayatı kitabının 299.sayfasında 1'er defa zikredilmiştir. Her iki mektup da aynıdır. Mektupda şöyle geçmektedir: "Hem Risale-i Nur'un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde iken, zalimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırmamak gerektir. Cenab-ı Hak bize nur ve nurani vazifeyi vermiş; onlara da, zulümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsi nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmağa tenezzül etmek hatadır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı maneviye ve envâr-ı imaniye kâfi ve vâfidir."
 
Üst