İslamcılık ve sistemcilik

uður1

Well-known member
İslamcılık ve sistemcilik
20 Ekim 2011 Perşembe 06:48
İki haftadır yurtdışında ve “izinde” idim. O arada benim 28 Eylül tarihli ve “İslamcılar’ın sistem tutkusu” başlıklı yazıma bir dizi eleştiri geldi. Bilhassa da Yeni Şafak gazetesindeki üç ayrı köşede kayda değer yazılar yayınlandı.
Evvela, bana karşı epey tatsız bir üslup kullanan bir yazar olmuştu; o sonradan “özür dilediğini” beyan etti, ben de “eyvallah” diyor, geçiyorum. Tam aksi yönde, yani çok zarif bir üslupla yazan Yasin Aktay hoca ise yazdıklarımın “hem referansları itibariyle hem söylediklerinin içeriği dolayısıyla tartışılmayı fazlasıyla hak ettiğini” ifade etti; ben de kendisine “Allah razı olsun” diyorum.
En detaylı eleştiriler ise muhterem Hayrettin Karaman hocadan geldi. Üst üste yazdığı dört yazı ile benim “İslamcılık” eleştirime mukabele etti. Ama benim de söyleyeceğim bir kaç şey var.
Siyasal ve kültürel
Öncelikle “İslamcılık” kavramından galiba farklı şeyler anlıyoruz. Daha önce bazı yazılarımda ifade ettiğim gibi, benim bu kavrama verdiğim dar bir anlam var: Bir “İslam devleti” kurma gayreti ve ideolojisi. Yok eğer, “içinde yaşadığımız dünyaya İslam referanslı mesajlar verme ve çareler sunma”yı kast ediyorsanız, buna elbette hiçbir itirazım olamaz. Aksine, bunun nasıl yapılması gerektiğini tartışıyorum.
20. yüzyılda bu soruya verilen cevapların kabaca “siyasal İslam” (yahut İslamcılık) ve “kültürel İslam” diye ikiye ayrıldığı ise, bana ait bir tez değil, Nilüfer Göle gibi bu konuya emek vermiş sosyologlarca yapılmış bir tespit. Birinci modelde “devleti kontrol etme ve toplumu devlet eliyle İslamileştirme” fikri var. İkinci modelde ise toplumu sivil yollarla irşad etme, bireylerin iman ve ahlakını güçlendirme hedefi. (Milli Görüş ile Nur geleneği arasındaki fark da kabaca buna oturuyor.)
Hayrettin Karaman hoca, anladığım kadarıyla, “o da olsun, bu da olsun, ne zararı var, niye siyasi sistem hedefine karşı çıkalım” diye özetlenebilecek bir fikri savunuyor.
Zararı bence şu ki, bu devirdeki “İslamî devlet” girişimleri pek hayırlı sonuçlar vermiyor. İnsanları daha dindar kıldıklarına dair hiçbir emare yok. (Hatta bolca riyakarlık ürettiklerine dair emareler var.) Öte yandan hem diğer dinleri hem de İslam içi farklılıkları baskı altına alıyorlar.
Problem, sloganları aşıp detaylara girince gözüküyor. Mesela Hayrettin Karaman hoca, “kurulurken, tarif edilirken Kur’an ve Sünneti temel kaynak olarak kullanmış devlet” diye tanımlıyor “İslamî devlet”i. İyi ama Kur’an ve Sünnet’i kim yorumlayacak? Kıstas, Hanefilik mi, Vehabilik mi, Şiilik mi, “tarihselcilik” mi olacak?
Kaldı ki aynı mezhep içinde bile nice zıt görüş var. Mesela Hayrettin Karaman hocaya göre “recm yok”; Milli Gazete yazarı Ebubekir Sifil hocaya göre kesin var.
Demokratik devlet
Kuşkusuz Müslümanlar belirli “asgari müşterekler” üzerinde uzlaşı sağlayabilirler; bir siyasi sistem de bunun üzerine kurulabilir. Ama aynı sistemin seküler veya gayrımüslim vatandaşları da kapsaması için “asgari müşterek”i genişletmesi gerekir. Bu da “demokratik devlet” demektir.
Demokratik devletin tek alternatifi de otoriter devlettir. Adına “İslamî” demekle, ancak İslam’ı otoriter göstermiş, Bediüzzaman’ın yüz yıl önceki isabetli uyarısıyla, “şeriatı istibdada müsait zannetme” hatasına düşmüş oluruz.
Son olarak, Hayrettin Karaman hocanın sorduğu “şartlar gerçekleştiğinde siyasi sistemin de İslâmîleşmesi neden ütopya oluyor” sorusuna ışık tutan iyi bir cevabı, Yasin Aktay’dan okuduğum şu twitter mesajından aktarayım:
“En mükemmel İslami sistemi kursanız, Peygamberinkinden daha iyisini kuramazsınız. Ama Peygamberin kurduğu sistem en fazla 30 yıl devam etti.”
NOT: Bu yazıdan sonra, hala yurtdışındayken haber aldığım PKK saldırılarını nefretle lanetliyor, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Allah’ın gazabı ise katillerin üzerine olsun.
Star
 

uður1

Well-known member
Entelijansiya ve Bediüzzaman

Entelijansiya ve Bediüzzaman
20 Ekim 2011 Perşembe 06:27
Bediüzzaman hazretleri vefatına kadar sürekli olarak, vefatından sonra ise sistemli periyotlar halinde siyasi ve entelektüel tartışmaların odağına girdi. Entelektüel dolaşıma girme Bediüzzaman ve Risale-i Nur için farklı bakış açılarını beraberinde getirdi.
Medrese ehlinin Risale-i Nur’un telif ve tab süreçlerinde “karşıt” tutum takınması Bediüzzaman’ın kırgınlığını beraberinde getirmişti. Medrese menşeli Osmanlı entelijansiyasının Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a karşı rakibane yaklaşımına mukabil yeni Türkiye’nin entelektüel mimarları daha “münsif”tir. Risale-i Nur’un kendi entelektüel kitlesini piyasaya kazandırması bu zorunlu insafı beraberinde getirmiş olabilir mi?
Risale-i Nur “düzey” aşıladıkça ve bu düzey piyasaya yansıdıkça dikkatler buraya yönelmektedir. Bir şey önemlidir: konuşandan ziyade konuşulanların tartışılması faydayı sağlayacaktır, aksi takdirde şahsiyatlar hükmeder ve hakikatler tali kalır. Son bir iki haftalık Said Nursi tartışmalarında Murat Belge baltayı taşa vurdu, Ömer Lekesiz üslubunu dengeleyemedi ötekiler de derecesine göre notlar aldı.
Şerif Mardin, Mustafa Akyol ve Cemal Uşak tartışmayı tetikleyen isimler oldu. Özellikle Mustafa Akyol ve Cemal Uşşak’ın açıklamaları turnusol vazifesini gördü.
İçeriden birisi olarak söylüyorum: Entelijansiya Nurculuk dersinde hala sınıfta kalıyor!
Cengiz Çandar her zamanki yuvarlak üslubu ile topu taca atarak Nurculuk camiasının da dâhil olduğu İslami çevrelerin milliyetçilikle aralarındaki sınırı belirleyemediklerini iddia ediyor! Çok havada ifadeler. İdeolojik ve siyasi diye sayılan nedenlerin anlamına ait somut hiçbir bir delil yok.
Takriben otuz yıl önce evimizde yapılan Risale-i Nur sohbetlerinin ilkine katıldığımda ağabeylerimin Risale-i Nur’u Türkçe okuyup Kürtçe izah ettiklerinin şahidi benim. Hangi sınır çizgisinden bahsediyor. Eşim Kürtçe bilmiyor, Annem de Türkçe bilmiyor, ikisi de “Nurcu”. “Denek” benim, sorsun cevap vereyim.
Hayatı “Kürt ırkçısı” penceresi ile okumak eksik bir okumadır. Kürt sorununu ait samimi yaklaşımından şüphe etmediğim Cengiz Çandar sayısız defa araştırmak için gittiği bölgede keşke sadece bir defa “Kürt” bir nurcu entelektüel ile konuşsa idi. Kankalık yaptığı ve Kürtlerin küçük bir yüzdesini temsil eden “ideolojik ve siyasi Kürtçüler” kadar bölgenin bütününe ait bir okuma yapmadıkça Cengiz Çandar’ın yazdığı her cümle yüzeysel kalmaya mahkûmdur ve karşılık bulamaz.
Kendi ifadesi ile “Risale-i Nur geleneğinden gelmeyen” değerli Sosyolog Yasin Aktay bana göre yorumlarına çok erken girdi. Üzerinde ve ifadelerinde mahalle geleneğinin egemenliği hala çok fazla. Kitlelere mal olan şahsiyetler mahalle “dili”ni konuşturmayı devam ederlerse çıtayı yükseltemezler.
Adını vermeye gerek var mı bilmiyorum, aynı süreçten geçen birçok sosyal bilimci Müslüman entelektüel biliyoruz ki yürekten Said Nursi okumaları yaptılar ve Aktay’ın ifadesi ile “retrospektif” kalmadılar. Emile Durkheim, Talcot Parsons ve İmmanuel Wallerstein’e ait sistem okumaları yaptığımız kadar Said Nursi okumaları yapmamız zarurettir.
Said Nursi modern dünyanın “Muhammedi” nefesidir. Küresel dünyanın dip paradigmalarını okuyabilmek Said Nursi okumaları ile mebsuten mütenasiptir. Yoksa fikrimiz hezeyanlaşır ve başkasının manasını gösteren “harf” konumuna düşeriz. Bizi “tenvim ile telkin eden” (Sünuhat) usta Hipnozcular çok “fırlama”. Avrupa kâfir zalimlerinin ve Asya münafıklarının oyuncağı olmamak için doğru yerden bakmak elzemdir. Siyasete “indirgenen” bakış açısı doğru yerde durmayı engelleyici bir perdedir. Hayatın bütününü kuşatan İslamiyet ve Kur’an, Aktay’ın ifadesi ile “sistemden ziyade "yol", "süreç", "hayat" gibi dinamik kavramlarla” tanımlanmayı hak ediyor. Said Nursi’nin hayatın bütününe ait kuşatıcı okumaları, tartışma konusu olan Avrupa’ya ait okumalarına da milliyet ve Kürt okumalarına da siyasete ait okumalarına da aynı ile yansımıştır.
Yusuf Kaplan modern dünyaya ait ”gölge” ve “gerçek” okuması yaparken çok haklı: “Gerçek ne? Şu: "O gider ben giderim, arkasından tin tin ederim." "Ben" bir gölgeyim. Gerçek o: Batı. Ben değilim. Çünkü ben, ben'de değilim, bir "bende"yim, gölgede'yim.”
Said Nursi 1920’li yıllarda bu duruma ait şu yorumu yapar: ”Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile (hipnoze ederek) telkin eder, biz kendimizden hayat edip, asammane tahribimizde, eser-i telkini icra ederiz (bize telkin edileni sağırcasına uygularız).”
Bu Said Nursi’nin modern Avrupa’ya ait bakış açısının bir yönüdür.
Toptancılık yapmayan Said Nursi’nin Avrupa’ya ait diğer bir bakış açısı ise bunun zıddıdır: “İsevilik din-i hakikisinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nafi sanatları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları (bilimleri) takip eden Avrupa.” (Lem’alar, 17. Lem’a, 5. Nota).
Yani bedel ödeyerek hak, hukuk, adalet ve hürriyet mücadelesi veren Avrupa!
Dolayısıyla “bir tarafın” dün şiddetle karşı çıkıp bugün toz kondurmadığı Avrupa, Said Nursi’nin “holistik” terazisinde böyle bir geri plan ile yani eksileri ve artıları ile birlikte durmaktadır.
Onun için Nur talebelerinin AB ile ilgili tutumlarını “bir defalık haklılığa” indirgeme kolaylığına kaçmak ve onları “tarih dışında kalabilmek” ile korkutmak çok etik olmamıştır. Risale-i Nur “okunarak” konuşulsaydı daha selametli olurdu.
Sayın Aktay şu cümlesinde çok haklı: “O gün Nur çevreleri ile İslamcı kesimler arasındaki tartışmalar Akyol'un anlattığı basitlikte de cereyan etmiyordu. Araya işe asıl rengi veren çok daha gerçek tartışmalar da giriyordu mutlaka.”
Sistem, yöntem ve referanslardan siyasal bakış açılarına kadar “renkler”in ayrışımına sebep olan çok etken mevcuttur. Bu etkenlerin etraflıca bilinmesi iki kardeş kesim arasındaki farkları anlamayı netice verecektir. Etraflı bir tahlil ise bu makalenin sınırlarını zorlar. Tartışma usulünün ötesinde uzun ve derin analizlerle bu tarihi farklılığı nazara verilmesi gerekiyor.
 

uður1

Well-known member
Cevap: Entelijansiya ve Bediüzzaman

Kim haksız olduğu münakaşayı terk ederse
20 Ekim 2011 / 05:31
Günün Hadis-i Şerifi...

Bismillahirrahmanirrahim
Ebu Ümame (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Kim haksız olduğu bir münakaşayı terk ederse, kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı terkedene de cennetin ortasında bir ev kurulur. Kim de ahlakını güzelleştirirse, ona da cennetin en yüksek yerinde bir ev kurulur.”
(Tirmizi, Birr 58)

Said Nursi şehit asker cenazesine katılmıştı

20 Ekim 2011 / 06:08
Bediüzzaman Said Nursi'nin Emirdağ'daki iki cenaze namazına gittiğini biliyorum...

Risale Haber-Haber Merkezi
Son Şahitlerden Hüseyin Çalışkan anlatıyor:
Bediüzzaman Said Nursi'nin Emirdağ'daki iki cenaze namazına gittiğini biliyorum. Bu hatırayı bana hocam Hafız Nuri Güven söylemişti. Birisi, Emirdağ Çarşı Camiinde kırk seneden fazla müezzinlik yapan Budakoğlu Murad Hocanın ve diğeri de Emirdağ civarında düşen askerî uçakta şehit olan havacıların cenaze namazıydı.
(Son Şahitler)


PKK terörü çözüme yaklaşıldıkça artıyor

20 Ekim 2011 / 07:50
PKK saldırısı, yeni anayasa konusunda ilk adımın atıldığı güne denk getirildi.

Habib Güler'in haberi
Terör örgütü PKK'nın Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde gerçekleştirdiği saldırı, yeni anayasa konusunda ilk adımın atıldığı güne denk getirildi. Önceki yıllarda TBMM'de anayasa reformunun görüşülmesinde, 'Taş atan çocuklar yasası'nın çıkarılmasında, cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle ilgili referandum kararı verilmesi gibi süreçlerde benzer saldırılar yaşanmıştı. 19 Ekim 2009'da ise bir grup PKK'lı terörist, demokratik açılım kapsamında Habur'da güvenlik güçlerine teslim olmuştu.
Terör örgütü PKK'nın dünkü saldırısı, yeni anayasa konusunda ilk adımın atıldığı güne denk getirildi. TBMM'de grubu bulunan 4 siyasi partinin temsil edildiği Uzlaşma Komisyonu'nun ilk toplantısı, 24 şehidin acısıyla başladı. Meclis Başkanı Cemil Çiçek, terör örgütünün demokratikleşme sürecini bombalamaya çalıştığını ancak Türkiye'nin bu konuda asla geri adım atmayacağını vurguladı. PKK daha önceki önemli demokratikleşme adımlarını da benzer saldırılarla engellemeye çalışmıştı.
1982 Anayasası'ndan beslenen Kürt sorununun çözülmesinde adres, toplumun tüm kesimlerini kucaklaması beklenen yeni anayasa olarak gösteriliyordu. Ancak Kürt sorununu çözme iddiasıyla teröre başvuran PKK, yeni anayasa konusunda ilk adımın atıldığı gün son yılların en büyük eylemini gerçekleştirdi. Terör hain yüzünü bir kez daha ortaya koyarken, yeni anayasa kararlılığıyla bir araya gelen siyasetçiler, hiçbir provokasyonun demokratikleşme sürecini engelleyemeyeceği vurgusu yaptı. Meclis Başkanı Cemil Çiçek, "Acılarımız ne kadar büyük olursa olsun, onu içimize gömeceğiz, bağrımıza taş basacağız. Bu olaylar ne kadar yürek yakıcı olursa olsun, gelişen şartlar ne kadar bu çalışmamızı zorlaştırırsa zorlaştırsın, girdiğimiz bu yoldan dönmek yok. Daha demokratik, özgür, evrensel hukuku, hukukun üstünlüğünü esas alan, daha özgür bir Türkiye'nin inşası için çabaları birlikte sürdürmemiz gerektiğine inanıyorum. Hiçbir üzücü gelişme bizi bu yoldan alıkoyamaz ve koymamalıdır." dedi.
Türkiye'deki her demokratikleşme gündemini benzer saldırılarla provoke etmeye çalışan terör örgütü, dünkü saldırıyı uzlaşma komisyonu toplantısının yanı sıra 19 Ekim 2009'da Habur'da yaşanan görüntülerin yıldönümüne denk getirdi. PKK, aradan geçen 2 yılın ardından 'demokratik açılım' istemediğini bir kez daha göstermiş oldu. PKK'nın diğer büyük eylemleri de ilginç tarihlere denk getirilmiş ve saldırılar sebebiyle demokratikleşme süreci her seferinde zarar görmüştü. Son yıllarda yaşanan bazı benzer gelişmeler şöyle:
TBMM anayasa reformunu görüştü: 2 Mayıs 2010 günü Meclis'te görüşmeler sürerken Tunceli'den 4 şehit haberi geldi.
Taş atan çocuklar yasası değişecekti: TBMM, taş attığı gerekçesiyle art arda cezaevine giren çocukları kurtarmak için yasa değişikliği yapmaya hazırlanıyordu. Anayasa Mahkemesi ise DTP'ye yönelik kapatma davasını 8 Aralık 2009'da görüşmeye başlayacaktı. 7 Aralık'ta Tokat'ın Reşadiye ilçesinde askerî araca pusu kuruldu. 7 asker şehit edildi.
DTP'ye randevu verildi: 27 Mayıs 2009 günü Hakkari'nin Çukurca ilçesinde mayın patlamasında, 7 asker şehit düştü. Olay, demokratik açılımın gündeme getirildiği tarihin hemen başında yaşandı. Başbakan Erdoğan, DTP'lilere 29 Mayıs günü için randevu vermişti. Randevudan 2 gün önce sınırlardaki mayınlarla ilgili tasarının Meclis'te görüşüldüğü akşam Çukurca'dan 7 askerin şehit olduğu haberi geldi. Erdoğan, randevuyu iptal etti.
Bölgesel Kürt yönetimiylr ilişkiler gelişti: Ekim 2008'de Irak'ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi ile görüşmelerin hızlanmasının ardından 4 Kasım'da Aktütün Karakolu basıldı. Olayda 17 asker şehit oldu.
Ergenekon soruşturması başladı: Ergenekon iddianamesi 25 Temmuz 2008'de mahkeme tarafından kabul edildi. İki gün sonra PKK, İstanbul Güngören'de kanlı bir eyleme imza attı. 17 sivil hayatını kaybederken 154 kişi yaralandı.
Cumhurbaşkanlığı için referandum kararı: TBMM'de cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle ilgili referandumun oylandığı 21 Ekim 2007 günü, 13 askerin şehit olduğu, 8 askerin kaçırıldığı Dağlıca baskını gerçekleşti. Operasyonun hemen yapılması için sokaklarda bayraklı yürüyüşler, protesto gösterileri tertiplendi.
Zaman
 

uður1

Well-known member
Dilin Afeti

Dilin Afeti
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline!” (Hümeze, 1)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Ashâbımdan kimse bana bir başkasından söz ulaştırmasın! Zîrâ ben sizin karşınıza (peşin hükümlerle değil) selîm bir kalple çıkmak istiyorum.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 28/4860)
Rasûlullah (sav) bir gün:
“–Gıybet nedir, bilir misiniz?”diye sormuştu. Ashâb-ı kirâm:
“–Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” dediler. Hazret-i Peygamber:
“–Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurdu.
“–Söylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.
“–Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftirâ ettin demektir.” buyurdu. (Müslim, Birr, 70; Ebû Dâvûd, Edeb, 40/4874)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)
el-Mâcid: Şanı yüce olan, keremi bol olan, yardımı çok olan, in’âm ve ihsânı bol olan demektir.
Kısa Günün Kârı
Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi, başkalarına yapmayalım.
Lügatçe
selim: Dürüst, kusursuz.
husûmet:
Düşmanlık.
câhilâne:
Cahilce.
gıybet:
Birinin hakkında kötü konuşmak, dedikodu.
 

uður1

Well-known member
Cevap: Dilin Afeti

Mesele Kabe'ye değil, Allah'a varmaktır
21 Ekim 2011 / 11:33
Dr. Erkan Aydın, 'Biz hac vazifesi sırasında maneviyatı ön planda tutmak istiyoruz.' dedi...

Wit Tour yaklaşan hac dönemi dolayısıyla kutsal topraklara taşıyacağı hacı adaylarıyla Sait Halim Paşa Yalısı'nda bilgilendirme toplantısı yaptı. Wit Tour Genel Müdürü Dr. Erkan Aydın, Wit Tour Hac ve Umre Müdürü Mehmet Ali Çoruh, Genel Dahiliye Uzmanı Dr. Mustafa Alioğlu'nun katıldığı toplantı Kuran-ı Kerim tilavetiyle ve ardından okunan ilahilerle başladı. Wit Tour Genel Müdürü Dr. Erkan Aydın, her sene umreye binlerce kişiyi götürdüklerini belirterek, "Hac nitelik işidir. O yüzden hac vazifesi için 120 kişilik bir kafileyle yola çıkacağız. Biz hac vazifesi sırasında maneviyatı ön planda tutmak istiyoruz. Az ve gelir durumu iyi insanları götürüyoruz ki onlar döndüğünde kendi yanında çalışanlarına da iyi davranarak onların hakkı olanı versin' dedi. Hac ziyareti hakkında bilgi veren Erkan Aydın, şöyle konuştu: "Hac ziyaretinde manevi boyutu iyi kavramak gerekir. Biz ne Suudi Arabistan'a, ne Mekke'ye, ne Medine'ye gitmiyoruz. Kavranması gereken şudur Kabe'ye varmak seyehat işidir. Asıl olan Kabe'ye vardığınızda oradan Allah'a varmaktır. Kabe'ye giden turist olur. Orada Allah'a gidersen Hacı olup dönersin." Wit Tour seyahat acentesiyle Kutsal Topraklara gidecek Hacı adayları 31 Ekim pazartesi günü yolculağa başlayacak ve 14 gün boyunca Hac vazifelerini yerine getirecekler.
Yeni Şafak
 
Üst