Hz.Mevlana'nın hayatından ..

Muvahhid1

Well-known member
Şemseddîn Attâr anlatır: Mevlânâ bir gün câmide vâz ederken, mevzû; Hızır ile Mûsâ aleyhimesselâmın kıssasına gelmişti. Bu kıssayı, öyle fesâhat ve belâgat ile anlatıyordu ki, herkes nefesini kesip, can kulağı ile dinliyordu. Benim yanımda bir şahıs başını önüne eğmiş bir şeyler mırıldanıyordu. Kulak verdim, dediklerini anladım. "Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin." diyordu. Bunun Hızır olduğunu anladım. Yanına sokuldum. "Anladım. Sen Hızır'sın, ne olur, bana ihsân eyle!" dedim. Cevâben; "Burada hazret-i Mevlânâ varken, benim sana ihsânda bulunmam deniz yanında teyemmüm gibi olur. Senin bütün müşkillerini o halleder." dedi ve gözümden kayboldu. Ben bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanına gittiğimde, ben daha söze başlamadan; "Ey Attâr! Hızır aleyhisselâmın sözleri doğrudur." diyerek benim sözümü kesti.




 

Muvahhid1

Well-known member
Mevlânâ, Allahü teâlânın yarattığı bütün mahlûkâta merhamet sâhibi idi. Bir gün Nefîsüddîn Sivâsî'ye bir kuruş verip ekmek aldırdı. Ekmeği eline alıp bir virâneye gitti. Nefîsüddîn de gizlice onu tâkibe başladı. Sonunda, Mevlânâ'nın o ekmeği yeni yavrulamış bir köpeğe kendi elleriyle yedirdiğini gördü. Mevlânâ dönüşünde, Nefîsüddîn'in kendisini tâkib ettiğini anlayıp; "Bu hayvan yedi gündür açtır ve yavrularına şefkatle bakmış ve hiç yanlarından ayrılmamıştır. Resûlullah efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; "Merhametlilerin en büyüğü olan Allahü teâlâ, kullarından merhametli olanlara merhamet eder. Ey ümmet ve Eshâbım! Siz de O'nun yarattıklarına merhamet ediniz ki, size de semâ ehli merhamet etsin" buyurdu. Nefîsüddîn bu sözler üzerine ağlayarak Mevlânâ'nın ellerini öptü ve hayvanlara bile bu kadar merhametli olan siz, tabiatiyle ahbâb ve dostlarınıza da merhamet edersiniz." dedi. Bunun üzerine Mevlânâ; "Evliyâullahın merhameti pek çoktur; bütün mahlûkâta ve ahbâblarına da şüphesiz merhamet eder." buyurdu.
 

Muvahhid1

Well-known member
Selçuklu Sultânı Rükneddîn, Mevlânâ'ya beş kese altın gönderip almasını arzu etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ'ya altınları arz edince; "Beni hakîkaten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki çamurun içine atın!" buyurdu. Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler. Dünyâya kıymet veren bâzı kimseler, bu altınları almak için çamurun içinde aramaya başladılar. Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi. Mevlânâ, talebelerine onların bu vaziyetlerini göstererek; "Bu altınlar, şu gördüğünüz dünyâ ehlinin üstünü başını batırdığı gibi, âhiret ehli olanların da kalbini karartır, kirletir. Çeşitli günahlara sevkedip, ibâdetlerden alıkoyar. Bu sözlerimi yanlış anlamayınız. Dünyâ için çalışmayınız demek istemiyorum. Dünyâ malının muhabbetini kalbinize koymayınız diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya, yarın ölecekmiş gibi âhirete çalışmak lâzım geldiğini herkes bilir. Burada dikkat edilecek nokta; hırs ve tamâ yapmadan kanâat üzere bulunmaktır. Dünyâda, âhiret saâdeti için çalışmalı, kazanmalı, niyeti düzeltmelidir. Çünkü İslâmiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. En büyük saâdet, en büyük sermâye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenât yaparak âhirete göndermektir. Buna rağmen asıl sermâye, mal, mülk, para sâhibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sâhibi olmaktır." buyurdu.
 

Muvahhid1

Well-known member
Mevlana ölümüne neden olacak hastalığın etkisiyle yataktadır.Dostları kendisini ziyarete gelirler.Başucuna otururlar ve güzel bir adeti yerine getirirler:

''Allah C.c şifa versin'' derler.

Fakat o yüzünü ekşiterek cevaplar:

''Dilediğiniz şifa artık sizin olsun.Artık seven ile sevilen arasında parmak kadar bişey kalmıştır.İstemez misiniz ki nur, nura kavuşsun...''

Başlar öne eğilir,dudaklar susar.Buna cevap verilmez.
Bir kaç gün sonra dilediği olur Mevlana'nın...

Seven ,sevdiğine kavuşur...Adını yıllar önce kendi koymuştur,''Şeb'i Aruz...'' Bir toy düğün olur,gökler aydınlanır.

Ve vefat etmiş olan bedeninin yıkanması sırasında bir ''sevgi kerameti'' daha yaşanır.Anlatan Mevlana'nın cenazesini yıkayan İmam-ı İhtiyarüddin'dir:

'' Mevlana'nın mübarek cesedini yıkamaya başlayınca,üzerime öyle bir ayrılık acısı çöktü ki ağlamaktan kendimi alamadım.Yıkamak şöyle dursun,zerre kadar hareket ettirmeye güç yetiremedim.Yüzümü yüzüne dayayıp ağladım.Yardımcılarım hiç ses çıkarmıyor,bana engel olmuyorlardı.Bir ara dayanamadım.Vücuduna sarılarak ağlamak istedim.O anda Mevlana'nın eli bileğimi sıkıca tuttu.Korkumdan aklım başımdan gitti.Bayılmışım.Kulağıma uğultu halinde sahibini göremediğim sesler geliyordu:

''Nur,nura karıştı.Aşık,Maşuk'a kavuştu.Bunda endişe edecek bir şey yoktur.Çünkü,Yüce Allah C.c'ın veli kulları için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.Mü'minler ölmez,geçici alemden,sonsuz aleme nakledilirler.'' Bu sözler beni kendime getirdi...
 

Muvahhid1

Well-known member
Mevlânâ hazretlerinin sağlığında kasabın biri, bir öküzü kesmek için satın aldı. Öküzün ayaklarını bağlayıp yatırmak istediğinde, öküz, ipleri koparıp kaçtı. Kasap arkasından yakalamak için koştuysa da yetişemedi. Öküz, Mevlânâ'nın babasının mezarı yakınlarına geldi.

O esnâda mezarın başında Mevlânâ Kur'ân-ı kerîm okuyordu. Hâl lisânıyla ona; "Beni bu kasabın elinden kurtar." dedi. Mevlânâ, öküzün üzerine elini koyup okşadı; "Üzülme, cenâb-ı Hak her şeye kâdirdir." buyurdu.

Bu sırada kasap, elinde urgan ve bıçak olduğu hâlde soluk soluğa çıkageldi. Mevlânâ gelen kasaba, öküzün âzâd edilmesini, hürriyetine kavuşturulmasını istedi. Kasap da Mevlânâ hazretlerinin hatırı için öküzü âzâd etti. Kasap gidince Mevlânâ, mübârek elini öküzün üzerine koyup duâ etti ve o günden sonra bir daha o öküzü gören olmadı.

Bunun üzerine Mevlânâ; "Bu öküz, kesilip pişirilecek zamâna gelmiş iken, bizim tarafımıza gelmek sûretiyle, kesilip parçalanmaktan kurtuldu. İşte bunun gibi bir insan da, Allahü teâlânın evliyâsına cân u gönülden teslim olup emirlerine uygun yaşar, ona talebe olursa, kıyâmet gününde Cehennem'e götüren meleklerin elinden kurtulur." buyurdu.
 

Muvahhid1

Well-known member
Mevlânâ'nın talebelerinden biri, hac vazîfesini yapmak üzere Hicaz'a gitti. O Hicaz'da iken, evinde hanımı, Arefe gecesi bir tepsi helva yapıp, Mevlânâ'nın talebelerine gönderdi. Mevlânâ, helvayı kabûl edip, orada bulunan bütün talebelerine bizzat kendi eliyle taksîm etti. Herkes hissesine düşeni aldığı hâlde, tepsiden hiçbir şey eksilmedi. Alanlar tekrar aldılar, doyuncaya kadar yediler, yine eksilmedi.

Bunun üzerine helvâ dolu tepsiyi Mevlânâ mübârek eline alıp; "Bu tepsiyi sâhibine göndereyim." diyerek dışarı çıktı. İçeri girdiğinde, elinde tepsi yoktu. Ertesi gün helvayı getiren hanım, tepsisini medresenin mutfağında arattı, ancak, bulamadı. Mevlânâ'yı da bunun için rahatsız etmedi. Aradan günler geçti, hacca gidenler dönmeye başladılar.

Bu hanımın da beyi Kâbe'den dönüp Konya'ya geldiğinde, o tepsi, eşyâlarının arasından çıktı. Kadın tepsiyi görür görmez tanıyıp, hayretinden dona kaldı. Beyine; "Ben Arefe gecesi bu tepsi ile helva yapıp Mevlânâ'nın talebelerinin yemesi için göndermiştim. Tepsiyi ertesi günü arattığım hâlde bulamadım. Nasıl oldu da bu tepsi senin eline geçti?" deyince, şaşırma sırası hacıya geldi.

O da; "Arefe gecesi hacı arkadaşlarımla oturup sohbet ediyorduk. Bir ara çadırın kapısından bir el bu tepsiyi uzattı. Biz de tepsiyi aldık, elin sâhibini araştırmak da aklımıza gelmedi. Helvayı yedikten sonra tepsiyi tanıdım. Kimseye vermeyip eşyâların arasına koydum. Başka bir şey bilmiyorum." dedi. Bunun Mevlânâ'nın bir kerâmeti olduğunu anlayınca, ona olan bağlılıkları daha da arttı.
 

Muvahhid1

Well-known member
Bedreddîn Tirmizî isminde biri simyâ ile uğraşırdı. Mevlânâ'nın ismini duyarak Konya'ya ziyâretine geldi. Önce oğlu Sultan Veled'e uğrayarak, yapacağı altınlardan hergün bir dirhem Mevlânâ'nın talebelerine vereceğini vâd eyledi. Bu haberi Mevlânâ'ya ulaştırdılar, fakat o hiç cevap vermedi.

Birkaç gün sonra Bedreddîn'in çalıştığı yere gitti. Bedreddîn simyâ ilmiyle uğraşarak altın yapmaya çalışıyordu. Mevlânâ'nın geldiğini görünce, ayağa kalkarak hürmette bulundu. Mevlânâ, oradaki demirden, bakırdan ve diğer mâdenlerden yapılmış eşyâları teker teker alıp Bedreddîn'e vermeğe başladı.

Bedreddîn, her eline gelen eşyânın en yüksek ayarda som altından yapılmış olduğunu hayretle gördü. Mevlânâ, Bedreddîn'in şaşkın bir hâlde kendisine baktığını görünce;

"Ey Bedreddîn! Sen simyâ ile uğraşmayı bırak. Çünkü sen âhirete gidince, simyâ dünyâda kalacaktır. Sen öyle bir simyâ ile uğraş ki, seninle berâber âhirete gitsin. İşte o da din ilmidir. Bu, kalbden mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisini çıkarıp, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri kalbe doldurmakla olur." buyurdu.
http://www.risaleforum.net/search.php?do=finduser&u=3445
 

Muvahhid1

Well-known member
Güzel sesli bir hafız Kur'an okuyordu. Kulağına gelen bu güzel sesten duygulanan Hz. Mevlânâ da gözyaşlarıyla dinliyordu. Bu sırada elini ağzına kapayarak esneyen uykulu bir adam, Mevlânâ'nın bu gözyaşlarına bir mana veremeyerek sordu:

-Efendi Hazretleri niçin ağlıyorsunuz, ağlanacak bir şey mi var ortada?

Mevlânâ esneyen adama anlayacağı dilden cevap verdi:

-Güzel sesli hafızlardan gelen Kur'an sesi bana, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor da ondan..

Esneyen uykulu adam da başını sallayarak cevap verdi:

-Bana da öyle, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor, dedi. Mevlânâ küçük bir düzeltme yaptı:

- Senin duyduğun ses, cennet kapısının açılış değil kapanış sesi olmalıdır. Çünkü dedi, açılış sesi gözyaşı döktürür, kapanış sesi uyku hali getirir.
 

Muvahhid1

Well-known member
Bir Selçuklu sultanı Mevlânâ'yı ziyarete gelmişti. Çevresindekilerin derin saygılarını görünce:

-Efendi Hazretleri dedi, sizin sultanlığınız bizim sultanlığımızdan ileridedir!. Mevlânâ:

-Öyledir dedi, sizin sultanlığınız dünyada biter, bizim sultanlığımız ahirette başlar.
 

AYNELHAYAT

Well-known member
Çok teşekkür ederim ikazınıza zira yazım kurallarına uygun yazmaya çok önem verir,dikkat ederim.Ancak bu kuralı,demek ki tam bilmediğim için ayrımı,bitişikmi yazılır kararsız kalmıştım.Allah razı olsun.Sağolun.

amin ecmain kardeşim ama yine yanlış yazmışsınız .mı mi ler de ayrı yazılır :)
yanlış anlamayın ortam renklensın dıye yazıyorum yoksa sıze bırsey ögretmek haddim degil ,selametle kardeşim
 

kýrýmlý

Well-known member
Aşk olsun Muhterem öyle değil tabiki.Sadece bir şeylere dikkat çekmek için böyle sordum.

Benim anlamadığım şeyler var mesela onlardan biri,Efendimiz Hz. Muhammed Kızı Fatma'ya kendisinin peygamber olmasının kendilerini kurtarmayacağı,ahirette kendisinin onlara bir faydasının olmayacağını söylerken.Hz.Pir in yada başka şeyhlerin insanları kendilerine bağlanmaları sonucunda cehennemden kurtaracakları iddiaları ve bu menkıbelerde geçen neredeyse peygamberleri bile geçen kerametler ve mucizeler,Kuran ve hadislere bakıldığında nasıl değerlendirilmelidir?
 
Üst