Düşmekte Olan Uçakta Ateist Bulamazsınız.

ent

Well-known member
- Birey psikolojisi açısından Din Eğitimi nasıl bir gerekliliği oluşturuyor? Bireyler için Din Eğitimi olmazsa olmaz bir olgu mudur?



- İnsanlık tarihi boyunca hangi insan teki ya da topluluğuna bakarsanız bakınız, insanoğlunun hiçbir zaman dinsiz yaşamadığına tanık olursunuz. İster gökteki güneşe ve aya, ister yerdeki birtakım varlıklara, isterse kendisine ulaşan İlâhî vahye kulak vererek gönderilen mukaddes dinlere inanmış olsun, insan kendisini “mutlaka bir şeye inanma” hususunda adeta mecbur hissetmiştir. Zira insan, psikolojik olarak inanmaya meyillidir. İnkar ise onun psikolojik olarak çok zorlanarak kendisine kabul ettirdiği bir hadisedir. Dolayısıyla bir ateist ve agnostik, inkar sürecini psikolojik yönden hiç de kolay gerçekleştiremez; ve bu çoğu zaman başarısızlıkla gerçekleşir. Derler ki: “Düşmekte olan uçakta ateist bulamazsınız.” Çünkü insan, acizliğini idrak ettiğinde artık Yüce Kudret’e sığınma ihtiyacını isteyerek ya da mecburen kabulleniyor. Bugün modern psikoloji şunu ortaya koymaktadır: “İnsanoğlunun ruh dünyasına, Tanrı’ya inanması için inanç tohumları serpilmiştir. Her insan Tanrı’ya inanmak için hazır haldedir. İnanç her insanın içinden gelen tabii bir olaydır.”
“Din Eğitimi olmazsa olmaz bir olgu mudur?” sorunuza ise “Evet, Din Eğitimi olmazsa olmaz bir olgudur.” cevabını verebiliriz. Zira, mademki insan, yaratılışı icabı “fıtrat” üzere dünyaya gelmektedir; ve fıtratı gereği mutlaka bir Yaratıcı’ya inanmaya hazır haldedir. O takdirde elimizde bu inanç açlığı çeken bireye, ruhunun o kısmını doyuracak manevî gıdayı da temin etmemiz, inanç açlığı ve boşluğunu, sağlıklı bir eğitim-öğretimle doyurmamız gerekecektir. Çünkü din, son asırların yükselen değeri olmuşsa, bu gerçeklikte, onun insana bahşettiği ve başka bir şeyle elde edilmesi mümkün olmayan güzellikleri ve üstünlükleri ihtiva ediyor olmasının rolü büyüktür. Ayrıca bilinen bir diğer gerçeklik şudur: Sağlıklı Din Eğitimi almış fertler, hayatın olumsuzluklarına daha rahat göğüs gerebilmekte ve yaşadıkları olayları daha rahat yorumlayabilmektedirler.
-Şu halde Ülkemiz özelinde çocuklarımız ve yetişkinler için sağlıklı Din Eğitimi vasatı bulunduğu söylenebilir mi? Böyle bir vasat yoksa sebepleri nelerdir?
-Ülkemizde çocuklar ve yetişkinler için sağlıklı bir Din Eğitimi vasatı bulunup bulunmadığını farklı bakış açılarıyla değerlendirip farklı sonuçlara ulaşmak mümkündür. Şöyle ki, iyimser bir bakış açısıyla baktığımızda, ülkemizde aile yapısının her şeye rağmen ayakta duruyor olması, verilen Din Eğitimine de olumlu katkı sağlamaktadır. Ancak gerçekçi bir bakış açısı bize, eksik kalan pek çok noktanın varlığı hususunda bazı ipuçları vermektedir. İsterseniz bu soruya, ülkemizdeki mevcut durumu tasvire çalışarak cevap verelim. Genel bir bakış açısıyla bakıldığında ülkemizdeki aileleri dört grupta ele almak mümkün görünmektedir.


1. Grup: Çocuklarına Din Eğitimi Verme Gereğine İnanmayan Aileler
Bu aileler çocuklarının Din Eğitimleriyle ilgilenmelerinin gereğine inanmayan, dinin insan için önemli bir unsur olmadığı görüşüne sahip ailelerdir. Bu tür aileler, din derslerinin seçmeli dersler arasında olduğu yıllarda, çocuklarına bu derslerin verilmesini istemeyen kimseler olduğu gibi, günümüzde de din derslerinin çocuklar için zararlı olduğunu, çocuğun din adına anlatılanlardan dolayı aklının karışacağını iddia etmektedirler. Bu arada bazı örnekleri ileri sürerek, din dersleri programlarını, öğretmenleri ve Din Eğitimi kurumlarını da sık sık eleştirmektedirler. Bu tür ailelerde yetişen çocuklar Din Eğitimi adına hiçbir şey almadıkları gibi, Dîni pratikleri yaşama açısından oldukça yetersiz olan anne-babalarından bu yönde de olumlu şekilde etkilenememektedirler. Yine bu tür ailelerde Dîni bilgi yeterince ve doğru bir şekilde sahip olunmadığı için, çocuklarına hatalı telkinlerde de bulunulabilmektedirler. Sözgelimi, bazı çevrelerde rastlandığı üzere, Cenab-ı Hak, çocuklara “Allah Baba” şeklinde tanıtılmakta, böylece içinde yaratılıştan var olan iman cevheri yanlış yöne kanalize edilerek köreltilmektedir. Kısaca, bu tür ailelerdeki çocuklar, ilk çocukluk yıllarında almaları gereken dini bilgileri alamamakta, din duygularının gelişmesine imkan tanınmamakta ve dini bilgi bakımından da son derece yetersiz bir durumda yetişmektedirler. Salt ahlakî kurallar ve toplumun değer yargılarının, çocuğun yüce bir kudrete inanma ve bağlanma ihtiyacını gideremeyeceği ve çocukta vicdan duygusunun gelişmesine yardımcı olmayacağı da bir başka gerçektir.

2. Grup: Din Eğitiminin Gereğine İnanan Ancak Bunu Gerçekleştiremeyenler
Bu gruptaki aileler, çocuklarının Din Eğitimiyle ilgilenmelerinin gereğine inanan, ancak Dîni bilgi bakımından yeterli düzeyde olmadıkları için bu konuya gereken ilgiyi gösteremeyen ve çocuklarını ilkokul yıllarına kadar eğitimsiz bırakan ailelerdir. Yine bu aileler, Din Eğitiminin ilkokulda verilmesinin daha doğru olduğunu zannetmektedirler. Böylesi ailelerde yetişen çocuklar Dîni duygu ve Dîni uyanış bakımından gecikmeye maruz kalmış ve aileden almaları gereken eğitim-öğretimi alamamışlardır. Şayet bu aileler Dîni prensipleri bir parça yaşayan kimseler ise, çocukların kaybı o derece az olmakta, Dîni prensiplerin yaşanmaması durumunda ise kayıp daha fazla olmaktadır. Sonuç olarak, yedi-sekiz yaşlarına kadar, Din Eğitimi yönüyle temel bilgiler verilmemiş çocukların ilkokuldaki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle ancak 4. sınıftan itibaren karşılaştığını hesaba katacak olursak, bu grupta yer alan çocukların da Din Eğitimi ve öğretimi yönüyle şanssız sayıldıkları söylenebilir.

3.Grup: Çocuklarına Din Eğitimi Veren Ancak Hatalı Davranan Aileler
Bu gruptaki aileler, özellikle Anadolu’da “geniş âile” tipini oluşturan ve çocuklarının Din Eğitimini geleneksel şartlarda yerine getiren ailelerdir. Dîni prensiplerin az ya da çok yaşandığı bu ailelerde, Din Eğitimi ve öğretimi çoğu kez; dede, nine, anne, baba bazen de yakın akrabalar tarafından yaygın eğitim tarzıyla yapılmaktadır. Dolayısıyla, çocuk psikolojisinin gereklerine uyularak belli kurallar çerçevesinde bir eğitim verildiği söylenemez. Bu nedenle, verilen Din Eğitiminde düşülen bazı yanlışlıklar, ileriki yıllarda çocuğun ibadetlerini ve inancını terk eden biri olmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu ailelerde dikkati çeken özelliklerden biri şudur: Çocuktaki vicdan gelişimi “Allah korkusu”yla sağlanmak istenmekte ve çocuğu istenmeyen davranışlardan vazgeçirmek için yine “Allah korkusu”na başvurulmaktadır. Sık sık, “Allah seni cezalandırır/gözünü kör eder/cehennemde yakar/seni taş yapar.” gibi tehditlerle sindirilen çocuk, bu sayede Allah Tealâ’yı, “çocukları cehenneminde yakan, onları taş yapan, gözleri kör eden bir varlık” olarak tasarlamakta ve Allah’ı daha henüz sevemeden O’ndan korkmaya başlamaktadır. Halbuki, doğru olan şudur: Çocuk ergenlik çağına kadar Dîni bakımdan herhangi bir sorumluluk ve yükümlülük taşımamaktadır. Allah Tealâ’nın onlara sağladığı bu müsamaha onlardan esirgenmemelidir.


4. Grup: Din Eğitimini İdeal Şartlarda Veren Aileler Bu grupta yer alan aileler ise, Dîni bilgileri çocuğa kazandırmanın bir anne-babalık görevi olduğu şuurunda olanlar ve bu düşünceden hareketle çocuklara Dîni bilgileri aktarmanın çabası içinde olanlardır. İster “geniş aile”, ister “çekirdek aile” tipinde olsun, bu tür ailelerden çocukların Din Eğitimleri, genellikle bu konuda bilgisi olan dede, nine, anne, baba veya diğer yakınlar tarafından yerine getirilmekte, yeri ve zamanı gelince de diğer eğitim kurumlarıyla bu eğitim desteklenmeye çalışılmaktadır.

İdeale yakın diyebileceğimiz bir şekilde Din Eğitimi ve öğretimi veren bu aileler genellikle Dîni bilgiler bakımından yeterli ve kendini geliştirmeyi arzu eden, bunun yollarını araştıran kısmen yüksek büyük oranda ise orta tahsilli insanlardır. Netice olarak, ben sorayım. Siz böylesi ailelerden örülü bir toplumda sağlıklı Din Eğitimi vasatı bulunduğunu söyleyebilir misiniz?

- Peki, sağlıklı bir Din Eğitimi nasıl olmalıdır?

- Sağlıklı bir Din Eğitiminin iki önemli şartı vardır. Birincisi, Dinin ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’e dayanması, diğeri ise, insanın fizyolojik ve psikolojik gerçeklerine uygun olmasıdır. İnsan hakkında Allah Teala’nın buyrukları ve yine son peygamber olarak gönderilen ve Allah Teala tarafından terbiye edilerek “en güzel örnek” haline getirilen Hz. Peygamber’in tavsiyeleri, sağlıklı bir Din Eğitiminin ön şartı olurken, insanın gelişim çağlarına, idrak kapasitesine ve bedensel gelişimine uygun olarak gerçekleştirilmesi de diğer şartı oluşturmaktadır. Bu iki önemli özelliğe riayet edilecek olursa böylesi bir Din Eğitimi “sağlıklı”dır denilebilir.
- Bu noktada ebeveyne düşen sorumluluğa biraz değinebilir misiniz?
- İnsanın çocukluğunda aldığı telkinlerin, hayatı boyunca onda derin etkiler bıraktığı eskiden beri bilinmekte ve ifade edilmektedir. Bugün de çocuk psikolojisiyle ilgilenen uzmanlarca yapılan çeşitli araştırmalar, çocuğun kişiliğinin temel özelliklerinin ilk yıllarda oluştuğunu ortaya koymaktadır. Hayatın sonraki dönemlerinde etkisini bariz bir şekilde hissettiren bu etkin özellikler, günümüzde eğitimcilerin ilgisini, ilkokul öncesi döneme yöneltmiştir. Çünkü karakterin tohumları ilk çocukluk yıllarında atılmakta ve sonraki yıllarda gelişimini sürdürmektedir. Yine, bilindiği kadarıyla, karakterin 2/3’ü altı yaşına gelinceye kadar teşekkül etmektedir.
İlk yıllarda alınan Dîni eğitim çocuk üzerinde pek çok yönden olumlu etkiler bırakır. Ayrıca bu yaşlarda çocuğun Dîni duyguları uyandığı için verilen eğitim biçimi daha sonraki yıllarda çocuğun inanç, tutum ve davranışlarını da etkilemektedir. Çocuğu insan olma yolunda ilk yönlendiren, ona mensubu bulunduğu kültürel değerleri kazandıran tek ve ilk sosyal kurum ailedir. Özellikle okul öncesi dönemde, çocuk kendisini özdeş tutacağı model olarak anne-babasını alır. Onların özellikleriyle değer yargılarını örnek alarak benimser; hareketlerini, konuşma ve davranışlarını taklit etmeye uğraşır. Bir başka deyişle çocuk, dış dünyayı anne-babasının gözlüğüyle görmeğe çalışır. Çünkü çocuk bir modele, bir örneğe muhtaçtır ve çocuk gerek sosyal gerekse Dîni tutumlarını geniş ölçüde aile içinde anne-babasının konuşma ve davranış modellerinden elde eder. Gerçekte bu örnek veya model, çocuğun ruhuna işlemekte, duygularına tesir etmekte ve onu belli bir yöne çevirmektedir. Böylece çocuk, sahip olduğu taklit özelliğiyle, güvendiği ve aynı zamanda etkisinde kaldığı anne-babasını kopya etmeye çalışmaktadır. Öte yandan çocukların, anne-babalarının yaşadıkları dini tecrübelerde sergiledikleri derûnî davranışları duyarlı bir şekilde hissettikleri ve bundan da oldukça etkilendikleri bilinmektedir. Dinin ana kaynağı Kur’an, “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile efradınızı cehennem ateşinden koruyunuz.” (Tahrim, 66/6) ayetiyle, aile eğitimi ve bununla birlikte aile kurumunda yaşayan fertlerin bakımı, korunması ve kollanmasında aile reislerini sorumlu tutmaktadır. Tabiatıyla bu görevin ifasında, aile reisi olan babanın ve onun en yakın yardımcısı anne sorumlu olacaktır, olmalıdır.
Sorunuzun cevabını, İmam Gazzalî’nin şu anlamlı ifadeleriyle tamamlamak istiyorum: “Çocuk ana babasının yanında bir emanettir. Onun temiz kalbi tamamen boş, saf ve kıymetli bir cevherdir. O her türlü nakşa kabiliyetli olduğu gibi, meylettirdiği her şeyi almaya da elverişlidir. Eğer çocuk hayra alıştırılır, hayırlı şeyler öğretilirse, hayır üzere büyür, dünya ve ahirette mesut olur.”
- Din Eğitiminde ailenin yanı sıra kurumsal bazda Diyanet İşleri Başkanlığı ve bu kurumun personeli olan cami görevlilerine düşen sorumluluk nedir?
- Diyanet İşleri Başkanlığı, yaygın Din Eğitimini yürüten ve yönlendiren devlet kurumudur. Aslında bürokratik açıdan iyi işleyen bir kurum olduğu söylenebilir. Ancak her devlet kurumunda olduğu gibi bu teşkilatımızda da kendisini yenilemeye ve geliştirmeye yönelik çabalar yeterince gözlenmiyor. Diyanet teşkilatı, gerek kendi personelinin sorunları gerekse yürüttüğü yaygın Din Eğitimi konusunda spesifik araştırmalar gerçekleştirmeli ve bunun için projeler üretmelidir. Özellikle camilerde verilen Din Eğitiminin kalitesi ve toplumdaki etkinliği konusunda kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır. - Cami görevlileri ise Din Eğitimi adına hem cemaatini hem de kendisine başvuranları eğitmekle görevlidir. Özellikle yaz kurslarında kendisine Kur’an okumayı öğrenmek amacıyla başvuran çocuklara ve gençlere, İslam eğitim sisteminin öngördüğü üzere sabırla ve şefkatle davranmalıdır ki ertesi yıl, tekrar gelinsin. Çocuklarımız ve gençlerimiz maruz kaldıkları kötü muamele sebebiyle Kur’an’dan, dinden ve camiden soğuyorsa, bunda sorumluluk öncelikle cami görevlilerine aittir.
- Efendim son olarak sormak istiyorum. Okullarda verilmeye çalışılan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin artı ve eksilerine değinebilir misiniz?
- Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde okullarda verilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin üzerine söylenecek pek çok şey olsa gerek. Ancak kısaca arzetmek isterim ki, bu dersler, olumlu etkisi bakımından bizlere “iyi ki var” dedirtirken, yetersizliği bakımından da bizleri üzüyor. Haftada 1-2 saatlik derslerin yetersizliğine bir de geciktirilerek verilmesi eklenince, eğitimci olarak üzüntümüz bir kat daha artıyor. Maalesef, Batı’da din dersleri anaokulundan itibaren başladığı halde Avrupa Birliği üyeliği sürecinde bulunan Ülkemizde ise din dersleri 4. sınıfta başlamaktadır. Takdir edersiniz ki, geciktirilen bir eğitim, istenen ve beklenen sonuçları vermeyecektir.






M.Emin AY


 

zerrat

Well-known member
''Bugün de çocuk psikolojisiyle ilgilenen uzmanlarca yapılan çeşitli araştırmalar, çocuğun kişiliğinin temel özelliklerinin ilk yıllarda oluştuğunu ortaya koymaktadır. Hayatın sonraki dönemlerinde etkisini bariz bir şekilde hissettiren bu etkin özellikler, günümüzde eğitimcilerin ilgisini, ilkokul öncesi döneme yöneltmiştir. Çünkü karakterin tohumları ilk çocukluk yıllarında atılmakta ve sonraki yıllarda gelişimini sürdürmektedir. Yine, bilindiği kadarıyla, karakterin 2/3’ü altı yaşına gelinceye kadar teşekkül etmektedir.
İlk yıllarda alınan Dîni eğitim çocuk üzerinde pek çok yönden olumlu etkiler bırakır. Ayrıca bu yaşlarda çocuğun Dîni duyguları uyandığı için verilen eğitim biçimi daha sonraki yıllarda çocuğun inanç, tutum ve davranışlarını da etkilemektedir.
Çocuğu insan olma yolunda ilk yönlendiren, ona mensubu bulunduğu kültürel değerleri kazandıran tek ve ilk sosyal kurum ailedir.''



AİLE !
Hakkını verebilmeyi nasip eylesin Yüce RABB'İMİZ(C.C.) cümlemize inşaALLAH.Çok ehemmiyetli bir konuyu gündeme getirdiniz,teşekkür ediyoruz.
 
Üst