Güzel görmek çok iyi... Ama güzel görmenin yolu nedir?

nimet06

Well-known member
BİR MEKTUP
Merhaba Saygıdeğer Hocam,
Kitaplarınızı seri halde okuduktan sonra, ben de gerçekten kendimi buldum, yeni bir hayata yeniden başladım. Size ne kadar teşekkür etsem ve duâda bulunsam azdır.
Size soracağım diğer konu da “Güzel görme” meselesi... Çevreyi, insanları, olayları güzel görme, iyi niyetle ele alma... Galiba bu benim en büyük problemim.
Kâinatı, dünyayı, olayları ve insanı nasıl güzel görebilirim? Bunun yolu ve ölçüsü nedir?
Tuba AKKAYA

TEKLİFLER
Durgun, içine kapalı, olaylara hep karamsar yönde bakan bir öğrencim vardı. Onunla odamda bu bakış şeklinin sebebini konuşuyorduk.
“Niçin,” dedim. “Hep kendini üzecek ve psikolojini bozacak şeyler arıyorsun? Dünyada her şey çirkin değil... Neden güzel yönlerini görmeye çalışmıyorsun?”
“Alışık değilim” dedi. Evimizde annem babam bana hep hata yapan, olumsuz davranan ve olumsuz düşünen bir evlât gözüyle baktı. Horlandım, dövüldüm, adam yerine konmadım. Bu, benim bakışlarımı, algılamamı ve değerlendirmemi etkiledi. Olaylara iyi bakmamı gerektiren çok ciddî bir arkadaş grubum, yaşantım veya yaşadığım olay da olmadı. Bu yüzden, üzülmek, kin tutmak, eleştirmek, reddetmek ve gücenmek gibi duygular oluşturdu.
Bu çok önemli bir tesbitti. Bir kişinin çevresine ve karşılaştığı olaylara bakış açısını belirleyen tabiî ki aldığı eğitimdir. Özellikle de aile ve ilköğretim okulundaki eğitimin şekli, insanın psikolojik dünyasında son derece belirleyici oluyor. Buna rağmen, bu türlü olumsuz bakış açımızı değiştirmek, daha olumlu bir şekle büründürme de bizim elimizde...
Mevcudu beğenmemek bir sonuç değildir. Bir başlangıç, bir tesbittir. Mevcudu beğenmeyen insan, yalnızca beğenmemeye takılırsa, beğenmesi için bir gayreti olmaz. Halbuki beğenmediğimiz mevcudu, beğenecek hale nasıl getirebiliriz? Veya o beğenilmeyenden, beğenilen bir bakış açısı nasıl geliştirebiliriz? İşte işin püf noktası burasıdır. İnsan, çevresini gözlerken, olayları değerlendirirken, rahatsız edici bir yön gördüğünde “Acaba buna başka bir açıdan bakmak mümkün değil mi?” diye düşünmeli...
Kışın soğuk odada, yüklü bir dersle başbaşasınız. Çalışa çalışa bittiniz, usandınız. “Öf be, yetti artık, dünyada her şey okuma değil ki, okumayan insanlar aç mı kalıyor?” deyip, o dersi yarım bırakmak bir yoldur. Ama nasıl bir yol, çıkmaz, üzücü, sonucu itibariyle olumsuz bir yoldur. Bu davranışı şu şekle dönüştürmek de mümkün:
“Bu dersi başarmalıyım. Kendi kendime moral bozukluğu verip, pes etmemeliyim. Her başardığım ders beni çok iyi bir hayata götürecek. Eğer iyi bir hayat düşlüyorsun, sabırla bu günleri anlatmalıyım.”
Böyle bir düşünceyle kendisine güzel bir program yapan bir kişi bu sıkıntıyı çok çabuk atlatacaktır. Olaylara bakış açısı insanın görüşlerini, direncini ve hedefini belirler. Her zorluğun bir kolaylığını, her çirkinin bir güzelliğini, her kötünün bir iyisini arayan insan mutlaka bulacaktır.
Hayatı yaşanabilir hale getirmenin, onda haz ve lezzet almanın yolu, bakış açımıza bağlıdır. Zihinsel yaklaşımı iyi olan kişiler, her olayda başarılı oldukları gibi başkalarının başarılarına da katkıda bulunurlar. İyimserlik değerinin yüksekliği oranında başarı ve mutluluk artmaktadır. Olumsuz düşünce ve bakış açısı ise, beraberinde üzüntü ve hastalık getirecektir.
Bazı insanlar başkaları tarafından söylenen her sözde, çevrelerinde cereyan eden her olayda gizli maksatlar bulmaya çalışırlar. Üzüntü verici, rahatsız edici olaylar üzerinde gereğinden fazla dururlar. Acı haberleri abartır, iyi haberlerinse neredeyse hiç üzerinde durmazlar. Her günün kaybolup gittiğini, yarının dünden kötü olacağını savunmayı alışkanlık haline getirirler. Geleceklerini karamsar tahminlerle peşinen zehirlediklerinin farkında bile olmazlar. İyimser düşünmek, gelecek hakkında ümitli olmak hayatı kolaylaştırır. Kendinden hoşnut olan insan, âlemi bütün çelişkileriyle kucaklar. Karamsar insanlar ise çevrelerinde sürekli huzursuzluk kaynağıdırlar. Geçimsiz, kötümser ve tutarsızdırlar. Esasen olumsuz düşünce, geçmişte karşılaşılan hayal kırıklıklarının ve üzücü olayların neticesidir.
Olumlu düşünce, her türlü felâketi ve acıyı mutluluğa dönüştürecek bir dinamizm ve tekniktir. Bütün insanların içinde hayatı zenginleştirmek için yeterli psikolojik kaynaklar mevcuttur. İnsan bünyesindeki güçlü duygular bu kaynakları uyandırabilir. Unutmamak gerekir ki, herkes kendisi için çizdiği sınırların içinde kalmaya mahkûmdur. Büyümek ve ilerlemek isteyen kişi sınırların dışına çıkmak zorundadır. Herhangi bir dersten başarılı olacağına inanmayan bir öğrenci o dersi öğrenemez. O kendini kilitlemiş ve “başaramayacağım” düşüncesine mahkûm olmuştur. Hayata atıldıklarında başarısız olacaklarına inanan insanlar, gerçekten de başarısız olurlar.
Olumlu düşüncenin insan sağlığı üzerinde büyük etkisi vardır. Günümüz dünyasında tıp bilimi, düşünce ve duyguların olumlu veya olumsuz olmasının insan sağlığı üzerinde büyük etkisi olduğunu kabul etmektedir. Düşünce ve duygular ise insanın manevî hayatıyla ilgilidir. Bu bakımdan sağlıklı ve mutlu olabilmek için modern tıp bilimiyle manevî hayat bilimlerinin beraber çalışması gerekir. İç dünyaları korku, kızgınlık, öfke, suçluluk ve aşağılık duygularıyla dolu insanların sağlıklı olmaları da mümkün değildir.

Güzel görmeyi nasıl başarabiliriz?
Aynı eğitim mekânını, aynı sınıfları ve aynı koridorları paylaştığımız bir arkadaşım, her güne yeni problemler, can sıkıcı olaylar ve üzücü haberlerle gelirdi. Ona göre, dünyanın kazığı kopmuş, bütün insanlar menfaatperest, dost diye kimse kalmamış, dostluk ve arkadaşlık bitmişti. Adeta her şey kendisine düşmandı, hiçbir iyi şey kalmamıştı. Bu arkadaşımın bu tavırları yüzünden kimse onunla karşılaşıp, konuşmak istemedi. Çünkü en iyi şeyi bile, en kötü olarak gösterme çabası içindeydi.
Bir diğer arkadaşım ise, çevresine olumlu elektrikler saçar, düşüncelerindeki yapıcılık, iyimser bakış açısı insanları rahatlatırdı. Bu kıymetli arkadaşımın hem iç dünyası huzurla dolu olur, hem de çevresine huzur aşılardı. Bu güzel bakış açısını öğrencilerime kazandırmak için, onların gözlemlerini ve nazarlarını farklı yönlere ve bazı ayrıntılara çekmek açısından sorardım. Acaba kendinizin, varlığınızın, çevrenizin ne kadar farkındasınız? Her gün yol boyunca gelip gittiğiniz yerlerdeki ayrıntı ne kadar ilginizi çekiyor. Her mevsimde tazelenen ağaçları ne kadar izliyorsunuz? Baharla birlikte yeniden doğuşu simgeleyen tomurcukları, taze, yeşil otları, binbir desen taşıyan kır çiçeklerini görebiliyor musunuz? Baharın en acelecisi olan badem ağacının çiçekleriyle erik, elma ya da kiraz çiçeklerinin arasındaki farkı gözlemlediniz mi? Ya şeftalininkini? Onun çiçeklerinin çok tatlı bir pembe olduğunu biliyor musunuz? Bahar yağmurlarından sonra toprak mis gibi kokar. Hiç toprak kokusunu içinize çektiniz mi? Hiç yattığınız yerden, özellikle de baharlarda şekilden şekle girerek gökyüzünde yol alan bulutları izlediniz mi?
Her mevsimin kendine özgü bir ışığı olduğunun farkında mısınız? Yaz ışıkları denizin, dağların, ağaçların üstüne en parlak biçimde enerjisini gönderirken, sonbahar hüzmeleri daha bir puslu, daha bir mayhoştur sanki. İlkbaharın ışıklarındaysa bir tazelik, bir gençlik ve belki garip gelecek ama bir kararsızlık vardır. Yağmurları bile kararsızdır baharın. Aniden bastırır, çılgınlar gibi yağar, birden durur ve güneş açar.
Her gün karşılaşıp, görmediğimiz insanlar da var etrafımızda. Onları etkilemiş, zihnimizdeki küçük kutuların içine yerleştirmişizdir. O “öğretmen”dir, bu “anne”dir, “baba”dır; “köşedeki bakkal”dır, “apartman kapıcısı”dır. Onların da tıpkı bizim gibi dertleri ve sevinçleri olan, kimi gün keyifsiz, kimi gün şakacı birer insan, etiketlerin dışında birer insan olduklarının farkına bile varmayız. Çünkü onlara görmeden bakarız. Belli işler için onlara başvurulur.
Oysa görerek bakabilsek, ne ilginç bulgular çıkacaktır ortaya. Annenizin o gün keyifsiz olduğunu görebilir ve ilgilenip sebebini sorarsınız, belki de en yakın arkadaşıyla atıştığını (tıpkı sizin de zaman zaman başınıza geldiği gibi) anlatıp, dert yanacaktır. Bu da size, kişi kaç yaşına gelirse gelsin insan ilişkilerinde sorunların bitmediğini öğretecektir. Annenizle karşılıklı dertleşmenin getirdiği yakınlık da cabası...
Kafamızı ve gönlümüzü huzur veren düşüncelerle doldurmalıyız. İyiyi, güzeli, doğruyu görmek için bakmalıyız. Bedenimizin sağlıklı olması için her sabah nasıl spor yapıyor, banyo alıyor ve dişlerimizi fırçalıyorsak, zihnimizin huzurlu olması için de gayret etmeliyiz. Bunun için huzurlu ve özellikle yeşil bir alanda kendimizi dinleyip, zihnimizi huzur verici düşüncelerle doldurmalıyız. Meselâ çağlayan ve etrafında yeşil ağaçlar olan bir dereyi gözümüzün önüne getirelim. Bu canlandırmadan hemen sonra zihnimizde olumlu düşünceler oluşmaya başlar.
Kâinatta güzellikler ve çirkinlikler iç içedir. Yaratıcı kullarını imtihan için bu düzeni böyle kurmuştur. Kötülükleri ve çirkinlikleri ne saymaya, ne de düşünmeye zamanımız yeter. Hem kötülük ve çirkinlik gibi görünen şeyler de, güzelliklerin ve iyiliklerin birer vesilesidir. Gül ağacının hemen dibindeki burun sızlatan gübre kokusu olmasaydı, kokusu ruhlara huzur ve sükûn veren güzel gül olur muydu acaba? Haşin fırtınalar, dondurucu soğuklar ve yağmurlar olmasaydı, o güzelim meyveler ve çiçekler varlık sahasına çıkabilirler miydi? Kâinatı yaratan, içini binlerce hikmetler ve akılları durduran bir düzen ve disiplinle bezeyen yüce Allah, insandan yaradılış sebebini bulmasını, binlerce nimetlerin, ikramların farkına varmasını ve sonunda ise teşekkür etmesini bekliyor. Bakış açısını bu ayrıntılara çeviremeyen insan, kalbi baksa da göremez. Göremeyince de hep elem ve keder içinde kalır.

HALİT ERTUĞRUL - Yeni Asya
 

müdavim

Üye Sorumlusu
iyimserlik.jpg




İyimser adamın portresi
Alan Loy McGinnis, başarılı ve popüler bir psikoterapist.

California kurduğu danışma merkezinin yönetimi dışında, kitaplar ve makalelerle insanlara ulaşmak, başlıca çabası.



“İyimserliğin Gücü” (Beyaz Yayınları) adlı kitabını kaleme almadan önce McGinnis insanda iyimser tutumun oluşması konusunda “bulabildiği bütün çalışmaları” okumuş. Bununla da yetinmeyip bine yakın biyografi taramış; çok sayıda başarılı insanın yaşamını, “iyimserlik” noktasında, çözümlemeye çalışmış.

McGinnis’in vardığı sonuç, çok net: İyimserliğin doğuştan gelen bir yetenek olmadığını zamanla öğrenildiğini düşünüyor McGinnis. Yani ona göre, iyimser ile kötümser arasındaki fark, yarım bardak suyun durumunu dile getirmek kadar “sıradan” bir bakış açısı farkına dayanmıyor.

Elbette McGinnis de “Polyanna’cılık” oynanmasını sevmiyor ve “saflık” ile “iyimserlik” arasına net bir çizgi çekiyor. Ama onu ilgilendiren, insanların “neşeli ve enerjik” bir yaşam tarzına sahip olabilmelerini sağlamak.

McGinnis kitabında, hayatta ne istediğini bilen bir eylem adamı olmanın akılcı tekniklerini aktarıyor bize. Ama bu arada, dikkat çekici bir kavram da geliştiriyor: “Kararlı İyimserler” . McGinnis’in geliştirdiği bu ilginç “insan türü”nün özelliklerini açıklamakta fayda var…

Kararlı iyimserlerin 12 özelliği, şöyle sıralanabilir:

1. Sorunlar karşısında bocalamazlar: Kendilerini “problem çözücü” olarak görür; çok sayıda seçenek aramaya yönelirler.

2. Kısmi çözüm aramaya önem verirler: Eylem adamıdırlar. Kesin çözüm uzak görünsede, konuya, bir noktasından dalar ve ilerlemeye çalışırlar.

3. Geleceklerini kontrol altına alabileceklerine inanırlar: Prensipleri, “gerçekle yüzleşmesini bil, gerek kalmadan değiştirir ve kendi yazgını başkalarından önce kontrol altına al” şeklinde özetlenebilir.

4. Sürekli olarak kendilerini yenilerler: Yeni ve özellikle de “umutlu” insanlar tanımaya entelektüel alışkanlıklarını değiştirmeye özen gösterir, böylece enerjilerini arttırırlar.

5. Düşüncelerinin olumsuz yöne kaymasını önlerler: Kendi düşüncelerini sürekli denetim altında tutar ve onların gerçekten kendilerine ait olup olmadıklarını kontrol ederler.

6. Takdir güçlerini geliştirirler: Teşekkür etmesini bilmek ve minnet duygusunu öğrenmek onlar için çok önemlidir.

7. Başarıları, önceden hayal etmesini öğrenmişlerdir.

8. Mutlu olmadıkları zaman bile neşelidirler.

9. Neredeyse sınırsız bir kapasiteleri olduğuna inanırlar: Birer Volkswagen motoru gibidirler; “çalıştıkça açıldıklarını” düşünürler.

10. Yaşamlarına, çok sayıda sevgi sığdırabilirler: Sevginin çeşitleriyle zenginleştirilmiş bir yaşamdan güç alırlar.

11. İyi haberler duymayı severler: İyi haber alışverişinden hoşlanırlar; “şikayet alışkanlığı” karşısından, şerbetlidirler.

12. Değiştiremediklerini kabullenirler: Esnek olma sanatı konusunda uzmanlaşmaya önem verirler.

Lütfü Tınç
 
Üst