Madem kemalât hakikatı vardır. ..

Ahmet.1

Well-known member
Evet bu kâinatın bütün ulvî hikmetleri, hârika güzellikleri, âdilane kanunları, hakîmane gayeleri, hakikat-ı kemalâtın vücuduna bedahetle delalet ve bilhâssa bu kâinatı hiçten icad edip her cihetle mu'cizatlı ve cemalli bir surette idare eden Hâlıkın kemalâtına ve o Hâlıkın âyine-i zîşuuru olan insanın kemalâtına şehadeti pek zahirdir.

Madem kemalât hakikatı vardır. Ve madem kâinatı kemalât içinde icad eden Hâlıkın kemalâtı muhakkaktır. Ve madem kâinatın en mühim meyvesi ve arzın halifesi ve Hâlıkın en ehemmiyetli masnuu ve sevgilisi olan insanın kemalâtı haktır ve hakikatlıdır. Elbette bu gözümüz ile gördüğümüz kemalli ve hikmetli kâinatı, fena ve zevalde yuvarlanan ve neticesiz olarak tesadüfün oyuncağı, tabiatın mel'abegâhı, zîhayatın zalimane mezbahası, zîşuurun dehşetli hüzüngâhı suretine çeviren ve âsârı ile kemalâtı görünen insanı, en bîçare ve en perişan ve en aşağı bir hayvan derekesine indiren ve Hâlıkın âyine-i kemalâtı olan bütün mevcudatın şehadetiyle nihayetsiz kemalât-ı kudsiyesi bulunan o Hâlıkın kemalâtını setredip perde çekerek netice-i faaliyetini ve hallakıyetini ibtal eden şirk, elbette olamaz ve hakikatsızdır.

Şirkin bu kemalât-ı İlahiyeye ve insaniye ve kevniyeye karşı zıddiyeti ve o kemalâtları bozduğu, "İkinci Şua" risalesinin üç meyve-i tevhide dair "Birinci Makam"ında kuvvetli ve kat'î deliller ile isbat ve izah edildiğinden, ona havale edip burada kısa kesiyoruz.


Said Nursi




Ulvî: Yüksek, yüce.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Âdilane: Adaletli, adaletlice.
Hakîmane: Hikmetli olarak.
Hakikat-ı kemalât: Üstünlük ve mükemmelliğin gerçek içyüzü.
Bedahet: Açıklık, apaçıklık, bellilik.
Delalet: Delil olma, yol gösterme.
Cihet: Yön, taraf.
Mu'cizatlı: Mucizeler gösteren.
Cemal: Güzellik.
Hâlık: Yoktan en güzel şekilde yaratan Allah (cc).
Kemalât: Mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
Âyine-i zîşuur: Şuurlu ayna.
Zahir: Açık, görünür, görünen, belli.


Hakikat: Gerçek.
Masnuu: Sanatlı varlığı, sanatlı yaratılmış varlığı.
Kemal: Mükemmellik, kusursuzluk, olgunluk, eksiksiz olma, üstün sıfat.
Zeval: Sona erme, son bulma.
Mel'abegâh: Oyun ve eğlence yeri.
Zihayat: Hayat sahibi, canlı.
Zalimane: Haksızlık yapar şekilde, zalimce.
Hüzüngâh: Hüzün yeri, üzüntü ve sıkıntı yeri.
Âsâr: Eseler, işaretler.
Kemalât: Mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
Bîçare: Çaresiz.
Dereke: Aşağı mertebe, en aşağı derece.
Mevcudat: Varlıklar.
Kemalât-ı kudsiye: Kutsal kusursuz mükemmellikler ve üstünlükler.
Netice-i faaliyet: Faaliyet neticesi.
Hallakıyet: Yaratıcılık.


Şirk: Allah'a (cc) ortak koşma.
Kemalât-ı İlahiye: Allah'a ait kemalat.
Zıddiyet: Zıtlık, terslik.
Meyve-i tevhid: Tevhid meyvesi, Allah'ın (cc) birliğine ve ortağı olmadığına inanmanın çok güzel neticesi.
Kat'î: Kesin.
 

Ahmet.1

Well-known member
Nihayetsiz kemalât-ı muhabbet, vâhidiyet ve ehadiyet dairesinde Zat-ı Zülcelal'in kendi esma ve mahlukatıyla hasıl olur. Demek, o daire haricinde tevehhüm olunan kemalât, kemalât değildir. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Umum kâinattaki umum kemalât, bir Zat-ı Zülcelal'in kemalinin âyâtıdır ve cemalinin işaratıdır. Belki hakiki kemaline nisbeten bütün kâinattaki hüsün ve kemal ve cemal, zayıf bir gölgedir.

(Sözler, Risale-i Nur)
 

Ahmet.1

Well-known member
Sâni'-i Zülcelal ve Fâtır-ı Zülcemal ve Hâlık-ı Zülkemal'in bütün kemalâtı hakikiyedir, zatiyedir; gayr ve mâsiva, ona tesir etmez. Sözler
 

Ahmet.1

Well-known member
Cenab-ı Hakk’ın bütün kemalâtı ve esma-i hüsnasının bütün meratibleri ve bütün faziletleri, hakiki kemalât olduklarından bizzat sevilirler. “Mahbubetü’n-Lizatihâ”dırlar. Sözler
 
Üst