Tolstoy İle Sanat Hakkında Röportaj Yaptık...

Huseyni

Müdavim
“FITRÎ ŞERİAT”A KULAK KABARTAN TOLSTOY İLE HAYÂLÎ BİR RÖPORTAJ
tolstoy.jpg


Shakespeare’den sonra dünya dillerine en çok tercümesi yapılan yazar...


Hakikat yolunda bir seyyah

Uzun yıllar seyehat etmiş, tabiatı ve insanı incelemiş, çağını çok iyi gözlemlemiş bir yazar. Ama o sadece bir yazar değil; aynı zamanda hayatı, tabiatı, insanı ve kendini; okumaya, anlamaya, anlamlandırmaya çalışan, sürekli arayış içindeki bir seyyah. Çağının aristokrat sınıfının gösterişli yaşantısına ateş püsküren, Hristiyan inancının dogmalarını reddeden, bu sebeple devlet ve kilise tarafından en büyük düşman olarak görülen ve nihayet aforoz edilen Tolstoy, sonunda dini yalın bir ahlâk öğretisi derecesine indirgeyerek, “radikal bir ahlâkçılık”a ulaştı. Yani Tolstoy, ‘vahiyle gelen şeriat’a olmasa bile ‘fıtrattaki şeriat’a kulak kabarttı.

Biz de Tolstoy’un bütün ömrünü kapsayan kendini ve Allah’ı arayış macerasını gözler önüne sermek ve bu macerasının san'atına yansımalarını irdelemek için kendisiyle konuştuk.

Sizi büyük bir edebiyatçı olarak tanıyoruz. Fakat biraz daha yakından tanıyınca hayatınızın inanç noktasında odaklanmış bir iç muhasebeyle geçtiğini görüyoruz. Sizde şüphe uyandırıp sizi arayışa iten, inancınızdan uzaklaştıran sebep dini eğitim almamanız olabilir mi?
Hıristiyanlığın ortodoks mezhebine göre vaftiz edildim ve eğitildim. Çocukluktan itibaren ve gençlik yıllarımda bu inanç çerçevesinde öğrenim gördüm.

Peki, buna rağmen sizi inancınızdan uzaklaştıran neydi?
Benim inançtan kopuşum, aynen bizim kültür tabakası insanlarında nasıl olmuşsa ve şimdi nasıl oluyorsa öyle olmuştu. Sanırım bu, ekseri hallerde şöyle olmaktadır: Etraftaki çoğunluk nasıl yaşıyorsa öyle yaşıyor insan. Ekseri inanç esaslarına ters düşen ilkelere bağlı olarak yaşıyor. İnanç öğretisinin hayatımızda payı yoktur. Ne başka insanlarla olan ilişkilerimizde rastlıyoruz ona, ne de bizzat kendi hayatımızda... Ortodoks inançta olduğunu söyleyen biriyle bunu reddeden biri arasında eğer bir fark var ise bu fark hiç de birincinin lehine değildir... Durum böyleydi; sanırım insanların çoğunda da böyledir. Bana öğretilen inanç esasları bende de başkalarında olduğu gibi yok olup gitmiştir.

Bu yok oluş ateizm mi, yoksa yerini başka bir inanç aldı mı?
Bana çocukluğumdan beri öğretilenlere inanmıyordum, ama bir şeylere inanıyordum. İmkânsız sözlere dökemiyorum bunu.

İnanç ilkelerinin anlam kazandırdığı bir hayat anlayışına ulaşmanızın ve içsel değişiminizin san'atınıza nasıl yansıdığından biraz bahseder misiniz?
İnançsızlar ve ahlâksızlar mantığı hiçe saymış, insanları gerçeklerden uzaklaştırmaya çalışmış ve san'atı kısır bir döngü içine bırakmışlardır. Yalnızca bireysel çıkarları karşılayabilecek bir san'at yapmaya yönelmişlerdir. Oysa san'at ancak insanlara ve dünyaya faydalı olarak gerçekliğini kanıtlayabilir. İnsanlardaki kötü duyguların, düşmanca tavırların hızla artmasının nedeni san'atsız kalmaktır. Resimden müziğe, ondan da trajediye kadar san'atın yozlaşması, insanın kötüye doğru yönelmesinden kaynaklanıyor. Bu arada san'at ahlâkıyla eser verenlerin hayattayken aşağılandığına, horlandığına ölümünden binlerce yıl sonra ise adının dillere türkü olduğuna tanık oluyoruz.

İnsanlardaki bu kötüye doğru yönelmeyi engellemede san'at nasıl bir işlev yüklenebilir?
İyilik, doğruluk, güzellik... Bu üç değerin üçüne birden en az ölçüde de olsa yer verebilen san'at gerçek san'attır. Buradaki sorun, san'atın zevkten ibaret olduğu görüşüdür. San'atın yararlı olabilmesi için uhrevî, dinî ve ahlâkî özellikler taşıması gerektiğine inanıyoruz.

Bu unsurlar ve özellikle din, san'atın içinde ne derece yer bulmalı?
Ortaçağ’dan önce Cilâlı Taş Devri’nde bile dinî içerikli san'at kendine yer bulmuştu. Hıristiyanlar İsa öğretileriyle, Hıristiyanlardan daha şanslı olan Müslümanlar ise bozulmamış dinlerini san'atla süsleyerek bu amaca ermişlerdir. Günümüzde san'atı tam anlamıyla kavrayan toplum, Muhammed’e inananlardır. Muhammed’e inananların istemedikleri, san'ata karşı takındıkları olumsuz tavır, Avrupalı zevk düşkünlerinin peşine düştükleri san'attır. Bu açıdan Muhammed’e tabi olanlar san'atın tehlikeli kısımlarını yontmuş, düzeltmişlerdir.

Yani san'atçının dinden uzaklaşması, dini hiçe sayması san'atı yok olmaya mı sürükler?
Farkında olsun ya da olmasın, din unsurunu gözardı eden ve san'ata inanç katmayan kişi hızla san'attan uzaklaşır. Gerçek san'atçı hayatı şu ya da bu şekilde anlamaktan öte hayata anlam verir. San'at ancak insanlara ve dünyaya faydalı olarak gerçekliğini kanıtlayabilir. Buradaki en önemli nokta, san'atçının san'atı Allah rızası ve kulluk bilinciyle yapmasıdır.

San'atın insanlara ve dünyaya nasıl bir faydası olmalı, faydadan neyi kastediyorsunuz?
Eğer uğruna ömür verilen, nice zahmetlere katlanılan, göğüs gerilen san'at insanı ezmek, sömürmek için kullanılırsa bu durumda san'atın faydasından değil zararından bahsetmek gerekir. Bir eserin bütün insanlığa yararlı olabilmesi için iyi ve kötüyü ayırması, güzel ve anlaşılabilir olması gerekmektedir. San'at ancak belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman sözü edilebilir bir değere ulaşır.

Sayın Tolstoy, ‘güzel ve anlaşılabilir olmalı’ derken, san'atın gerçekçi olması ve halk diliyle mi yapılması gerektiğini söylemek istiyorsunuz?
Fırsatçıların her zaman kullandıkları bir yöntem vardır. Halkın kullanmadığı, dile yerleşmemiş kelimeleri kullanarak gerektiğinde icat ederek halkın gözünde kendisini yüceltmek... Mesajın okuyucudan gizlenmesi ise san'atla bağdaşmaz.

San'atçının okuyucuya mesajını direkt vermesi san'atın evrenselliğini engellemez mi?
Evrensel olması gereken san'at önce bölgesel olmalıdır. Bir Çinli’nin heyecanlı ve mistisizm içeren konuşmasını Çince bilmeden anlayamazsınız. Bu bir gerçekse, insanların Çince bilmediği bir ülkede bir Çinliyi konuşturmak ve sonra da halk bunu anlamadı diye halkı suçlamak mantıksızlıktır. Suçlu, binayı yapmadan çatıyı kurandır.

Peki bu takdirde eleştirmenlerin bir eseri eleştirmedeki ölçüleri ne olmalı?
Eleştirmenler, san'ata bir şey katmadıkları gibi sağlıklı bir eleştiri mekanizması da oluşturamayan lâf ebeleridir. Kötü bir eleştirmen kendi beyninden başka bir düşünce yuvasına erişemeyecek kadar kör olan insandır.

Yani gerçek san'atta eleştiriye yer yok mudur?
Eleştiri, gerçek san'atın geliştiği, san'atın parçalanmadığı bir toplumda yer bulamaz. Çünkü eleştirinin amacı bölmektir.

Sayın Tolstoy, bütün bu söylediklerinizi toparlamak gerekirse ‘san'at nedir’ diye sorsak ne dersiniz?
Algıladığımız acı, keder, sevinç gibi duygular, değerler bilinçaltımızda işlenip san'ata dönüşür. San'at bir anlamda hissederek paylaşmadır... San'at insanla ‘iyi olan’ arasında kurulan kutlu birliğin adıdır.

NOT: Bu metinde, sorularımıza karşılık gelen cevaplar, Tolstoy’un kitapları taranarak oluşturulmuş ve hiçbir bağlantı cümlesi / kelimesi eklenmemiştir.

Elif/Yeniasya
Nisan 2009
 

FaKiR

Meþveret Bþk.
"Günümüzde san'atı tam anlamıyla kavrayan toplum, Muhammed’e inananlardır. Muhammed’e inananların istemedikleri, san'ata karşı takındıkları olumsuz tavır, Avrupalı zevk düşkünlerinin peşine düştükleri san'attır.Bu açıdan Muhammed’e tabi olanlar san'atın tehlikeli kısımlarını yontmuş, düzeltmişlerdir."
____________
Tolstoy komunizm doneminde , Hz. Muhammed'in (s.a.s.) hadislerini derlediği bir kitap yayinlamisti ama o donemde islama ilgi duyulmasin diye gizlendi.


"Muhammed her zaman Evangelizmin (Hıristiyanların) üstüne çıkıyor. O insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilahı yoktur ve Muhammed O'nun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur."
Tolstoy...


Naksi dervisleriyle cogu zaman gorustugude biliniyor...

Insallah onada hidayet nasip olmustur...
 
Üst