Risale-i Nur dünya işlerine âlet olamaz.

Ahmet.1

Well-known member
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Risale-i Nur dünya işlerine âlet olamaz, dünya işlerinde siper edilmez. Çünki, ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksadlar onunla kasden istenilmez. İstenilse ihlas kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir. Yani, çocuklar gibi döğüştükleri vakit Kur'an'ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur'an'a geldiği gibi; Risale-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli. Evet Risale-i Nur'a ilişenler tokatlar yerler, yüzer vukuat şahiddir. Fakat Risale-i Nur tokatlarda istimal edilmez ve niyet ve kasd ile tokatlar gelmez. Çünki sırr-ı ihlas ve sırr-ı ubudiyete münafîdir. Bizler, bize zulmedenleri, bizi himaye eden ve Risale-i Nur'da istihdam eden Rabbimize havale ediyoruz.

Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur’anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Ehemmiyetli: Önemli.
İbadet-i tefekküriye: Tefekküre ait ibadet, yaratılmış varlıklar üzerinde düşünerek Allah’ı(cc)
varlığı, birliği ve isimleri ile tanımaya ve bilmeye çalışmak.
Cihet: Yön, taraf.
Dünyevî: Dünya hayatına ait, dünyadaki yaşantıyla ilgili.
Maksad: Gaye, amaç.
Kasden: Kasıtlı olarak, bilerek ve isteyerek.
İhlas: İçten, gönülden, samimi, Allah’ın(cc) emirlerini Allah emrettiğinden dolayı ve rızası için yapmak.
Ehemmiyet: Önemli olma, değerlilik, kıymetlilik.
Muannid: İnatçı, direnen.
İstimal: Kullanma.
Vukuat: Vakalar, hadiseler olaylar, olanlar, meydana gelmeler.
Kasd: Bilerek yapmak, isteyerek yapmak.
Sırr-ı ihlas: İhlas sırrı, Allah’ın(cc) emri ve rızası için yapmaktaki derin ve ince mana ve gizli gerçek.
Sırr-ı ubudiyet: Allah’a(cc) kulluktaki gizli gerçek.
Münafî: Zıt, ters, aykırı.
Himaye: Koruma.
İstihdam: Hizmet ettirme, çalıştırma.


Evet dünyaya ait hârika neticeler bazı evrad-ı mühimme gibi, Risale-i Nur'a çokça terettüb ediyor. Fakat onlar istenilmez, belki veriliyor. İllet olamaz, bir faide olabilir. Eğer istemekle olsa illet olur, ihlası kırar, o ibadeti kısmen ibtal eder. Çabuk bu hâdiseyi teskin ediniz; yoksa münafıklar istifade edecekler, belki onların parmağı var.
Netice: Sonuç.
Evrad-ı mühime: Mühim virdler, devamlı okunan önemli dualar.
Terettüb: Bağlı olarak meydana gelme, bağlı olarak ortaya çıkma.
İllet: Asıl sebep, temel sebep. *Hastalık.
Faide: Fayda, yarar.
Hâdise: Olay.
Teskin: Sakinleştirme, rahatlatma, yatıştırma.
İstifade: Faydalanma, yararlanma.


Evet Risale-i Nur'un o kadar dehşetli muannidlere karşı galibane mukavemeti, sırr-ı ihlastan ve hiçbir şeye âlet edilmemesinden ve doğrudan doğruya saadet-i ebediyeye bakmasından ve hizmet-i imaniyeden başka bir maksad takib etmemesinden ve bazı ehl-i tarîkatın ehemmiyet verdikleri keşf ü keramat-ı şahsiyeye ehemmiyet vermemekten ve velayet-i kübra sahibleri olan Sahabîler gibi, veraset-i nübüvvet sırrıyla, yalnız iman nurlarını neşretmek ve ehl-i imanın imanlarını kurtarmaktır.
Muannid: İnatçı, direnen.
Galibane: Galip olarak, üstün gelircesine.
Mukavemet: Karşı koyma, dayanma, direnme, karşı gelme.
Sırr-ı ihlas: İhlas sırrı, Allah’ın(cc) emri ve rızası için yapmaktaki derin ve ince mana ve gizli gerçek.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Hizmet-i imaniye: İmana ait hizmet, imanla alakalı hizmet.
Maksad: Gaye, amaç.
Ehl-i tarîkat: Tarikata bağlı olanlar, kalb ve ruhu geliştirip iman ve İslam hakikatlarına yönlendiren manevi terbiye yoluna bağlı olanlar.
Keşf ü keramat-ı şahsiye: Kişinin kendisine ait keşif ve kerametler.
Velayet-i Kübra: En büyük ve yüksek velilik(ermişlik) derecesi.
Sahabî: Sahabe, Hz.Muhammedi(asm) sağlığında görüp iman ederek izinden yürümüş ilk müslümanlar.
Veraset-i nübüvvet: Peygamberlik varisliği (peygamberin gaye edindiği anlayış ve yaşayış biçimini benimseyip gaye edinme).
Neşretmek: Herkeze duyurmak, yaymak, neşr.


Evet Risale-i Nur'un bu dehşetli zamanda kazandırdığı iki netice-i muhakkakası herşeyin fevkindedir, başka şeylere ve makamlara ihtiyaç bırakmıyor.
Netice-i muhakkaka: Kesin ve şüphesiz olan sonuç.
Fevkindedir: Üstündedir.

Birinci neticesi:
Sadakat ve kanaatla Risale-i Nur dairesine giren, imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli senedler var.

Sadakat: Bağlılık, gönülden bağlılık.
Kanaat: Yetinme, Allah’ın(cc) verdiklerini yeterli bulup memnun olma. *İnanıp kabul etme.


İkinci neticesi:
Risale-i Nur dairesinde, ihtiyarımız olmadan, haberimiz yokken takarrur ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye cihetiyle herbir hakikî sadık şakirdi; binler diller ile, kalbler ile dua etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek ve bazı melaike gibi kırk bin lisan ile tesbih etmektir. Ve Ramazan-ı Şerif'teki hakikat-ı Leyle-i Kadir gibi kudsî ve ulvî hakikatları, yüzbin el ile aramaktır. İşte bu gibi netice içindir ki; Risale-i Nur şakirdleri, hizmet-i nuriyeyi velayet makamına tercih eder; keşf ü keramatı aramaz; ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz; ve vazife-i İlahiye olan muvaffakıyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstehak oldukları şan ü şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, "Vazifemiz hizmettir. O yeter." derler.

Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur’anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Takarrur: Kararlaşma, yerleşme, değişmeyecek şekilde kararlı duruma gelme.
Tahakkuk: Doğruluğu meydana çıkma, gerçekleşmek, gerçeklik kazanma, ortaya çıkma.
Şirket-i maneviye-i uhreviye: Ahirete ait manevi şirket, ahretle(öbür dünya ile) ilgili manevi ortaklık.
Sadık: Sadakatlı, doğru, tam bağlı, dürüst.
Şakird: Talebe, öğrenci.
İstiğfar: Af dileme, Allah’tan(cc) bağışlanma isteme, tövbe etme.
Melaike: Melekler.
Kudsî: Mukaddes, kutsal, kusursuz.
Ulvî: Yüksek, yüce.
Hakikat: Gerçek.
Hizmet-i Nuriye: Nur’a ait hizmet, Risale-i Nur’la ilgili hizmet.
Velayet: Velilik, ermişlik.
Keşf ü keramat: Keşif ve kerametler.
Muvaffakıyet: Başarı gösterme, başarma, başarılı olma.
Revaç: Kıymet, değer, geçerlik, sürüm.
Galebe: Yenme, galip gelme, üstün gelme.
Müstehak: Hak etmiş, layık olmuş.
Şan ü şeref: Şan ve şeref.
Ezvak: Zevkler.
İnayet: İyilik, yardım, lütuf.
Mazhar: Sahip olma, ulaşma, kazanma, nail olma, erişme. *Görünüp ortaya çıktığı yer, ayna.
Harekât: Hareketler.
Hâlisen: Başka niyet ve menfaat karıştırmaksızın, halis olarak.
Muhlisen: Gönülden samimi bağlı olarak, içten tam bağlı olarak.


Ve sâniyen:
Seksen küsur sene kıymetinde bulunan ve Ramazan-ı Şerif'in mecmuunda gizlenen hakikat-ı Leyle-i Kadri kazanmak için, Risale-i Nur şakirdlerinin şirket-i maneviye-i uhreviyeleri muktezasınca, herbiri mütekellim-i maalgayr sîgasıylaﺍَﺟِﺮْﻧَﺎ ﺍِﺭْﺣَﻤْﻨَﺎ ﻭَﺍﻏْﻔِﺮْﻟَﻨَﺎ (Bizi koru. Bize merhamet et. Bize mağfiret eyle.)gibi tabiratta biz dedikleri vakit, Risale-i Nur'un sadık şakirdlerini niyet etmek gerektir. Tâ herbir şakird, umumun namına münacat edip çalışsın. Ve bu bîçare ve az çalışabilen ve haddinden çok fazla hizmet ondan beklenen bu kardeşinize, o hüsn-ü zanları yanlış çıkarmamak için, geçen Ramazan gibi yardımınızı rica ediyorum.

Risale-i Nur şakirdlerinin: Risale-i Nur talebelerinin.
Şirket-i maneviye-i uhreviye: Ahirete ait manevi şirket, ahretle(öbür dünya ile) ilgili manevi ortaklık.
Mukteza: İktiza eden, gereken.
Mütekellim-i maalgayr: Cemaatı temsil ederek konuşan, topluluğun sözcüsü olarak konuşan, başkalarının adına konuşan. Birinci çoğul şahıs(biz).
Sîga: Bir kelimenin çekimlerle veya eklerle aldığı çeşitli şekillerin her biri.
Tabirat: Tabirler.
Sadık: Sadakatlı, doğru, tam bağlı, dürüst.
Niyet: Kasd, kalbin bir şeye yönelmesi. Gaye ve düşünce.
Umum: Herkez, hep, bütün.
Namına: Adına.
Münacat: Dua, Allah’a(cc) yalvarma.
Bîçare: Çaresiz.
Hüsn-ü zan: İyi ve güzel düşünce ve kanaat.


Bediüzzaman Said Nursi
 
Üst