Dinî İlimlerde Aklın Yeri

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Dinî İlimlerde Aklın Yeri


Mustafa Necm | Mart 1999 | semerkand Dergisi


“Sakın sizden birisini koltuğuna yaslanmış bir halde kendisine benden bir emir veya nehiy bildiren hadis geldiğinde: ‘Bunu bilmiyoruz, (o bizi ilgilendirmez!). Biz, Allah’ın kitâbında neyi bulmuş isek ona uyarız!’ derken bulmayayım.” (Hadis-i Şerif)

“Allah (C.C.), akıldan daha kıymetli bir şey yaratmamıştır.” (Tirmizî)

Aklın değerini en güzel bir şekilde ifade eden bu söz, Peygamber (A.S.) Efendimize aittir. Akıl sahibi olmayanlar sorumlu tutulmamış. Ceza ve mükafatla muhatap olmayacaklardır.

Sorumluluk bakımından Allah’ın muhatabı olabilmenin temel şartı, akıl sahibi olmaktır.

Muhasibî aklı şöyle tarif etmiş: “Akıl, nazari ilimlerin kendisiyle elde edilebildiği bir özelliktir. Akıl, sanki kalbe atılmış bir nurdur; eşyayı idrak edebilme imkanı onunla mümkün olur.” (İhya)

Akıl üzerine çok şeyler söylenmiş, çok şeyler yazılmış. Biz bu ayrıntılara girmeyeceğiz. Fakat farz olan ilimleri veya genel olarak dini ilimleri öğrenmede aklın yerinin ne olduğu üzerinde duracağız.

Meşhur bir söz vardır: “İslam akıl dinidir. O halde akla uymayan bir şeyin de dinde yeri yoktur.”

Bu söz doğru mudur? Veya bu söz, doğru olarak nasıl anlaşılmalıdır?

Evet, bu söz birisi yanlış, diğeri de doğru olmak üzere iki şekilde anlaşılmaktadır.

Birinci anlayış, aklı hükümlerin kaynağı görür. Aklına uymayanı, dinden saymaz. Hatta aklıyla çözemediği veya anlayamadığı hadisleri kabul etmez, ayetleri ise aklına göre yorumlar, İctihatlar konusunda ise kendi ölçülerinden başka ölçü tanımaz. Böyle bir anlayış yanlıştır. Allah, insan aklına böyle bir görev vermemiştir. Böyle bir anlayışa sahip olmak, akla taşıyamayacağı yükü yüklemektir; insanın kendisine ve aklına yapabileceği en büyük zulümdür.

İkinci anlayış ise aklı vahyin hizmetinde görür. Vahyin belirlediği ölçüler içerisinde çalışır. Çünkü dinin ve hükümlerin kaynağı vahiy, yani Kur’an ve Sünnettir. Akıl, Allah’ın maksadını anlamaya yarar. Anladığı ile de amel eder. Akıl vahiyle bildirilenlerin hepsini de anlayamaz. Anlayamadı diye de inkar etmez. Allah’ın maksadı ne ise ona iman eder. Bu anlayışa göre yukarıdaki ifadeyi şöyle düzeltmek gerekir: “İslam, vahiy dinidir; aklı olmayanları sorumlu tutmaz. Akıl olmadan dini anlamak mümkün değildir. Akıl, vahyin emrinde ve hizmetindedir.”

Doğru anlayış işte bu ikinci anlayıştır. Bu anlayışa göre dinî ilimleri öğrenmede aklın önemi ve yeri ortaya çıkmıştır. İlimsiz din olmaz, akılsız da ilim olmaz. Aklı da dini hükümleri koyma makamına çıkarmak ise hiç olmaz.

İmam Gazali (Rh.A.) akıl-vahiy dengesini anlatırken şöyle bir örnek verir: Yaşlı bir padişah büyük bir saray yaptırmış. Sarayın her tarafını çiçeklerle bezemiş. Kokusu pek güzel olmayan bir tür çiçeği ise her tarafa özellikle yerleştirmiş. Gün gelmiş yaşlı padişah hastalanmış. Ölüm döşeğinde kendisinden sonra padişah olacak olan oğlunu yanına çağırmış ve ona bir takım nasihatlarda bulunmuş. Yapmış olduğu nasihatlardan birisi şöyleymiş: “Oğlum! Bu sarayı yaptım ve gördüğün gibi her tarafını çiçeklerle bezedim. Sen de benden sonra bu çiçeklere dikkat et. Filanca çiçeğin kokusu belki çok güzel değildir ama, onu sakın saraydan çıkarma.”

Yaşlı padişah vefat eder, oğlu da yerine geçer. Babasının vasiyetini harfiyyen yerine getirmek için daha bir çok çeşit çiçeklerle sarayın her tarafını güzelleştirir. Düşünür ki: “Babam çiçekleri saraydan çıkarmamamı vasiyet etmişti. Ben ise daha bir çok çeşit ile sarayın her tarafını doldurdum. Filanca çiçeği de saraydan çıkarma demişti. Sebebi ise kanaatime göre sarayın güzelliğine güzellik katmasıdır. Benim getirdiğim yeni çiçekler ise o çiçekten daha güzel ve kokuları daha hoş. O halde babamın maksadı da yerine gelmiş olur.” Bu düşünceyle babasının özellikle bulundurmasını vasiyet etmiş olduğu çiçeği saraydan attırır. Genç padişah böylece hem babasının vasiyetini yerine getirdiğini düşünür, hem de kokusu biraz ağır olan o çiçekten de kurtulduğunu.

Genç padişah böyle düşüne dursun bir de ne görsün, sarayı yılanlar istila etmeye başlamış. Bir çok tedbirler almış ama nafile. Bir türlü yılanlara engel olamıyor. Nihayet günün birinde bir yılan genç padişahı sokmuş ve zehirlenen genç padişah kısa zamanda ölmüş.

Evet değerli okuyucular! İmam Gazali’nin (Rh.A.) örnek verdiği hikaye işte bu. Gazali örnekten sonra şu açıklamayı yapar: Genç padişah, babasının vasiyetini anlamaya çalışmış ve anladığını da uygulamış. Fakat yaşlı padişahın özellikle bulundurulmasını istediği çiçek, ayrıcalığı olan bir çiçekti. Genç padişah aklıyla onu anlayamadı. Sarayın yapıldığı bölge yılanların bolca bulunduğu bir bölgedir. Yaşlı padişah bu yılanların saraya girmesine engel olacak bir çare aramış ve bahsi geçen çiçeğin yılanların girmesine engel olduğunu tesbit etmiş. Çünkü yılanlar, bu çiçeğin kokusundan hoşlanmıyorlarmış. Bundan dolayı yaşlı padişah çiçeği hem yılanlara engel olduğu ve hem güzelliği sebebiyle sarayda bulundurmuş. Genç padişah ise babasının vasiyetinden maksadının bir kısmını anlamış ama, asıl önemli kısmını anlayamamış. Bu da onun hayatına mal olmuş.

İşte bu örnekten hareketle Gazali (Rh.A.), insanın her şeyi anlayamayacağını ifade etmiş, vahiy karşısında insan aklının konumunu ortaya koymuştur. Herhangi bir ayet veya hadis ile hedeflenen manaların bir kısmını akıl kavrayabilir, bir kısmını ise hiç anlayamayabilir. Böyle bir durumda aklın vazifesi vahye teslimiyettir. Bu teslimiyeti aklın kabul etmesi, en güzel kulluk meziyetidir.

Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Akıl insanoğluna verilmiş olan en kıymetli cevherdir. Onu vahyin hizmetinde kullanan, Allah’a yaklaşır. O’nun sevgili kulu olur. Eğer akıl, vahye hükmeden hakim konumuna konulursa, insanın dünya ve ahiretini yıkan en tehlikeli silaha dönüşür.

Rabbimiz, insanoğluna vermiş olduğu en büyük nimetlerden olan akılla dinini, dolayısıyla dünya ve ahiretini perişan edenlerden bizi eylemesin. Böylelerinin zararlarından da bütün insanlığı korusun.
 
Üst