Bedîüzzaman Hazretleri’ni tanı(t)mak ve anla(t)mak

Livza

Well-known member
Bir mülâkatta “Bana Bedîüzzaman Hazretleri’ni tarif eder misiniz?” demiştim, karşımdaki pir-i fâniye. “Nasıl anlatayım?” diye söze başladı ve devam etti: “Ben bir dağın önündeyim, sen diyorsun ki dağı tarif et, mümkün mü?” Büyük zâtları tanı(t)mak ve anla(t) mak böyle bir şeydir işte. Zordur, hatta imkânsızdır. Ancak iyi niyetle böyle bir gayret takdire şayandır. Mutlaka olmalıdır. Onun için siyer ve tabakat kitapları çok ama çok kıymetlidir. Ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar eksik kaldıkları halde. Sevgili Efendimiz, Resûl-i Ekrem (asm)’ın şahsiyeti, siyer kitaplarında anlatıldığı kadar mıdır? Asla! Elbette değildir. O’nun mânevî şahsiyeti tüm siyerlerin, tarih kitaplarının toplamından çok daha fazladır. Buna rağmen siyer okumak hakikaten elzemdir. Peygamber vârislerini anlatan tabakat kitapları, sahâbe hayatı ile alâkalı eserler mutlaka itina ile mütâlaa edilmelidir. Böylelikle, bu mübârek zâtların hayatlarının bazı yönleri bilinir, örnek alınır. Son devrin müceddidi Bedîüzzaman Hazretleri’ni tanı(t)mak ve anla(t)mak da aynı şekilde hassasiyet ister. Hem anlamak, hem anlatmak; hem tanımak, hem de tanıtmak. Buna rağmen, bir kez daha altını çiziyorum, bu yönde her çalışma, iyi niyetle olduğu müddetçe, takdire ve tebrike şayandır. Bazı büyük zâtlar vardır; eserleri okunmadığı halde, şahsı hakkında doğru-yanlış çok konuşulur. Veya hakkında çokça konuşulan kimi şahıslar vardır, hayatları hakkında doğru düzgün hiçbir şey bilinmez. Bedîüzzaman Hazretleri böyle değildir. Eserleri çokça okunduğu halde, bazı kesimler O’nu bir tarafından bakıp tanıtmaya çok heveslidir. Hayatı çok iyi bilindiği halde, davası hâlâ taptaze olduğu için, engellemek isteyenler tarafından yalan yanlış birtakım bilgiler piyasaya sürülür zaman zaman. Bedîüzzaman Hazretleri ile alâkalı yayın yapan bir gazete yöneticisine şöyle demiştim “Yazı dizinizde Bedîüzzaman’dan başka herkesin görüşünü almışsınız maşallah. O'nu kendisine sormayı hiç düşünmediniz mi?” Gazeteci ne cevap versin! Sustu sâdece. O da haylaz danışmanların oyununa gelmişti. Sorun veya çözüm burada işte. Bedîüzzaman Hazretleri’ni en iyi anla(t)manın ve tanı(t)manın birinci şartı, eserlerine yani kendisine mürâcaat etmektir. Böylelikle suistimallerin, yanlış bilgilendirmelerin önüne geçilebilir. Hâtıra ve görüşler eserleriyle mutâbık olduğu nisbette ancak muteberdir. O’nu en sıhhatli anla(t)manın ve tanı(t)manın ikinci yolu ise en yakın talebelerinin öncelikle yazılı sonra şifâhi (yine vesikalara mutâbakat şartıyla) hâtıra, mektup ve görüşleridir. Bu itibarla O’nu en iyi tanıyan ve tanıtan talebesi elbette O'na en yakın olan ve O’nun da en yakın olduğu kişidir. İşte bu şahıs, eserlerinde en ziyâde ismi geçen, 30 sene birlikte hizmet ettiği ve kendisinden sonra davasını teslim ettiği talebesi Ahmed Husrev Efendi’dir. Risâle-i Nur hizmetinde pek çok kıymetli insanın emeği geçmiştir. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri binlerce talebe yetiştirmiştir. Ancak talebeleri içinde hemen yanı başında olan bir heyet O’nun ve tüm talebelerin nezdinde müstesna bir yere sâhiptir. Bu heyeti kendisi Medresetü’z-Zehra Erkânları diye isimlendirmiştir. İşte bu erkânın temsilcisi de Ahmed Husrev Efendi’dir. Şimdi sorun şu: Diyelim ki, Bedîüzzaman Hazretleri’ni anla(t)mak ve tanı(t)mak istiyorsunuz. Ama ne O’nun eserlerine ne de en yakın talebelerinin görüşlerine mürâcaat ediyorsunuz. Doğru olur mu? Elbette olmaz. Ümit ediyorum, meramım anlaşılmıştır. Ecdadın dediği gibi vusulsüzlük usulsüzlük sebebiyledir. Doğru, meşrû ve hak usullerle çalışmazsanız vâsıl olacağınız nokta da doğru, hak ve meşrû olmaz. En aşikâr hakikattir bu. Vefatının 51. yılında Bedîüzzaman Hazretleri gibi bir peygamber vârisini anla(t) mak ve tanı(t)mak çok mühimdir. Sezai Karakoç’un ifâdesiyle akciğerleri iflas eden ve havasız kalan Türkiye, O’nun eserleriyle nefes alabilmiştir. Müceddidlik tahsille veya tayinle kazanılan dünyevî bir pâye ve rütbe değildir. Mevhibe-i İlâhiyedir. Allah’ın lütuf ve ihsanıdır. Bedîüzzaman Hazretleri’nin eserleri, ilhamın Kur’ân’dan alınıp, İslâm’ın asrın idrakine söyletilmesinden başka bir şey değildir. Onun için bu asrın her köşesinde bu Kur’ânî ve nurânî ses karşılık bulabilmiştir. Onun için ortaya koyduğu reçeteler mücerrep şifalıdır ve hâlen de olmaktadır. Onun için ‘gizli düşmanlar’ ve ‘ifsat komiteleri’ bu sesi kısmak için bin bir türlü entrika ve zulme teşebbüs etmişlerdir. Ve onun için, bugünden geriye bakıldığında açıkça görülmektedir ki asra damgasını vurmuş bir zâtın hayatı ile ilgili çalışmalar mutlaka doğru usullerle ve iyi niyetle yapılmalıdır. Aksi bir tutum en hafif tabirle hıyânettir. Kime karşı? Hem muazzez Üstad’a, hem memlekete hem de İslâm âlemine! Bizler bu hassasiyetle, zaman zaman olduğu gibi bu ay da Bedîüzzaman Hazretleri ile alâkalı çalışmalara İrfan Mektebi’nde yer veriyoruz. Bu vesileyle asrın îman ve irfan mektebi muallimi, müceddid, Kur’ân dellalı, Aziz Üstad’ı rahmet ve şükranla anıyoruz. Allah kendisinden ebediyen râzı olsun. Âmîn.

A. Cihangir İŞBİLİR
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bir adam düşünün ömrünün büyük bir kısmını yokluk içinde geçirmiş ve yine ömrünün büyük bir kısmını zindan köşelerinde, sürgün yerlerinde, türlü türlü eziyetler ve işkenceler ile hatta defalarca zehirlenmiş.. Böyle bir hale-i ruhiyeti tahayyül etmek dahi direncimizi kırarken o ne bitmez bir iman ve o ne tükenmez sabır ki İslamiyetin selameti için dünyamı da feda ettim ahiretimi de hatta bir said değil bin said feda olsun sözünü sürgünde iken de aynı ton ve kuvvetle ve zindanda ikende ve hayatının her safhasında aynı kuvvetle bilatereddüt seslendirmiş..

Ve çok farklı birşey daha var Tarihde hiçbir davanın müdavimi böyle esaretler ve zulumler görmemiştir. Yüzlerce mahkeme davalarında dahi neticesi beraat olmuş böyle mubarek ve kudsi bir dava ve onun sözcüsü yoktur..

Şimdi düşünüyorum da dünya saadeti namına hiçbirşeyi tadmamış Ustad r.a. ne kadar anlayabildim.. O hep Risale-i Nura bakın dedi ve ben de hep oraya bakmıştım. Hep şahsi manevi demiş hiç bu da benim şahsımdır dememiş.. Onun için şahsi manevisine bakmıştık..
 
Üst