Hadis Sohbetleri 61:Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah'a tevbe ediniz.

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
بِسْمِاللَّهِالرَّحْمَنِالرَّحِيم

Selamünaleyküm Degerli Kardeşlerim;



Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz başladı.


Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..


[BILGI]"Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah'a tevbe ediniz."İbn Mâce, İkame, 78.[/BILGI]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tevbe ve Istigfar

Tevbe; günahtan dönmek, pişmanlık duymak demektir. Kalpte ikilik yapan Hakk'tan gayrı bütün isteklerden ayrılmak, Mevla'ya yönelmek, günahların hepsini terketmek, günah arzusunu kalpten tamamen silmek, iyiliklere dönmek demektir.

Tevbe, yolunu şaşırmış bir insanın yeniden yola gelmesi, vuslat kapısının anahtarı, saliklerin Allah yolundaki ilk adımıdır.

İstğfar da, yapılan günahların Allah-u Teala'dan af buyurulmasını niyaz eylemektir.

Günahlardan tevbe etmek, her mümine vaciptir.Bu; kiyap, sünnet ve icma (dinde ileri gelenlerin söz birliği ) ile sabittir.Bunun içindir ki, tevbeyi terketmekte ayrıca bir günahtır. Günahlardan uzak durmak meleklere mahsus olduğu için hiç bir insan tevbenin dışında kalamaz.

Hadis-i şerif : ''İnsanoğlunun herbiri hataya düşmekten kendini alamaz.Ancak, hata işleyenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir.'' (Tirmizi) Bir diger Hadisi Serifte de söyle buyrulur: "Günah kalbde bir iz bırakır, tevbe ve istiğfar edilince, o leke kaybolur, kalb cilalanır" (Tirmizi)

Ayet-i kerime : ''Ey müminler! Hepiniz Allah'a tevbe ediniz ki felaha eresiniz.'' (Nur:31) ve "Biri günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, Allahü teâlâya istiğfar ederse, Allahü teâlâyı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur." (Nisa 110) buyrulur


Sahabelerin Dilinden Tevbe ve Istigfar:

Hâris bin Süveyd diyor ki:


Abdullah ibn Mes'ud -radıy
icon_question.gif
u anh- bize biri Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-den, diğeri de kendisinden olmak üzere iki hadîs tahdîs etti. Nebiyy-i Ekrem'den olan hadîs-i şerîfi şöyle rivâyet etti:


"Mü'min günâhlarını bir dağ altında oturup da üzerine dağın hemen çöküvereceğinden korkan bir kimse gibi görür. Fâcir ise günâhlarını burnunun üzerine konup uçmuş bir sinek gibi görür."


Sonra Abdullah ibn Mes'ud diyor ki:

Muhakkak Allah Teâlâ Hazretleri kulunun tevbe-sinden şöyle bir kimsenin sevincinden daha fazla sevinir ki, bu kimse uzun bir yolculuk esnasında tehlikeli bir yerde konaklar. Üzerine bütün yiyeceğini içeceğini yüklediği bineği de yanındadır. Başını yere koymasıyla şöyle bir uykuya dalar. Uyandığında bineğini kaybolup gitmiş olarak görür. Üzerine sıcak basmış, susuzluğu son haddine varmış, yahud Allah dilediği kadar sıcağı ve onun susuzluğunu artırmış. Sonra o kimse devesini aramak için etrafa çıkmış, aramış, bulamamış, o dereceye gelmiş ki hararetten ve susuzluktan tâkati kesilmiş, ümîdi tükenmiş, böyle bir halde tekrar eski yerine dönerek uyuyakalmış. Sonra uyandığında biraz evvel kaybolan devesini başı ucunda bulur. "İşte bu adam ne derece ferahlanır ise Cenâb-ı Hakk -celle ve âlâ- Hazretleri de bir kulunun tevbesinden dolayı o devesini kaybedip de başı ucunda bulan adamdan ziyâde ferahlanır. Yani râzı olur. Tevbe edenin tevbesini kabul edip onu yüksek derecelere nâil eyler, demektir." (Sahihi Müslim)

"Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah'a tevbe ediniz." (Ibn Mace)


Şartlarına uygun yapılan tevbe muhakkak kabul edilir. Tevbenin kabul edileceğinde şüphe edilmemelidir. Tevbenin şartlarına uygun olup olmadığından şüphe edilmelidir. Tevbesi kabul edilen kimse, hiç günah işlememiş gibi olur.

Bir kimsenin tevbesinin kabul edildiğinin alâmeti şöyledir.

1- Dilini fuzulî sözlerden alıkor. Su-i zandan, gıybetten ve bütün günahlardan kaçar.
2- Kötü arkadaşları terk eder, iyilerle, sâlihlerle beraber olmak için can atar.
3- Daima güleryüzlü olur, herkesle iyi geçinir. İnsanlardan gelen sıkıntılara göğüs gerer.
4- Kimsenin ayıbını göremez. Hep kendi ayıplarını düşünür.
5- Her an ölüme hazır vaziyettedir.

Kalbe gelen her sıkıntı ve karartı; tevbe, istigfar ve pişmanlık ile ve Allahü Teâlâya siginarak kolayca giderilebilir. Rabbim, günah işleyince, hemen kalb ile tevbe ve dil ile istiğfar etmeyi nasip etsin cümlemize..
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Yarabbi ! Ben Pişmanım Bütün Yapmış olduğum Günahlardan,Keşke yapmasaydım. İnşALLAH ben birdaha yapmayacağım .... ?

Tevbe ve İstiğfar
Hâris bin Süveyd diyor ki:
Abdullah ibn Mes'ud -radıyallahu anh- bize biri Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-den, diğeri de kendisinden olmak üzere iki hadîs tahdîs etti. Nebiyy-i Ekrem'den olan hadîs-i şerîfi şöyle rivâyet etti:

"Mü'min günâhlarını bir dağ altında oturup da üzerine dağın hemen çöküvereceğinden korkan bir kimse gibi görür. Fâcir ise günâhlarını burnunun üzerine konup uçmuş bir sinek gibi görür."

Râvi diyor ki, Ebû Şihâb eliyle burnunun üzerini göstererek bu hadîs-i şerîfi rivayet etti.

Sonra Abdullah ibn Mes'ud diyor ki:

Muhakkak Allah Teâlâ Hazretleri kulunun tevbe-sinden şöyle bir kimsenin sevincinden daha fazla sevinir ki, bu kimse uzun bir yolculuk esnasında tehlikeli bir yerde konaklar. Üzerine bütün yiyeceğini içeceğini yüklediği bineği de yanındadır. Başını yere koymasıyla şöyle bir uykuya dalar. Uyandığında bineğini kaybolup gitmiş olarak görür. Üzerine sıcak basmış, susuzluğu son haddine varmış, yahud Allah dilediği kadar sıcağı ve onun susuzluğunu artırmış. Sonra o kimse devesini aramak için etrafa çıkmış, aramış, bulamamış, o dereceye gelmiş ki hararetten ve susuzluktan tâkati kesilmiş, ümîdi tükenmiş, böyle bir halde tekrar eski yerine dönerek uyuyakalmış. Sonra uyandığında biraz evvel kaybolan devesini başı ucunda bulur. "İşte bu adam ne derece ferahlanır ise Cenâb-ı Hakk -celle ve âlâ- Hazretleri de bir kulunun tevbesinden dolayı o devesini kaybedip de başı ucunda bulan adamdan ziyâde ferahlanır. Yani râzı olur. Tevbe edenin tevbesini kabul edip onu yüksek derecelere nâil eyler, demektir." (1)

Ebû Bekri's-Sıddîk -radıyallahu teâlâ anh-Hazretleri:

"-Yâ Resûlellah, namazın âhirinde okumak üzere bana bir duâ ta'lîm buyur, dedikte Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri buyurmuşlardır ki:

"Şöyle duâ et:

Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle. Yani benim istihkakım olmayarak mahza fazl u kereminle cehennemden halâs edip cennet ve cemâline kavuştur." (2)

"Gıybetin keffâreti, gıybet etdiğin kimse için istiğfâr etmekliğindir." (3)

"Yeryüzündekilerde) herhangi bir kimse,

derse hatalarına keffaret olur. Bu hataları deniz köpükleri kadar da olsa."(4)

"Duanın hayırlısı istiğfâr, ibâdetin hayırlısı da" kelime-i tevhîddir." (5)

"Ya Ali, sana bir duâ öğreteyim mi ki zerreler adedince günâhın olsa sen de beraber olmak üzere mağfiret olunur. Şöyle söyle: (6)


"İstiğfâr, mü'minin sahife-i a'mâlinde nûr gibi parlar."(7)

"Günâhdan tevbe eden kimse günâh işlememiş gibi olur. Fakat bir taraftan istiğfar, diğer tarafdan günâhda ısrar eden ise -el-iyâzü billah- Cenâb-ı Hakk ile istihzâ eden kimse gibi olur."

"Bir kimse kalbi ve kalıbı ile istiğfâra devam ederse Cenâb-ı Hakk o kimsenin gamlarını ferâha ve sıkıntılarını genişliğe tebdîl ederek hiç ummadığı bir taraftan onu rızıklandırır. (8)

"Tevbe ve istiğfâr ile büyük günâhlar afv olunduğu gibi mükerreren irtikâb edilen küçük günâhlar da, büyük günâhlar arasına dâhil olur." (9)

"Kalbinde nedâmet olmadığı halde yalnız lisânen edilen istiğfar, yalancılar tevbesidir." (10)

"Cenâb-ı Hakk'a tevbe ediniz. Muhakkak ki ben günde yüz defa Cenâb-ı Allah'a tevbe ederim. (11)

"Ne mutlu o kimseye ki defter-i a'mâlinde çokça istiğfar bulur."

"Ey insanlar! Ölmeden evvel Allah'a tevbe ediniz." (12)



(1) Buhârî, Deavât, 4
(2) Buhârî, Ezân, 149, Deavât, 16;
(3) Ramûzû'l-ehâdis, 339.
(4) Keşfû'l-hafâ, 2/11, (Haraitî ve Beyhakî'den)
(5) a.e. 281
(6) a.e
(7) Râmûzû'l-ehâdis.
(8) İbn Mâce, Zühd. 30.
(9) Keşfü'l-hafâ, 2/364 (Ebûş-Şeyh ve Deylemî'den) .
(10) Râmûzû'l-ehâdis.
(11) Ebû Dâvud, Vitr, 26; İbn Hanbel, Müsned, 2/450.
(12) İbn Mâce, İkame, 78.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tevbe



Tevbe, günahlara pişmanlık duyup Allah’tan af dilemektir.
Tevbe, günah kirlerinden arınma ve bir daha işlenmeyeceğine dair Mevlâ’ya söz vermedir.
Tevbe, günahların verdiği mahcûbiyet sancısının,vicdânın derinliklerinde hissedilmesidir.
Tevbe, ıssız gecelerde yapılan âhu enînin arşa yükselmesi; gözlerden akan nedâmet yaşlarıyla seccâdelerin ıslanmasının adıdır!
Tevbenin üç şartı vardır:

1-O günahı terk etmek
2-Onu işlediğine pişman olmak
3-Bir daha işlememeğe azmetmek.

Bunlardan biri eksik olsa tevbe sahih olmaz.


“Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki, felâh bulasınız” (Hûd, 3)
“Ey iman edenler! Bir daha dönmeyecek bir tevbe ile Allah’a tevbe ediniz” (Tahrim, 8)
“Ey insanlar! Allah’a tevbe ve istiğfar ediniz, ben günde yüz kere tevbe ediyorum”(Buhari-Müslim)
“Şüphesiz Allah, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.”
“Ancak tevbe eden, inanıp salih amel işleyenlerin; Allah, işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah Gafûr ve Rahîm’dir.”(Furkan:70)

“Kim de tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz ki o, Allah’a tevbesi kabul edilmiş olarak döner.” (Furkan:71)

“O, kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.”(Şûrâ: 25)

“Allah, kulunu, Zâtına tevbe eder halde kapısında bulduğu zaman, her şeyini kaybettikten sonra tekrar bulan kişinin sevincinden daha çok sevinir”(Müslim. c.6.s. 8. no:2744)

Her pişmanlık bir tevbedir. “Günahlarından gereği gibi tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur.” (Taberânî.M.Kebir.22Süyûtî. C.Sağîr. 1.680)

- İşlenen her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuzda derin yaralar açar. Günah, kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra tâ iman nûrunu kalpten çıkarıncaya kadar katılaştırıyor ve o nûru söndürüyor.
Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. O günah, tevbe edilerek çabuk imha edilmezse, küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”(Lem’alar.s.5.)

“– Tevbe ve istiğfâra devam eden kimsenin her sıkıntısı için Allah, bir çıkış yolu ve her kederi için bir ferahlık sağlar ve onu hiç ummadığı, yerden rızıklandırır.”(Ebû Dâvûd: Vitir.26. İbni Mâce:Edeb.57. Ahmed b. Hanbel: 1/ 248)

“Amel defterinde çok tevbe ve istiğfar bulunan kimseye müjdeler olsun.” (İbni Mâce no: 3818)

Hz. Ebû Bekir (Ra.) rivayet ediyor. Efendimiz (sav):

“Günah işleyen bir adam, hemen sünnet ve âdâbına riâyet ederek güzelce abdest alır, sonra iki rekat namaz kılar ve günahının affını Allah’tan dilerse, Allah onu mağfiret eder.” buyurdu. Sonra Rasûlüllah şu âyeti okudu:
“Onlar, çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler, bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler.” (Âl-i İmran:135)

“Ey insanlar, ölmeden önce Allah’a tevbe ediniz!”(Hadis Ans.17/34)

“Bir insan yüz defa tevbesini bozmuş olsa bile, “Allah’ım, ben yine düştüm; günahımı bağışla, beni affet” diyerek o çirkinliklere dönmemeye kesin karar vererek bir kere daha tevbe etse, Allah onun tevbesini yüzbirinci defa da kabul eder.”

“Kim namazlardan sonra yetmiş kez istiğfar ederse, işlediği günahları bağışlanır ve hûrilerden âilelerini ve cennetteki köşklerini görmedikçe dünyadan çıkmaz.”(Deylemî, Râmuz. No: 4991)

“Ey insan, günahların ufukları tutacak kadar da olsa, ama sen yine istiğfar etsen, çokluğuna bakmadan günahlarını bağışlarım. Ey âdemoğlu, dünya dolusu hatayla da olsa bana ortak koşmadan huzuruma gelirsen, ben de seni dünya dolusu mağfiretle karşılarım” (Taberânî: Kitâbü’d-duâ. 2 / 791- Dârimî: 2 / 322)

“Ey âdemoğlu! Bana ibâdet-duâ için vakit ayır ki, gönlünü zenginlikle doldurayım ve ihtiyaçlarını gidereyim. Bana ibadet için vakit ayırmazsan, gönlünü meşguliyetle doldururum, ihtiyacını da gidermem” (Tirmizi:Kıyame.30 A.bin Hanbel. Müsned.2/358)

Tevbe ve istiğfar etmek isteyen mü’min, şu duâyı huşû ile ve çokça okumalıdır:

“Estağfirullah ellezî lâilâhe illâhû elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh. Tevbete abdin zâlimin linefsihi lâyemlikü linefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ. Ve es’elühüttevbete velmağfirete velhidâyete lenâ innehû hüve’t-tevvâbür-rahîm.”
Kulun, günahından ötürü içinde bir yarası ve yanığı, içten gelen, yürek yakan “âhh!” ları, ıssız köşelerde ağlayıp inlemeleri, seccadesine dökülmüş göz yaşları varsa, tevbesi makbuldür.

Tevbe ve İstiğfarın Efendisi: (Seyyidül istiğfar)
Allahümme ente Rabbî lâilâhe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve va’dike mesteta’tü, eûzü bike min şerri mâ sana’tü, ebûü leke bini’metike aleyye ve ebûü bi zenbî fağfirlî zünûbî fe innehû lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente.” Yani:
“Allahım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni Sen yarattın ve ben Senin âciz kulunum. İman ve ubûdiyetimde gücüm yettiğince Sana verdiğim sözde sabit durmaya çalışıyorum.Ya Rabbi! İşlediğim kusurlarımdan yine Sana sığınırım. İhsan ettiğin nimetlerini ikrar, günahlarımı Sana itiraf ediyorum. Rabbım! Günahlarımı bağışla, çünkü günahları bağışlayan ancak Sensin!” (Buhârî. Deavât.6306)

Bu duâyı her sabah dört kere söylemek sünnettir.

Efendimiz (sav) bu duâ hakında şöyle buyururlar:
“Kim bu duâyı tam itikat ederek gündüz okur da o gün ölürse, o kimse cennet ehlindendir. Eğer ihlâs ile akşam okur da o gece ölürse yine cennet ehlindendir.” Allah’ım! Lütfunla bizleri de cennetine lâyık olanlardan eyle. Âmin (Buharî: Deavât.1.Tirmizî: Deavât. 15)


İbrahim Koç
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Risale-i Nur'da geçen tevbe bahislerinden bazılarını aşağıya alıyoruz:

Tevbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar. (26. Söz)

Senin manevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman; onun şerrinden seni kurtarır.(22. Mektub)

Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi' ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz. Yani tevbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz.(25. Lema)

Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından tevbe ve istiğfar ile, dua ve niyaz ile istimal ediniz.(25. Lema)

Bu dehşetli haps-i ebedîden kurtulmanın kolayı, çaresi; bu dünyevî hapsimizden istifade ederek elimiz mecburiyetle yetişmeyen çok günahlardan kurtulduğumuzla beraber, eski günahlardan tevbe edip farzlarımızı eda ederek herbir saat bu hapisteki ömrümüzü bir gün ibadet hükmüne getirmekle o ebedî hapisten necatımız ve o nurani Cennet'e girmemiz için en iyi bir fırsattır. (12. Şua)

Güneş'in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır; daha tevbe ve iman makbul olmaz.(5. Şua)

Risale-i Nur ekser müvazeneleriyle küfür ve dalaletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-ı meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip aklı başında olanları tevbeye sevkeder. (7. Şua)

Sakın! Çok dikkat ediniz, içinize bir mübayenet düşmesin. İnsan hatadan hâlî olamaz, fakat tevbe kapısı açıktır. Nefis ve şeytan, sizi kardeşinize karşı itiraza ve haklı olarak tenkide sevkettiği vakit deyiniz ki:
"Biz değil böyle cüz'î hukukumuzu, belki hayatımızı ve haysiyetimizi ve dünyevî saadetimizi, Risale-i Nur'un en kuvvetli rabıtası olan tesanüde feda etmeye mükellefiz. O bize kazandırdığı netice itibariyle dünyaya, enaniyete ait herşeyi feda etmek vazifemizdir." deyip nefsinizi susturunuz!
Medar-ı niza' bir mes'ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.(Kastamonu Lahikası)

Büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir.(Emirdağ Lahikası)
Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.(2. Lema)

Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur.(13. Lema)

Mü'minde dahi bir maraz-ı asabî bulunuyor veya maraz-ı kalbî var. O dahi ehl-i dalalet gibi, ehemmiyetsiz şeylere ziyade ehemmiyet verir. Lâkin çabuk kusurunu anlar, istiğfar eder, ısrar etmez.(Barla Lahikası)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tövbe ve istiğfar seferberliği




Hâlime baktım, toplumun içinde bulunduğu vaziyeti düşündüm. Hemen aklıma Asrın ımamı’nın şu sözü geldi: “Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. ıç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb’den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.”1

O zaman kendi kendime düşündüm ki, bir tevbe ve istiğfar kampanyasına ihtiyacım var. Yani, pişmanlık, dönüş, fenalıktan vazgeçiş hamlesi… Topyekûn millet olarak, aile olarak, fert olarak…

Öncelikle mânevî kirlerden arınmak gerek ki, ibadetlerimizden, amellerimizden, duâlarımızdan, okumalarımızdan tam istifade etmiş ve üzerimizdeki hakkı yerine getirmiş olalım: “Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedâmettir”2

Tevbe veya tövbe; insan olmak dolayısıyla yaptığı kötülükten pişmanlık duymak, bir daha yapmamaya karar/söz vererek, Cenâb-ı Hak’tan affını dilemektir. Sadece günah işlemiş olanların değil, bütün mü’minlerin her zaman günahlardan arınarak mânen temizlenmeleri, ancak tövbe etmekle mümkün olur. Tövbe, aynı zamanda bir kulluk görevidir ve her zaman yapılması gereken bir ibadet şeklidir. “Kim ki tövbe etmezse, işte onlar zalimlerdir.”3

ıstiğfar; insanın içine düştüğü bir hatanın pişmanlığıyla kıvranarak Cenâb-ı Hak’tan kusurlarının affedilmesini ve günahlarının bağışlanmasını istemesi, afv ve mağfiret dilemesi demektir.

Tövbe ve istiğfar, ılâhî sevgiyi ve hoşnutluğu celbeder: “...Allah, çok tövbe edenleri sever...”4

“...şüphesiz Allah tevbeleri çokça kabul edici ve kullarına merhamet edicidir.”5

Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizin ifadeleriyle: “Ne mutlu o kimseye ki, defterinde çok istiğfar bulunur.”

ıstiğfar, insanı kibir, gurur, şımarıklık ve her nimeti kendinden bilme gafletinden korur. Hiçliğimizi ve fakrımızı anladıkça insanlığımızın yükseleceği bir kemâl kapısı açar önümüze. Bizi günahlara karşı dirençli/duyarlı ve donanımlı kılar.

Tevbe, mü’minin sıfatıdır. Her mükellef olan insanın Tevvâb olan Allah Teâlâ’ya karşı tevbe etmesi farz-ı ayndır.

Her konuda ümmetine örnek ve rehber olan Allah Resûlü (asm) tevbe hususunda buyururlar ki: “Bir kimse istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.”6

O halde buyurunuz:

Gizli-aşikâr cümle kusur, günah ve hatalarımız için,

Yeniden doğmak olan tevbede istikrarı ve nasuh tevbeyi yakalayamadığımız için,

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gibi günde en az yetmiş kere istiğfar ile Rabbimizin rahmet kapısını çalamadığımız için,

En makbul ve seçkin seher vaktinde kalplerimizi yumuşatıp gözyaşı akıtamadığımız için,

Vazifemiz olan şükrü bırakıp fahre, tevâzu ve utanmayı/boyun bükmeyi bırakıp şöhrete meylettiğimiz için,

Amellerimizi güzel görüp gurura düştüğümüz için,

Enaniyeti bırakıp hayrı ve vücudu tevfîk-i ılâhiyeden istemediğimiz; şer, tahrip ve nefse itimaddan vazgeçmediğimiz ve Rabbimize tam kul olamadığımız, seyyiâtımızı iyiliklere çeviremediğimiz için,

Bir elimize duâyı verip ebedî saâdete uzatamadığımız, diğer elimize istiğfarı verip seyyiâttan ve lânetlenmiş Cehennem zakkumundan tam olarak çekemediğimiz için,

şerre meyletmeyi kesen ve onun tecavüzâtını kıran tevbe ve istiğfarı tam yapamadığımız için,

Aczimizi bilip ılâhî rahmete tam itimad etmeyi, ihtiyaçlarımızı görüp Rabbânî zenginlikten yardım istemeyi, kusurumuzu anlayıp af dilemeyi başaramadığımız için,

Bütün hastalıklarımızda her derdimize devâ olan tevbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, kudsî tiryak olan hakikî imanın kudsî ilâçlarından duâ ve niyaz ile tam olarak istifade ve istimal edemediğimiz için,

Uhuvvet ve kardeşliğimizin gereğini, şahs-ı mânevî adına vazife ve sorumluluklarımızı tam olarak ifa edemediğimiz için,

Gıybet, dedikodu, kıskançlık, hırs ve rekabet damarıyla kardeşlerimizin haklarını tam olarak gözetemediğimiz için,

Kendimiz için isteyip uygun gördüklerimizi, kardeşlerimizden esirgediğimiz için,

Kur’ânî hizmetlerde bir nebze de olsa emeği geçenleri küçümseyip, sadece kendi yaptıklarımızı nazara vermek istediğimiz için,

Feragat ve fedakârlık mesleği olan hizmetimizde ecir ve mükâfatta öne atıldığımız, risk ve sıkıntı anlarında geri durduğumuz için,

“Biz” yerine “ben” dediğimiz, “ben”siz hizmetlerin yürüyemeyeceği zehabına kapıldığımız için,

Vazifemizin kudsî, hizmetimizin ulvî, her bir saatimizin bir gün ibadet hükmüne geçebilecek kıymette olduğunun idrakıyla elimizden kaçmaması adına gereken dikkati gösteremediğimiz için,

“Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. ıstiğfar eden, istiâze eder. ıstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. ıtiraf etse, affa müstehak olur”7 hakikatına tam olarak teslim olamadığımız için…

Sana dehâlet ediyor, nedamet ve pişmanlıklarımızı arz ediyoruz yâ Erhame’r-Râhimîn.

Ya Rab, kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin!




Dipnotlar:


1- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, ıkinci Lem’a, Birinci Nükte

2- A.g.y, Sözler, onsekizinci söz, birinci nokta

3- Hucurat, 49/11

4- Bakara, 2/222

5- Tevbe, 9/118

6- Ebû Davud, Vitr :26

7- A.g.e, 13.Lem’a

ıSMAıL AKSOY
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
RİSALEDE TEVBE BAHSİ

KULUN VAZİFESİ MEDH DEĞİL İSTİĞFARDIR.


Allah' a abd ve asker olmak , öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise: Yalnız bir asker gibi Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükunet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli. Ya Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Amin demeli ve ona yalvarmalı... (Sözler 29)


İkinci Nükte: İbadetin manası şudur ki: Dergah-i İlahide abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yani rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kutsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pak ve muberra ve ehl-i dalaletin efkar-i batılasından münezzeh ve mualla ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarra olduğunu; tespih ile Suphanallah ile ilan etsin. (Sözler 41)


Ey fahrî meftun, şöhrete müptelâ, methe düşkün, hodbinlikte bihemta sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk kabuğu; bütün o meyveleri, o salkımdan kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medh ve hürmet etmek lazım olduğu, hak bir dava ise; senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var. Halbuki sen, daim zemme müstahaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz'-i ihtiyarın bulunmakta, o nimetlerin kıymetlerini fahrin ile tenkis ediyorsun. Gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla ibtal ediyorsun ve temellükle gasbetiyorsun. Senin vazifen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil, hudabinliktedir.(Sözler 230)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İSTİĞFARLA GÜNAH SEVABA DÖNER



Elhasıl: Nefs-i emare tahrip ve ser cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir, fakat icaz ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz' i dir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz. Lakin eğer enaniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlahiyeden istese, şer ve tahribden ve nefse itimaddan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit sırına mazhar olur. (Sözler 320)




İSTİĞFAR ŞER ARZUSUNU KESER


Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zaif, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz'-i ihtiyari namında bir iraden var. 0 iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediye ye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem' e yetişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelan-i hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi, meyelan-i şerri keser, tecavuzatını kırar .(Sözler 468)




NÜBÜVVET İN BİR GAYESİ İSTİĞFARDIR

Nübüvvet ise: Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlak-i ilahiye ile ve secaya-yi hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlahiyeye iltica, za'fını görüp kuvvet-i İlahiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlahiyeye itimat, ihtiyacını görüp gına-yi İlahiyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahiye istiğfar, naksini görüp kemal-i ilahiye tesbihhan olmaktır diye, ubudiyetkarane hükmetmişler. (Sözler 540)



KUSURUNU BİLMEK MANEVİ BİR İSTİĞFARDIR.

Elcevab: Su'-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve müktezasıyla amel edilmezse; kusurunu da anlasa zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin manevi bir nedamet, gizli bir tövbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman; onun şerrinden seni kurtarır. (Mektubat 267)




İSTİĞFAR DUANIN KABULÜNE SEBEPDİR

Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevi temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-i şerifeyi sefaatçı gibi zikretmeli ve ahirde yine salavat getirmeli. (Mektubat 279)




İSTİĞFAR EDİLMEYEN GÜNAH KALBİ KARATIR


Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra ta nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. 0 günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor. (Lemalar 9)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
MÜMİNİN BİR SİLAHI İSTİĞFARDIR



Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur'an tezgahında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalati Vesselam'ın Sünnet-i Saniyesidir. Ve silahınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır. (Lemalar 72)




Dördüncü İşaret:

ayetine bir nevi tefsir mahiyetinde, cüz' i ihtiyar ve icadsız kesb ile şerlere sebebiyet veren şeytanın müdhiş tahribatına karşı, istiğfar ve Allah'a iltica ve Sünnet-i Seniyeye riayet iktiza eder. (Barla Lâhikası 151)

sırrıyla : Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselam gibi bir Peygamber-i Alisan, dediği halde, nasıl nefse itimat edilebilir? Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. istiğfar eden, istiaze eder. istiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, affa müstehak olur. (Lemalar 88)

İkinci Nokta: Şeytan, kusurlu insana kusurunu itiraf etmemek ile istiğfar ve istiaze yolunu kapayıp, enaniyeti tahrik ederek, avukat gibi, nefsini müdafaa ettirir. Adeta nefsini taksirattan takdis ettirmesine mukabil, herkesi ikna edecek bir cevabdır. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusur bulunduğunu ve kusurunu görmek, kusuru kusurluktan çıkarmak olduğunu beyan eder. (Lemalar 387)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
MAĞFİRET EN BÜYÜK İHSANDIR


İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hakk'ın "Gafur", "Rahim" gibi iki ismi, tecelli-i a'zamla ehl-i imana teveccüh ediyor. Ve Kur'an-ı Hakim'de Peygamberlere en muhim ihsanı, mağfiret olduğunu gösteriyor ve onları, istiğfar etmeye davet ediyor.




MÜMİN GÜNAHINDA ISRAR DEĞİL İSTİĞFAR EDER

Evet küfrün divaneliğiyle, dalaletin sekriyle, gafletin şaşkınlığıyla fıtraten ebedi ve ebed müşterisi olan bir latife-i insaniye sukut eder; ebedi şeyler yerine fani şeyler alır, yüksek fiyat verir. Fakat mü'minde dahi bir maraz-i asabı bulunuyor veya maraz-i kalbi var. 0 dahi ehl-i dalalet gibi, ehemmiyetsiz şeylere ziyade ehemmiyet verir. Lakin çabuk kusurunu anlar, istiğfar eder, ısrar etmez. (Barla Lahikası 273)




R.N. TALEBELERİ CEMAAT OLARAK İSTİĞFAR EDER

Bu günlerde hatırıma geldi ki: Hayat-i içtimaiyeye giren, hangi şey'e temas etse ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihetle günahlar serbesçe insani sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanların hususi ibadati ve takvası nasıl mukabele edebilir? diye me'yusane düşündüm. Hayat-i içtimaiyedeki Risalet-un-Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur şakirdleri hakkında, necatlarına ve ehl-i saadet olduklarına dair kuvvetli işarat-i Kur'aniyeyi ve beşaret-i Aleviye ve Gavsiyeyi düşündüm. Kalben dedim ki: Herbiri, bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur? diye mutehayyir kaldım. Bu tahayyurüme mukabil ihtar edildi ki:

Risalet-un-Nurun hakiki ve sadık şakirdleri mabeynindeki düstur-u esasi olan iştirak-i a'mal-i uhreviye kanuniyle ve samimi ve sadık tesanud sırrıyle her bir halis ve hakiki şakird, bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince dilleriyle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara karşı bin dil ile mukabele eder. İhlas ve sadakat ve Sünnet-i Seniyyeye mütabaat ve hizmet derecesine göre o külli ubudiyete sahip olur. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi 166)


 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
UMUMİ MUSİBETLER UMUMİ TEVBE İSTER


Altıncı Nokta: Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yi amel bir azabdir. Buna karşı ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddi nedamet ve tövbe ve istiğfar ile karşılamak ve sünnet-i seniye dairesinde, bid'alar karışmadan, şeraitin tayin ettiği tarzda dergah-i İlahiyeye iltica etmek ve dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. (Emirdağ Lahikası-1 34)



Hem böyle umumi musibetler, ekser nasın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri, -kısm-ı a'zamı- tövbe ve nedamet ve istiğfar etmekle defolur. (Emirdağ Lahikası-1 34)



İMAN GÜNAHLARDAN ÇEKİNME VE TEVBEYİ GEREKTİRİR

Evet kainatta hiçbir zişuur, kainatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Halık-ı Zülcelal'i inkar edemez. Etse, bütün kainat onu tekzib edeceği için susar, lakayd kalır. Fakat ona iman etmek: Kur'an-i Azimuşşan'ın ders verdiği gibi, o Halık'ı sıfatları ile, isimleri ile umum kainatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. (Emirdağ Lahikasi-1 203)




MUSİBET FİİLİ BİR TEVBEDİR

Bu millet-i günahkar kanıyla abdest aldı. Fiili bir tövbe etti.Mükafat-i acili, şu milletin humsu dört milyonu çıkardı (Sözler 715)



GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASIYLA TEVBE KAPISI KAPANIR


Amma Güneş'in mağribden tuluu ise, bedahet derecesinde bir alamet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyari ile bağlı olan tövbe kapısını kapayan bir hadise-i semaviye olduğundan tefsiri ve manası zahirdir, tevile ihtiyacı yoktur



RAHMETE TEVBE KAPISINDAN GİRİLİR

Birinci Nükte: Cehennem fikri, geçmiş iman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. Çünki hadsiz rahmet-i Rabbaniye o korkan adama der: Bana gel, tövbe kapısıyla gir. Ta Cehennem'in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet'in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavuz edilen hadsiz mahlukatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin (Asa-yı Musa 47)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hakiki tevbe Nasuh Tevbesidir.




Kuran'da Nasuh tevbesi

“Ey iman edenler! (Samimi bir tevbe olan) Tevbe-i Nasuh ile Allah’a tevbe edin! Olur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi örter ve Allah, peygamberi ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacağı bir günde, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar! Onların nuru önlerinde ve sağlarında koşar (da): “Rabbimiz! Nurumuzu bize tamamla ve bize mağfiret eyle! Şüphesiz ki sen, her şeye hakkıyla gücü yetensin!” derler.” (Tahrim, 8)




Hadiste Nasuh Tevbesi


Peygamber Efendimiz (asm), tevbeden bahsedince, Nasuh tevbesinin ne olduğunu soran Hz. Muaz bin Cebel’e (ra) buyurdu ki:
“Tevbe-i Nasuh, işlenen günahtan pişman olmak, Allah-ü Teâlâ’dan mağfiret dilemek, bir daha öyle bir günah işlememek demektir.” (Beyhakî)




Nasuh Tevbesinin basit olarak bir kaç yönü vardır.

1. Pişman olmak
2. Günahı terk etmek
3. Bir daha işlememeye karar ve söz vermek
4. Allah'tan af ve mağfiret dilemek
5. Günaha sevk eden arkadaşları ve çevreyi terk etmek

Allah'ım, yaptığım ve işlediğim kötülüklerden ve günahlardan dolayı pişman olarak tevbe ediyorum. Affını ve bağışlamanı ve mağfiretini diliyorum diye dua edilebilir.

Bir ayette tevbe için şöyle buyurulmaktadır: "Şübhesiz ki ben, tevbe eden ve îmân edip sâlih amel işleyen, sonra da hidâyette(sebât edip, sabırlı) olan kimseye karşı elbette çok mağfiret ediciyim." (Taha, 82)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tevbe ettiğimiz günahların durumu

Tevbe ettiğimiz günahların durumu nedir? Ömrü boyunca namaz kılmamış, tesettürünü yerine getirmemiş bir kişi tevbe etse fakat borçlarını ödemeden ölse bu kişini durumu ne olacaktır?


Allah, şirk hariç (tevbe edilmediği taktirde) dilediği kimselerin büyük-küçük günahlarını mağfiret eder. Affa uğrayan günahkârları, vaîd(azap etme, azapla tehdid etme) ve tehdidin şümulünden istisna etmek gerektir. (Taftazani, Kelam ilmi ve İslam akaidi, dergah yayınları,1991)



Ehl-i kıbleden olup da büyük günah işledikleri kesinlikle bilinen kimselerin tevbe etmeden ölmeleri halinde cenaze namazlarının kılınacağı, onlar için dua edilerek affedilmelerinin isteneceği konusunda peygamber’in (sav) asrından çağımıza kadar olan zaman içinde ümmet icma etmiştir. Halbuki bu gibi şeylerin müminden başkası için caiz olamdığı meselesinde yine ümmet ittifak halinde bulunmaktadır. (Taftazani, Kelam ilmi ve İslam akaidi, dergah yayınları,1991)

Samimi bir tevbe günahları imha eder. Bir insan istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit " Allah onların kötülüklerini iyilklere çevirir." (Furkan, 70) sırrına mazhar olur. Hem istiğfar eden, Allah’a sığınır. Allah’a sığınan ise, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.

“Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır.”(Nisa, 4/110)

Abdullah İbnu Mesud (ra) anlatıyor; Resulullah (sav) buyurdular ki: “ Günahtan tevbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” (K.Sitte, 7310)

Abdullah İbnu Amr (ra) anlatıyor; Resulullah (sav) buyurdular ki: “ Allah Teala hazretleri, kulun tevbesini, can boğaza gelmedikçe kabul eder.” (K. Sitte, 7312)

“Günahlarınız semaya ulaşacak kadar çok bile olsa, arkadan tevbe etmişseniz, günahınız mutlaka affedilir.” (K. Sitte, 7308)

Burada şunu belirtmemiz gerekir ki yukarıdaki açıklamaları “ öyle ya, madem günahlar sevaba dönüşebiliyor, önce günah işleyip sonra da tevbe etse olmaz mı?”

Böyle bir düşünce, her şeyden önce kulluk edebine yakışmaz. Allah’ı sınamak “ ben günah işlersem sen de beni affeder misin? gibi”, dinin hükümleriyle alay etmek, ciddiye almamak gibi bir mana taşır. Hem Allah’ın rahmetine güvendirerek günah işlettirmek şeytanın bir hilesi olduğunu rabbimiz bize haber veriyor.

Hem “Tevbe ederim” düşüncesi ile günah işleyen kimse, tevbe etme fırsatı bulup bulamayacağı mechuldür. Ömrünün yetip yetmeyeceği, yaptığı hareketinin ilahi gadaba dokunup dokunmayacağı bilinmez. Böyle bir durumdan Allah’a sığınmak gerekir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi

Tevbe edilen günah affedilir​


Sual: Tevbe edince çok büyük de olsa günahımız affolur mu? Tekrar günah işleme ihtimalinden dolayı, tevbe etmemek daha iyi olmaz mı?
CEVAP
Tevbe edenin günahları affolur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Tevbe eden, günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]

Tekrar günah işlerim korkusu ile tevbeden vazgeçmemelidir! Günahkâr bir kul, tevbe edince, Cenab-ı Hak, hem o kulunun günahlarını affeder, hem de kulu tevbe ettiği için sevinir. İki hadis-i şerif meali:
(Çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevinmesinden çok, Allahü teâlâ, kulunun tevbe etmesine sevinir.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, tevbe edenin tevbesinden dolayı, susamış kimsenin, suya kavuşmasından, çocuğu olmayanın çocuk sahibi olmasından ve bir şey kaybedenin o yitiğini bulmasından daha çok sevinir. Her kim içten ve bir daha günaha dönmemek üzere Allah’a tevbe ederse, Allah da onun günahlarını yazan iki meleğe, kendi organlarına ve günah işlediği yere, bütün bunlara günahlarını unutturur.)
[Ebu-l-Abbas] (Allahü teâlâ, herkese unutturunca günah işlediğine şahit kalmaz.)

Ne büyük lütuf ve ihsan. Biz günahımıza pişman olunca, Cenab-ı Hak seviniyor. Bir âyet meali de şöyledir:
(Ey müminler, Allah’a tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.) [Nur 31]

Sual:
Günahım çok, ne yapsam Allah beni affetmez demek doğru mudur?
CEVAP
Çok yanlıştır. Çünkü Cenab-ı Hak, tevbe edilen her günahı affeder. Bir kâfir, küfrüne tevbe ederse, mümin olur, bütün günahları affolur. Bir mümin de Allah’a şirk koşsa, sonra pişman olup tevbe etse Allahü teâlâ affeder.

Hadis-i şeriferde buyuruldu ki:
(Allah’ın rahmetinden ümit kestirip [dinden] nefret ettirenlere Allah lanet etsin! Kolaylaştırın, güçleştirmeyin!) [Nesai]

(Allah’ı kullarına sevdirin ki, Allah da sizi sevsin!)
[Taberani]

(İnsanlara Rablerinden bahsederken, korku ve sıkıntı veren şeylerden söz etmeyin!) [Beyheki]

(Hak teâlâ buyurdu ki, kulumun, günahı göklere kadar yükselse, benden ümit kesmeyip, af dilerse affederim.)
[Tirmizi]

(İhlasla "La ilahe illallah" diyen Cennete girer.)
[Beyheki]

(Bir kimse, yakînen Allah’ın Rab, benim de Peygamber olduğuma inansa, Cehennem ona haram olur.)
[Hakim]

(Allahü teâlâ, günahını affından büyük görene şiddetli gazap eder.)
[Deylemi]

(Kâfir, Allahü teâlânın rahmetinin çokluğunu bilse, Cennetten ümit kesmezdi.) [Müslim]

(İyilik ve ibadet edene büyük ecir verileceğini müjdeleyin, nefret ettirmeyin!)
[Şir’a]

(Ömründe bir defa Allah’ı anan veya Ondan korkan Cehennemden çıkar.) [Tirmizi]

(Allahü teâlâ buyurdu ki, "Ey kulum, af dilediğin müddetçe, günahlarının çokluğuna bakmadan affederim. Günahların bulutlara kadar yükselse de yine affederim. Yer dolusu günahla gelsen, yer dolusu mağfiretle karşılarım. Yeter ki iman ile gel!")
[Tirmizi]

Allahü teâlâ, Davud aleyhisselama vahyetti ki:
- Ya Davud beni sev, beni seveni sev! Beni de kullarıma sevdir!
- Ya Rabbi bunu nasıl yapayım?
- Nimet ve ihsanlarımı onlara hatırlat, onlar benden ancak iyilik beklesinler.

Allahü teâlâya hüsn-i zan
Müslüman ömrünün sonlarına doğru, öleceği zaman Allahü teâlâya daha çok hüsn-i zan etmelidir! Yani (Ben her ne kadar günahkâr isem de, Allahü teâlâ beni affeder) diye ümit etmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ölürken mutlaka Allahü teâlâya hüsn-i zan etmelisiniz.) [Müslim]
(Allahü teâlâ, "Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl zannederse öyle bulur" buyurdu.) [İbni Hibban] (Yani "Allah, beni affeder" diye ümit ediyorsa onu affeder. Allah’tan ümidini keserek, "Ben mutlaka Cehennemliğim" diyorsa Cehenneme gider.)

Ölüm döşeğindeki birisi, Peygamber efendimize (Cehenneme gitmekten korkuyorum; fakat Allah’ın rahmetinden de ümidimi kesmiyorum) dedi. Resul-i ekrem, (Müminin kalbinde korku ile ümit varsa, Allahü teâlâ da ona umduğunu verir, korktuğundan da emin eder) buyurdu. (Tirmizi)

Günahlar örtülecek
Sual:
Tevbe edilen günahların affedildiğini kitaplardan okuyoruz. Âhirette bu günahlar, bizim yüzümüze vurulacak mıdır?
CEVAP
Hayır, asla vurulmayacak, hattâ öyle bir günah işlediğimiz bile unutturulacaktır. Günahımız hatırlatılınca rezil oluruz. Allahü teâlâ affettiği kulunu rezil etmez. Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, tevbe edenin günahlarını, yazıcı meleklerine unutturduğu gibi, kulun kendi organlarına ve dünyada bunu bilenlere de, unutturur. O kimse, Allahü teâlâya kavuşunca, artık günahı sebebiyle aleyhine şahitlik edecek kimse kalmaz.) [İ.Asakir]

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Allah, o müminlerin geçmişte yaptıkları en kötü hareketleri bile örtüp bağışlayacak ve yaptıkları amellerin en güzelleriyle mükâfatlar ihsan edecektir.) [Zümer 35]

Bu ne büyük nimettir! Hem günahlar örtülüp gösterilmeyecek, hem de en güzel mükâfatlar verilecektir. O hâlde tevbe edip, tevbesinde sadık olan kullardan olmaya çalışmalıyız.

Affedilmeyen günah mı?
Sual:
Bir arkadaş, içki, kumar, faiz, zina ve livata gibi hemen her büyük günahı işlemiş. Tevbe edip, bunların hepsini bırakmış ama, Allah beni kesinlikle affetmez diyor. Allah hangi günahları affetmez?
CEVAP
Allahü teâlâ, tevbe edilen her günahı affeder. Affetmediği tek günah yoktur. Müşrikleri, kâfirleri bile tevbe edince affediyor. İki hadis-i şerif şu mealdedir:
(Hak teâlâ buyurdu ki: Ey Âdemoğlu, dua edip, benden af dilersen, günahların ne kadar çok, ne kadar büyük olursa olsun, hiç birine bakmadan seni affederim. Göklere ulaşacak kadar günah işlesen; ama rahmetimden ümidini kesmeyip, benden mağfiret dilersen, seni affederim.) [Tirmizi]

(Tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibi olur.) [İbni Mace]

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(De ki, ey çok günah işlemekle haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, [iman ehlinin] bütün günahlarını hiç şüphesiz affeder. Elbette O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) [Zümer 53]

Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerifler gösteriyor ki tevbe edince her günah affolur.

Sual:
Tam İlmihal’de, (Tevbenin kabul olması için, namaz borcu ve kul hakkı olmamak lazımdır. Bir namaz borcu olan, bunu kaza etmedikçe, tevbesi kabul olmaz) deniyor. Mesela içkiye tevbe eden kimse, namaz borcu veya kul hakkını ödemedikçe, tevbesi kabul olmaz mı?
CEVAP
Tevbesi kabul olmaz demek, mesela namaz borcu olan bir kimse, (Yâ Rabbi, kılmadığım namazlar için tevbe ettim, bunları affet) derse, kaza etmedikçe affedilmez, yani bu tevbesi kabul olmaz. Bunun gibi, üzerinde kul hakkı olan bir kimse, (Yâ Rabbi, kul haklarımı affet) derse, hak sahiplerinin hakkını ödemedikçe, helalleşmedikçe, yine kul hakları affedilmez, yani bu tevbesi kabul olmaz. Bir kimse içki içse, kumar oynasa ve yalnız içkiye tevbe etse, içki içme günahı affolur, kumarı bırakmadığı için kumar günahı affolmaz. Kumarı da bırakırsa ikisi de affolur. Günahlar birbirine bağlı değildir. Hangisine tevbe edilirse o affedilir.

Sualdeki affedilmez ifadesi, (Hiç affa uğramaz, doğruca cehenneme gider) demek de değildir. Ahirette de, helalleşme olacaktır. Hak sahibi, ahirette hakkını helal ederse, mesele kalmaz. Helal etmezse, hakkı kadar sevablar alınıp, hak sahibine verilir. Böylece, kul borcu olanın, sevabları azalmış olur. Sevabları yoksa, hak sahibinin günahlarını, yüklenmek zorunda kalır. Namaz borcu olan da, affa veya şefaate kavuşarak cennete gider. Affa veya şefaate kavuşmazsa, kabirde, mahşerde çektiği sıkıntılar günahlarına kefaret olur.

Günahların birine tevbe etmek
Sual:
Bütün günahlarına değil de, bunlardan birine, mesela kumar oynamaya tevbe edilse, diğer günahlar geciktirilse, tevbe edilen günah affedilir mi?
CEVAP
Günahlar birbirine bağlı değildir. Elbette tevbe edilen ve bir daha yapılmayan günah affolur. Bu, kumar olur, içki olur fark etmez; fakat diğer günahların tevbesini geciktirmek doğru değildir.

Tevbe ederken, şu üç şartı gözetmeli:
1- İşlediği günaha pişman olup üzülmeli,
2- Günahtan hemen vazgeçmeli,
3- Bir daha yapmamaya karar vermeli.

Bu üç şartı yapmadan, yalnız dille tevbe etmek, yalancılık olur. Günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi geciktirmek, bu günahı işlemekten daha büyük günahtır. Bu günah, her gün bir misli artar. Bunun için de, ayrıca tevbe etmek gerekir. (Berika)

Tevbe günahları affettirir
Sual:
(“Estağfirullah ellezi lâ ilâhe illâ hü, el hayyel kayyume ve etübü ileyh" diyen savaştan kaçmış olsa da, bütün günahları affolur) mealindeki hadis-i şerife göre, bunu söyleyen bid’at ehli veya kâfirin günahları da affolur mu? Namaz, oruç gibi Hak borçları ve hırsızlık, gasp gibi kul borçları da affolur mu?
CEVAP
Şartsız bildirilen bütün hadis-i şeriflerin, meşhur şartları vardır. İlk şart Ehl-i sünnet itikadında Müslüman olmaktır. Müslüman olmayan ve bid’at ehli olan, hangi istiğfarı okursa okusun günahları affolmaz.

Ehl-i sünnet itikadındaki bir Müslüman tevbe edince, kul ve Hak borçları hariç diğer günahları affolur. Kul borçları için, ödemek veya helalleşmek lazımdır. Hak borçları için de bunları kaza etmek lazımdır. Mesela, (Kılmadığım namazlarıma, tutmadığım oruçlarıma, vermediğim zekâtlara tevbe ettim) demekle o ibadetler yapılmış olmaz. Namazları kaza etmek, oruçları tutmak ve zekâtları vermek şarttır.

Tevbesiz ölmek
Sual:
Bir mümin, işlediği günahlara tevbe etmeden ölse, şefaate de kavuşamasa, mutlaka Cehenneme mi gider?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadında olmak önemlidir. Ehl-i sünnet olup sevabları günahlarından azsa ve şefaate de uğramamışsa, böyle bir kimsenin tevbe etmediği günahlarını Allahü teâlâ affedebilir. O kimse, Cehenneme uğramadan doğru Cennete gider. (Birgivî vasiyetnamesi)

Puta tapsan da gel
Sual:
Hazret-i Mevlana, ne kadar liberal ve hümanist bir zatmış ki, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik veya Mecusi de olsan, puta tapsan da gel!) diyor. Niye diğer İslâm âlimleri bu kadar liberal ve hümanist değildir?
CEVAP
Bu sözün liberal veya hümanist olmakla ilgisi yok. Bir insan çok büyük günah işler, affolmaktan ümidini kesebilir. Bir dinsiz, (Cennet ve Cehennem varsa ben yandım) diyebilir. Bâtıl din sahibi, (Benim dinim bâtılsa, cehennemliğim) diye korkabilir. Hazret-i Mevlana bunlara, (Korkma, ne olursan ol gel!) diyor. Bu, (Gel de öyle kal!) demek değildir. (Müslüman değilsen Müslüman ol, günahkârsan tevbe et, önceki hâlinden dolayı ümitsiz olma! Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha yapılmayan her günahı affeder) demektir. Her İslam âlimi böyle diyor. Bunun aksini söyleyen hiçbir âlim yoktur.
 

pendüender

Well-known member
Tevbe her müslûman erkek ve kadına farzdır.

Nitekim Allah (C.C) söyle buyuruyor:


"Ey iman edenler! Dönülmez bir tevbe ile Allah'a yöneliniz"
(Tahrim - 8)
 

pendüender

Well-known member
Alimlerden birine soruldu ki. «kul, tevbe ettigi zaman tevbesinin kabul edilip edilmedigini bilebilir mi?»

Alim bu soruya su cevabi verdi: «Bu konuda kimse kesin bir hükme varamaz, fakat tevbenin kabul edilip edilmediğine işaret eden bazı alâmetler vardır. Baslıcalari söyle sıralanabilir:

1 — Kulun kendisini günahtan uzak hissetmesi gerekir.
2 — Kalbinden sevincin silindiğini, her baktığı yerde Allah (C.C.)'in varlığını hissetmesi gerekir.
3 — Günahkârlardan uzak durarak iyilik isleyenlere yakınlık duyması gerekir.
4 — Dünya kazancinin azmi cok, ahiret amelinin çoğunu az görmesi gerekir.
5 — Kalbini devamlı olarak Allah (C.C.)'in farz kıldığı ibadetler ile ilgili görmelidir.
6 — Az konuşması, aralıksızbir düşünce hali yaşaması, daha evvel işlediği günahlardan dolayı devamlı olarak üzgün ve pişman görünmesi gerekir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Ebu Muhammed Mervezî rh.a. şöyle der

“Şeytan, işlediği şu beş şeyden dolayı bedbaht olmuştur


• Günahını itiraf etmedi.
• İşlediği günaha pişman olmadı.
• Kendini kınamadı, ayıplamadı.
• Hemen tevbeye yönelmedi.
• Allah Tealâ’nın rahmetinden ümidini kesti.

Adem a.s. ise şu beş özelliğinden dolayı saadet ehlinden olmuştur

• Günahını itiraf etti.
• Yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duydu.
• Nefsini kınayıp, ayıpladı.
• Vakit kaybetmeden hemen Allah Tealâ’ya tevbe etti.
• Allah Tealâ’nın rahmetinden ümidini kesmedi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İNSAN GÜNAH işleyebilen bir varlık. “Benim günah işlemem mümkün değil.” diyebilen hiç kimse bulunmuyor. Her insan, şu veya bu şekilde, az veya çok, günah çukuruna yaklaşıyor, bazen de içine düşüyor.

Bizler, akıl ve kalb dengesi içinde hayatımızı sürdürüyoruz. Fakat, insan sadece akıl ve kalbden ibaret olmadığı için, başta nefis olmak üzere baskın duygular, söz dinlemez hisler, önü alınmaz hevesler ve karşı konulmaz vehimler altında, bazen farkında olarak veya olmayarak irademize söz geçiremiyor ve günah işliyoruz. İşin aslına bakılırsa, Yüce Allah bizi kendisine yaklaştırmak, bizi kendisine muhtaç etmek, bizi kendisine çekmek için birbirinden farklı, değişik vesileler yaratmış. Meselâ, acıkma gibi bir duygu verip, bizi rızka muhtaç etmiş, Rezzak olduğunu göstermiş ve bizi bu yolla Kendisine bağlamış. Biz de kul olarak bütün ihtiyaçlarımızı O’ndan istemiş, O’nu Rezzak olarak bilmiş, gerçek anlamda rızık verici olarak O’nu tanımışız. Demek ki, Rezzak ismi, acıkmamızı gerektiriyor.

Aynı şekilde, biz günahkârız, Allah bağışlayandır. Biz hata işliyoruz, Allah affedendir. Biz isyana kapılıyoruz, Allah mağfiret edendir. Biz tevbe ediyoruz, Allah tevbemizi kabul edendir. Allah Gafûr’dur, Afuvv’dur, Gaffâr’dır, Tevvâb’dır. İşlediğimiz günahlar bizi Allah’ın bu isimlerine götürüyor, bizi O’na yöneltiyor. Böylece Allah’ı Gafûr ve Gaffâr isimleriyle tanımış oluyoruz. Bediüzzaman’ın dediği üzere, ‘Gaffâr ismi günahların vücudunu ve Settâr ismi kusurların bulunmasını iktiza ediyor.’ Açıkçası, günah işlensin ki Allah’ın Gaffâr ismi tecelli etsin; kusur edilsin, hata yapılsın ki, Allah da kulunun kusurunu yüzüne vurmayıp örterek Settâr olduğunu göstersin. Bir
hadisinde, sevgili Peygamberimiz (asm) bu tatlı gerçeği ne de güzel dile getiriyor:
“Nefsim kudret elinde olan Zât’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helâk eder; sonra günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi.”1
Ne kadar günah, o kadar tevbe

İnsan nefsine aldanır, şeytana kanar, hislerine hâkim olamaz, iradesine söz geçiremez de, sonunda bir günah işler, ardında da yaptığına, yapacağına bin pişman olur ve tevbe üstüne tevbe eder. İşte, kulun günah işlemiş de olsa tevbe ile Rabbine rücu ettiği bu hal,
hadislerden öğrendiğimize göre, Cenâb-ı Hakk’ı hoşnut etmektedir.


Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm Rabbinden naklen buyurdular ki:
Bir kul günah işledi ve ‘Yâ Rabbi, günahımı affet!’ dedi.
Hak Teâlâ da, ‘Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır’. buyurdu.
Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve
‘Ey Rabbim, günahımı affet!’ dedi.
Allahu Teâlâ da, ‘Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’ buyurdu.
Sonra kul dönüp tekrar günah işledi ve
‘Ey Rabbim, beni affeyle!’ dedi.
Allahu Teâlâ da, ‘Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi olduğunu bildi. Ey kulum, dilediğini yap, ben seni affettim.’ buyurdu.”2
Büyük hadis âlimi İmam Nevevî, bu hadisten şu hükmü çıkarır:
“Günahlar yüz kere, hatta bin ve daha çok kere tekrar edilse de kişi her seferinde tevbe etse, tevbesi makbuldür. Veya bütün günahlar için bir tek tevbe etse bile, yine tevbesi sahihtir.”

Bir hadiste de, istiğfar eden kimsenin günde yetmiş defa günahını tekrar etse bile, ‘günahında ısrar etmiş’ sayılmayacağı belirtilir.3

Hz. Ali’nin bu konuya getirdiği açıklama daha ilginçtir:
“Beraberinde kurtuluş reçetesi olduğu halde helâk olan kimsenin durumuna hayret ediyorum. O reçete de istiğfardır.”

Zaten Gaffâr ve Tevvâb isimleri, ‘çok çok bağışlayan, tevbeleri çok çok kabul eden, her günah işleyişte istiğfar edeni affeden, her tevbe edişte tevbe edenin tevbesini kabul eden’ anlamına geliyor. Şayet Cenâb-ı Hak kulunu hayatı boyu sadece bir sefere mahsus olmak üzere affedecek olsaydı, ondan sonra insana günah işleme imkânı ve fırsatı vermemesi gerekirdi. Yani, Allah affetmek istemeseydi, bize af isteme duygusunu vermezdi.

Diğer taraftan, Cenâb-ı Hakk’ın günahları bağışlaması O’nun fazlı, lütfu ve ikramıdır. Hadiste de ifade edildiği gibi, günahı sebebiyle cezalandırması ise adaletinin tecellisidir. Said Nursî’nin belirttiği üzere, “Cenâb-ı Hakk’ın günahkârları affetmesi fazldır, tâzib etmesi [azap ile cezalandırması]adldir.”

Efendimizin (a.s.m.) dizi dibinde yetişen
sahabe nesli bu ince noktayı çok iyi kavramıştı. Allah’ın yüce isimlerini mükemmel mânâda hem çok iyi anlamışlar, hem de hayatlarına yansıtmışlardı. Rivayet ettikleri hadislere bakınca, bu eğitimin seviyesini ve anlayışlarının kapasitesini farketmek hiç de zor değildir.

Meselâ, kulun günahı ne kadar çok olursa olsun ve kul ne kadar af dilerse dilesin, hiçbir zaman isteğinin karşılıksız kalmayacağını, Hz. Enes haber veriyor.
Enes radıyallahu anh, “Ben Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellemi şöyle buyururken dinledim” diyor.
“Allahu Teâlâ [buyurdu ki]: Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden af umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım. Ey Âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim. Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, şirke bulaşmamış olsan, Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.”4
Peygamber Efendimiz (asm) de, bir hadisinde, kulun işlediği günahtan dolayı tövbe edip Rabbine dönmesini çöl ikliminde yaşayan, çöle çıkınca varı yoğu devesi olan bir insanın üzüntüsünü ve sevincini dile getirerek bize şöyle anlatır:
“Öyle bir kimse ki, çorak, boş ve tehlikeli bir arazide bulunuyor. Beraberinde devesi vardır. Devesinin üzerine de yiyecek ve içeceğini yüklemiş. Derken uyur. Uyandığında bir de bakar ki, devesi gitmiş. Devesini aramaya koyulur. Bir türlü bulamaz. Açlıktan ve susuzluktan perişan bir vaziyette iken kendi kendine şöyle der: ‘Artık ilk bulunduğum yere gideyim de, ölünceye kadar orada uyuyayım.’ Gider, ölmek üzere başını kolunun üzerine koyar. Bir ara uyanır. Bakar ki, devesi yanıbaşında duruyor. Bütün azığı, yiyeceği ve içeceği de devesinin üzerindedir. İşte Allah mü’min kulunun tevbe ve istiğfarı ile, böyle bir durumda olan kimsenin sevincinden daha fazla sevinç ve lezzet alır.”5

Anne Çocuğunu Ateşe Atar mı?

Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, şefkati ve merhameti sonsuzdur. Bütün kullara yeter, bütün bir âleme kâfi gelir. Kendini tanıyan, fakat günahtan elini çekemeyen, nefsinin eline esir düşmüş kullarını kendi hâline bırakmaz. Bir başka deyişle, Cenâb-ı Hak kendisine yönelen kulunu çeşitli vesileler yaratarak onu rahmet iklimine çeker. Yani, Allah kulunu cezalandırmak için yaratmamış, bir fırsatını yakalayıp da onu Cehenneme atmak için dünyaya göndermemiş. İnsan nasıl kendi çocuğunu hatasından dolayı ateşe atmazsa, Yüce Allah da kendisini Rab olarak tanıyan kullarından sonsuz merhametini esirgemez, onları Cehenneme atmaz.

Hazret-i Ömer (ra) Saadet Asrında şahit olduğu bir olayı anlatırken, bu hususta Efendimizin (asm) müjdesini bize de ulaştırıyor.
Bir savaş sonrasıydı. Esirler arasında çocuğundan ayrı düşmüş bir kadın da vardı. Kadıncağız çocuğuna olan özlemini gidermek için gördüğü her çocuğu kucaklıyor, bağrına basıyor ve emziriyordu. Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellem çevresindekilere:
“Bu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağına ihtimal veriyor musunuz?” diye sordu.
“Asla, atmaz” dediler.
Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellem, ”İşte Allahu Teâlâ kullarına bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir.” buyurdu.6
Hadis-i şerifler Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz mağfiretini ve rahmetini anlatıyor. Aynı şekilde, şaşmaz bir prensip olarak âyet-i kerimeler, genel ölçüleri verdikten sonra önemli bir noktayı hatırlatıyor. O da, kulluk şuurunu zedelememek, kulun Rabbine olan saygı sınırını taşmamaktır. Tövbe, istiğfar ettikten sonra, nasıl olsa Allah affeder deyip suç işlemeyi sürdürmemeli ki, kulluk sırrı kaybolmasın. Kur’ân bu gerçeğe şöyle işaret eder:

“Onlar çirkin bir günah işledikleri veya herhangi bir günaha girerek kendilerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar ve günahlarını bağışlaması için O’na niyazda bulunurlar. Günahları ise Allah’tan başka affedecek kim vardır? Ve onlar işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.”7

Günahla Manevî Yükseliş

Kul işlediği günahtan dolayı Allah’a daha ciddi olarak sığındığı ve daha ihlaslı bir şekilde yöneldiği takdirde, manevî bir yükselişe de geçebilmektedir. Kur’ân bu gerçeği ‘günahların sevaba dönüştürülmesi’ şeklinde anlatmaktadır.
“Ancak tövbe eden ve güzel işler yapanlar bundan müstesnadır. Allah onların günahlarını silip yerlerine iyilikler verir. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”8
Cenâb-ı Hak, suç ve günahlarını itiraf eden, pişmanlık duyan kimselerin hem günahlarını bağışlıyor, hem de günahların yerini sevapla dolduruyor, böylece günah yerini sevaba bırakıyor, günah sevapla yer değiştiriyor. Bu sırdandır ki, bazı hadis âlimleri, “Birtakım günahlar vardır ki, mü’min için birçok ibadetten daha faydalıdır.” derler.

Herkes hata işleyebilir, hatta herkes mutlaka hata eder, günaha girer. Fakat günahkârların da hayırlısı vardır. Bu hayrı Efendimiz (asm) şöyle ifade eder:
“Her insan hata işler; ama hata işleyenlerin en hayırlısı, çok tövbe edenlerdir.”9
Hata işleyenlerin tövbeleri ile hayırlı bir insan olmalarının ötesinde, bir de Allah’ın sevdiği bir kul olma mertebesine yükselmeleri söz konusudur. Kur’ân’ın gösterdiği bu müjde, İslâm’ın insana sunduğu en tatlı müjdelerden biridir:

“Muhakkak ki, Allah çok çok tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.”10
Peygamber Efendimiz (asm), bu âyeti şöyle tefsir ederler:
“Şüphesiz Allah, tekrar tekrar günah işlediği halde üst üste tevbe eden kulunu sever.”11
Bu sevginin gerçek şuurunda olan Peygamberimiz (asm), hiçbir günahı olmadığı, günahlara karşı korunduğu halde, günde yetmiş kere, bazı zamanlar yüz kere tövbe ve istiğfar ederdi. Çünkü, istiğfarın içinde ‘mahbubiyet’ mertebesi ve sevinci vardır.

Ancak, bu müjdeyi yanlış bir tarafa çekerek, “Madem günahlar sevaba dönüşebiliyor, önce günah işleyip sonra da tövbe etsek olmaz mı?” gibi cerbezelerle meseleyi istismar etmemek de gerekir.

Böyle bir yaklaşım, her şeyden önce, kulluk edebine aykırıdır. Bu durum, -hâşa- Allah’ı imtihan etmek, dinî hükümleri ciddiye almamak sayılır ki, işin sırrını kavramamak olur. Böyle bir istismara karşı, birçok âyette af yetkisinin Allah’a ait olduğu, Allah’ın istediğini bağışlayacağı, istediğini azaba çarptıracağı bildirilerek, havf-reca muvazenesine, ümit-korku dengesine dikkat çekilir.

Kaldı ki, “Nasıl olsa tövbe ederim.” düşüncesiyle günaha dalan kimse tövbe etme fırsatı bulabilecek midir, buna ömrü yetecek midir, bir garantisi var mıdır? Veya en önemlisi, davranışları Allah’ın gazabını çektiği halde, Allah kendisine tövbeye dönüş fırsatı verecek midir? Bütün bunların da gözönünde tutulması gerekir.
“Farzları yapan, kebireleri işlemeyen kurtulur.”12
Bütün bunlarla birlikte, özellikle her gün yüzlerce günahın hücumuna maruz kalan mü’minin en mühim meselesi, günahtan kaçınmaya çalışması, günahlı ortamdan uzak durması, günah işlemeye açık olan kapılara yanaşmamasıdır. Bir bakıma,‘def’i şer’ yapması, şerli işlerden uzak kalmasıdır. Bu husus bu zamanda çok büyük önem kazanmaktadır. Takva sırrına da ancak bu yolla erişilebilir. Çünkü bir haramı, bir büyük günahı terk etmek farzdır. Bir vacibi işlemek birçok sünnetten daha sevaplıdır. Takvanın esas alınmasıyla binlerce günahın hücumuna karşılık bir kerelik yüz çevirme ile, yüzlerce günah terk edilmiş, dolayısıyla yüzlerce farz ve vacip işlenmiş olur. Böylece, takva niyetiyle, günahtan kaçınmak maksadıyla çok sayıda salih amele yol açılır. Çünkü bu zamanda “Farzları yapan, kebireleri işlemeyen kurtulur.”
Bu kurtuluşu, yani büyük günahlardan kaçınanların nimete, ikrama ve Cennet saadetine ereceklerini Kur’ân haber veriyor:
“Eğer size yasaklanmış günahların büyüklerinden kaçınırsanız, geri kalan günahlarınızı örter ve sizi nimet ve ikramlarımızla dolu olan Cennete koyarız.”13
Madem öyledir,
“Hayatınızı imanla hayatlandırınız ve ferâizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”14


Kaynaklar:

1. Müslim, Tevbe 9
2. Buhârî, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29
3. Müsned, 5:130.
4. Tirmizî, Daavât 98.
5. Müslim, Tevbe 3
6. Buhari, Edeb 19, Müslim, Tevbe 22.
7. Âl-i İmran sûresi, 3:135.
8. Furkan sûresi, 25:70.
9. Tirmizî, Kıyâme 49.
10. Bakara sûresi, 2:222.
11. Müsned, 1:80.
12. Risale-i Nur Külliyatı, 2:1632.
13. Nisa sûresi, 4:31
14. Risale-i Nur Külliyatı, 1:5.
 
Üst