Risale-i Nur Konu Analiz - Ahirete İman

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Onuncu Söz

HAŞİR BAHSİ

Risale-i Nur



[DIKKAT]

“Saltanat-ı Rububiyet” ne demektir?

Saltanat-ı Rububiyet
“Allah’ın, her şeyin yegâne terbiye edicisi olma saltanatı” manasına gelir. Saltanat denilince, sadece hâkimiyet ve mâlikiyet anlaşılmamalıdır; başka saltanatlar da vardır. Ve bu İlâhî saltanatlardan birisi de “Saltanat-ı Rububiyet”tir ve bütün eşya O sultanın terbiyesinden geçmiştir manasına gelir.


Bir hat sergisini gezeriz. Sergi, falan şahsındır; orada ne kadar hat varsa, hepsi onun kaleminden akmıştır. O sergide bir “hattatlık saltanatı” müşahede ederiz. Ama o saltanat o sergiye, onun açıldığı mekâna mahsus kalır. Başka mekânlarda ayrı sergiler ve değişik hattatlar bulunabilir. Ama bu kâinat öyle değil. Bu âlem tek bir fuar, bu dünya tek bir sergidir.

Fatiha sûresinde Cenâb-ı Hak kendisini bizlere
“Rabb’ül-âlemin” (bütün âlemlerin Rabbi) olarak tanıtır. Sema âleminin de Rabbi, arz âleminin de... Canlılar âleminin de Rabbi, cansızlar âleminin de... Ve nihayet, âhiret âleminin de Rabbi, dünya âleminin de. Demek oluyor ki,“Rabbü'l-âlemin” ismi Saltanat-ı Rububiyeti ifade etmektedir.

Semada bir rububiyet saltanatı hükmediyor. Bütün yıldızlar aynı zâtın terbiyesinden geçmişler. Semanın Rabbi o ülkenin bütün yıldızlarını söndürmeden yandırır, düşürmeden durdurur veya çarptırmadan döndürür.
Yer küremiz, güneş sisteminden tek bir gezegendir.

Ama onda o kadar çok ve o kadar ayrı terbiye fiilleri icra ediliyor ki, “Rabbü's-semavati vel-ard” ismi, sanki arzdaki bu farklı terbiye fiillerinin yıldızlar kadar çok olduğunu bize ders verir. Bu arz küresinde, havasıyla suyuyla, bakırıyla altınıyla, şekeriyle tuzuyla, ovasıyla gölüyle ve nihayet bitkisi, hayvanı ve insanıyla her ne varsa, hepsi arzın Rabbinin terbiyesinden geçmişlerdir. Hepsinde o saltanatın hâkimiyeti okunur. Toprağı bakterilerle kaynaştırırken, denizlerde balıkları, kan nehirlerinde al ve akyuvarları oynaştırıyor.

Uçan kuştan bal yapan arıya, ipek ören böcekten süt imal eden koyuna, cemiyet hayatı süren karıncadan, ormanlara hükmeden arslanlara, parslara kadar her bir hayvan türü, Allah’ın Rab isminin ayrı bir tecellisini sergilemektedir.

Canlılar âlemini organlar seviyesinde düşündüğümüzde, çok geniş ve akıllara durgunluk veren bir başka tabloyla karşılaşır ve Rab isminin, bunların her birinde ayrı bir cilvesi olduğunu görürüz. Kalbin terbiyesi beynin terbiyesinden farklı, karaciğerle akciğerin terbiyeleri de ayrı ayrıdır.

Biz sadece görünen eşyadaki
rububiyet saltanatından örnekler verdik. Göremediğimiz gayb alemlerinde de birbirinden farklı nice varlıklar mevcuttur ve bunların hepsini terbiye eden ancak Rabb’ül-âlemin olan Allah’tır. Cebrail (as)’in terbiyesi Azrail (as)’inkinden farklı olduğu gibi, arşın terbiyesi de levh-i mahfuzun terbiyesinden başkadır.
[/DIKKAT]
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[DIKKAT]"Şu risalelerde teşbih ve temsilleri hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi, hem teshil, hem hakaik-ı İslâmiye ne kadar makul, mütenasip, muhkem, mütesanit olduğunu göstermektir." Hikâyelerle hakikatleri nazara vermenin önemini nasıl anlamalıyız?



Buna benzer bir soru Risalelerde yer almış ve Üstat Hazretleri bu konuda gerekli açıklamayı yapmıştır.

Ben sadece şu kadarını söylemek isterim. Mantıkî deliller insanın aklını ikna içindir. İnsanda esas olan kalptir. Kalp imanın mahallidir. Üstad'ın da nazara verdiği gibi,“Meselenin kayyumu imandır. Burhan ancak… bir süpürge gibi…

Bir meseleyi teşbih, temsil ve hikayelerle ders vermekte insanın kalbi ve his âlemi daha çok hisse alıyorlar. Mazide bu yolu en güzel şekilde kullanan büyük zâtlar çıkmıştır.

Bunların başında Hazreti Mevlâna, Şeyh Sadi ve Feridüddin Atar gelir. Hz. Mevlâna birçok ince hakikatleri ve ahlâk derslerini hayvanları konuşturarak yapar. Bu noktada Üstad Bediüzzaman Hazretlerini diğer mürşitlerden ayıran en önemli özelliği, iman hakikatlarının en derin meselelerini temsil yoluyla kalbe kabul ettirmesi, akla yaklaştırmasıdır. Diğer büyük zâtlar temsil ve hikaye yolunu, daha çok, ahlâk konusunda kullanmışlardır.

On Dokuzuncu Söz'de, “Rabimizi bize tarif eden üç büyük külli murarrif var.” denilmiş ve bunlarkâinat, Kur’an ve Hazreti Peygamber (asv) olarak ortaya konmuştur. İşte Üstad Hazretleri Rabbimizin uluhiyetine ve rububiytine dair çok ince ve derin hakikatleri, kâinat kitabından temsiller getirerek anlatmakta ve fehme yakınlaştırmakta son derece başarılı olmuştur. Takip ettiği bu yolun önemini bizzât kendi ifadelerinden okuyalım:


“BİR SUAL: Diyorsunuz ki: "Sen Sözler'de kıyas-ı temsili çok istimal ediyorsun. Halbuki Fenn-i Mantıkça kıyas-ı temsilî, yakîni ifade etmiyor. Mesail-i yakîniyede bürhan-ı mantıkî lâzımdır. … ”

"ELCEVAB: İlm-i Mantıkça çendan "Kıyas-ı temsilî, yakîn-i kat'î ifade etmiyor" denilmiş. Fakat kıyas-ı temsilînin bir nev'i var ki; mantıkın yakînî bürhanından çok kuvvetlidir ve mantıkın birinci şeklinin birinci darbından daha yakînîdir. O kısım da şudur ki:

Bir temsil-i cüz'î vasıtasıyla bir hakikat-ı küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikata bina ediyor. O hakikatın kanununu, bir hususî maddede gösteriyor.

Tâ o hakikat-ı uzma bilinsin ve cüz'î maddeler, ona irca' edilsin. Meselâ: "Güneş nuraniyet vasıtasıyla, birtek zât iken her parlak şeyin yanında bulunuyor." temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nurani için kayıd olamaz. Uzak ve yakın bir olur. Az ve çok müsavi olur. Mekân onu zabtedemez."

"Hem meselâ: "Ağacın meyveleri, yaprakları; bir anda, bir tarzda kolaylıkla ve mükemmel olarak birtek merkezde, bir kanun-u emrî ile teşkili ve tasviri" bir temsildir ki, muazzam bir hakikatın ve küllî bir kanunun ucunu gösterir. O hakikat ve o hakikatın kanununu gayet kat'î bir surette isbat eder ki, o koca kâinat dahi şu ağaç gibi o kanun-u hakikatın ve o sırr-ı ehadiyetin bir mazharıdır, bir meydan-ı cevelanıdır."

"İşte bütün Sözlerdeki kıyasat-ı temsiliyeler bu çeşittirler ki, bürhan-ı kat'î-yi mantıkîden daha kuvvetli, daha yakînîdirler.”


(Sözler, Otuz İkinci Söz)


“Felillahilhamd sırr-ı temsil dûrbîniyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihet-ül vahdetiyle, en dağınık mes'eleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hasıl oldu.”

(Mektûbat, Yirmi Sekizinci Mektup)

[/DIKKAT]

[video=vimeo;4239914]http://vimeo.com/4239914[/video]​
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[DIKKAT]Üstadımızın haşirle ilgili değişik yerlerde nazara verdiği Rum Sûresinin 50. ayeti hakkında biraz açıklama yapar mısınız?



Rum Sûresinin 50. ayetinin meali şöyledir:


“Şimdi Allah’ın şu rahmet eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl hayata kavuşturuyor (diriltiyor). Şüphe yok ki, O, ölüleri elbette ihya edicidir (diriltecektir). Ve O, her şeye (her şey üzerine ziyadesiyle) kadirdir.”

(Rum Sûresi, 30/50)
Gaybî bir hadise olan ve dünya hayatının son bulmasından sonra gerçekleşecek ba’s ve haşir (dirilme ve mahşer meydanında toplanma) hadisesini akıllara yaklaştırmak için, bu ayet-i kerimede yeryüzünün kışın ölüp baharda dirilmesi gibi herkesin görüp bildiği bir değişim nazar veriliyor.


Ayetin başında Allah’ın rahmet eserlerine bakmamız emrediliyor Ve akabinde yeryüzünün ölümden sonra dirilmesinin insanlar için ne büyük bir rahmet olduğu nazara veriliyor.


İnsan, hayatta iken kendi iradesiyle bir takım işler yapar, ama ölmüş bir kimseden hiçbir iş sudur etmez. Eğer etse bu, Allah’ın bir mucizesi ve bir rahmet tecellisi olur; Hz. İsa (as)’ın ölüleri diriltmesi gibi.


Kış mevsiminde aynen bir ölü gibi iradeden yoksun, yine bir ölü kadar kendinden habersiz ve donuk olan yeryüzü, bahar mevsiminin gelmesiyle yeniden hayata kavuşuyor.

Bahar, yeryüzünün “ba’s” yani dirilme mevsimidir. O mevsimin gelmesi için yer kürenin aylarca güneş etrafında dönmesi gerekiyor. Bu ise ancak Allah’ın kudretiyle ve takdiriyle gerçekleşen çok büyük bir hadise ve yine çok büyük bir rahmettir.


Yeryüzünü dirilten bir rahmet ve kudret, onda serilmiş olan bitkilerde de kendini gösteriyor.


Bediüzzaman Hazretleri, bir ağaçta “yaprakları, çiçekleri ve meyveleri cihetiyle üç çeşit haşir numunesinin sergilendiğini” nazara veriyor. Güz mevsiminde dökülen yapraklar bahar mevsiminde yeniden yaratılıyorlar. Yine bir önceki yılın çiçekleri ve meyveleri de ağaçtan kopup gittikleri halde yerlerine yeni çiçekler açıyor ve başka meyveler boy gösteriyor.

İşte bir bahar mevsiminde haşrin ve dirilmenin böyle sayısız denecek kadar çok örneklerini yeryüzünde sergileyen bir kudret, kâinatın meyvesi olan insanları da ölümlerinden sonra diriltecektir.


Meyvelerin dirilmeleri kendi kudret ve iradeleriyle değil sadece Allah’ın rahmet ve inayetiyle olduğu gibi, insanın da bu dünyadan göçtükten sonra kıyamet ve haşirle yeniden dirilmesi yine Allah’ın rahmetiyle olacaktır. İnsan, sanki kendi gücü ve kuvvetiyle dirilecekmiş gibi bu büyük hadiseyi aklına sığıştıramayıp inkâra sapmasın.

Çünkü, onu yoktan yaratan rahmet sahibi Rabbi, öldükten sonra da yine rahmetiyle onu yeni bir âlemde hayat sahibi yapacaktır. İşte ayetin başında rahmete nazar etmemizin emredilmesi bu gibi manalar ve hikmetler içindir.

Allah’ın esmâ-i hüsnasıdan birisi de “Muhyi”dir ve “hayat verici, diriltici” manasına gelir.


Ayetin devamında, “Şüphe yok ki, O, ölüleri elbette ihya edicidir (diriltecektir). Ve O, her şeye kadirdir.” buyruluyor.


Cenâb-ı Hak, ihya edici, hayat verici ismini ruhta tecelli ettirdi ve onu hayat sahibi yaptı. Aynı ismi Adem babamızın, balçıktan yaratılan bedeninde de tecelli ettirerek o balçığa bitki hayatına benzer bir hayat lutfetti. Sonra, o bedene ruh vermek sûretiyle onu insan hayatına kavuşturdu.

Benzer bir icraatı da bizde sergilendi. Ana rahminde dört aya yakın bir zaman bitki hayatı gibi bir hayat sürüldükten sonra o bedene ruh ilka edildi. Böylece Muhyi ismi “o bedene hayat verme” şeklinde tecelli etmiş oldu. Ölümle ruh bedenden ayrılacak, beden ölümü tadarak toprağa, elementlere inkılap edecek, ruh ise hayat sahibi olmaya, kabir âleminde de, devam edecektir.


Haşirde bedenler ruh sahibi olarak yeniden ve bir anda yaratılacaklardır. Her şeye kadir olan Allah, buna da kadirdir. Ve ayet bu gerçeği zihinlerde yerleştirerek son bulur.

[/DIKKAT]
[video=vimeo;4240211]http://vimeo.com/4240211[/video]​
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[DIKKAT]Haşir ve ahiret kelimeleri farklı manalara mı geliyor; nasıl anlamalıyız?



Haşir, bütün insanların yeniden yaratılarak mahşer meydanında toplanmaları hadisesidir.Ahiret ise, haşirle başlayan ebedî hayatın ismidir.


Her insan, bu fani dünya hayatından sonra, dünya ile ahiret arasında köprü olan berzah hayatına geçecek ve ba’s (yeniden dirilme) hadisesiyle yeni bir beden giyerek mahşere çıkacak ve böylece yeni ve ebedî bir hayata başlamış olacaklar.

[/DIKKAT]
[video=vimeo;4242126]http://vimeo.com/4242126[/video]​
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[DIKKAT]Temsilde geçen herkesin ev, hane ve dükkân kapılarını açık bırakması ne anlama geliyor?


Tarlanın mahsulünü toplarken, ağacın meyvesini koparırken, koyunun sütünü sağarken, tavuğun yumurtasını alırken onların hiçbirinden bir itiraz, bir direnme görmememiz, kapısı açık bırakılan bir dükkândan yahut evden bir şeyler almamıza benzetilmiş.

[/DIKKAT]
[video=vimeo;4240789]http://vimeo.com/4240789[/video]​
 
Üst