Kelime Analizi 32: Karye

kenz-i mahfi

Sorumlu
KARYE: (قرية) (Arapça) Köy, nahiyeden küçük, kasabadan daha az ev topluluğu olan insanlarla meskun yer, belde veya binaları toplu halde bulunan her yer. Mecazen: belde halkı, muhitin sakinleri. Çoğulu: "Kura" kelimesidir.

"karye" (قرية) kelimesinin Kürtçe'si "gund" sözcüğüdür ve "köy" demektir. "Gundi" ise "Köylü" manasına gelir. Bizim bu gün kullandığımız "kent" kelimesi aslında kırsal yerleşim için kullanılan bir kelime iken zamanla "şehir" manasına bürünmüştür. "Kent" kelimesi Farsça kökenli bir sözcük olup Kürtçe'ye "Gund" olarak geçmiştir. Hakeza "köy" kelimesi de Farsça "kûy" kelimesinden gelmektedir. Ermenice'de bu kelime "tüzel kişiliğe sahip tarımsal yerleşim" yerin manasına gelen "keg" kelimesi "köy" manasını taşımaktadır. "karye" (قرية) kelimesinin Farsçası "rosta" kelimesidir. Azeriler "kend" kelimesini kullanıyorlar. "karye" (قرية) kelimesinin İngilizce, Fransızca, İsveççe ve Latincesi "village", İtalyancası "villaggio" kelimesidir.

"Karye" (قرية) kelimesi Arapça'da "toplama" anlamına gelen "kara" fiilinden türetilmiştir. Çok sayıda insanın bulunduğu yerleşim yeri, kent ve kasaba ve ayrıca şehir halkı manasında kullanılmıştır.

"karye" (قرية) kelimesi tekil olarak Kur'an-ı Kerimde 38 defa, çoğul olarak 18 defa zikredilmiştir. "ehl-ül kura, ümm-ül kura, enbâu'l-kura, ashab-el karye" gibi birleşik kelime olarak da zikredilmiştir. "Karye" (قرية) kelimesi aynı zamanda kökünde "toplamak" manasını taşıyan "Kur'an" kelimesi ile de kökteştir. Çünkü "Kur'an" kelimesi "toplamak, okumak, bir araya getirmek" manalarını taşır. Kelime karşılığı "okunan" demektir.

Kur'an-ı Kerim'de "karye" (قرية) kelimesi türevleriyle birlikte 56 defa zikredilmiştir.

"Karye" (قرية) kelimesi "belde" manasında olarak 16 defa zikredilmiştir.

"belde sakinleri" manasında olarak 17 defa zikredilmiştir.

"karyeteke" kelimesi "Mekke Halkı" manasında 1 defa zikredilmiştir. Bir öncekinde bahsedilen "belde sakinleri" ifadesi içindeki sayıya dahildir.

"karyetikum" kelimesi 2 defa zikredilmiştir.

"karyetena" kelimesi 1 defa zikredilmiştir.

İki belde yani Mekke ve Taif kastedilerek "Karyeteyn" kelimesi 1 defa zikredilmiştir.

"karye" (قرية) kelimesinin çoğulu olan "kura" kelimesi "beldeler" manasında olarak 15 defa zikredilmiştir.

"kura" kelimesi "beldeler sakinleri" manasında olarak 2 defa zikredilmiştir.

"Umm-el kura" kelimesinden kasıt "Mekke ahalisi"dir ve 2 defa zikredilmiştir.

Bakara Suresi 58. ayette kastedilen "karye", "Kudüs" veya "Eriha" şehirleridir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
"Karye" (قرية) kelimesinin en çok geçtiği sure A'raf Suresi'dir ve 10 defa zikredilmiştir.

Kur'an-ı Kerim'de geçen "karye" (قرية) kelimesiyle ilgili ayetlerin mealleri şöyledir:

Bakara Suresi 58.ayette mealen: "Hani bir zamanlar "Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve "hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız" dedik.

Yine Bakara Suresi 259.ayette mealen: "Veya (görmedin mi) o kimse gibisini (Uzeyr'i) ki, o (duvarları), çatıları üzerine çökmüş (harâb olmuş) bir şehre uğradı. “Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra kendisini diriltti. (Ona) buyurdu ki: “Ne kadar kaldın?” (O da) “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldım!” dedi. (Allah ona)şöyle buyurdu: “Hayır! Yüz yıl kaldın; şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak, bozulmamış! Bir de eşeğine bak (kemikleri dahi çürümüş)! İşte (bunlar) seni insanlara (öldükten sonra dirilmeye)bir delil kılmamız içindir; kemiklere de bak, onları nasıl birbiri üzerine kaldırıyoruz! Sonra da onlara bir et giydiriyoruz.” (Uzeyr, onun diriltilişini müşâhede ederek Allah'ın kudreti)böylece kendisine açıkça belli olunca şöyle dedi: “(Artık) biliyorum ki şübhesiz Allah, herşeye hakkıyla gücü yetendir.”

"karye" (قرية) kelimesiyle ilgili olarak en acip ayetlerden birisi Bakara Suresi 259.ayette bahsedilen Hazret-i Üzeyr'in kıssasıdır. Kıssanın hülasası şudur:

Hz.Uzeyir(a.s) bir gün merkebi ile bir virane karyeden geçerken biraz dinleneyim ve hatta karnımı doyurayım diye konaklamak istedi,yanında bulunan azığını yerkende gözü yıkık harabe evlere takıldı o anda kendi kendine''Allah acaba bu karyenin halkını nasıl diriltecek?'' diye düşündü.O anda Yüce Mevla O'nu öldürdü ve tam yüz yıl ölü olarak oracıkta bıraktı.Yüz yıl sonunda diriltince kendisine sordu. sen dedi ''burada ne kadar süredir duruyorsun'' Hz.Uzeyir sandı ki belki uyuya kaldım çok az bir süredir orada olduğunu düşündü ve öle söyledi Yüce Allâh 'a.Allâh-u Teala yiyeceğinin bozulmadığını ve ölmüş olan ve hatta kemikleri dağılmış olan merkebini nasıl tekrar dirilttiğini ve üzerine tekrar nasıl et giydirdiğini göstermiştir. Olan biteni tam anlamıyla kavrayınca Hz.Uzeyir (a.s) ''Şimdi görerek de inandım ki Allâh herşeye Kadirdir'' demiştir. Burdan gerisini İbni Abbas (R.a)dan rivayete göre Uzeyir (a.s) diriltilen merkebine bindiği gibi mahallesine geldiğinde hiç bir yeri ve kimseyi tanıyamadı.Tahmin üzere vardığı bir evin kenarında, evvelce kendilerinin cariyesi olan ancak o an için tanıyamadığı 120 yaşlarında bir nineye rastaladı, ihtiyar kadın hem kör hemde kötürüm idi, Uzeyir (a.s)ı tanıdığında 20 yaşlarında olan bu nineye ''Burası Uzeyirin evimi?'' diye sorunca O ağlamaya başlayarak ''Yüz sene oldu Uzeyiri kaybettiğimiz! Şunca yıldır adını ananı bile duymadık'' dedi. Uzeyir (a.s) ona: ''İşte ben Uzeyirim. Allâh beni yüz sene ölü sakladıktan sonra tekrar diriltti'' deyince Yaşlı kadın ''Uzeyir duası makbul biri idi, o halde dua et, Allah benim şu görmeyen gözlerimi görür kılsın'' dedi. Uzeyir (a.s) dua edip eli ile gözlerini sıvazlayınca ihtiyar kadın onu tanıdı. Uzeyir(a.s) elinden tutup Allahın izni ile kalk deyince oturduğu yerden kalktı ve beraberce İsrailoğullarının meclisine doğru gittiler, Oraya varınca ihtiyar kadın olan biteni bir bir anlattı, meclisde bulunanlar inanmak istemediler, Uzeyir(a.s)ın torunları bile pirivani bir haldeydiler, içlerinden biri ''Ben Uzeyirin oğluyum babamın sırtında kürek kemikleri arasında hilâl şeklinde siyah bir beni vardı '' dedi ve sırtını açtığında tabir ettiği beni görünce babasını hemen tanıdı ona kaybolan Tevrattan sordular ve tekrar yazdırmasını istediler Hz. Uzeyirde ezberi ile tekrar yazdırttı sonra aslını bulduklarında da bir harf bile şaşmadığını görünce (Haşa) ''Uzeyir Allah'ın oğludur dediler.''

Nisa Suresi 75.ayette; "Ya Rab! Halkı zalim olan bu şehirden çıkar" diye dua eden, Mekke'den Medineye hicret edemeyen müslümanların duasından bahsedilmiştir.

Enam Suresi 123. ayetin mealinde; "- “Mekke’de olduğu gibi her şehirde de ileri gelen mücrimleri/suçluları yüksek mevkilerde bulundururuz ki, oralarda hileler çevirsinler. Onlar böyle yapmakla kendilerini aldatırlar da farkında olmazlar" mealindeki ayet hakkında şunları söylemek mümkündür:

"Allah ileri gelenleri mücrim kılmıyor, bilakis mücrim olanlara mevki-makam veriyor. Yani adamlar, kendi özgür iradeleriyle suç işliyorlar. Allah da bunlara ayrıca makam-mevki vererek bunlar için ayrı bir imtihan kapısını açıyor. Onlar bu imtihanı da kaybediyorlar, yine suç işlemeye devam ediyorlar. “..ta ki oralarda hileler çevirsinler” cümlesinin Arapça metninde kullanılan “Lam” edatı, -ta’lil/sebebiyet için değil- akıbet lamıdır. Yani, “Onlar, netice itibariyle kendilerine verdiğimiz bu imkânları yanlış yolda kullandılar, hileler, dolaplar çevirmeye başladılar.”
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
A'raf Suresi 4.ayette mealen: "Hâlbuki nice şehirler var ki onları helâk ettik de azâbımız kendilerine geceleyin veya onlar (o memleketin halkı) kaylûlede (gündüz uykusunda) olan kimseler iken gelivermiştir." Bu ayette gece veya gündüz uykusunda iken helak edilen kavimlerden bahsedilmektedir. Nuh (AS)'un kavmi gece helak edilirken, Hud (AS)'un kavmi gündüz uykusunda helak edilmiştir. Burada geçen "evhum kâilûn" tabiri Risale-i Nur'da uyku bahsinde 28.Lem'ada uykunun üç nevi anlatılırken izah edilmiştir.

Yine A'raf Suresi 82.ayette: "Hâlbuki kavminin cevâbı (alay ederek): “Onları memleketinizden çıkarın! Çünki onlar fazla temizlenen insanlarmış!” demelerinden başka bir şey olmadı." Neml Suresi 56.ayette geçen ifade de bu ayete çok yakındır. Hz. Lût, erkeğin erkeğe yaklaşması (homoseksüellik) şeklindeki bu fuhuş çeşidini, daha önce hiçbir millette görülmemesi veya hiçbir millette görülmemiş ölçüde yaygınlaştırmaları ve aleniyete çıkarmaları sebebiyle onları eleştirdi; kendisinin güvenilir bir peygamber olduğunu, Allah'tan korkup davetine icabet etmeleri, hallerini düzeltmeleri gerektiğini söyledi ve bu yaptıkları sebebiyle onları "müsrifler" şeklinde niteledi. “Mâkul ve meşru ölçüleri aşan" anlamına gelen müsrif kelimesinin burada cinsel sapıklığı ifade ettiği anlaşılmaktadır. Kitap ve Sünnet'te zinanın cezası belirlenmekle beraber, sapıklık ve çirkinlik sayılarak yasaklanan eşcinselliğin cezası tayin edilmemiş; bu yüzden Müslüman âlimler bu suçun cezası hakkında taşlama (recm), yakma, üstüne duvar yıkma, yüksek bir yerden atmak suretiyle öldürme gibi farklı idam usulleri önermişlerdir. İmam Ebû Hanîfe ve diğer bazı âlimler ise ta'zîri (hâkimin uygun göreceği öldürme dışındaki bir cezayı) yeterli bulmuşlardır.

Yine Araf Suresi 88. ayette: "Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dedi ki: “Ey Şuayb! (Ya) mutlaka seni ve berâberindeki îmân edenleri memleketimizden çıkaracağız veya kesinlikle dînimizedönersiniz!” (Şuayb) dedi ki: “(Biz bu teklîfinizi) çirkin bulan kimseler olsak da mı?” Medyen ve Eyke halkının peygamberi olan Şuayb (AS)'ı kavimleri dinlemedikleri için Eyke halkı, buluttan yağan ateş yağmurlarıyla; Medyen halkı ise korkunç bir azap gürültüsüyle, bir yer sarsıntısıyla helak olup gittiler.

A'raf Suresi 94.ayette mealen; "İşte (biz) hangi şehre bir peygamber gönderdiysek, mutlaka oranın halkını sıkıntılar ve hastalıklarla yakaladık; tâ ki yalvarsınlar (ve îmâna gelsinler." ve devamındaki ayette; "Sonra kötülüğün (o darlığın) yerini, iyilik (bolluk)la değiştirdik. Nihâyet (mal ve evlâd cihetiyle) çoğaldılar ve: “Doğrusu atalarımıza (da zaman zaman böyle) darlıklar ve bolluklar dokunmuştu. (Bunun tehdîd edildiğimiz azabla bir alâkası yok!)” dediler de, kendileri hiç farkında değillerken onları ansızın yakalayıverdik." mealiyle insanın hep bir imtihan içinde olduğu, sıkıntıları Rablerinden bilenlerin kazandığı, bilemeyenlerin kaybettiğini kısaca beyan etmiştir.

Araf Suresi 96-97-98.101. ayetlerde: "Hem gerçekten o şehirlerin halkı îmân edip (peygamberlerine karşı gelmekten)sakınsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık; fakat (onlar, peygamberlerini) yalanladılar; bunun üzerine (biz de) onları, kazanmakta oldukları(günahlar) yüzünden (azâbımız ile) yakalayıverdik. Yoksa o şehirlerin halkı, kendileri uyuyan kimseler iken azâbımızın kendilerine geceleyin gelmesinden emin mi oldular? Veya o şehirlerin halkı, kendileri eğlenirlerken, azâbımızın kendilerine kuşluk vakti(güpegündüz) gelmesinden mi emîn oldular? İşte o şehirler ki, sana onların haberlerinden bir kısmını anlatıyoruz. Ve Celâlim hakkı için, peygamberleri kendilerine apaçık mu'cizeler getirdiler! Fakat daha önce(mu'cizeler gelmeden evvel) yalanladıkları şeylere, îmân edecek olmadılar. İşte Allah, kâfirlerin kalblerini (küfürlerindeki inadları sebebiyle) böyle mühürler!" buyurulmaktadır.

Yine A'raf Suresi 161.ayette mealen; "Bir zaman onlara şöyle denilmişti: “Şu şehre (Kudüs'e) yerleşin; ondan dilediğiniz yerde yiyin; (Yâ Rab! Bizi affet!)' deyin ve kapıdan secde eden (hürmetle eğilen)kimseler olarak girin ki sizin hatâlarınızı bağışlayalım. (Bu bağışlamadan sonra) yakında iyilik edenlere (mükâfâtlarını) daha da artıracağız.” İsrailoğullarına inen bu ayete maalesef İsrailoğulları itaat etmediler.

Yine A'raf Suresi 163.ayette: "Bir de onlara, o deniz kıyısındaki şehrin başına gelenleri sor. O sırada onlar cumartesi yasağına riayet etmiyorlardı. Cumartesi günü balıklar akın akın geliyorlardı, yasak olmadığı gün gelmiyorlardı. Yoldan çıkıp sapıklık yaptıkları için biz de onları işte böyle sınıyorduk." Burada bahsedilen şehir Akabe Körfezi ile Sina arasında deniz kenarında yaşayan bir kavim olsa gerektir. Onlara Cumartesi günü avlanmak yasak idi. Halbuki balıklar Cumartesi günleri kesretli bir şekilde oradan geçmekte ve ondan sonraki günlerde balık bulunmamaktaydı. İsrailoğullarının samimi olup olmadıklarını, Cenab-ı Hak, bu şekilde imtihan ediyor.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
İsra Suresi 16.ayette mealen; "Ve (biz) bir şehri (isyanları yüzünden) helâk etmek istediğimiz zaman, oranın şımarık ileri gelenlerine (Allah'a itâat etmelerini) emrederiz de (onlar) orada (emrimize)isyân ederler; böylece oraya (azab) söz(ü) hak olur; artık (biz de) orayı tamâmen mahvederek helâk ederiz." denilmiştir. Bir önceki ayette; "Peygamber gönderilmeyen hiçbir kavme azap edilmediği"nden bahsedilmektedir. Adem (AS)'den beri hep böyle olmuştur. Peygamberlere iman etmeyenler, önce peygamberler ile imana davet edilmişlerdir, bunlara ilk karşı gelenler ise halkın ileri gelenleri yani ayette geçtiği gibi "mutraf" yani zenginler, güç sahipleri, zalim idareciler olmuştur.
Kehf Suresi 59.ayette: "İşte zulmettikleri zaman kendilerini helâk ettiğimiz şehirler! Onları helâk etmek için de (gelmeyeceğini zannettikleri) bir zaman ta'yîn etmiştik."

Yine Kehf Suresi 77.ayette mealen; "Yine (berâberce) gittiler; nihâyet bir şehir ahâlîsine (Antakya'ya) vardıklarında, oranın halkından yiyecek istediler; fakat (onlar) bu ikisini misâfir etmekten kaçındılar. Derken orada (sanki) yıkılmak isteyen bir duvar buldular; (Hızır) hemen onu doğrulttu.(Mûsâ) “İsteseydin buna karşı elbette bir ücret alırdın” dedi." Burada Musa (AS) hikmetini anlayamadığı bir şeyi Hazret-i Hızır'dan soruyor. Zira devamındaki ayetlerde Hızır (AS) bunu niçin yaptığını izah edip hikmetini beyan ediyor.

Furkan Suresi 40.ayette mealen; "(Ey Resûlüm!) And olsun ki (bu müşrikler), belâ yağmuruna (taşa) tutulan o şehre uğradılar. Peki onu (oradaki helâk alâmetlerini) görmüyorlar mıydı? Hayır! (Onlar) tekrar dirilmeyi ummuyorlardı" denilerek şiddetli bir azaba uğrayan Lût (AS)'un kavminden bahsedilmektedir. İnsanlık tarihinin o zamana kadar görmediği iğrençliği yapan bu azgın kavmin yurtlarını Cenab-ı Hakk, alt üst etmiş ve diğer kavimlerden farklı olarak yerin dibine gömmüştür. Bu gün deniz seviyesinden en alçakta olan yer, Lut Kavminin bulunduğu yerdir.

Yine Furkan Suresi 51.ayette mealen; "Hâlbuki dileseydik, elbette her şehre (âkıbetlerinden haber veren) bir korkutucu(peygamber) gönderirdik." denilmiştir. Peygamber Efendimiz (ASM) ile bu hususiyet sona erdirilmiş yani O, Hatem-ül Enbiya olmuştur. O'ndan sonra her bir karyeye her bir şehre ayrı ayrı peygamber gönderilmemiştir. Onun için Mekke şehri "Ümm-ül Kura" ismini almış ve dünya şehirlerinin anası, merkezi halini almıştır.

Neml Suresi 34.ayette mealen; "(Melîke) “Şübhesiz hükümdârlar bir şehre girdikleri zaman orayı harâb ederler vehalkının şerefli kimselerini zelîl kılarlar. Evet böyle yaparlar!” dedi." Umumi bir kaide ile zalim hükümdarların zulmünden bahsedilmiş, bu vaziyet halen mevcuttur.

Ankebut Suresi 31.ayette mealen; "Nihâyet elçilerimiz, İbrâhîm'e (oğlu olacağına dâir) müjde ile geldiklerinde dediler ki: “Doğrusu biz bu şehrin halkını helâk edicileriz. Çünki oranın halkı, zâlim kimseler oldular.” denilmektedir. Melekler, İbrahim (AS)'e Hazret-i İshak'ı müjdeledikleri zaman, Lut (AS)'un kavminin bulunduğu şehrin helak edileceği haberini de verdiler. Bunun üzerine Hazret-i İbrahim (AS) onlara, "Orada Lut vardır" deyince, melekler: "Biz orada kimin olduğunu biliyoruz" diye cevap verdiler. Lut (AS)'a iman edenler oradan çıkarıldı ve şehre müthiş bir azap ile ceza verildi. Furkan Suresi 40.ayette onların azaba uğradığından bahsedilmişti. 34.ayette: "“Şübhesiz biz, isyân etmekte olduklarından dolayı, bu şehir halkının üzerine gökten dehşetli bir azâb indirici kimseleriz.” denilerek, Lut Kavminin hazin sonu beyan edilmiştir. Helak olan o şehirde Lut (AS)'un karısı dahil olmak üzere iman etmeyenler helak oldular.

Sebe Suresi 18.ayette: "Hem onlar(ın yurdu) ile kendilerini bereketli kıldığımız memleketler (Şam havâlisi)arasında, (birbirinden rahatça) görünen (mesâfelerde) şehirler meydana getirmiştik ve buralarda (kolayca gidip gelmek üzere) sefer etmeyi takdîr etmiştik. “Oralarda geceleri ve gündüzleri emniyet içinde kimseler olarak seyâhat edin!” (demiştik.)" Bu ayette Suriye, Filistin ve Şam beldelerinden bahsedilmektedir. Ayette 2 defa "kura" kelimesi geçmektedir.

Sebe Suresi 34.ayette mealen: "Biz her hangi bir memlekette (bir nezîr) tehlikeyi haber veren bir Resul gönderdikse her halde onun refah ile şımartılmış olanları dediler ki: "biz sizin gönderildiğiniz şeyleri tanıyamayız"

Yasin Suresi 13.ayette mealen: "Onlara şu şehir (Antakya) halkını misâl getir! Hani oraya (Îsâ'nın gönderdiği) elçiler gelmişti." Ashâb-ı Karye’nin kimler olduğu, gönderilen elçilerin ve îman eden kişinin isimleri Kur’ân’da bildirilmemiştir. Ancak rivâyetlere göre, “Ashâb-ı Karye” Antakya halkıdır. Söz konusu elçileri de Hz. İsa (a.s.) göndermiştir. Elçilere arka çıkıp îman eden kişi ise Habîbü’n-Neccâr’dır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Zuhruf Suresi 23.ayette mealen: "İşte böyle, (biz) senden önce de hangi şehre bir korkutucu gönderdiysek, mutlaka oranın ni'met içinde (şımarmış) olanları dedi ki: “Doğrusu biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, elbet biz de onların izlerine tâbi' olanlarız.” Aynen Sebe Suresi 34.ayette bahsedildiği gibidir.

Yine Zuhruf Suresi 31.ayette: "Ve dediler ki: “Bu Kur'ân, iki şehirden (birinde bulunan) büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” buyurulmaktadır. Burada bahsedilen şehirler Mekke ve Taif'tir.

Yunus Suresi 98.ayette mealen: "Buna rağmen (helâk ettiklerimizden, azâbımız kendine gelmeden önce) îmân edip de îmânı kendine fayda veren bir şehir (halkı daha) olsaydı ya! Ancak Yûnus'un kavmi müstesnâ. (Onlar) îmân edince, kendilerinden dünya hayâtındaki rezillik azâbını açıverdik (onlardan kaldırdık) ve kendilerini bir zamâna kadar (dünya ni'metlerinden)faydalandırdık." Bu ayette bahsedilen şehir halkı, Yunus (AS)'un kavmidir. Yunus (AS) aralarından ayrıldıktan sonra, Ninova şehrini korkunç bir kara duman kaplamıştı. Halkı, yaklaşmakta olan bu tehlikenin helak edici bir musibet olduğunu anlayınca derhal tevbe ederek yaptıklarına pişman oldular. Tevbelerinin kabulü üzerine, üzerlerindeki kara duman açılıp gitti, böylece helak edilmediler. Yunus (AS)'un kavmi helak olmayan kavimler içinde istisnai bir kavimdir.

Yusuf Suresi 82.ayette mealen: ""Hem orada bulunduğumuz şehir halkına, hem içinde bulunduğumuz kervana sor. Ve emin ol ki, biz kesinlikle doğru söylüyoruz." buyurulmaktadır. Bu ayette Yusuf (AS)'u bir hile ile kuyuya atan kardeşlerinin yalanından bahsedilmektedir.

Yine Yusuf Suresi 109.ayette: "(Ey Resûlüm!) Senden önce de (bedevîlerden ve kadınlardan değil,) şehirlerin halkından kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkeklerden başkasını (bir meleği, peygamber olarak) göndermedik. (O müşrikler) yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş, baksınlar! Âhiret yurdu ise, (günahlardan) sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz?

Hicr Suresi 4.ayette mealen: "Biz hiçbir memleketi (Allah katında) bilinen bir zamanı olmaksızın helak etmedik." buyurulmuştur. Tarihin sayfalarına baktığımızda helak olan her bir kavmin mutlaka Levh-i Mahfuz'da bu vakti yazılıdır. Ayet buna işaret etmektedir.

Nahl Suresi 112.ayette mealen: "Allah, bir şehri (Mekke'yi size) misâl getirdi. (Bu şehir) emniyet ve huzûr içinde idi, ona rızkı her taraftan bol bol geliyordu. Fakat (halkı) Allah'ın ni'metlerine nankörlük etti; Allah da onlara, (özene bezene) yapmakta oldukları şeyler sebebiyle açlık ve korku elbisesini tattırdı!" buyurulmaktadır.

İsra Suresi 58. ayette mealen: "Hiçbir şehir yoktur ki, biz kıyâmet gününden önce helâk edicileri veya şiddetli bir azâb ile azâb edicileri olmayalım. Bu, kitabda (Levh-i Mahfûz'da) yazılmıştır."

Enbiya Suresi 6.ayette mealen: "Onlardan önce, kendisini helâk ettiğimiz hiçbir şehir (halkı) îmân etmemişti; şimdi onlar mı îmân edecekler?", 11.ayette: "Hâlbuki (halkı) zâlim olan nice şehirleri kırıp geçirdik; onlardan sonra da başka kavimler meydana getirdik.", 74.ayette mealen: "Lût'a da (vahyettik)! Ona da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan o şehirden kurtardık. Gerçekten onlar, kötü bir fâsıklar topluluğu idiler." ve 95.ayette mealen: "Helâk ettiğimiz bir şehrin (halkının mahşer günü bize) dönmemeleri, şübhesiz ki mümkün değildir." buyurulmaktadır. Burada da ayet ve deliller getirildiği halde iman etmeyen kavimlerin ve azgınlık eden milletlerin helaki bahsedilmektedir.

Hac Suresi 45.ayette: "Nitekim o (halkı) zâlim olan nice şehirler vardır ki, onları helâk etmişizdir. Şimdi o, duvarları çatıları üzerine çökmüş (harâb olmuş) bir hâldedir; kullanılmaz hâle gelmiş nice kuyular ve (bomboş) kalmış nice yüksek saraylar (hep sâhibsiz kaldılar)!" ve 48.ayette: "Hem o (halkı) zâlim olan nice şehirler vardır ki onlara mühlet verdim, sonra onları(azâbımla) yakaladım! Dönüş ise, ancak banadır" buyurulmuştur. Baki olan yalnız Allah (CC)'tır. İnsanlar ve şehirler ölmeye, çürümeye, helak olmaya namzettirler.

Şuara Suresi 208.ayette: "Bununla birlikte hangi memleketi, helak ettikse muhakkak onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur." Nitekim İsra Suresi 15.ayette peygamber gönderilmeyen hiçbir kavmin helak edilmediği bahsedilmektedir.
Kasas Suresi 58.ve 59.ayette: "Hâlbuki (bol ve rahat) geçimleri ile şımarmış nice şehir (halkını) helâk ettik. İşte şu (harâb olmuş) meskenleri! Kendilerinden sonra (oralarda) ancak pek az oturulabilmiştir. Çünki (onlara) vârisler, biz olmuşuzdur. Rabbin ise, onların ana (şehir)lerinde, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe o memleketleri helâk edici değildir. Zâten (biz), halkı zâlim kimseler olan şehirlerden başkasını helâk ediciler değiliz" 59.ayette 2 defa "kura" kelimesi geçmektedir.

Muhammed Suresi 13.ayette: "Seni (kendi içinden) çıkaran (hicrete zorlayan) memleketinden (o Mekke müşriklerinden) kuvvetçe daha çetin (insanlarla dolu) nice şehirler de vardır! Onları helâk ettik; onlara yardım eden de olmadı."
Talak Suresi 8. ayette: "Nice şehirler (halkı) vardır ki, Rablerinin ve O'nun peygamberlerinin emrine isyân ettiler de onları şiddetli bir hesâb ile hesâba çektik ve onları görülmemiş bir azabla cezâlandırdık."

Enam Suresi 92.ayette: "Ve işte bu (Kur'ân), mübârek, kendinden önceki (kitab)ları tasdîk edici olarak, bir de şehirlerin anası (olan Mekke'nin ahâlisi)ni ve etrâfındaki kimseleri korkutasın diye onu(sana) indirdiğimiz bir kitabdır. Ve âhirete îmân edenler, ona (o Kur'ân'a) îmân ederlerve onlar namazlarına devâm ederler." Burada şehirlerin anası tabiriyle "Mekke" şehri kastedilmektedir.

Yine Enam Suresi 131.ayette: "Bu (peygamberlerin gönderilmesi) şundandır ki, Rabbin, ahâlisi (yaptıkları işin mes'ûliyetinden) habersiz kimseler iken (bir peygamber göndermeden) şehirleri (halkın işledikleri) zulüm sebebiyle helâk edici değildir!"

Hud Suresi 100. 102.ve 117.ayette: "(Habîbim, yâ Muhammed!) Bunlar (helâk edilen) şehirlerin haberlerindendir ki, onu sana anlatıyoruz; onlardan (hâlâ) ayakta olan da vardır, biçilmiş (ekin gibi yok) olan da! İşte, (halkı) zâlim bir hâlde bulunan şehirleri (azâbıyla) yakaladığı zaman, Rabbinin yakalaması böyledir. Şübhesiz ki O'nun yakalaması, pek elemlidir, pek şiddetlidir - Rabbin o şehirleri, ahâlisi (kendi hâllerini ve diğer insanları) ıslâh eden kimseler iken, zulümle helâk edecek değildi."

Ahkaf Suresi 27.ayette: "And olsun ki, etrâfınızdaki (birçok) şehirleri (böyle isyanları yüzünden) helâk etmişizdir; belki (inkârlarından) dönerler diye âyetleri tekrar tekrar açıklamışızdır." denilmektedir.

Haşr Suresi 7. ayette: "Allah'ın, (fethedilen) memleketler halkından Resûlüne verdiği ganîmetler, Allah'a, peygambere, (ona) akrabâ olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âiddir; tâ ki (o mallar) içinizden sâdece zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın! Peygamber size ne verdiyse, artık onu alın; size neyi de yasakladıysa, ondan hemen kaçının! Allah'dan sakının! Şübhesiz ki Allah, azâbı pek şiddetli olandır."

Yine Haşir Suresi 14.ayette "(O yahudiler) toplu olarak sizinle savaşamazlar; ancak muhâfaza altına alınmış şehirlerde veya duvarların arkasından (korka korka harb ederler). Kendi aralarındaki savaşları şiddetlidir. (Sen) onları toplu sanırsın; hâlbuki kalbleri dağınıktır! Bu, şübhesiz onların(haklarında neyin hayır olduğuna) akıl erdirmeyen bir topluluk olmaları yüzündendir." buyurulmaktadır.

Şura Suresi 7. ayette: "İşte sana böyle Arabca bir Kur'ân vahyettik ki, şehirlerin anasını (Mekke'yi) ve onun etrâfındaki (bütün yeryüzü belde)leri(ni) korkutasın ve (geleceği) hakkında hiç şübhe olmayan o toplanma günü (kıyâmet) ile (onları) korkutasın! (O gün) bir kısım (insanlar) Cennette, bir kısım (insanlar) da alevli ateştedir." Yine bu ayette bahsedilen "ümm-el kura" tabiri "Mekke" için kullanılmıştır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
"Karye" kelimesiyle tesmiye edilen beldeler ve köyler şunlardır: "Atabey, Barla, Bedre, Nurs, Kuleönü, Sav (Sava), Aras, İslam, Nurşin, Pirmis, Dize"
"Karye" kelimesi;
Sözler: 1
Mektubat: 3
Şualar: 7
Mesnevi-i Nuriye: 1
Barla Lahikası: 6
Kastamonu Lahikası: 15
Emirdağ Lahikası:4
Sikke-i Tasdik-i Gaybi: 7
Tarihçe-i Hayatı: 6 defa olmak üzere Risale-i Nur'da toplam 50 defa zikredilmiştir.
 
Son düzenleme:
Üst