Kitap Tanıtımları

ASHAB-I BEDR

Well-known member
DURRSADEF+01.jpg


Her öz bir kabuğa muhtaç...

Hz. Peygamberi (a.s.m.) sevmek, bir yönüyle onu tanımaya matuf adımlar atmaya bağlı kanaatimce. Zira hüsün/güzellik sahiplerini tanımak onlara olan muhabbeti ziyadeleştirir. Tıpkı kem karakterlileri tanımanın onlara olan soğukluğu, burudeti, buğzu ziyadeleştirmesi gibi...

Bilmek tanımakla; tanımaksa sevmekle yakından alakalıdır böyle güzel insanlarda. Böyle insanlar, her hallerine aşina olmanın hayranlığı noksanlaştırdığı değil, muzaaf hale getirdiği insanlardır. İnsan-ı kamil, onlardır. Hakiki kemal ve hüsün de zaten odur ki; başka hiçbir nedene/menfaate ihtiyaç olmadan, hiçbir sebep bulunmadan da onlar sevilebilir. Hatta insan düşmanı dahi olsa, ondaki o kemali takdir eder, övgüyle yâd eder, ister istemez metheder...

Hele bahis mevzuu insan eteğine çamur konmamış Güzeller Güzeli (a.s.m.) olursa, bu muhabbetin tanımakla alakası giderek artar diye düşünüyorum. O bilindikçe, bilmekten mütevellit karşı konulmaz bir hayranlık hissi her ruhu kaplar. Kaplamıştır ki, kendisi hakkında yalnızca İslam âlemi değil, müslüman olmayanlar bile kemaline dair şeyler söylemişlerdir.

Onunla muasır olamadığına üzülen Prens Bismark, koyduğu kanunların enginliğine hayranlığını belirten Geothe ve onun büyük hürmete layık olduğunu tekrar be tekrar ifade eden Tolstoy gibiler aslında Fahr-i Kainatın bu noktasını vurgulamış, bu yönüne kendi imzalarını atmışlardır. Bu imzalar bugün sayamayacağımız kadardır. Üstüne eserler telif edilecek kadardır.

Fakat ben bu yazıda, Allah Resulü’nün bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum yeni bir kitap vesilesiyle. O da Beidüzzaman’ın Mucizat-ı Ahmediye Risalesi’nde dikkatleri çektiği şu noktadır ki; altıncı esasta onu pek veciz ifade eder: “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ahval ve evsâfı, si*yer ve tarih suretiyle beyan edilmiş. Fakat o evsaf ve ahvâl-i galibi, beşeriyetine bakar. Halbuki, o zât-ı mübarekin şahs-ı mânevîsi ve mahiyet-i kudsiyesi o de*rece yüksek ve nuranîdir ki, siyer ve tarihte beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor, o yüksek kıymete muvafık düşmüyor.”

Bediüzzaman’ın bu siyer üzerine geliştirdiği eleştiriyi ben de maalesef yıllardır okuduğum siyer tarzı eserlerde müşahade etmekteyim. Maalesef klasik siyer tarihi yazarları ve onların bugünkü emanetçileri (Allah onlardan razı olsun) Hz. Peygamberin (a.s.m.) hayatını, savaşların dönemselliğine hapsederek bir nevi onun hayatının ayıraç noktaları olarak “siyasi kimliğini” kabul ediyorlar. Bu haliyle böyle bir siyer anlayışı klasik tarih yazımıyla uyum göstererek belki gözümüze tanıdık geliyor. Fakat onların arkasında Bediüzzaman’ın dikkat çektiği şahs-ı manevî güzellikleri bir derece perdeli kalıyorlar.

İşte bu ay Nesil Yayınları’ndan çıkan bir eser, bu noktada bana ümit verdi. Klasik siyer anlayışımızın dışında farklı bir Hz. Peygamber (a.s.m.) hayatının da yazılabileceğini öğütledi.

Emine Fikriye Hanım’ın Peygamber Efendimizin (a.s.m.) hayatının daha az bilinen çocukluk dönemine hasrettiği bu çalışma, ayrıca, Allah Resulünün nasıl bir ortamda dünyaya geldiğini, o dönemde Haşimoğulları ekseninde nasıl bir hayat yaşandığını ve Yahudilerle yaşanan sorunları da gündeme getiriyor, aktarmaya çalışıyor.

Tabii bu noktada en büyük avantajı; dil ve üslubu... Bunu bir roman edasıyla yaparak böylesi biyografik çalışmaların en büyük nakisesi olan sürükleyicilik sorununu da çözmüş oluyor. Kimi bölümlere iliştirdiği tasavvuf kokulu mesajlarla ve Esma-i Hüsna dersleriyle romanı, öğreticilik yönüyle daha dolu bir hale getiriyor Emine Fikriye Hanım. Hatta bazı bölümlerde öyle bilgiler aktarıyor ki, bunların pekçoğunu ben de daha evvel başka siyer kitaplarında okumuş değildim, şaşırdım.

Kitabın bir diğer zenginliği bana göre Hz. Peygamberin (a.s.m.) hayatını sadece onun hayatından ibaret görmeyişi ve göstermeyişi... Daha öncesinde babası Abdullah’ın ve annesi Amine’nin, hatta dedesi Abdulmuttalib’in de duygu ve düşünce dünyasına kitapta yer verilmesiyle eser daha da zenginleşiyor. Hem Hz. Peygamberin (a.s.m.) düşünce dünyasının anlaşılması açısından ortaya çıktığı dönemin şartlarının da başka gözlerden irdelenmiş olması mühim.

Mesela bence Fahr-i Kainatın hayatını annesinin hayatı eksenine oturtarak anlatmak, bir çocuğun terbiyesinin belki yüzde sekseninin kaynağı annesi olduğu kabul edilirse, el-Emin olan Muhammed Mustafa’nın (a.s.m.) bu emniyet dersini kimden aldığını göstermesi açısından da önemli. Hem şahs-ı manevisinin bir köşesini daha ortaya çıkarmak noktasında kıymetli...

Evet, bizim yeni siyer okumalarına ihtiyacımız var. Tek nirengi noktasının siyasi olaylar olmaldığı; savaşlara, antlaşmalara bağlı anlatılmamış ve yazılmamış siyerlere muhtacız. Hatta belki Hz. Peygamberin hayatını sadece bir konuyu esas alarak (mesela şefkatini, mesela ismetini, mesela sadakatini) anlatan ve olayları bu eksende bir manevî iğne ile birbirine dokuyan konu bazlı tarihçelere çok muhtacız.

Hem Hz. Peygamberin (a.s.m.) hayatını sadece ansiklopedik bilgi olarak değil, roman diliyle de, şiir diliyle de, her türlü sanatsal ve edebî söylemle de tekrar temaşa etmeye ihtiyacımız var. Zira o hepimizin peygamberi ve hepimizin onda bir hakkı var. Her insan dünyayı kendi penceresinden görür, biz birbirimizin pencerelerine de muhtacız bakışımızı zenginleştirmek için. Birbirimizin düşünce dünyasından, marifet ikliminden daha ziyade istifade edebilmek için...

Ahmet Ay
 
Üst