Zübeyir Ağabey'den Hatıralar

Hersiniyen

Well-known member
Zübeyr GÜNDÜZALP
Ağabeyden Hatıralar

zubeyirabimt8.jpg



1- Üstad Hazretleri sabah dersinde bir gün çok uzatmıştı. (8-10 saat olmuştu) Biz çok yorulmuştuk. Fakat yorulduğumuzu ihsas etmemeye çalışıyorduk. nihayet Üstad Hazretleri bize, "Hepiniz gidebilirsiniz. Ben devam edeceğim. Ben dersi kendi nefsime okuyorum.." dedi.

2- "Said ellibin nefer kuvvetindedir." bahsini okurken, Üstad Hazretleri. "Bir zaman gelecek Nurcular elli milyona çıkacaklar, buna bir işarettir." demiştir.


3- Üstadımıza İzmir'den Nur Talebeleri mektubla soruyorlar. "Nurların tab'ı için bir matbaa kurmak niyetindeyiz. Ne dersiniz?" Üstad Hazretleri, kısa bir cevab yazıyor ve diyor ki: "Matbaacılar Nurcu olacaklar."

4- Yine aynı mes'elede Said Özdemir Ankara'dan yazıyordu ki, "Matbaacılar istediğimiz vakit kitabları vermiyorlar. Siparişleri gönderemiyoruz. Zararımız oluyor." dedikten sonra matbaa kurmak istediklerini ve ince hesablarını dahi yazıyor. Üstad Hazretleri bir kaç kelime ile cevab yazıyor: "Çendan otuz lira zararımız olur, fakat otuz bin lira ihlâstan kârımız vardır." (Böylece, Üstad Hazretleri ehl-i hizmeti Nur'un hizmetinden başka şeylerle meşgul etmiyordu.)

5- Zübeyr Ağabey, İslâhiye'ye ilk gittiği zaman hizmet edebilmek için orta mekteb talebelerine veli oluyor. Müdürle tanışıyor. Civar kazalara gidiyor ve bazı talebelere bedava ders veriyor. Böylece bir cemaat taşekkül ediyor."

6- Zübeyr Ağabey İslâhiye'de iken birisi yanına gelip,diyor: "Ben Aleviyim." Ağabey de gayet samimane, "Oo maşâallah, ben de Aleviyim." diye sarılıyor." Hazret-i Ali (r.a) nasıl amel etti ise, öyle Aleviyim." diyerek boğazını işaret ediyor. "Onun için canımı veririm." Adam da. "Hocalar bize zındık diyorlar." deyince "Siz onlara bakmayın, cahil halk hocalarla aranızda laf götürüp getirerek öyle olmasına sebebiyet verdiler." diyor, adam da dost oluyor.

7- Üstad Hazretleri Emirdağı'nda iken Mısır'dan mühim bir zat geldi ve Üstadı Mısır'a da'vet etti. Üstad Hazretleri, ona dedi ki: "Bana Yıldız Sarayı'nı tahsis etseler veyahud (kolunu işaret ederek) böyle böyle kesseler, yine ben burada kalmaya mecburum."

8- Üstad Hazretleri Isparta'da dere boyunda yürürken, Ağabeylere dedi ki: Birbirinin aynı olan iki taş bulun." Diğer bir defa da "Birbirinin aynı olan iki dağ gösterin." dedi ve ilâve etti: "Hiçbir şey tesadüfî değildir."

9- Üstad Hazretleri İstanbul'a geldiğinde Patrik Athenagoras'a giderek, odasına girdiği zaman Patrik ayağa kalkarak hürmetle yer göstermiş. Üstad Hazretleri, ona demiş: "Allah'ın bir olduğuna inanıyor musun? Resul-i Ekremin (A.S.M.) son Peygamber olduğunu tasdik ediyor musun?" O, cevaben "Evet." demiş. " Öyle ise bunları etbaına tâmim ve tebliğ et!" deyince, Patrik, ezile büzüle: "O zaman beni bu makamda tutmazlar, yapamam." deyince Üstad Hazretleri derhal kalkıp, dışarı çıkmış.

10- Roma'daki Papa'ya da aynı yıllarda Risale-i nur göndererek, mektubunda kısaca: "Biz Allah'a inan-anlar küfre karşı beraberiz.." demiştir.

11- Üstad Hazretleri, Şemseddin Yeşil'e bir kaç def'a Zübeyr Ağabeyle selâm göndermiş. Onun da Üstada hürmeti vardı. Afyon hapsinde iken Üstad hazretleri ona demiş: "Lâ ilâhe illallah diyenlerle beraberiz. Füruat mes'elelerini nazara vermemeliyiz."

12- Üstad Hazretleri şöyle dedi: "Said mecliste D.....'la karşılaştı. Ona: "Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur." derken, Said'in haberi yok idi ki, iki parmağını onun gözüne doğru uzatmış. O zamanlar bir de Sükût kanunu (Üstad Hazretleri, takrir-i sükûn kanununa böyle diyordu) çıkmış, uymayanlara idam cezası ver-iliyormuş. Said'in ondan da haberi yok! Amma, D..... titredi, ilişemedi, te'vile kaçtı. "Öyle demek istemedim." dedi. Yalan söylüyor."

13- Eserleri dışarda yazmak isteyen Ağabeylere Üstad evvelâ izin vermiş. Fakat bu tedbirsizlik olduğun-dan, arama yapılıyor. Üstad, böylece fiilen ders vermiş oluyor. Isparta'da yeni te'lif edilen eserleri Üstad Hazretleri, bir kaç kişinin zorla yerinden kımıldatabileceği ağır ve dolu bir bidonun altına koyuyor.

14- Üstad Hazretleri, 1952'de İstanbul'a geldiği zaman Mehmed Fırıncının evinde ziyaretine gelen Üniversiteli Nur Talebelerinden biri Hukuk Fakültesi, diğeri Orman Mühendisi ile görüşmesinde, Üstad Hazretleri Orman Mühendisine mektebi bitirdiğine göre ne yapmak niyetinde olduğunu soruyor. Mühendisin fikri büyük işler çevirmek olduğundan, hem dünyaya hem âhirete çalışacağını söylüyor. Bunun üzerine Üstad Hazretleri diyor ki: "Hocalar yanlış anlatıyorlar. Bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terketmekle olur.." Mal ve câha arzusu çok olan hukuktaki diğer talebeye "Köy hocası olursun, hem geçinirsin, hem hizmet edersin."

15- Üstad Hazretleri Afyon'da iken ziyaretine bir içki satıcısı, iriyarı bir adam geliyor. Onunla beraber kendini göstermek isteyen bir hafiye de geliyor. Zübeyr Ağabey, Üstad Hazretlerine bir sorayım diyor. Üstad Hazretleri, "Çağır onları." diyor. Yanına gelince Üstad Hazretleri hiç sormadan içki satan adama: " Tam tam kardeşim, senin gibi kahraman cesur bir kardeş bana lâzımdı" deyince hafiye, "Efendim, bu içki satan bir adamdır. Biz buna (Sarı Bomba) deriz." Üstad Hazretleri, "Yok, yok .." diyerek onu susturuyor ve diğerine ders vermeye devam ediyor. "Seni duama dahil edeceğim. Yalnız sen fırsat buldukça farz namazlarını kılarsın. Hem camiye gitmeye lüzum yok. Dükkânının bir köşesinde kılarsın." diyor. Sonra hafiyeye dönerek. "Bende öyle bir kuvvet var ki (Eliyle işaret ederek) istesem bu şehrin altını üstüne getirebilirim." der. Sonra hafiyeyi bilmezlikten gelip, gûya onunla gizli ve enteresan bir mes'eleyi istişare ediyor. Neticede "Korku elimi tutmamış." diyor. Hafiy-ede bet beniz atıyor. İki ziyaretçi de dışarı çıkıyorlar.

16- Zübeyr Ağabey, üç sene sonra tekrar Afyon'a gittiğinde o içki satıcısı adamı, dükkânını manifatura mağazası yapmış ve beş vakit namazını kılıyor bulmuş.

17- Isparta'da bir hafiye, terzi Rüşdü Çakın Ağabeyi sık sık ziyaret ediyor ve onu yıldırmak için de: "Hafi-yeler takib ediyor, Üstadın yanına gitmeyelim." diyormuş. Rüşdü Ağabey de ona "Serçeden korkan, tarlasına arpa ekmesin." demiş

18- İhtilâlde Konya'da Zübeyr Ağabeyi üç dört hafiye takib ediyor. Dersaneye veya kardeşlarin evine gitmi-yor, bir otelde kalıyor. Takib edildiği halde bilmezlikten geliyor. Sabah namazında aşağıya inince otelciye camiye gideceğini söylüyor. Bağ içinden geçerek, eşyalarını alıp bir çuvala dolduruyor ve bir işleğe yükleyip bir çocukla buluşma yerine gönderiyor. Kendisi de bir kereste kamyonu ile gelerek eşyalarını alıp Ankara'ya gidiyor. Böylece hafiyeleri atlatıyor. Merhum Bayram Ağabey çıkarmış!

19- Üstad Hazretleri Zübeyr Ağabeye sormuş: "Benden evvel mi, sonra mı ölmek istersin?" Zübeyr Ağa-bey demiş: "Ben Üstadsız yaşayamam, evvel ölmek isterim." Üstad Hazretleri demiş: "Tenbel! Kabre girip yat-mayı, rahatını düşünüyorsun. Kalacaksın. Azab çekeceksin."

20- Üstad Hazretlerinin hizmetinde her birimiz bir iş yapardık. Birimiz leğeni, diğerimiz ibriği v.s. tutup bir şeyle meşgul olurduk ve hizmete ortak olurduk.

21- Emirdağı'na giderken arabada önde Zübeyr Ağabey'le Ceylan Ağabey, arkada da Üstad Hazretleri ile Sungur Ağabey oturuyor. Üstad Hazretleri, Sungur Ağabeye bir ara öndekileri gösterip "Bunların ikisi de şehid-dir." diyor. Seneler sonra Ceylan Ağabey şehid olunca, o ara Van'da bulunan Sungur Ağabey Zübeyr Ağabeye yazdığı mektubunda diyor: "Üstadımızın bir keramet-i gaybiyesi zâhir oldu!" Zübeyr Ağabey o zaman anlayamıyor. Çünkü, Üstadın dediğini o zaman işitmemiş. Sonra Sungur Ağabeye sorarak anlamış.

22- Üstad Hazretleri hatalarımızı toplar, biriktirir, sonra ufak dünyevi bir mes'eleyi bahane ederek şiddet ve hiddet eder. O ufak mes'eleden nefsimden bir i'tiraz gelirken, Üstad Hazretleri dedi: "Avukat gibi nefsini müdafaa ediyorsun. Nefsin seni aldatmış. Aklın taallûk etmiyor. Ruhunu feda etmişsin amma, nefsini feda etmiy-orsun!"

23- Üstad Hazretleri, Abdullah Ağabeye, mekteb dolayısı ile "Çok tevbe et!" dediği gibi, Zübeyir Ağabeye de, me'muriyetinden dolayı aynı şeyi söylüyor: "Çok tevbe et!" Merhum Bayram Ağabey çıkarmış!

24- Zübeyr Ağabey, Emirdağ'ında Üstad Hazretleri ile kıra çıktığında Üstadın arkasından giderken takke giymişmiş. O sırada Kaymakam araba ile arkadan geliyormuş. Dere üzerindeki köprüden geçerken Üstaddan çekinen kaymakam hiç ses çıkarmadan arkadan takib ediyormuş. Üstad Hazretleri ağır ağır yürüyor. Sonra iki jandarma ile Zübeyr Ağabeyi çağırtıyor ve diyor: "Neden şapka giymiyorsun?" "Kaymakam Bey dikkat et. Bir şapka 40-50 lira, takke bir kaç liradır. Güneş başıma vurmaması için yanımda bulunan takkeyi giydim." deyince "Sizinle konuşulmaz" diyor fakat mahkemeye veriyor. Bir kaç celse devam ettikten sonra insaflı bir hakim tayin edildiğinden beraet ediyor.

25- Üstad Hazretleri Emirdağ'ında bir gün zile basıp Zübeyr Ağabeyi çağırıyor: "Bir sepet bul, kapalı ol-sun." diyor. Zübeyr Ağabey sepeti bulup getiriyor. Üstad Hazretleri "Bu kitabları içine koy ve sıkı sıkı sar" diyor. Sepet hazır olduktan on dakika sonra bir zat geliyor. "Ben Çaldıran'dan geliyorum, Üstadı görmek istiyorum." diyor. Durumu bildirince Üstad Hazretleri: "Hemen gelsin" diyor. O zat içeri girer girmez Üstad Hazretleri: "Tam tam ... zamanında geldin kardeşim. Benim İran'da bir talebem var. Oranın büyük ülemasındandır. Bu sepeti ona verirsin." diyor ve biraz ders verdikten sonra adamı uğurluyor. (Kısa bir zaman sonra o adamın arkadaşı Üstadı ziyarete geldiğinde olanları anlatıyor.) Adamın iyi koşan bir atı varmış. Sepeti yükleyip yola çıkıyor. Sür'atle hududu geçerken jandarmalar ateş açıyor. Bir mermi dahi isabet etmiyor. Üstad Hazretlerinin talebesi olan İran'daki ülemayı buluyor ve emaneti veriyor.

_________________________________________________
26- Üstad Hazretleri bir gün kırdan dönerken, ayyaş bir adama ders verip ayrılıyor. Onları takib eden hafiye o adamı sıkıştırıyor. "Sana ne söyledi?" diyor. Ayyaş diyor: "Ben artık abdest alıp namaz kılacağım ve kötülüklerden vazgeçeceğim. Ona da hizmet edeceğim. Eğer ona ilişirseniz, bilirsin ben belâlı bir adamım"

27- Üstad Hazretleri bizi çağırır, odasına gidince " Ne için çağırdım, unuttum." derdi. Fakat otuz sene evvel te'lif ettiği eserin aslına bakmadan tashih eder. Ankara'da tab' esnasında tashihleri Ağabeyler okuyorken, Üstad Hazretleri yemek gibi bir meşguliyet ile beraber dinliyor ve bir kelime eksik ise düzeltttiriyor. Diyor ki "İmana dâir olmadığı için unutuyorum." (Tahiri ve Zübeyr Ağabeyler)

28- Üstad Hazretleri Ceylan Ağabeye dedi: "Senin hayatın uhrevidir. Dünyevi olsa da pek azdır."

29- Üstad Hazretleri Ankara'dan ayrılırken Menderes'e haber göndererek diyor: "Ben gidiyorum, Menderes benim peşimden gelsin" Üstadın vefatından sonra onun da ölmesi bu hakikatı isbat eder.

30- "Birgün Emirdağ'da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç hizmetkârıyla bir çınar ağacına gittik. Üstad çınar ağacına çıktı. 'Burası benim medresemdir, ders okuyun' dedi. Biz de okuduk. 'Duymuyorum' diyerek faytonda olan iple üç kişi belimizden ağacın gövdesine bağladı ve bize iki-üç saat ders yaptı. "Umumî bir vasıta ile birgün Eskişehir'e gidiyoruz. Yanımızda da bir yabancı vardı. Sigara içiyordu. Ben de hiddetlenmiştim. Adama tokat vursam veya lâf söylesem Üstad Hazretleri kızacak diye düşünürken, baktım, Üstad Hazretlerinin yanında bir kişilik yer açıldı. Kalktım, oraya oturdum. Üstadımız ise hiçbir şey söylemedi, sükût etti. "Birgün otomobille büyük bir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, 'Ekmeği sizin, tefekkürü benim' dedi.

31- "Üstad seher namazını eda ettikten sonra, bir bardak limonlu çay içerdi. Hz. Üstadımız her ne zaman olursa olsun, çaya ve limon konulacak yemeklere limon damlatırdı. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri asıl yemeği kuşluk zamanında yerdi. Öğle vakti pek az, birkaç lokma bir taam alırdı. İkindi namazından evvel asıl yemeği yerdi. Ancak akşam namazından sonra okuyacağı esnada limonlu bir bardak çay içerdi. Yatsı namazından sonra Resul-i Ekreme (a.s.m.) imtisalen hemen yatardı. Yatmadan evvel küçük bir lokmacık taam yerdi. Sonra 'Âyete'l-Kürsî' yi okur, yatardı. Seher vaktinden çok evvel kalkar, evradını okurdu, sabah namazından evvel veya sonraya kadar. Sabah namazını erken edâ ederek yanında bulunan hizmetkârlarına, basılan kitaplardan ders yaptırır, kendisi de eski hurufla yazılı aslından takip ederdi. Üstad Hazretleri çorba olarak pirinç ve şehriye yerdi. İçine yumurta kırdırırdı. (Bunu 75 yaşından sonra yerdi. Yemeğin üzerine 4-5 habbe üzüm yerdi. Her habbeyi yiyişinde Besmele okurdu. 75-80 yaşlarında ömrünün sonuna kadar gördüğüme göre, kabuklarını soyar, çekirdeklerini çıkarır, yanındaki hizmetkârlarına lutuf ederdi.

32- "Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri bir âyet-i kerimeye mânâ vererek, bir camide vaaz veriyor. Camide bulunan âlimler, şeyhler, ahali öyle müessir ve emsalsiz tefsiri, kütüb-ü İslâmiyede ve Kur'ân tefsirlerinde göremiyorlar. Çok hayran olup Üstadımıza minnettar oluyorlar. Fakat kıskanç bir şeyh, iki mürîdine emrediyor. 'Bediüzzaman'ı, sık sık gelip geçtiği şu tenha geçitte akşam namazından sonra mavzerle vurun!' diyor. Şeyhin müridleri aynı günde akşam namazından sonra, mezkûr geçitte Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin oradan geçmesini bekliyorlar. Hazreti Üstad geçide yaklaşınca o iki mavzerli müridleri görüyor. O iki mürid de Hazreti Üstadı görür görmez mavzerleri hemen kaldırıp Üstada ateş etmek üzere iken, kolları felç tutmuş gibi oluyor, mavzerler yere düşüyor. Merhum Üstad-ı Pâkimiz o iki müridin omuzlarına mübarek kollarını koyuyor ve 'Kabahat sizin değildir, ben size hakkımı helâl ediyorum' diyerek yoluna devam edip tek başına gidiyor. "Bu harikulade hâdise o gün şâyi oluyor. Merhum Üstad o zamanlar çok genç olduğundan, yaşlı ve büyük bazı âlim ve şeyhler, Üstadın 'Bediüzzaman' lâkabını benimseyemiyorlardı. Fakat bu hâdiseden sonra hakikaten Üstadımız Said Nursî Hazretlerinin 'Bediüzzaman' olduğunu tasdik ve takdir ediyorlar."

33- Günün birinde, Pakistan devlet adamlarından Ali Ekber Şah'ı, Emirdağ'dan yolcu etmek için; bu zatla birlikte on kilometre kadar yola iştirak ettikten sonra, Ekber Şah'la vedalaşırken, karşı istikametten gelen başka bir arabadan da, sevgili Kur'an talebesi Zübeyir Gündüzalp çıkagelmişti nurlu Üstadın yanına. Bu esnada Üstad şunları ifade ediyordu: "Biz bir veziri uğurlamaya geldik, başka genç bir veziri de karşılamaya gelmişiz!" Bu vedâ ve mülakattan sonra ise nurlu Üstad: "Hayır hayır, ben Zübeyir'i karşılamaya geldim!" diye düşüncelerini dile getiriyordu.
34- Kendisini tedavi etmek isteyen doktorlara: "Ben Risale-i Nur'larla insanların ve İslâmların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuştum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda 'kara sevda' hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?" diye sorular yöneltiyordu.
35- Kur'ân'a hizmet yolunun gönüllü erlerinden olduğumuz günlerde İstanbul Fatih-Ç arşamba-Beyceğiz semtindeki bir nur meclisinde cereyan eden tatlı bir hatırayı da, Mehmet Kaya namındaki gönül dostu, Nur talebesi şöyle anlatmaktadır: Toplanan genç cemaatte Albay İbrahim Hulusi Yahyagil ve Zübeyir Gündüzalp ve Mustafa Sungur da bulunmaktadır. Merhum Hulusi Bey yapılan dersi hatıralarla izah ederken, Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimiz de, kapının yanında, her zamanki haliyle, diz üstü oturmuş, derin bir sessizlik ve huşu içinde Nur albayının derslerini dinliyordu. Ders esnasında Hulusi Bey, kendilerine dönerek: "Hazret! Vaziyetin ve haletin ermişlere benziyor.." diye latif bir şaka yapınca, anında Zübeyir Gündüzalp, Albay Hulusî Beye şu latifeyle cevap veriyordu:
"Efendim, ermiş konuşuyor..."
Gerçek büyüklerin şaka ve latifeleri bile büyük ve latif olmaktadır. Çünkü ermişlerin bahçesi Kur'ân kokusu ve Medine sürmesiyle sürmelenmiştir.
 

hasret

Well-known member
Zübeyr Ağabeyden Hatıralar

Öyle bir dava adamıydı ki, “Teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopacaksa, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince paramparça olması lâzım gelir” diyor ve idam sehpalarında noktalanabilecek bir yolda yürürken bile hakikati haykırmaktan geri durmuyordu. “Yirmi seneden beri milyonlarla insana din, iman, İslâmiyet, fazilet dersi veren ve onları dinsizlikten muhafaza eden Kur'ân tefsiri Risale-i Nur uğrunda idam edileceksem, sehpaya "Allah Allah, yâ Rasulallah" sadalarıyla koşarak gideceğim.” demek ancak Zübeyr Gündüzalp gibi sadıklara has bir cesaret ve samimiyet ifadesiydi.

Rabbim onlar gibi bizleride has şakirtlerden eylesin.

sağol abi cok güzel bir paylasımdı...
 

Münteha1

Member
Cevap: Zübeyr Ağabeyden Hatıralar

Ali çakmak anlatıyor:

Bir kere Bursaya gelmiştim. Zübeyir Ağabey bizde misafir kaldı. Okuduğum sözlerin önemli gördüğüm yerlerini kırmızı kalemle çizmiştim.

İkinci okuyuşta bu sefer dikkatimden kaçmış diğer yerleri yeşil kalemle çizmiştim. Böylece neredeyse sayfalarda çizilmedik yer kalmamıştı. Kitabı görünce şöyle bir baktı gülümsedi ve:

"Kardeşim" dedi, "İnsan saman içinde buğday arar, buğdayda saman aranmaz. Risâle-i Nurda fazladan birşey yoktur. Onun için ilk okuyuşta farkına varmadığın inceliklerin, diğer okuyuşlarda farkına varırsın. Risâle-i Nur Kur'an'dan süzülmüş bir özdür."
 

Münteha1

Member
Cevap: Zübeyr Ağabeyden Hatıralar

HİZMETKÂRLIK DERSİ

Zübeyir Gündüzalp buyuruyor ki:

-Üstad ulema yetiştirmemiş. Hizmetkâr yetiştirmiştir. Üstadımız alimlik dersi vermemiş, hizmetkârlık dersi vermiştir.
 

günahkar63

Yeni Üye
Cevap: Zübeyr Ağabeyden Hatıralar

zübeyir abinin hizmet adamı 1 ve 2 serili risalecikleri vardı. o kadar aramama rağmen bulamamıştım fakat nasip başka bir şehirden gelen bir kardeşin bize ulaştırmasıyla oldu ki sabah gideceklerdi ve sabaha kadar ikisinide okudum yatmadım , işte o zamn anladım ki zübeyir abinin nmedenm kainata bedel olduğunu.risaleyi ve üstadı hakkıyla anlamış bir fedakar zat
şefaatına ve duasına muhtacım
 
Üst