Zamanın Gidişatını Bilmeyen Arif-billah Olamaz

Nesl-i Cedid

Well-known member
Fitne, melahim, Ye'cuc-Me'cuc, dabbetü'l arz, Deccal, Süfyan vb. kelimeler ve isimler size neyi hatırlatıyor desem; sanırım herkesin vereceği ilk cevap kıyamet olacaktır. İyi ama kıyametin nesi desem, bu defa kıyamet alameti der hemen her Müslüman. Doğrudur bu cevap; bunların hepsi İslami literatürde kıyamet alameti olarak anlatılır. Hadis kitaplarına baktığımızda ya "kıyamet alametleri" ya "kitabul fiten ve'l melahim" başlıkları altında bu mevzuların ele alındığı müstakil bölümler görürüz.
Önemli mi bunlar? Elbette önemli. Efendimiz'in (sas) ağzından çıkan her bir sözde bizler için bin bir hikmet ve maslahatın nümayan olduğu inancını hatırlayacak olursak, nasıl önemsiz denebilir ki? Burada anlatılan hakikatlerin her biri İslam tarihinin başlangıcından bu yana her bir Müslüman'ın yol haritasını belirleme; nerede, ne zaman, ne ve nasıl yapacağını tesbit etmede mihenk taşı rolü oynamıştır, oynuyordur ve oynayacaktır.
Bunu bir yazı konusu yapmamın sebebi; Ramazan ayının sonuna yaklaştığımız şu günlerde bir gerçeğe parmak basmak. O da şu; kim ne derse desin en dindar olanlarımızda bile Ramazan sonrası dini heyecan ve hissiyatta gerilemeler olacak. Kimseyi kınamıyorum; aksine bu durumun eşyanın tabiatına uygun olduğunu düşünüyorum. Sahurların, iftarların, teravihlerin, Kur'an mukabelelerinin vb. Ramazan'a has kıldığımız birçok ibadetin bizim hayatımızın içinden çıkıp gitmesi benim dini heyecan ve hissiyatta gerileme diye ifade ettiğim halin kendiliğinden zuhuruna sebebiyet verecektir. "Her geleni hızır, her geceyi kadir bilen" Müslümanları elbette bundan müstesna tutmak zorundayız. Ama bunlar 1,5 milyarlık İslam âleminden kaç kişidir derseniz, bu sorunun cevabını herkes kendisine bakarak cevap versin derim.
Şimdi madem bu bir realitedir; bu realiteyi irademizle aşıp suyun akışını tersine çevirmemiz lazım. Daha açık bir ifadeyle tabiata uygun olan bu deyip kendimizi salarsak, şeytanın mekrine ve hilesine; dünyanın cazibesine kapılırsak kendimizi çok farklı vadilerde sürüklenirken bulabiliriz. Onun için dini hissiyat bakımından sürekli ve diri kalmanın yollarını aramak ve araştırmak bizim görevlerimiz cümlesindendir.
İşte genelde bu mevzuların konuşulduğu bir ortamda Hocaefendi'nin çok ehemmiyetli bulduğum bir yorumunu bizzat kendi ağzından dinledim geçenlerde. Fitne, deccal, kıyamet alameti vs. de zaten buradan çıktı. Dedi ki: "Hadislerden öğrendiğimiz kadarıyla ahir zamanda ciddi herc ü mercler yaşanacak. Fitneler dört bir yandan bütün dünyayı kuşatacak." Nitekim hadis kitaplarında bunların tafsilatını görmek mümkün. "Ölen niçin ölüyor, öldürülen niçin öldürülüyor?" Bunun bilinmediği bir dönemden söz eder Efendimiz mesela. İçki, zina gibi haram olan fiillerin artmasını anlatır. Bu iki misal acaba günümüz gerçekleri ile örtüşmüyor mu? Ne dersiniz?
Hocaefendi'ye dönelim: "Ka'be'yi yıkacak, Ravzay-ı Mutahhara'yı talan edecek kadar gözü dönmüş insanların bulunduğu bir fitne dönemi bu. Gösterilecek gayretlerle bu fitnenin önünün alınmayacağını gören insanlar bir kenara çekilip kendilerini zikr ve ibadete verecekler." Nitekim hadislerde aynıyla anlatılıyor bu. Bundan sonrası benim ehemmiyetli dediğim yorum: "Bu dönemde bile Allah adına yapılacak çok şeyler olabilir; ama bunların iyi belirlenmesi lazım."
Şöyle düşünüyorum: Ka'be'nin yıkıldığı, Ravza'nın talan edildiği dönemlerde bile olsa yapılacak şeyler olduğuna göre, bizler alabildiğine rahat olduğumuz şu devirde acaba ne yapıyoruz? İbadet hayatımızın kültür Müslümanlığını aşan bir çerçevede olması yeterli mi? Bu ibadetle birlikte acaba içtimai hayatta bizi bekleyen başka vazifeler yok mudur ki bu vazifeler aynı zamanda bizim dini hayatımızın canlılığına sebebiyet versin. Madem en kötü zamanlarda bile yapılacak çok şeyler olabilir; bizler şimdi ne yapmalıyız?
Sahi onu da söyledi Hocaefendi. Dedi ki: "O zaman geldiğinde devrin şartlarına vâkıf, zamanın ruhunu iyi okuyan insanlara sorarsınız ne yapılacağını." Bu, o dönemlerin insanlarının sorunu. Bence biz günümüzde bu sorunu aşmış durumdayız. Ne yapılacağı ayan-beyan belli. Ortada olan semereler gidilen yolun doğruluğunun delili. İyi de; biz bunun ne kadar farkındayız?
Konu ile alakası olması itibariyle İmam-ı Rabbani Hazretleri'nin bir sözü -ki Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri çok sık söylermiş bu sözü sohbet ortamlarında- ile bitireyim yazıyı. Der ki o büyük zat: "Zamanın gidişatını bilmeyen arif- billah olamaz."
***
[h=2]Sohbet notları:[/h] İnsan fıtratında yakın olana uzak olma vardır. Allah bize "Ben size şah damarınızdan daha yakınım." diyor. Biz de irademizle kendimizi zorlamalı, fıtratımızı aşmalı ve yakın olana uzak olma değil, yakın olana daha yakın olmanın yollarını aramalıyız.
"Nefsim hariç, Seni her şeyden daha çok seviyorum Ey Allah'ın Rasulü!" diyor Hz. Ömer bir gün Efendimize. Efendimiz cevap olarak "Nefsin de öte beni sevmedikçe, hakiki imanı elde etmiş olamazsın ya Ömer!" deyince, Hz. Ömer anında, bir saniye bile duraklamadan "Nefsimden de öte seni seviyorum." karşılığını veriyor. Bir dakika önce böyle diyen bir adamın hemen düşünce ve tavır değiştirmesi akıl alacak bir haslet değil. Zirve adam bizim gibi zırvalara zirveyi gösteriyor.
Her şeyden önce doğru olmanız sonra da o doğruyu doğru anlatmanız gerekiyor.
"Allah aklımdan bir an çıksa helak olurum." diyen nice büyüklerimiz var. Hiç kimse her an Allah'ı düşünme gibi bir amelle mükellef değildir; değildir ama bu bizler için bir hedef olmalıdır. Bu seviyeye talip olmalıyız bizler. İnsan talip olduğu şeyin kıymetine göre kıymet ittihaz eder. Allah'ın rızasına talip olan, namütenahi bir şeye talip olmuş ve namütenahi bir kıymete ulaşmış demektir.
Maide Sûresi 37. ayetinde cehennemliklerin cehennemde hali tasvir edilir; "Ateşten çıkmak isterler ama orada çıkacak değillerdir. Onlar için sürekli/daimi bir azab vardır." Kur'an cehennemden çıkmak istemelerini fiil cümlesi ile anlatıyor ki bu teceddüde delalet eder. Teceddüd, bu istek ve arzularını sürekli yenilemeleri demektir. "Ama oradan çıkacak değillerdir." derken de isim cümlesi kullanıyor Kur'an. Bu ise haklarında hükmün verildiğini ve ebediyen çıkamayacaklarına işarettir.

Maddeperest olan insan ve toplumlarda hased daha fazla oluyor. Beklentileri olanlar, makam-mevki peşinde koşanlar, dünyevî meselelerde hırs gösterenler hased ateşine tutulabilir. Hased ise ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi salih ameli yer bitirir.

Ahmet Kurucan
 
Üst