Yirminci Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 353

İkincisi: Ateşin bir derecesi var ki, burûdetiyle ihrak eder, yani ihrak gibi bir tesir yapar. Cenâb-ı Hak, HAŞİYE-1 سَلاَ ماً lâfzıyla, burûdete diyor ki: “Sen de hararet gibi burûdetinle ihrak etme.” Demek o mertebedeki ateş, soğukluğuyla yandırır gibi tesir gösteriyor. Hem ateştir, hem berddir. Evet, hikmet-i tabiiyede nâr-ı beyzâ halinde ateşin bir derecesi var ki, harareti etrafına neşretmiyor; ve etrafındaki harareti kendine celb ettiği için, şu tarz burûdetle, etrafındaki su gibi mâyi şeyleri incimad ettirip, mânen burûdetiyle ihrak eder. İşte Zemherir, burûdetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir. Öyle ise, ateşin bütün derecâtına ve umum envâına cami’ olan Cehennem içinde, elbette Zemheririn bulunması zarurîdir.

Üçüncüsü: Cehennem ateşinin tesirini men edecek ve eman verecek iman gibi bir madde-i mâneviye, İslâmiyet gibi bir zırh olduğu misillü, dünyevî ateşinin dahi tesirini men edecek bir madde-i maddiye vardır. Çünkü, Cenâb-ı Hak, ism‑i Hakîm iktizasıyla, bu dünya dârü’l-hikmet olmak hasebiyle, esbab perdesi altında icraat yapıyor. Öyle ise, Hazret-i İbrahim’in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı ve ateşe karşı mukavemet haletini vermiştir. İbrahim’i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor.

İşte bu işaretin remziyle, mânen şu âyet diyor ki: “Ey millet-i İbrahim! İbrahimvâri olunuz, tâ maddî ve mânevî gömlekleriniz, en büyük düşmanınız olan ateşe hem burada, hem orada bir zırh olsun. Ruhunuza imanı giydirip Cehennem ateşine karşı zırhınız olduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın zeminde sizin için sakladığı ve ihzar ettiği bazı maddeler var; onlar sizi ateşin şerrinden muhafaza eder. Arayınız, çıkarınız, giyiniz.”

İşte, beşerin mühim terakkiyâtından ve keşfiyâtındandır ki, bir maddeyi bulmuş, ateş yakmayacak ve ateşe dayanır bir gömlek giymiş. Şu âyet ise, ona mukabil, bak, ne kadar ulvî, lâtif ve güzel ve ebede kadar yırtılmayacak, Hanîfen Müslimen
blank.gif
1
destgâhında dokunacak bir hulleyi gösteriyor.

[NOT]
Haşiye-1
Bir tefsir diyor: سَلاَمًا demeseydi, burûdetiyle ihrak edecekti.

Dipnot-1
bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:67, 95; Nisâ Sûresi, 4:125; En’âm Sûresi, 6:161; Nahl Sûresi, 16:120.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)</td><td>Hanîfen Müslimen: Allah’ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur’ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare) (bk. s-l-m)</td></tr><tr><td>Hazret-i İbrahim: (bk. bilgiler)</td><td>berd: soğuk</td></tr><tr><td>beşer: insan</td><td>burûdet: soğukluk</td></tr><tr><td>cami’ olan: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)</td><td>celb etmek: çekmek</td></tr><tr><td>derecât: dereceler</td><td>dârü’l-hikmet: hikmet yeri; işlerin bir sebep ve zamana bağlı olarak yapıldığı yer olan dünya (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)</td><td>eman: eminlik, korkusuzluk (bk. e-m-n)</td></tr><tr><td>envâ: çeşitler, türler</td><td>esbab: sebepler (bk. s-b-b)</td></tr><tr><td>halet: hal, vaziyet</td><td>hararet: sıcaklık</td></tr><tr><td>haşiye: dipnot; açıklayıcı not</td><td>hikmet-i tabiiye: tabiat bilgisi (bk. ḥ-k-m; ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>hulle: elbise</td><td>ihrak etmek: yakmak</td></tr><tr><td>ihzar etmek: hazırlamak</td><td>iktiza: gerektirme</td></tr><tr><td>incimad ettirmek: dondurmak</td><td>keşfiyât: keşifler (bk. k-ş-f)</td></tr><tr><td>lâfz: söz</td><td>lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>madde-i maddiye: maddî madde</td><td>madde-i mâneviye: mânevî madde (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>men etmek: yasaklamak</td><td>millet-i İbrahim: İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler</td></tr><tr><td>misillü: gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>mukabil: karşılık</td></tr><tr><td>mukavemet: karşı gelme, direnç</td><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>mâyi: sıvı</td><td>neşretmek: yaymak</td></tr><tr><td>nâr-ı beyzâ: akkor, beyaz ateş</td><td>remz: işaret</td></tr><tr><td>selâmen: “selâmetli ol” (bk. s-l-m)</td><td>tefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından izah eden, yorumlayan kitap (bk. f-s-r)</td></tr><tr><td>terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler</td><td>ulvî: yüce</td></tr><tr><td>umum: bütün</td><td>zarurî: zorunlu, gerekli</td></tr><tr><td>zemherir: şiddetli, yakıcı soğuk</td><td>zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi</td><td>şer: kötülük</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 354

Hem meselâ
blank.gif
1
وَعَلَّمَ اٰدَمَ اْلاَسْمَاۤءَ كُلَّهَا “Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın dâvâ‑yı hilâfet-i kübrâda mu’cize-i kübrâsı, tâlim-i esmâdır” diyor. İşte, sair enbiyanın mu’cizeleri birer hususî harika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fâtihası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın mu’cizesi, umum kemâlât ve terakkiyât-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine, sarahate yakın işaret ediyor.

Cenâb-ı Hak (celle celâlühü) mânen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: “Ey benî Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvâsında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden; siz dahi, madem onun evlâdı ve vâris-i istidadısınız, bütün esmâyı taallüm edip, mertebe-i emanet-i kübrâda, bütün mahlûkata karşı rüçhaniyetinize liyakatinizi göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlûkat üstünde, en yüksek makamâta gitmek ve zemin gibi büyük mahlûkatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi, ileri atılınız ve birer ismime yapışınız, çıkınız.

“Fakat sizin pederiniz bir defa Şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan rû-yi zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyâtınızda Şeytana uyup hikmet-i İlâhiyenin semâvâtından tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be vakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyâtınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbaları ve hakikatleri olan esmâ-i Rabbâniyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız.”

endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]Dipnot-1 “Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Bakara Sûresi, 2:31.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)</td><td>Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)</td></tr><tr><td>Hazret-i Âdem: (bk. bilgiler)</td><td>Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar </td><td>celle celâlühü: Allah’ın şanı yücedir</td></tr><tr><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td><td>divan-ı nübüvvet: peygamberlik divanı (bk. n-b-e)</td></tr><tr><td>dâvâ-yı hilâfet-i kübrâ: büyük halifelik dâvâsı (bk. ḫ-l-f; k-b-r)</td><td>enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)</td></tr><tr><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td><td>esmâ-i Rabbâniye: Rabbânî isimler (bk. s-m-v; r-b-b)</td></tr><tr><td>fâtiha: başlangıç</td><td>fünun: fenler, ilimler</td></tr><tr><td>hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>harika-i beşeriye: insanlık harikası</td></tr><tr><td>hikmet-i ilâhiye: Allah’ın herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratması (bk. ḥ-k-m; e-l-h)</td><td>hilâfet: halifelik (bk. ḫ-l-f)</td></tr><tr><td>hususî: özel</td><td>hüccet: delil</td></tr><tr><td>kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar, faziletler (bk. k-m-l)</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td></tr><tr><td>lisan-ı işaret: işaret dili</td><td>liyakat: layık olma</td></tr><tr><td>mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>makamât: makamlar</td></tr><tr><td>melâike: melekler (bk. m-l-k)</td><td>menba: kaynak</td></tr><tr><td>mertebe-i emanet-i kübrâ: en büyük emanet mertebesi, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)</td><td>mertebe-i âliye: yüce mertebe</td></tr><tr><td>musahhar olmak: boyun eğmek</td><td>muvakkaten: geçici olarak</td></tr><tr><td>mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)</td><td>mu’cize-i kübrâ: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r)</td></tr><tr><td>mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)</td><td>nihayet: son</td></tr><tr><td>remzetmek: işaret etmek</td><td>rû-yi zemin: yeryüzü</td></tr><tr><td>rüçhaniyet: üstünlük</td><td>sair: diğer</td></tr><tr><td>sarahat: açıklık</td><td>semâvât: yücelikler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>sukut etmek: düşmek</td><td>taallüm: öğrenme (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)</td><td>talim: öğretme (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler</td><td>terakkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler</td></tr><tr><td>tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v)</td><td>umum: bütün</td></tr><tr><td>uruc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)</td><td>vakit be vakit: zaman zaman</td></tr><tr><td>vâris-i istidad: kabiliyetin mirasçısı (bk. a-d-d)</td><td>zemin: yeryüzü</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 355

Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehem
Şu âyet-i acîbe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyât-ı fenniye ve havârık-ı sun’iyeyi “tâlim-i esmâ” ünvanıyla ifade ve tabir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvî var ki:

Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyâtın, herbir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyâtı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla, o fen, o kemâlât, o san’at kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa, yarım yamalak bir surette, nâkıs bir gölgedir.

Meselâ, hendese bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsı, Cenâb-ı Hakkın ism-i Adl ve Mukaddir’ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.

Meselâ, tıp bir fendir, hem bir san’attır. Onun da nihayeti ve hakikati, Hakîm-i Mutlakın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrâsı olan rû-yi zeminde Rahîmâne cilvelerini edviyelerde görmekle, tıp kemâlâtını bulur, hakikat olur.

Meselâ, hakikat-i mevcudattan bahseden hikmetü’l-eşya, Cenâb-ı Hakkın (celle celâlühü) ism-i Hakîm’inin tecelliyât-ı kübrâsını müdebbirâne, mürebbiyâne eşyada, menfaatlerinde ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve mâlâyâniyât olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalâlete yol açar.
İşte sana üç misal. Sair kemâlât ve fünunu bu üç misale kıyas et.

İşte, Kur’ân-ı Hakîm, şu âyetle beşeri, şimdiki terakkiyâtında pek çok geri kaldığı



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)</td><td>Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>Mukaddir: herşeyi tam bir ölçü ile takdir edip yaratan Allah (bk. ḳ-d-r)</td><td>Rahîmâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m)</td></tr><tr><td>beşer: insan</td><td>celle celâlühü: Allah’ın şanı yücedir</td></tr><tr><td>cihet: yön</td><td>cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)</td></tr><tr><td>câmiiyet-i istidad: kabiliyetin kapsamlılığı (bk. c-m-a; a-d-d)</td><td>dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)</td></tr><tr><td>eczahane-i kübrâ: en büyük eczane (bk. k-b-r)</td><td>edviye: devâlar, ilaçlar</td></tr><tr><td>eşya: şeyler, varlıklar</td><td>felsefe-i tabiiye: her şeyi tabiata dayandıran felsefe (bk. ṭ-b-a)</td></tr><tr><td>fen: bilim dalı</td><td>fünun: fenler, ilimler</td></tr><tr><td>hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hakikat-i mevcudat: varlıkların hakikati, gerçek mahiyeti, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-c-d)</td></tr><tr><td>hakikat-i âliye: yüce gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>havârık-ı sun’iye: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a)</td><td>haşmet: heybet, görkem</td></tr><tr><td>hendese: geometri</td><td>hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>hikmetü’l-eşya: varlıklara ait ilimler; fizik, kimya, botanik gibi (bk. ḥ-k-m)</td><td>hurafât: hurafeler, batıl inanışlar</td></tr><tr><td>inkılâb etmek: dönüşmek</td><td>ism-i Adl: Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğunu bildiren ismi (bk. s-m-v; a-d-l)</td></tr><tr><td>ism-i Hakîm: Allah’ın her şeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi (bk. ḥ-k-m)</td><td>ism-i İlâhî: Allah’ın ismi (bk. s-m-v; e-l-h)</td></tr><tr><td>kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)</td><td>kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>kemâlât-ı ilmiye: ilmî mükemmellikler (bk. k-m-l; a-l-m)</td><td>lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)</td><td>mazhar olmak: sahip olmak (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>misillü: gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>muhtelif: çeşitli</td></tr><tr><td>mâlâyâniyât: anlamsız şeyler</td><td>müdebbirâne: tedbirli bir şekilde (bk. d-b-r)</td></tr><tr><td>mürebbiyâne: eğiterek (bk. r-b-b)</td><td>mütenevvi: çeşitli</td></tr><tr><td>müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)</td><td>nihayet: son</td></tr><tr><td>nokta-i müntehâ: son nokta</td><td>nâkıs: eksik</td></tr><tr><td>nükte-i mühimme: önemli ince nokta, derin mânâ</td><td>remz-i ulvî: yüce işaret</td></tr><tr><td>rû-yi zemin: yeryüzü</td><td>sair: diğer</td></tr><tr><td>sırr-ı ehem: çok önemli sır</td><td>tabir etmek: ifade etmek (bk. a-b-r)</td></tr><tr><td>tecelliyât: tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y)</td><td>tecelliyât-ı kübrâ: en büyük tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y; k-b-r)</td></tr><tr><td>terakkiyât: terakkiler, ilerlemeler </td><td>terakkiyât-ı fenniye: bilimsel ilerlemeler</td></tr><tr><td>tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v)</td><td>âyet-i acîbe: hayret ve şaşkınlık uyandırıcı âyet</td></tr><tr><td>âyine: ayna</td><td>Şâfî: şifa veren Allah (bk. ş-f-e)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 356

en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup parmağıyla o mertebeleri göstererek “Haydi, arş, ileri!” diyor. Bu âyetin hazine-i uzmâsından şimdilik bu cevherle iktifa ederek o kapıyı kapıyoruz.

Hem meselâ, hâtem-i divan-ı nübüvvet; ve bütün enbiyanın mu’cizeleri onun dâvâ-yı risaletine birtek mu’cize hükmünde olan enbiyanın serveri; ve şu kâinatın mâbihi’l-iftiharı; ve Hazret-i Âdem’e (aleyhisselâm) icmâlen talim olunan bütün esmânın bütün merâtibiyle tafsilen mazharı; yukarıya celâl ile parmağını kaldırmakla şakk-ı kamer eden;
blank.gif
1
ve aşağıya cemâl ile indirmekle yine on parmağından kevser gibi su akıtan;
blank.gif
2
ve bin mu’cizat ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın mu’cize-i kübrâsı olan Kur’ân-ı Hakîmin vücuh-u i’câzının en parlaklarından olan hak ve hakikate dair beyanatındaki cezâlet, ifadesindeki belâğat, maânîsindeki câmiiyet, üslûplarındaki ulviyet ve halâveti ifade eden,

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَاْتوُا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَاْتوُنَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً
blank.gif
3

gibi çok âyât-ı beyyinatla ins ve cinnin enzârını şu mu’cize-i ebediyenin vücuh‑u i’câzından en zahir ve en parlak vechine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlarına dokunduruyor. Dostlarının şevklerini, düşmanlarının inadını tahrik edip, azîm bir teşvikle, şiddetli bir terğible dost ve düşmanları onu tanzire ve taklide, yani nazîrini yapmak ve kelâmını ona benzetmek için sevk ediyor. Hem



[NOT]Dipnot-1 bk. Buhârî, Tefsîru Sûre (54) 1, Menâkıb 27; Müslim, Sıfâtü’l-Münâfikîn 46; Tirmizî, Tefsîru Sûre (54) 5.

Dipnot-2
bk. Buhârî, Vudû’ 32, Menâkıb 25, Eşribe 31, Meğâzî 35; Müslim, Zühd 74; Fezâil 5, 6.

Dipnot-3
“De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)</td><td>Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)</td></tr><tr><td>Hazret-i Âdem: (bk. bilgiler)</td><td>Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)</td></tr><tr><td>arş: haydi!</td><td>azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>belâğat: maksada ve hâle uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)</td><td>beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)</td></tr><tr><td>celâl: heybet, haşmet, görkem (bk. c-l-l)</td><td>cemâl: güzellik (bk. c-m-l)</td></tr><tr><td>cevher: değerli şey</td><td>cezâlet: güzel ve akıcı ifade (bk. c-z-l)</td></tr><tr><td>câmiiyet: genişlik, kapsayıcılık (bk. c-m-a)</td><td>dest-i teşvik: teşvik eli</td></tr><tr><td>dâvâ-yı risalet: peygamberlik dâvâsı (bk. r-s-l)</td><td>enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)</td></tr><tr><td>enzâr: bakışlar, dikkatler (bk. n-ẓ-r)</td><td>esmâ: isimler (bk. s-m-v)</td></tr><tr><td>hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>hakikat: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>halâvet: tatlılık, hoşluk</td><td>hazine-i uzmâ: büyük hazine (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>hâtem-i divan-ı nübüvvet: peygamberlik divanının mührü, sonu (bk. n-b-e)</td><td>icmâlen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)</td></tr><tr><td>iktifa: yetinme</td><td>ins: insanlar</td></tr><tr><td>kelâm: söz (bk. k-l-m)</td><td>kevser: Cennette bulunan bir havuz</td></tr><tr><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)</td><td>mazhar: ayna, yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>maânî: mânâlar (bk. a-n-y)</td><td>merâtib: mertebeler, dereceler</td></tr><tr><td>musaddak: tasdik edilmiş, doğrulanmış (bk. ṣ-d-ḳ)</td><td>mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)</td><td>mu’cize-i ebediye: sonsuz mu’cize (bk. a-c-z; e-b-d)</td></tr><tr><td>mu’cize-i kübrâ: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r)</td><td>mâbihi’l-iftihar: kendisiyle övünülen</td></tr><tr><td>müeyyed: teyid edilmiş, sağlamlaştırılmış</td><td>nazîr: benzer (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>nihayet: son</td><td>server: reis, baş</td></tr><tr><td>tafsilen: ayrıntılı olarak</td><td>tahrik: harekete geçirme</td></tr><tr><td>talim: öğretme (bk. a-l-m)</td><td>tanzir: benzetme (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>terğib: rağbet uyandırma</td><td>ulviyet: yücelik</td></tr><tr><td>vech: yön</td><td>vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>zahir: açık (bk. ẓ-h-r)</td><td>âyât-ı beyyinat: ap açık âyetler (bk. b-y-n)</td></tr><tr><td>şakk-ı kamer: Ay’ın ikiye bölünmesi mu’cizesi</td><td>şevk: şiddetli arzu ve istek</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 357

öyle bir surette o mu’cizeyi nazargâh-ı enâma koyuyor, güya insanın bu dünyaya gelişinden gaye-i yegânesi o mu’cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip ona bakarak netice-i hilkat-i insaniyeye bilerek yürümektir.

Elhasıl: Sair enbiya aleyhimüsselâmın mu’cizatları, birer havârık-ı san’ata işaret ediyor. Ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâmın mu’cizesi ise, esâsât-ı san’at ile beraber, ulûm ve fünunun havârık ve kemâlâtının fihristesini bir suret-i icmâlîde işaret ediyor ve teşvik ediyor.

Amma, mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediye (a.s.m.) olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ise, tâlim-i esmânın hakikatine mufassalan mazhariyetini, hak ve hakikat olan ulûm ve fünunun doğru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemâlâtı ve saâdâtı vâzıhan gösteriyor. Hem pek çok azîm teşvikatla beşeri onlara sevk ediyor.

Hem öyle bir tarzda sevk eder, teşvik eder ki, o tarzla şöyle anlattırıyor: “Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı âlâ, tezahür-ü Rububiyete karşı, ubûdiyet-i külliye-i insaniyedir. Ve insanın gaye-i aksâsı, o ubûdiyete ulûm ve kemâlâtla yetişmektir.”

Hem öyle bir surette ifade ediyor ki, o ifade ile şöyle işaret eder: “Elbette nev-i beşer âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir, bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise ilmin eline geçecektir.”

Hem o Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, cezâlet ve belâğat-i Kur’âniyeyi mükerreren ileri sürdüğünden, remzen anlattırıyor ki: “Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belâğat ve cezâlet, bütün envâıyla âhir zamanda en merğub bir suret alacaktır. Hattâ, insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için en keskin silâhını cezâlet-i beyandan ve en mukavemetsûz kuvvetini belâğat-i edâdan alacaktır.”

Elhasıl, Kur’ân’ın ekser âyetleri, herbiri birer hazine-i kemâlâtın anahtarı ve


<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Hazret-i Âdem: (bk. bilgiler)</td><td>Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)</td></tr><tr><td>aleyhimüsselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)</td><td>azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)</td></tr><tr><td>belâğat: maksada ve hale uygun düzgün ve güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)</td><td>belâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın kendine has belâğati (bk. b-l-ğ)</td></tr><tr><td>belâğat-i edâ: üslup ve ifadedeki belâğat (bk. b-l-ğ)</td><td>beşer: insan</td></tr><tr><td>cezâlet: güzel ve akıcı ifade (bk. c-z-l)</td><td>cezâlet-i beyan: anlatım ve ifadedeki akıcılık, güzellik (bk. c-z-l; b-y-n)</td></tr><tr><td>dünyevî: dünyaya ait</td><td>ekser: çok (bk. k-s̱-r)</td></tr><tr><td>elhasıl: özetle, sonuç olarak</td><td>enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)</td></tr><tr><td>envâ: çeşitler, türler</td><td>esâsât-ı san’at: san’at esasları (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>fünûn: fenler, ilimler</td><td>gaye-i aksâ: en son gaye</td></tr><tr><td>gaye-i yegâne: tek gaye</td><td>hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>havârık: harikalar</td></tr><tr><td>havârık-ı san’at: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a)</td><td>hazine-i kemâlât: mükemmellikler hazinesi (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>icra ettirmek: yaptırmak</td><td>ittihaz etmek: edinmek</td></tr><tr><td>kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)</td><td>kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk k-v-n)</td></tr><tr><td>maksad-ı âlâ: büyük maksat (bk. ḳ-ṣ-d)</td><td>mazhariyet: nail olma, ayna olma (bk. ẓ-h-r)</td></tr><tr><td>merğub: rağbet edilen</td><td>mufassalan: ayrıntılı olarak</td></tr><tr><td>mukavemetsûz: karşı konulmaz, direnilmez</td><td>mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)</td><td>mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediye: Hz. Muhammed’in en büyük mu’cizesi (bk. a-c-z; k-b-r; ḥ-m-d)</td></tr><tr><td>mükerreren: tekrarla, defalarca</td><td>nazargâh-ı enâm: insanların gözü önüne (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>netice-i hilkat-i insaniye: insanın yaratılış neticesi (bk. ḫ-l-ḳ)</td><td>nev-i beşer: insanlık</td></tr><tr><td>remzen: işareten</td><td>sair: diğer</td></tr><tr><td>saâdât: mutluluklar</td><td>suret: şekil (bk. ṣ-v-r)</td></tr><tr><td>suret-i icmâlî: kısa ve özlü bir şekil (bk. ṣ-v-r; c-m-l)</td><td>tezahür-ü Rububiyet: Rububiyetin görünmesi (bk. ẓ-h-r; r-b-b)</td></tr><tr><td>teşvikat: teşvikler</td><td>tâlim-i esmâ: Hz. Âdem’e Allah tarafından isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v)</td></tr><tr><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)</td><td>ubûdiyet-i külliye-i insaniye: insanın geniş ve kapsamlı kulluğu (bk. a-b-d; k-l-l)</td></tr><tr><td>uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)</td><td>ulûm: ilimler (bk. a-l-m)</td></tr><tr><td>vâzıhan: açıkça</td><td>âhir vakit: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 358

birer define-i ilmin miftahıdır. Eğer istersen Kur’ân’ın semâvâtına ve âyâtının nücumlarına yetişesin; geçmiş olan yirmi adet Sözleri, yirmi basamaklı HAŞİYE-1 bir merdiven yaparak çık. Onunla gör ki, Kur’ân ne kadar parlak bir güneştir; hakaik-ı İlâhiyeye ve hakaik-ı mümkinat üstüne nasıl sâfi bir nur serpiyor ve parlak bir ziya neşrediyor, bak.
Netice: Madem enbiyaya dair olan âyetler, şimdiki terakkiyât-ı beşeriyenin harikalarına birer nevi işaretle beraber, daha ilerideki hududunu çiziyor gibi bir tarz-ı ifadesi var. Ve madem herbir âyetin müteaddit mânâlara delâleti muhakkaktır, belki müttefekun aleyhtir. Ve madem enbiyaya ittibâ etmek ve iktidâ etmeye dair evâmir-i mutlaka var. Öyle ise, şu geçmiş âyetlerin maânî-i sarihalarına delâletle beraber, san’at ve fünun-u beşeriyenin mühimlerine işarî bir tarzda delâlet, hem teşvik ediliyor denilebilir.

İki mühim suale karşı iki mühim cevap
Birincisi:

Eğer desen: “Madem Kur’ân beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet harikalarını tasrih etmiyor; yalnız gizli bir remizle, hafî bir ima ile, hafif bir işaretle, zayıf bir ihtarla iktifâ ediyor?”

Elcevap: Çünkü medeniyet-i beşeriye harikalarının hakları, bahs-i Kur’ânîde o kadar olabilir. Zira Kur’ân’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyle ise, şu havârık-ı beşeriyenin o iki dairede hakları, yalnız bir zayıf remiz, bir hafif işaret, ancak düşer. Çünkü onlar daire-i Rububiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler.

Meselâ, tayyare-i beşerHAŞİYE-2 Kur’ân’a dese: “Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında


[NOT]Haşiye-1 Belki otuz üç adet Sözleri, otuz üç adet Mektupları, otuz bir Lem’aları, on üç Şuâları, yüz yirmi basamaklı bir merdivendir.

Haşiye-2
Şu ciddî meseleyi yazarken, ihtiyarsız olarak, kalemim üslûbunu şu lâtif lâtifeye çevirdi. Ben de kalemimi serbest bıraktım. Ümit ederim ki, üslûbun lâtifeliği meselenin ciddiyetine halel vermesin.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>ahvâl: haller, durumlar</td><td>bahs-i Kur’ânî: Kur’ân’ın bahsi</td></tr><tr><td>belki: aslında, gerçekte</td><td>beşer: insan</td></tr><tr><td>daire-i Rububiyet: Rablık dairesi (bk. r-b-b)</td><td>daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>define-i ilim: ilim hazinesi (bk. a-l-m)</td><td>delâlet: delil olma, işaret etme</td></tr><tr><td>enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)</td><td>evâmir-i mutlaka: kesin emirler (bk. ṭ-l-ḳ)</td></tr><tr><td>hafî: gizli</td><td>hakaik-i mümkinat: yaratılanlara ait gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; m-k-n)</td></tr><tr><td>hakaik-ı İlâhiye: Allah’a ait olan gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h)</td><td>hakk-ı kelâm: söz hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-m)</td></tr><tr><td>halel: zarar, eksiklik</td><td>havârık-ı beşeriye: insanlık harikaları</td></tr><tr><td>haşiye: dipnot, açıklayıcı not</td><td>ihtar: hatırlatma</td></tr><tr><td>ihtiyarsız: irade dışı (bk. ḫ-y-r)</td><td>iktidâ etmek: uymak</td></tr><tr><td>iktifâ etmek: yetinmek</td><td>ima: işaret</td></tr><tr><td>ittibâ etmek: uymak</td><td>işarî: işaret yoluyla</td></tr><tr><td>kemâlât: mükemellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)</td><td>lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)</td></tr><tr><td>lâtife: güzel ve ince mânâ (bk. l-ṭ-f)</td><td>maânî-i sariha: açık mânâlar (bk. a-n-y)</td></tr><tr><td>medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti</td><td>miftah: anahtar</td></tr><tr><td>muhakkak: kesin (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>müteaddit: bir çok, çeşitli</td></tr><tr><td>müttefekun aleyh: üzerinde birleşilmiş</td><td>nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)</td></tr><tr><td>netice: sonuç</td><td>nevi: çeşit</td></tr><tr><td>neşretmek: yaymak</td><td>nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)</td></tr><tr><td>nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)</td><td>nücum: yıldızlar</td></tr><tr><td>remiz: işaret</td><td>san’at ve fünun-u beşeriye: insanlığa ait san’at ve ilimler (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>semâvât: yücelikler (bk. s-m-v)</td><td>sâfi: duru, katıksız (bk. ṣ-f-y)</td></tr><tr><td>talim etmek: öğretmek (bk. a-l-m)</td><td>tarz-ı ifade: ifade tarzı</td></tr><tr><td>tasrih: açık şekilde bildirme</td><td>tayyare-i beşer: uçak</td></tr><tr><td>terakkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler</td><td>vazife-i asliyesi: esas vazifesi</td></tr><tr><td>vezâif: görevler</td><td>ziya: ışık</td></tr><tr><td>âyât: âyetler</td><td>üslub: ifade tarzı</td></tr><tr><td>şuûnât: işler, fiiller, haller (bk. ş-e-n)</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 359

bir mevki ver.” Elbette, o daire-i Rububiyetin tayyareleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur’ân namına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.”

Eğer beşerin tahtelbahirleri âyât-ı Kur’âniyeden mevki isteseler, o dairenin tahtel-bahirleri, yani, bahr-i muhit-i havâîde ve esir denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: “Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır.”

Eğer elektriğin parlak, yıldız-misal lâmbaları hakk-ı kelâm isteyerek âyetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lâmbaları olan şimşekler, şahaplar ve gökyüzünü ziynetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: “Işığın nisbetinde bahis ve beyana girebilirsin.”

Eğer havârık-ı medeniyet, dekaik-ı san’at cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse, o vakit birtek sinek onlara “Susunuz,” diyecek. “Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zira sizlerdeki, beşerin cüz-ü ihtiyarıyla kesb edilen bütün ince san’atlar ve bütün nazik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san’at ve nazenin cihazlar kadar acip olamaz.

اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللهِ لَنْ يَخْلُقوُا ذُباَباً وَلَوِاجْتَمَعُوا لَهُ
blank.gif
1

ilh. âyeti sizi susturur.”

Eğer o harikalar, daire-i ubûdiyete gidip o daireden haklarını isterlerse, o zaman o daireden şöyle bir cevap alırlar ki:

“Sizin münasebetiniz bizimle pek azdır ve dairemize kolay giremezsiniz. Çünkü programımız budur ki: Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır; ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedarik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir. Halbuki siz, ekseriyet itibarıyla, şu fâni dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir suret, sizde görülüyor. Öyle ise, hakperestlik ve âhireti düşünmeklik esasları üzerine müesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdır.


[NOT]Dipnot-1 “Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar.” Hac Sûresi, 22:73.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>acip: hayret verici, şaşırtıcı</td><td>arz: dünya</td></tr><tr><td>bahr-i muhit-i havâî: hava denizi</td><td>beyan: açıklama (bk. b-y-n)</td></tr><tr><td>beşer: insan</td><td>cirm: büyüklük</td></tr><tr><td>cüz-ü ihtiyar: insandaki çok az seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)</td><td>daire-i Rububiyet: Rablık dairesi (bk. r-b-b)</td></tr><tr><td>daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d)</td><td>dekaik-i san’at: san’at incelikleri (bk. ṣ-n-a)</td></tr><tr><td>dünyaperestlik: dünyaya tutkunluk</td><td>ehem: en önemli</td></tr><tr><td>ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)</td><td>elzem: en lüzumlu</td></tr><tr><td>esir: kâinatı kapladığına inanılan ince madde</td><td>fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)</td></tr><tr><td>gaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali (bk. ğ-f-l)</td><td>hakk-ı kelâm: söz hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-m)</td></tr><tr><td>hakperestlik: yalnız Allah’a kulluk etmek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>havârık-ı medeniyet: medeniyet harikaları</td></tr><tr><td>hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)</td><td>kamer: ay</td></tr><tr><td>kesb etmek: kazanmak</td><td>levâzımât: gerekli olan şeyler</td></tr><tr><td>makarr-ı ebedî: sonsuza kadar kalınacak yer (bk. e-b-d)</td><td>mevki: yer</td></tr><tr><td>misbah: lâmba</td><td>müesses olmak: kurulmak</td></tr><tr><td>mükellef: yükümlü</td><td>nazenin: ince, duyarlı</td></tr><tr><td>nazik: ince, zarif</td><td>nisbet: oran (bk. n-s-b)</td></tr><tr><td>nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r)</td><td>seyyârât: gezegenler</td></tr><tr><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td><td>tahtelbahir: denizaltı</td></tr><tr><td>talep etmek: istemek (bk. ṭ-l-b)</td><td>tayyare: uçak</td></tr><tr><td>tedarik etmek: elde etmek</td><td>ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>yıldız-misal: yıldız gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>zemin: yer, dünya</td></tr><tr><td>ziynet: süs (bk. z-y-n)</td><td>âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri</td></tr><tr><td>şahap: meteor, göktaşı</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 360

“Lâkin, eğer kıymettar bir ibadet olan, sırf menfaat-i ibâdullah için ve menâfi‑i umumiye ve istirahat-i âmmeye ve hayat-ı içtimaiyenin kemâline hizmet eden ve elbette ekalliyet teşkil eden muhterem san’atkârlar ve mülhem keşşaflar, arkanızda ve içinizde varsa, o hassas zatlara şu remiz ve işârât-ı Kur’âniye, sa’ye teşvik ve san’atlarını takdir etmek için, elhak kâfi ve vâfidir.”

İkinci suale cevap:

Eğer desen: “Şimdi, şu tahkikattan sonra şüphem kalmadı ve tasdik ettim ki, Kur’ân’da, sair hakaikle beraber, medeniyet-i hazıranın harikalarına ve belki daha ilerisine işaret ve remiz vardır. Dünyevî ve uhrevî saadet-i beşere lâzım olan herşey, değeri nisbetinde içinde bulunur. Fakat niçin Kur’ân onları sarahatle zikretmiyor-tâ muannit kâfirler dahi tasdike mecbur olsunlar, kalbimiz de rahat olsun?”

Elcevap: Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ, ervâh-ı âliye ile ervâh-ı sâfile, müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. Nasıl ki bir madene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak birbirinden ayrılsın. Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifât-ı İlâhiye bir iptilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki, istidad-ı beşer madeninde olan cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin.

Madem Kur’ân, bu dâr-ı imtihanda, bir tecrübe suretinde, bir müsabaka meydanında, beşerin tekemmülü için nâzil olmuştur. Elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umur-u gaybiye-i istikbaliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini ispat edecek derecede akla kapı açacak. Eğer sarahaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. Adeta gökyüzündeki yıldızlarla vâzıhan Lâ ilâhe illâllah yazmak misillü bir bedâhete girecek. O zaman herkes ister istemez tasdik edecek. Müsabaka olmaz, imtihan fevt olur. Kömür gibi bir ruhla elmas gibi bir ruhHAŞİYE-1 beraber kalacaklar.


[NOT]Haşiye-1 Ebû Cehil-i Lâin ile Ebû Bekir-i Sıddık, müsavi görünecek. Sırr-ı teklif zâyi olacak...[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Ebû Bekir-i Sıddık: çok doğru ve sadık Ebû Bekir (bk. bilgiler)</td><td>Ebû Cehil-i Lâin: lanetlenmiş Ebû Cehil (bk. bilgiler)</td></tr><tr><td>Lâ ilâhe illâllah: Allah’tan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h)</td><td>bedâhet: açıklık</td></tr><tr><td>beşer: insan</td><td>cevâhir-i âliye: yüksek ve kıymetli cevherler</td></tr><tr><td>dâr-ı imtihan: imtihan yeri</td><td>dünyevî: dünyaya ait</td></tr><tr><td>ekalliyet: azınlık</td><td>elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>ervâh-ı sâfile: alçak ruhlar (bk. r-v-ḥ)</td><td>ervâh-ı âliye: yüce ruhlar (bk. r-v-ḥ)</td></tr><tr><td>fevt: kaybolma</td><td>hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td></tr><tr><td>hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)</td><td>haşiye: dipnot, açıklayıcı not</td></tr><tr><td>hüccet: delil</td><td>iptilâ: insanın kemâl derecesini ortaya çıkaran imtihan, tecrübe</td></tr><tr><td>istidad-ı beşer: insandaki potansiyel kabiliyet (bk. a-d-d)</td><td>istirahat-i âmme: toplumun rahatı</td></tr><tr><td>işârât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın işaretleri</td><td>kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>keşşaf: kâşifler (bk. k-ş-f)</td><td>kıymettar: değerli</td></tr><tr><td>medeniyet-i hazıra: günümüz medeniyeti</td><td>menfaat-i ibâdullah: Allah’ın kullarının yararı (bk. a-b-d)</td></tr><tr><td>menâfi-i umumiye: genel yararlar</td><td>mevadd-ı süfliye: alçak ve basit maddeler</td></tr><tr><td>misillü: gibi (bk. m-s̱-l)</td><td>muannit: inatçı, dikkafalı</td></tr><tr><td>muhterem: hürmete layık, saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)</td><td>mülhem: ilham olunmuş</td></tr><tr><td>müsabaka: yarış</td><td>müsavi: eşit</td></tr><tr><td>nisbet: oran (bk. n-s-b)</td><td>nâzil olmak: inmek (bk. n-z-l)</td></tr><tr><td>remiz: işaret </td><td>saadet-i beşer: insanın mutluluğu</td></tr><tr><td>sair: diğer</td><td>sarahat: açıklık</td></tr><tr><td>sarahaten: açıkça</td><td>sa’y: çalışma</td></tr><tr><td>suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)</td><td>sırr-ı teklif: vazifelendirilme, imtihan sırrı</td></tr><tr><td>tahkikat: araştırmalar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)</td><td>tasdik etmek: doğrulamak, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ)</td></tr><tr><td>tefrik edilmek: ayrılmak (bk. f-r-ḳ)</td><td>tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)</td></tr><tr><td>teklif-i İlâhî: Allah’ın kullarına yüklediği vazife, sorumluluk (bk. e-l-h)</td><td>teşkil: oluşturma</td></tr><tr><td>uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)</td><td>umur-u gaybiye-i istikbaliye: gelecekte meydana gelecek bilinmeyen işler (bk. ğ-y-b)</td></tr><tr><td>vâfi: yeterli</td><td>vâzıhan: açıkça</td></tr><tr><td>zikretmek: bildirmek</td><td>zâyi olmak: kaybolmak</td></tr></tbody></table>
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirminci Söz - Sayfa 361

Elhasıl: Kur’ân-ı Hakîm, hakîmdir; herşeye kıymeti nisbetinde bir makam verir. İşte Kur’ân, bin üç yüz sene evvel, istikbalin zulümatında müstetir ve gaybî olan semerat ve terakkiyât-ı insaniyeyi görüyor; ve gördüğümüzden ve göreceğimizden daha güzel bir surette gösterir. Demek Kur’ân öyle bir Zâtın kelâmıdır ki, bütün zamanları ve içindeki bütün eşyayı bir anda görüyor.

İşte, mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân...

اَللّٰهُمَّ فَهِّمْنَاۤ اَسْرَارَ الْقُرْاٰنِ وَوَفِّقْنَاۤ لِخِذْمَتِهِ فِى كُلِّ اٰنٍ وَزَمَانٍ
blank.gif
1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَاۤ اَوْ اَخْطَاْنَا
blank.gif
3
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ وَبَارِكْ وَكَرِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا وَمَوْلٰينَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَنَبِيِّكَ وَرَسُولِكَ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِِّ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ وَاَزْوَاجِهِ وَذُرِّيَّاتِهِ وَعَلَى النَّبِيِّينَ وَالْمُرْسَلِينَ وَعَلَى الْمَلٰۤئِكَةِ الْمُقَرَّبِينَ وَاْلاَوْلِيَاۤءِ وَالصَّالِحِينَ اَفْضَلَ صَلاَةٍ وَاَزْكٰى سَلاَمٍ وَاَنْمٰى بَرَكاَتٍ بِعَدَدِ سُوَرِ اْلقُرْاٰنِ وَاٰياَتِهِ وَحُرُوفِهِ وَكَلِمَاتِهِ وَمَعَانِيهِ وَاِشَارَاتِهِ وَرُمُوزِهِ وَدَلاَلاَتِهِ وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَالْطُفْ بِنَا يَاۤ اِلٰـهَنَا يَا خَالِقَنَا بِكُلِّ صَلاَةٍ مِنْهَا بِرَحْمَتِكَ يَاۤ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ اٰمِينَ
blank.gif
4



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Allahım! Bize Kur’ân’ın esrarını öğret ve her an ve zamanda ona hizmet etmekte bizi muvaffak et.

Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3 “Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.

Dipnot-4 Allahım! Seyyidimiz, mevlâmız, kulun, nebîn ve resulün olan ümmî peygamber Muhammed’e, âline, ashâbına, zevcelerine, mübarek nesline, sair enbiya ve mürselîne, mukarreb meleklere, evliya ve salih kullarına salâvâtın en üstünü, selâmetin en temizi, bereketlerin en bereketlisiyle, Kur’ân’ın sûreleri, âyetleri, harfleri, kelimeleri, mânâları, işaretleri, remizleri ve delâletleri adedince salât ve selâm et, bereket ihsan et, ikramda bulun. Ey İlâhımız, ey Yaratıcımız, bütün bu salâvatlardan herbiri için bizi bağışla, bize merhamet et, bize iltifat et. Rahmetinle, ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Âmin.[/NOT]



<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="2"><tbody><tr><td>Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)</td><td>elhasıl: özetle, sonuç olarak</td></tr><tr><td>eşya: şeyler, varlıklar</td><td>gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)</td></tr><tr><td>hakîm: hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m)</td><td>istikbal: gelecek</td></tr><tr><td>kelâm: söz (bk. k-l-m)</td><td>lem’a-i i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)</td></tr><tr><td>mu’cizât-ı enbiya: peygamberlerin mu’cizeleri (bk. a-c-z; n-b-e)</td><td>müstetir: gizli, örtülü</td></tr><tr><td>nisbet: oran (bk. n-s-b)</td><td>semerat: meyveler, neticeler</td></tr><tr><td>terakkiyât-ı insaniye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler</td><td>zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)</td></tr></tbody></table>
 
Üst