Yirmi Üçüncü Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 311

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder.

Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem vermiş; o âlemin rengini, o insanın itikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ, gayet meyus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve meyus suretinde görür. Gayet sürurlu ve neş’eli, müjdeli ve kemâl-i neş’esinden gülen bir adam, kâinatı neş’eli, güler gördüğü gibi; mütefekkirâne ve ciddî bir surette ibadet ve tesbih eden adam, mevcudatın hakikaten mevcut ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür. Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.

Hem o târiküssalât, kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiye ve meşiet-i Rabbâniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.

Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder—nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlûküdür—hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.

İşte bu istihkakı ve mezkûr hakikati ifade etmek için, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, mucizâne bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-i belâgat olan mutabık-ı mukteza-yı hale mutabakat ediyor.





Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
abd: kulelhasıl: kısaca, özetle
gaflet: âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranmagaye-i fıtrat: yaratılış amacı
gayet: çokhakikat: gerçek, esas
hakikat-i belâgat: güzel ve özlü ifade gerçeğihakikat-i kemalât: ilâhî mükemmelliğin gerçeği
hakikaten: gerçektenhikmet-i İlâhiye: Allah’ın gözettiği fayda ve gaye
hukuk: haklarhukuk-u kemâlât: İlâhî kemâlâtın bizden istediği haklar
ihtiyar etmek: seçmek, dilemekistihkak: hak etme
itikad-ı kalbî: kalben inanmakemâl-i neş’e: tam bir neşe
kemâlât: mükemmel ve kusursuz özelliklerkeşfetmek: gizli bir şeyi açığa çıkarmak
kâinat: evrenküfür: Allah’ı inkâr etme, inançsızlık, dinsizlik
matemli: yaslı, hüzünlümemluk: köle
mevcudat: varlıklarmevcut: var
meyus: ümitsizmezkûr: adı geçen
meşiet-i Rabbâniye: Cenâb-ı Hakkın kendisine özel istek, arzu ve muradımikyas: ölçü
mizan: ölçü, dengemucizâne: mucizeli
muhalif: zıt, aykırımutabakat: uygunluk
mutabık-ı mukteza-yı hâl: hâlin gereğine uygunmâlik: sahip olma
müstehak: hak etmiş, layıkmütefekkirâne: tefekkür ederek, Allah’ı düşünürek
nefis: kişinin kendisinefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
netice-i hilkat: yaratılışın sonucusuret: biçim, şekil
sürur: mutluluk, sevinçtahkir etmek: aşağılamak
tarz-ı ifade: ifade etme tarzıtecavüz etmek: haddi aşmak, saldırmak
telâkki etmek: kabul etmekterk-i ibadet: Allah’a kulluk etmeyi bırakma
tesbih eden: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anantesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tevehhüm etmek: zannetmektâriküssalât: namaz kılmayı terk eden kimse
zulmetmek: kötülük etmekzulüm: haksızlık
âlem: dünya, evren

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 312

<META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>İKİNCİ SUAL: Tabiattan vazgeçen ve imana gelen zat diyor ki: “Her mevcut, her cihette, her işinde ve herşeyinde ve her şe’ninde meşiet-i İlâhiyeye ve kudret-i Rabbâniyeye tâbi olması, çok azîm bir hakikattir. Azameti cihetinde dar zihinlerimize sıkışmıyor. Halbuki gözümüzle gördüğümüz bu nihayet derecede mebzuliyet, hem hilkat ve icad-ı eşyadaki hadsiz suhulet, hem sabık burhanlarınızla tahakkuk eden, vahdet yolundaki icad-ı eşyada nihayet derecede kolaylık ve suhulet, hem nass-ı Kur’ân ile beyan edilen

مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ 1
وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ
2


gibi âyetlerin sarahaten gösterdikleri nihayet derecede kolaylık, o hakikat-i azîmeyi, en makbul ve en mâkul bir mesele olduğunu gösteriyorlar. Bu kolaylığın sırrı ve hikmeti nedir?”

Elcevap: Yirminci Mektubun Onuncu Kelimesi olan 3 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ beyanında, o sır gayet vâzıh ve kat’î ve mukni bir tarzda beyan edilmiş. Hususan o mektubun zeylinde daha ziyade vuzuhla ispat edilmiş ki, bütün mevcudat, Sâni-i Vâhide isnad edildiği vakit, birtek mevcut hükmünde kolaylaşır. Eğer Vâhid-i Ehade verilmezse, birtek mahlûkun icadı bütün mevcudat kadar müşkülleşir. Ve bir çekirdek, bir ağaç kadar suubetli olur.

Eğer Sâni-i Hakikîsine verilse, kâinat bir ağaç gibi ve ağaç bir çekirdek gibi ve Cennet bir bahar gibi ve bahar bir çiçek gibi kolaylaşır, suhulet peydâ eder.



[NOT]Dipnot-1 “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.
Dipnot-2 “Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.
Dipnot-3 “…O herşeye hakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.
[/NOT]





Sâni-i Hakikî: her şeyin gerçek anlamda san’atkârı ve yaratıcısı olan Allah
Sâni-i Vâhid: bir ve tek olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
azamet: büyüklük
azîm: büyük, yüce
beyan etme: açıklama, anlatım
burhan: güçlü ve sarsılmaz delil
cihet: yön
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, esas
hakikat-i azîme: büyük gerçek
hikmet: sebep, ince sır
hilkat: yaratılış
hususan: özellikle
icad: var etme, yaratma
icad-ı eşya: eşyaya vücut vermek
isnad edilmek: dayandırılmak
kat’î: kesin
kudret-i Rabbâniye: her şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz gücü
kâinat: evren
mahlûk: varlık
makbul: kabul edilen
mebzuliyet: çokluk, bolluk
mevcudat: varlıklar
mevcut: varlık
meşiet-i İlâhiye: Allah’ın dilemesi
mukni: ikna edici
mâkul: akla uygun
müşkülleşmek: zorlaşmak
nass-ı Kur’ân: Kur’ân’ın kesin ve açık hükmü
nihayet: son
sabık: geçen, önceki
sarahaten: açıkça
suhulet peydâ etmek: kolaylaşmak, kolaylık meydana gelmek
suubetli: zor
sûhûlet: kolaylık
tabiat: materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesi
tahakkuk eden: gerçekleşen
tâbi olmak: bağlı olmak
vahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi
vuzuh: açıklık
vâzıh: açık, aşikâr
zeyl: ek, ilave
ziyade: çok, fazla
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle
şe’n: temel özellik

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 313

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Ve bilmüşahede görünen hadsiz mebzuliyet ve ucuzluğun ve her nev’in suhuletle kesret-i efradı bulunmasının ve kesret-i suhulet ve sür’atle muntazam, san’atlı, kıymetli mevcudatın kolayca vücuda gelmesinin sırlarına medar olan ve hikmetlerini gösteren yüzer delillerinden ve başka risalelerde tafsilen beyan edilen bir ikisine muhtasar bir işaret ederiz.

Meselâ, nasıl ki yüz nefer bir zâbitin idaresine verilse, bir neferin yüz zâbitin idarelerine verilmesinden yüz derece daha kolay olduğu gibi; bir ordunun teçhizat-ı askeriyesi bir merkez, bir kanun, bir fabrika ve bir padişahın emrine verildiği vakit, adeta kemiyeten bir neferin teçhizatı kadar kolaylaştığı gibi, bir neferin teçhizat-ı askeriyesi müteaddit merkezlere, müteaddit fabrikalara, müteaddit kumandanlara havalesi de, adeta bir ordunun teçhizatı kadar kemiyeten müşkilâtlı oluyor. Çünkü birtek neferin teçhizatı için, bütün orduya lâzım olan fabrikaların bulunması gerektir.

Hem bir ağacın, sırr-ı vahdet cihetiyle, bir kökte, bir merkezde, bir kanunla mevâdd-ı hayatiyesi verildiğinden, binler meyve veren o ağaç, bir meyve kadar suhuletli olduğu bilmüşahede görünür. Eğer vahdetten kesrete gidilse, herbir meyveye lâzım mevâdd-ı hayatiye başka yerden verilse, herbir meyve bir ağaç kadar müşkilât peydâ eder. Belki ağacın bir enmûzeci ve fihristesi olan birtek çekirdek dahi, o ağaç kadar suubetli olur. Çünkü bir ağacın hayatına lâzım olan bütün mevâdd-ı hayatiye birtek çekirdek için de lâzım oluyor.

İşte bu misaller gibi yüzler misaller var, gösteriyorlar ki, vahdette nihayet derecede suhuletle vücuda gelen binler mevcut, şirkte ve kesrette birtek mevcuttan daha ziyade kolay olur. Sair risalelerde bu hakikat iki kere iki dört eder derecede ispat edildiğinden, onlara havale edip, burada yalnız bu suhulet ve kolaylığın ilim ve kader-i İlâhî ve kudret-i Rabbâniye nokta-i nazarında gayet mühim bir sırrını beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Sen bir mevcutsun. Eğer Kadîr-i Ezelîye kendini versen, bir kibrit çakar gibi, hiçten, yoktan, bir emirle, hadsiz kudretiyle, seni bir anda halk eder. Eğer sen





Kadîr-i Ezelî: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allahbeyan etmek: açıklamak
bilmüşahede: görüldüğü gibicihet: yön
enmûzec: örnekfihriste: içindekiler
hadsiz: sınırsız, sayısızhakikat: gerçek, esas
halk etmek: yaratmakhikmet: sebep, gaye, hedef
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi, plânlamasıkemiyeten: sayısal olarak
kesret: çoklukkesret-i efrad: fertlerin çokluğu
kesret-i sûhûlet: herşeyde kolaylığın bulunmasıkudret: güç, kuvvet, iktidar
kudret-i Rabbâniye: her şeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudretikıymetli: değerli
mebzuliyet: çokluk, bollukmedar olan: dayanak noktası olan, kaynak olan
mevcudat: varlıklarmevcut: varlık
mevâdd-ı hayatiye: hayat için gerekli maddelermuhtasar: kısa, özet
muntazam: düzenlimühim: önemli
müteaddit: çok sayıdamüşkilât peydâ etmek: zorluk kazanmak, zorlaşmak
müşkilâtlı: zornefer: asker, er
nev’: tür, çeşitnihayet: son
nokta-i nazar: bakış açısırisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
sair: diğer, başkasuubetli: zor
sûhûletli: kolaysür’atle: hızla
sırr-ı vahdet: birlik sırrıtafsilen: ayrıntılı olarak
teçhizat: cihazlar, donanımlarteçhizat-ı askeriye: askeri donanım
vahdet: birlik; Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesivücuda gelmek: var olmak
ziyade: çok, fazlazâbit: subay
şirk: Allah ortak koşma

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 314

kendini Ona vermezsen, belki esbab-ı maddiyeye ve tabiata isnad etsen, o vakit sen, kâinatın muntazam bir hülâsası, meyvesi ve küçük bir fihristesi ve listesi olduğundan; seni yapmak için kâinatı ve anâsırı ince elekle eleyip hassas ölçülerle aktâr-ı âlemden senin vücudundaki maddeleri toplamak lâzım gelir. Çünkü esbab-ı maddiye yalnız terkip eder, toplar. Kendilerinde bulunmayanı hiçten, yoktan yapamadıkları, bütün ehl-i akıl yanında musaddaktır. Öyleyse, küçük bir zîhayatın cismini aktâr-ı âlemden toplamaya mecbur olurlar. İşte vahdette ve tevhidde ne kadar kolaylık ve şirkte ve dalâlette ne kadar müşkilât var olduğunu anla.

İkincisi: İlim noktasında hadsiz bir suhulet vardır. Şöyle ki:

Kader, ilmin bir nev’idir ki, herşeyin mânevî ve mahsus kalıbı hükmünde bir miktar tayin eder. Ve o miktar-ı kaderî, o şeyin vücuduna bir plân, bir model hükmüne geçer. Kudret icad ettiği vakit, gayet suhuletle, o kaderî miktar üstünde icad eder. Eğer o şey muhit ve hadsiz ve ezelî bir ilmin sahibi olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse, sabıkan geçtiği gibi, binler müşkilât değil, belki yüz muhâlât ortaya düşer. Çünkü o miktar-ı kaderî ve miktar-ı ilmî olmazsa, binler haricî ve maddî kalıplar, küçücük bir hayvanın cesedinde istimal edilmek lâzım gelir.

İşte vahdette nihayetsiz kolaylık ve dalâlette ve şirkte hadsiz müşkilâtın bir sırrını anla, وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَب1 âyeti ne kadar hakikatli ve doğru ve yüksek bir hakikati ifade ettiğini bil.

ÜÇÜNCÜ SUAL: Eskiden düşman, şimdi dost olan mühtedî diyor ki: “Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: ‘Hiçten, hiçbir şey icad edilmiyor ve hiçbir şey idam edilmiyor; yalnız bir terkip, bir tahlildir ki, kâinat fabrikasını işlettiriyor.’”



[NOT]Dipnot-1 “Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.[/NOT]






Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allahaktâr-ı âlem: âlemin dört bir yanı
anâsır: unsurlar, elementlercisim: beden
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık, inkârehl-i akıl: akıl sahipleri
esbab-ı maddiye: maddî sebeplerezelî: başlangıcı olmayan sonsuz
feylesof: filozof, felsefecifihriste: , içindekiler
hadsiz: sınırsızhakikatli: gerçeğe dayalı
haricî: dıştan görülenhülâsa: öz, özet
icad etmek: yaratmak, var etmekidam edilme: yok edilme
isnad etmek: dayandırmakistimal edilmek: kullanılmak
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, planlamasıkaderî: kaderde olan, Allah tarafından belirlenen
kudret: güç, iktidarkâinat: evren
mecbur olmak: zorunlu olmakmiktar-ı ilmî: İlâhî ilim ile belirlenen ölçü
miktar-ı kaderî: Allah tarafından kader çerçevesinde takdir edilmiş, belirlenmiş ölçümuhit: herşeyi içine alan, kuşatan
muhâlât: imkânsız olan şeylermuntazam: düzenli
musaddak: tasdik edilmiş, doğrulanmışmühtedî: hidâyete eren, iman eden
müşkilât: zorluklarnev’: tür, çeşit
nihayetsiz: sınırsızsabıkan: bundan önce
sûhûlet: kolaylıktabiat: canlı, cansız varlıklar, doğa
tahlil: dağılma, ayrışmatayin etmek: belirlemek
terkip: düzenleme, bir araya getirmeterkip etmek: düzenlemek, bir araya getirmek
tevhid: birleme, Allah’ı bir olarak bilme ve ilân etmevahdet: Allah’ın birliğinin bütün varlıklarda görülmesi
vücud: beden, varlıkzîhayat: canlı
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümleşirk: Allah’a ortak koşma

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 315

Elcevap: Nur-u Kur’ân ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasıyla bu mevcudatın teşekkülât ve vücutlarını—sabıkan ispat ettiğimiz tarzda—imtinâ derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.

Bir kısmı Sofestâî olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, kâinatın vücudunu inkâr etmeyi, hattâ kendilerinin vücutlarını dahi inkâr etmesini, dalâlet mesleğinde esbab ve tabiatın icad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden, hem kendilerini, hem kâinatı inkâr edip cehl-i mutlaka düşmüşler.

İkinci güruh bakmışlar ki, dalâlette, esbab ve tabiat mûcid olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı, hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için, bilmecburiye, icadı inkâr ediyorlar, “Yoktan var olmaz” diyorlar. Ve idamı da muhal görüyorlar, “Var yok olmaz” hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrat ile, tesadüf rüzgârlarıyla bir terkip ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i itibariye tahayyül ediyorlar.

İşte, sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör! Ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süflî ve eçhel yaptığını bil, ibret al.

Acaba her senede dört yüz bin envâı birden zemin yüzünde icad eden; ve semâvat ve arzı altı günde halk eden; ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san’atlı, hikmetli, zîhayat bir kâinatı inşa eden bir kudret-i ezeliye, bir ilm-i ezelînin dairesinde plânları ve miktarları taayyün eden mevcudat-ı ilmiyeyi, göze göstermeyen bir ecza ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir ecza misilli, gayet kolay o mâdûmât-ı hariciye olan mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u haricî vermeyi o kudret-i ezeliyeden uzak görmek ve icadı inkâr etmek, evvelki güruh olan Sofestâîlerden daha ziyade ahmakane ve cahilânedir.






Kadîr-i Ezelîye: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah
Nur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru
Sofestâî: Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hattâ kendini dahi inkâr edenler
ahmakane: ahmakça
arz: yeryüzü
bilmecburiye: zorunlu olarak
cahilâne: cahilce, bilgisizce
cehalet: cahillik
cehl-i mutlak: sonsuz bir cahillik
dalâlet: hak yoldan ayrılma, inkârcılık
echel: çok cahil
ecza: kimyasal bir madde
envâ: türler, çeşitler
esbab: sebepler
feylesof: filozof, felsefeci
güruh: grup, topluluk
hadsiz: sayısız, sınırsız
halk etmek: yaratmak
harekât-ı zerrat: zerrelerin, atomların hareketleri
hassa: temel özellik
hikmetli: belli bir amaç ve hedefe yönelik olma
icad: var etme, yaratma
idam: yokluk, hiçlik
iktidar: güç, kuvvet
iktiza etmek: gerektirmek
ilm-i ezelî: Cenâb-ı Hakkın ezelden beri var olan sonsuz ilmi
imtinâ: imkânsızlık
inşa etmek: yaratmak, yapmak, meydana getirmek
kudret-i ezeliye: Allah’ın ezelden beri var olan sonsuz kudreti
maskara: gülünç, rezil
mevcudat: varlıklar
mevcudat-ı ilmiye: başkası tarafından görünmeyen, Allah’ın ilim dairesindeki varlıklar
misilli: benzeri
muhal: imkansızlık
mâdûmât-ı hariciye: maddeten yok olan ancak ilim plânında var olan şeyler
mûcid: yoktan var eden, yaratan
müşkilât: zorluklar
sabıkan: bundan önce
semâvât: gökler
suret: biçim, şekil
süflî: alçak, âdi
taayyün etmek: belirlenmek
tabiat: canlı cansız varlıklar, doğa, maddî âlem
tahayyül etmek: hayal etmek
tahlil: çözümleme, dağılma, ayrışma
tavr-ı akıl: aklın anlayabileceği kapasite
terkip: düzenlenme, bir araya getirme
teşekkülât: oluşumlar
vaziyet-i itibariye: göreceli bir durum
vücud-u haricî: maddî vücut, beden
vücut: varlık
zemin: yer
ziyade: çok, fazla
zîhayat: canlı

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Üçüncü Lem'a - Sayfa 316

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-ü ihtiyarîden başka ellerinde olmayan, firavunlaşmış kendi nefisleri hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: “Yoktan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bu bâtıl ve hata düsturu Kadîr-i Mutlaka teşmil etmek istiyorlar.

Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ’, hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı “Yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı!

Tabiatı bırakan ve hakikate geçen zat diyor ki: “Cenâb-ı Hakka zerrat adedince şükür ve hamd ve senâ ediyorum ki, kemâl-i imanı kazandım, evham ve dalâletlerden kurtuldum ve hiçbir şüphem de kalmadı. Elhamdü lillâhi alâ dîni’l-İslâm ve kemâli’l-îmân.” 1




سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 2





endOfSection.gif
endOfSection.gif







[NOT]Dipnot-1 Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah’a hamd olsun!

Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32.[/NOT]







Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allah
ahmaklık: akılsızlık
ahval: durumlar
anâsır: unsurlar, elementler
bedbaht: talihsiz, bahtsız
bâtıl: gerçek olmayan, yalan
cihet: yön
cilve: görüntü, yansıma
cüz-ü ihtiyarî: insanda bulunan sınırlı irade
daimî: devamlı, sürekli
dakik: ince, derin
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inkârcılık
düstur: kanun
envâ-ı zîhayat: canlı türleri
esbab: sebepler
esmâ: isimler
evham: kuruntular, şüpheler
firavunlaşmış: firavun gibi kendisini üstün gören, tanrılık iddiasında bulunan
hakikat: gerçek, esas
hamd: övgü ve şükür
hikmet: sebep, gaye
ibdâ’: var etme
icad etmek: var etmek, yaratmak
ihtirâ’: bir şeyin hiçten, yaratılması
inşa: var olan şeylerle farklı varlıklar yaratma
kemâl-i hikmet: Allah’ın istediği şeyi dilediği şekilde eksiksiz olarak yapması
kemâl-i iman: tam ve mükemmel bir iman
keyfiyat: özellikler, nitelikler
kudret: Allah’ın bütün âlemleri kuşatan güç ve iktidarı
mahlûkat: varlıklar
mevcudat: varlıklar
nefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
rezzâkiyet: rızık vericilik
senâ: övgü
sûhûletli: kolay
sıfat: özellik, vasıf
teşmil etmek: kapsamı içine aldırmak
vücut vermek: yok olan bir şeyi var etmek, yaratmak
zerrat: zerreler, atomlar
âciz-i mutlak: son derece güçsüz
şükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

<TBODY>
</TBODY>
 
Üst