Yirmi İkinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member
Yirmi İkinci Lem’a

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ


Isparta’nın âdil valisine ve adliyesine ve zabıtasına, en mahrem ve en has ve hâlis kardeşlerime mahsus olarak yirmi iki sene evvel Isparta’nın Barla nahiyesinde iken yazdığım gayet mahrem bu risaleceğimi, Isparta milletiyle ve hükûmetiyle alâkadarlığını gösterdiği için takdim ediyorum. Eğer münasip görülse, ya yeni veya eski harfle daktilo ile birkaç nüsha yazılsın ki, yirmi beş otuz senedir esrarımı arayanlar ve tarassut edenler de anlasınlar ki, gizli hiçbir sırrımız yok. Ve en gizli bir sırrımız işte bu risaledir, bilsinler.


Said Nursî



İşârât-ı Selâse


On Yedinci Lem’anın On Yedinci Notasının Üçüncü Meselesi iken, suallerinin şiddet ve şümulüne ve cevaplarının kuvvet ve parlaklığına binaen, Otuz Birinci Mektubun Yirmi İkinci Lem’ası olarak Lemeâta karıştı. Lem’alar bu Lem’aya yer vermelidirler. Mahremdir, en has ve hâlis ve sadık kardeşlerimize mahsustur.


besmele.jpg


وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ فَهُوَ حَسْبُهُ اِنَّ اللهَ بَالِغُ اَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا 2




[NOT]Dipnot-1 Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.

Dipnot-2 “Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah emrini mutlaka gerçekleştirir. Allah herşeye bir ölçü takdir etmiştir.” Talâk Sûresi, 65:3.
[/NOT]



Barla: (bk. bilgiler)
Isparta: (bk. bilgiler)
Lemeât: Lem’alar isimli eser
alâkadar: alakalı, ilgili
binaen: dayanarak
esrar: sırlar
evvel: önce
has: özel
hâlis: içten, ihlâslı
hükûmet: idare, yönetim
lem’a: parıltı
mahrem: gizli olan, herkese söylenmeyen, gizli sır
mahsus: özgü
münasip: uygun
nahiye: bucak; ilçelerin bir müdürle yönetilen bölümlerinden her birisi
nota: bildiri
nüsha: yazılı şey
risalecik: kitapçık
sadık: doğru, bağlı
takdim etmek: sunmak
tarassut eden: gözetleyen
âdil: adaletli, adaletle iş gören
İşârât-ı Selâse: “Üç İşaret” anlamına gelen ve Risale-i Nur’da yer alan bir risâle
şümul: kapsam

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 281

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Bu mesele Üç İşarettir.

BİRİNCİ İŞARET

Şahsıma ve Risale-i Nur’a ait mühim bir sual: Çoklar tarafından deniliyor ki, “Sen ehl-i dünyanın dünyasına karışmadığın halde, nedendir ki, her fırsatta onlar senin âhiretine karışıyorlar? Halbuki hiçbir hükûmetin kanunu, târikü’d-dünya ve münzevîlere karışmıyor.”

Elcevap: Yeni Said’in bu suale karşı cevabı sükûttur. Yeni Said, “Benim cevabımı kader-i İlâhî versin” der. Bununla beraber, mecburiyetle, emâneten istiâre ettiği Eski Said’in kafası diyor ki:

Bu suale cevap verecek, Isparta vilâyetinin hükûmetidir ve şu vilâyetin milletidir. Çünkü bu hükûmet ve şu millet, benden çok ziyade bu sualin altındaki mânâ ile alâkadardırlar. Madem binler efradı bulunan bir hükûmet ve yüz binler efradı bulunan bir millet benim bedelime düşünmeye ve müdafaa etmeye mecburdur; ben neden lüzumsuz olarak müddeîlerle konuşup müdafaa edeyim?

Çünkü dokuz senedir ben bu vilâyetteyim; gittikçe daha ziyade dünyalarına arkamı çeviriyorum. Hiçbir halim de mestur kalmamış. En gizli, en mahrem risalelerim dahi hükûmetin ve bazı meb’usların ellerine geçmiş. Eğer ehl-i dünyayı telâşa ve endişeye düşürecek dünyevî bir karışmak halim ve karıştırmak teşebbüsüm ve fikrim olsaydı, bu vilâyet ve kazalardaki hükûmet, dokuz sene dikkat ve tecessüs ettikleri halde ve ben de çekinmeyerek yanıma gelenlere esrarımı beyan ettiğim halde, hükûmet bana karşı sükût edip ilişmediler. Eğer milletin ve vatanın saadetine ve istikbaline zarar verecek bir kabahatim varsa, dokuz seneden beri valisinden tut, köy karakol kumandanına kadar kendilerini mes’ul eder. Onlar kendilerini mes’uliyetten kurtarmak için, hakkımda habbeyi kubbe yapanlara karşı kubbeyi habbe yapıp beni müdafaa etmeye mecburdurlar. Öyleyse bu sualin cevabını onlara havale ediyorum.

Amma şu vilâyetin milleti, umumiyetle benden ziyade beni müdafaa etmek mecburiyetleri şundandır ki, bu dokuz senedir hem kardeş, hem dost, hem mübarek olan bu milletin hayat-ı ebediyesine ve kuvvet-i imaniyesine ve saadet-i




Eski Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Isparta: (bk. bilgiler)
Yeni Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)alâkadar: alakalı, ilgili
beyan etmek: açıklamakdünyevî: dünya ile ilgili
efrad: fertler, bireylerehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
emâneten: emânet olarakesrar: sırlar
habbeyi kubbe yapmak: en küçük meseleleri abartarak olduğundan daha büyük göstermekhavale etmek: bir işi başka birine bırakma
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatıhükûmet: yönetim, idare
istikbal: gelecek zamanistiâre etmek: ödünç ve geçici olarak almak
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri gerçekleşmeden sonsuz ilmiyle bilip o şekilde belirlemesikuvvet-i imaniye: iman gücü
mahrem: gizli olan, herkese söylenmeyenmeb'us: milletvekili
mecbur: zorunlumes'ul: sorumlu
mes'uliyet: sorumlulukmestur: gizli, saklı
millet: halkmânâ: anlam
mübarek: bereketli, hayırlımüdafa etme: savunma
müddeî: savcımühim: önemli
münzevî: bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçirenrisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
saadet: mutluluksükût: sessiz kalma, susma
tecessüs etmek: gizlice araştırmak, casusluk yapmaktârikü'd-dünya: dünyayı terk eden
umumiyetle: genelliklevilâyet: il
ziyade: çok, fazlaâhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>hayatiyesine bilfiil ve maddeten tesirini gösteren yüzer risalelerle çalıştığımızı ve hiçbir dağdağa ve zarar, hiç kimseye o risaleler yüzünden gelmediği ve hiçbir garazkârâne tereşşuhât-ı siyasiye ve dünyeviye görülmediği ve lillâhilhamd şu Isparta vilâyeti, eski zamanın Şam-ı Şerifinin mübarekiyeti ve âlem-i İslâmın medrese-i umumîsi olan Mısır’ın Câmiü’l-Ezher’i mübarekiyeti nev’inden, kuvvet-i imaniye ve salâbet-i diniye cihetinde bir mübarekiyet makamını Risale-i Nur vasıtasıyla kazanarak bu vilâyette, imanın kuvveti lâkaytlığa ve ibadetin iştiyakı sefahete hâkim olmasını ve umum vilâyetlerin fevkinde bir meziyet-i dindarâneyi Risale-i Nur bu vilâyete kazandırdığından, elbette bu vilâyetteki umum insanlar, hattâ faraza dinsizi de olsa, beni ve Risale-i Nur’u müdafaaya mecburdur. Onların çok ehemmiyetli müdafaa hakları içinde, benim gibi vazifesini bitirmiş ve lillâhilhamd binlerle şakirtler benim gibi bir âcizin yerinde çalışmış ve çalıştığı hengâmda, ehemmiyetsiz cüz’î hakkım beni müdafaaya sevk etmiyor. Bu kadar binlerle dâvâ vekilleri bulunan bir adam, kendi dâvâsını kendi müdafaa etmez.

İKİNCİ İŞARET

Tenkitkârâne bir suale cevaptır.

Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: “Sen neden bizden küstün? Bir defa olsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekvâ edip ‘Bana zulmediyorsunuz’ diyorsun. Halbuki bizim bir prensibimiz var, bu asrın muktezası olarak hususî düsturlarımız var. Bunların tatbikini sen kendine kabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zalim olmaz. Kabul etmeyen isyan eder. Ezcümle, bu asr-ı hürriyette ve bu yeni başladığımız cumhuriyetler devrinde, müsavat esası üzerine tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturu bizim bir kanun-u esasîmiz hükmüne geçtiği halde, sen kâh hocalık, kâh zâhidlik suretinde teveccüh-ü âmmeyi kazanarak,




Câmiü'l-Ezher: Mısır’da yer alan Ezher Üniversitesi
Isparta: (bk. bilgiler)
Mısır: (bk. bilgiler)
asr-ı hürriyet: hürriyet asrı
asır: yüzyıl
bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak
cihet: yön
cüz'î: ferdî, küçük, sınırlı
dağdağa: karışıklık
düstur: kural, kanun
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
esas: temel
ezcümle: meselâ, örneğin
faraza: varsayalım ki
fevkinde: üstünde
garazkârâne: kötü bir kasıt güdercesine
hengâm: zaman, dönem
hususî: özel
iştiyak: çok güçlü arzu ve istek
kanun-u esasî: anayasa
kuvvet-i imaniye: iman gücü
kâh: bazan
lillâhilhamd: ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, hepsi Allah’a aittir
lâkayt: ilgisiz
maddeten: maddî olarak
makam: derece, yer
medrese-i umumî: genele ve herkese açık olan medrese
meziyet-i dindarâne: dindarlık fazileti ve üstünlüğü
mukteza: bir şeyin gereği
mübarekiyet: mübârek ve bereketli oluş
müdafa: savunma
müracaat etmek: başvurmak
müsavat: eşitlik, denklik
nev': tür, cins
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
saadet-i hayatiye: hayatın mutluluğu
salâbet-i diniye: dinin emirlerini korumakta ve uygulamadaki ciddiyet
sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük
sevk etmek: yöneltmek
suret: biçim, şekil
sükût etmek: sessiz kalmak
tagallüb: baskı ve zulüm yapma, zorbalık
tahakküm: baskı altında tutma, hükmü altına alma
tatbik etmek: uygulamak
tenkitkârâne: tenkit edercesine
tereşşuhât-ı siyasiye ve dünyeviye: siyasî ve dünyevî menfaat olduğunu gösteren belirtiler
tesir: etki
teveccüh-ü âmme: halkın ilgisi, yönelmesi
umum: bütün, genel
vasıta: araç
zalim: haksızlık eden
zulmetmek: haksız yere kötülük etmek
zâhid: takvâ sahibi olan; nefsî isteklerden uzak kalan
âciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
âlem-i İslâm: İslâm dünyası
Şam-ı Şerif: Şam şehri
şakirt: talebe
şekvâ: şikâyet

<TBODY>
</TBODY>


 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 283

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>nazar-ı dikkati kendine celb ederek, hükûmetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimaî elde etmeye çalıştığın, zâhir halin ve eski zamandaki macera-yı hayatının delâletiyle anlaşılıyor. Bu hal ise, şimdiki tabirle, burjuvaların müstebidâne tahakkümleri içinde hoş görünebilir. Fakat bizim tabaka-i avâmın intibahıyla ve galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve bolşevizm düsturları bizim daha ziyade işimize yaradığı için o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor, prensiplerimize muhalif düşüyor. Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvâya ve küsmeye hakkın yoktur.”

Elcevap: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.

Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemâl-i kudret ve hikmetini göstermek için, az birşeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitapları yazdırır ve birşeyle çok vazifeleri




Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz olarak yaratan Allahadalet-i tâmme: tam ve eksiksiz adalet
aleyhinde: karşısındaavam: halk
bolşevizm: (bk. bilgiler)burjuva: servet ve mal birikimi yapanlar; zenginler sınıfı
delâletiyle: işaretiyle, deliliyledüstur: kural
fikren: düşünce olarakfıtrat: yaratılış, mizaç
fıtrat-ı beşeriye: insanın yaratılışı, tabiatıgalebe: üstün gelme
haricinde: dışındahayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı
hikmet-i esasiye: temel hikmethilkat: yaratılış
intibah: uyanmaistibdat: baskı, zulüm
kanun-u fıtrat: yaratılış kanunukemâl-i kudret ve hikmet: Allah’ın kudret ve hikmetinin eksiksiz ve mükemmel oluşu
kâinat: evrenlehinde: tarafında
macera-yı hayat: hayat çizgisimahsulât: ürünler
makam-ı içtimaî: sosyal statü, mevkimecburiyet: zorunluluk
meşreben: hareket metodu açısındanmuhalefet: zıt ve aykırı davranma
muhalif düşmek: aykırı davranmakmutlak: kayıtsız, sınırsız
muvaffak olmak: başarmakmuvafık: uygun
müsavat: eşitlik, denklikmüsavat-ı hukuk: hukuk önündeki eşitlik
müsavat-ı mutlaka: mutlak eşitlikmüstebidâne: diktatörce
nazar-ı dikkati celb etmek: dikkat çekmekneseben: soy itibariyle
nev-i beşer: insanlarnüfuz: etki alanı
sosyalizm: (bk. bilgiler)sırr-ı adalet: adalet esprisi
sırr-ı hikmet: hikmetinin sırrıtabaka: kat, sınıf
tabaka-i avâm: halk tabakasıtabaka-i havas: zenginler, seçkinler tabakası
tabirle: ifadeyletagallüb: baskı ve zulüm yapma
tahakküm: baskı altında tutmatahrip: bozma, yok etme
tatbik etmek: uygulamaktatbik-i hareket: uygun hareket
terakkî: yükselme, ilerlemetezahür eden: ortaya çıkan, görünen
vaziyet: durum, hâlziyade: çok, fazla
zulüm: haksızlıkzâhir: açık, gözle görünür
şefkaten: şefkat açısındanşekvâ: şikâyet
şer: kötülük

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 284

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>yaptırdığı gibi, beşer nev’i ile de binler nev’in vazifelerini gördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenâb-ı Hak, insan nev’ini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvânâtın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvânat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

İşte, nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayası ve zembereği, müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün,

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet?Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hakikat?Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Veyahut,

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı fazilet?Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Evet, imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek faziletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. Lillâhilhamd, bu meşrep üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor.




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allahacz: güçsüzlük
arz: dünyaasır: yüzyıl
beşer nev'i: insan türü, insanlıkbilhassa: özellikle
bîdâd: adaletsizlikehl-i fazilet: güzel huylu, üstün özelliklere sahip kişiler
fakr: fakirlikfazilet: değer, erdem
fıtrat: yaratılışgaddar: acımasız
gayet: çokhad: sınır
hadsiz: sayısız, sınırsızhakikî: asıl, gerçek
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insanhayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların sosyal hayatı
hayvânât: hayvanlaridrâk: anlama, kavrama
imhâ-yı fazilet: faziletin ortadan kaldırılmasıimhâ-yı hakikat: hakikatin ortadan kaldırılması
imhâ-yı hürriyet: özgürlüğün yok edilmesiistibdad: baskı ve zulüm
istidat: kabiliyetkuvâ: duygular, hisler
kâinat: evrenkâmilâne: olgunluk ve mükemmellik içinde
lillâhilhamd: ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, hepsi Allah’a aittirlâtife: ince duygu
mahiyet-i beşeriye: insanların yapısında bulunan temel özellikmakamat: makamlar
medar-ı tahakküm: baskı, zorbalık sebebimeşreb: hareket tarzı, metod
muktedir: gücü yeten iktidar sahibimühim: önemli
müsabaka: yarışmamüstehak: hak etmiş, lâyık
nev': tür, çeşitnev-i insan: insan türü, insanlık
sair: diğer, başkasebeb-i istibdat: baskı, zulüm sebebi
sırr-ı azîm: büyük sırtabakat: tabakalar, dereceler
tagallüb etmek: baskı ve zorbalık yapmak tahakküm: baskı altında tutma
tebdil: değiştirmetenevvü: çeşitlilik
tevazu: alçakgönüllülükzemberek: hareketi sağlayan güç kaynağı
zulüm: haksızlıkzât: kişi
zîhayat: canlıâdemiyet: insanlık

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 285

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Ben kendimde fazilet var diye fahir suretinde dâvâ etmiyorum. Fakat nimet-i İlâhiyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki:

Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur’âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir. Bu ihsan-ı İlâhîyi bütün hayatımda, lillâhilhamd, tevfik-i İlâhî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarf ederek, hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlup olan teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur, onlardan kaçıyorum. Yirmi sene eski hayatımı zayi ettiği için onları kendime muzır görüyorum. Fakat Risale-i Nur’u beğenmelerine bir emâre biliyorum, onları küstürmüyorum.

İşte, ey ehl-i dünya! Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı ve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallip ve daima fırsatı bekleyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümü taşıyan bir adam gibi yapılan bunca tarassut ve tazyikiniz hangi kanunladır? Hangi maslahatladır? Dünyada hiçbir hükûmet böyle fevkalkanun ve hiçbir ferdin tasvibine mazhar olmayan bir muameleye müsaade etmediği halde, bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev-i beşer küser, belki kâinat küsüyor.

ÜÇÜNCÜ İŞARET

Mağlâtalı, divanecesine bir sual:

Bir kısım ehl-i hüküm diyorlar ki: “Madem sen bu memlekette duruyorsun. Şu memleketin cumhurî kanunlarına inkıyad etmek lâzım gelirken, sen neden inzivâ perdesi altında kendini o kanunlardan kurtarıyorsun? Ezcümle, şimdiki hükûmetin




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allahbed: kötü, çirkin
binaen: dayanarakcihet-i temas: bağlantı yönü
cumhurî: halkın çoğunluyla ilgilidivanece: akılsızca
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenlerehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar
ehl-i hüküm: yöneticiler, idarecilerekser: çok
emâre: belirti, işaretesaret: esirlik, tutsaklık
ezcümle: örneğin, meselâfahir: övünme
fazilet: değer, erdemfazl: cömertlik, ihsan
fehmetmek: anlamakfevkalkanun: kanun üstü, kanunsuz
fikr-i istibdat: baskı düşüncesi, keyfi idari sistemihükûmet: idare, yönetim
hüsn-ü kabul-ü halk: halkın güzellikle kabul etmesi, benimsemesiihsan etmek: bağışlamak, sunmak
ihsan-ı İlâhî: Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışıinkıyad etmek: boyun eğmek
inzivâ: yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmamakerem: cömertlik
kâinat: evrenlillâhilhamd: ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, hepsi Allah’a aittir
maslahat: fayda, gayematlup: istenen, talep edilen
mazhar: bir özelliği üzerinde taşıyanmağlâtalı: aldatıcı
menfaat: fayda, yararmenfûr: kendisinden nefret edilen, sevilmeyen
millet-i İslâmiye: İslâm toplumu, Müslümanlarmuamele: uygulama
muzır: zararlımühim: önemli
müsaade etmek: izin vermekmütegallip: zorba
nev-i beşer: insanlarnimet-i İlâhiye: Allah’ın verdiği, ihsan ettiği her şey
saadet: mutluluksuret: biçim, şekil
tagallüb: baskı ve zorbalık yapmatahakküm: baskı, zorbalık
tahdis: anlatma, şükrederek dile getirmetarassut: göz altında tutma
tasvib: uygun bulma, onaylamatazyik: baskı
teveccüh-ü nâs: insanların alâkası, ilgisitevfik-i İlâhî: Allah’ın yardımı ve başarıya ulaştırması
ulûm-u imaniye ve Kur'âniye: iman ve Kur’ân ilimlerivasıta-i tahakküm: insanları baskı altına alma aracı
zayi etmek: kaybetmekşehadet: şahitlik

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 286

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>kanununda, vazife haricinde bir meziyeti, bir fazileti kendine takıp, onunla bir kısım millete tahakküm edip nüfuzunu icra etmek, müsavat esasına istinad eden cumhuriyetin bir düsturuna münâfidir. Sen neden vazifesiz olduğun halde elini öptürüyorsun? Halk beni dinlesin diye hodfuruşâne bir vaziyet takınıyorsun?”

Elcevap: Kanun tatbik edenler, evvelâ kendilerine tatbik ettikten sonra başkasına tatbik edebilirler. Siz kendinize tatbik etmediğiniz bir düsturu başkasına tatbik etmekle, herkesten evvel siz düsturunuzu, kanununuzu kırıyorsunuz ve karşı geliyorsunuz. Çünkü bu müsavat-ı mutlaka kanununun bana tatbikini istiyorsunuz. Ben de derim:

Ne vakit bir nefer, bir müşirin makam-ı içtimaîsine çıkarsa ve milletin o müşire karşı gösterdikleri hürmet ve teveccühe iştirak ederse ve onun gibi o teveccüh ve hürmete mazhar olursa veyahut o müşir, o nefer gibi âdileşirse ve o neferin sönük vaziyetini alırsa ve o müşirin vazife haricinde hiçbir ehemmiyeti kalmazsa; hem eğer en zeki ve bir ordunun muzafferiyetine sebebiyet veren bir erkân-ı harp reisi, en aptal bir neferle teveccüh-ü âmmede ve hürmet ve muhabbette müsavata girerse, o vakit sizin bu müsavat kanununuz hükmünce bana şöyle diyebilirsiniz: “Kendine hoca deme. Hürmeti kabul etme. Faziletini inkâr et. Hizmetçine hizmet et, dilencilere arkadaş ol!”

Eğer deseniz: “Bu hürmet ve makam ve teveccüh, vazife başında olduğu vakte mahsustur ve vazifedarlara hastır. Sen vazifesiz bir adamsın; vazifedarlar gibi milletin hürmetini kabul edemezsin.”

Elcevap: Eğer insan yalnız bir cesetten ibaret olsa ve insan dünyada lâyemûtâne daimî kalsa ve kabir kapısı kapansa ve ölüm öldürülse, o vakit vazife yalnız askerlik ve idare memurlarına mahsus kalırsa, sözünüzde dahi bir mânâ olurdu.

Fakat madem insan yalnız cesetten ibaret değil; cesedi beslemek için kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez. Onlar imhâ edilmez; onlar da idare ister. Ve madem kabir kapısı kapanmıyor. Ve madem kabrin öbür tarafındaki endişe-i istikbal her ferdin en mühim meselesidir. Elbette milletin itaat ve hürmetine




daimî: devamlı, süreklidimağ: beyin
düstur: kural, kanunehemmiyet: değer, önem
endişe-i istikbal: gelecek endişesierkân-ı harp: askerlik ilminde uzman kimse, kurmay
esas: temelevvelâ: ilk olarak
fazilet: yüksek değer, erdemhas: özel
hodfuruşâne: kendini beğendirmeye çalışanhükûmet: idare, yönetim
hürmet: saygıibaret olma: meydana gelme, oluşma
icra etmek: yerine getirmekimhâ: yok etme
istinad eden: dayananitaat: boyun eğme
iştirak etmek: katılmaklâyemûtâne: ölümsüzcesine
mahsus: has, özelmakam: mevki, statü
makam-ı içtimaî: sosyal statü, mevkimazhar olmak: sahip olmak, edinmek
meziyet: üstün özellikmuhabbet: sevgi
muzafferiyet: zafer kazanma, galibiyetmânâ: anlam
mühim: önemlimünâfi: aykırı, zıt
müsavat: eşitlik, denklikmüsavat-ı mutlaka: sınırsız eşitlik
müşir: mareşalnefer: asker, er
nüfuz: etkisebebiyet verme: sebep olma
tahakküm etmek: baskı altına almaktatbik etmek: uygulamak
teveccüh: yönelmek, ilgi göstermeteveccüh-ü âmme: halkın yönelişi ve ilgi göstermesi
vazifedar: görevlivaziyet: durum, hâl
âdileşmek: basitleşmek, sıradanlaşmak

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 287

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>istinad eden vazifeler, yalnız milletin hayat-ı dünyeviyesine ait içtimaî ve siyasî ve askerî vazifelere münhasır değildir.

Evet, yolculara seyahat için vesika vermek bir vazife olduğu gibi, ebed tarafına giden yolculara da hem vesika, hem o zulümatlı yolda nur vermek öyle bir vazifedir ki, hiçbir vazife o vazife kadar ehemmiyetli değildir. Böyle bir vazifenin inkârı, ölümün inkârıyla ve hergün el-mevtü hakkun dâvâsını, cenazelerinin mührüyle imza edip tasdik eden otuz bin şahidin şehadetini tekzip ve inkâr etmekle olur.

Madem mânevî hâcât-ı zaruriyeye istinad eden mânevî vazifeler var. Ve o vazifelerin en mühimi, ebed yolunda seyahat için pasaport varakası ve berzah zulümatında kalbin cep feneri ve saadet-i ebediyenin anahtarı olan imandır ve imanın ders ve takviyesidir. Elbette, o vazifeyi gören ehl-i marifet, herhalde, küfran-ı nimet suretinde, kendine edilen nimet-i İlâhiyeyi ve fazilet-i imaniyeyi hiçe sayıp, sefihler ve fâsıkların makamına sukut etmeyecektir. Kendini, aşağıların bid’alarıyla, sefahetleriyle bulaştırmayacaktır. İşte, beğenmediğiniz ve müsavatsızlık zannettiğiniz inzivâ bunun içindir.

İşte bu hakikatle beraber, beni işkenceyle tâciz eden sizin gibi enâniyette ve bu kanun-u müsavatı kırmakta firavunluk derecesinde ileri giden mütekebbirlere karşı demiyorum. Çünkü mütekebbirlere karşı tevazu, tezellül zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir. Belki ehl-i insaf ve mütevazi ve âdil kısmına derim ki:

Ben, felillâhilhamd, kendi kusurumu, aczimi biliyorum. Değil Müslümanlar üstünde mütekebbirâne bir makam-ı ihtiram istemek, belki her vakit nihayetsiz kusurlarımı, hiçliğimi görüp, istiğfarla teselli bulup, halklardan ihtiram değil, dua istiyorum. Hem zannederim, benim bu mesleğimi, benim bütün arkadaşlarım biliyorlar.




acz: güçsüzlükberzah: öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem; kabir hayatı
bid’a: dinde olmayıp sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan şeydâvâ: iddia
ebed: sonsuzlukehemmiyetli: önemli
ehl-i insaf: insaf sahibi kimselerehl-i marifet: ilim ve irfan ehli olanlar
el-mevtü hakkun: ölüm haktırenâniyet: benlik, gurur
fazilet-i imaniye: imanın kazandırdığı üstünlükfelillâhilhamd: her türlü hamd, övgü ve şükür Allah’a mahsustur
firavunluk: firavun gibi kendini beğenen, kendini üstün görenfâsık: yoldan çıkmış, günahkâr
hakikat: gerçek, esashayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
ihtiram: saygı göstermeinzivâ: yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama
istinad eden: dayananistiğfar: Allah’tan bağışlanma dilemek
içtimaî: sosyal, toplumsalkanun-u müsavat: eşitlik kanunu
küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlükmakam: mevki, konum, statü
makam-ı ihtiram: hürmet makamımânevî hâcât-ı zaruriye: mânevî zarurî ihtiyaçlar
mühim: önemlimünhasır: sınırlı
müsavatsız: eşit olmayan, denk gelmeyenmütekebbir: kendini büyük gösteren, büyüklenen
mütekebbirâne: kendini büyük gösterir şekilde, kibirli olarakmütevazi: alçakgönüllü, gösterişsiz
nihayetsiz: sınırsıznimet-i İlâhiye: Allah’ın kullarına verdiği nimet
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk, Cennet hayatısefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük
sefih: yasak zevk ve eğlencelere aşırı düşkün olanseyahat: yolculuk
sukut etmek: düşmek, alçalmaksuret: biçim, şekil
takviye: kuvvetlendirme, güçlendirmetasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama
tekzip etmek: yalanlamaktevazu: alçakgönüllülük
tezellül: alçalmatâciz eden: rahatsız eden
varaka: evrak, belgevesika: belge
zulümatlı: karanlıkâdil: adaletli
şehadet: şahitlik

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 288

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Yalnız bu kadarı var ki, Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti esnasında ve hakaik-i imaniyenin dersi vaktinde, o hakaik hesabına ve Kur’ân şerefine, o makamın iktiza ettiği izzet ve vakar-ı ilmiyeyi ders vaktinde muhafaza edip, başımı ehl-i dalâlete eğmemek için, o izzetli vaziyeti muvakkaten takınıyorum. Zannederim, ehl-i dünyanın kanunlarının haddi yoktur ki, bu noktalara karşı çıkabilsin.

Câ-yı hayret bir tarz-ı muamele: Malûmdur ki, her yerde ehl-i maarif, marifet ve ilim noktasında muhakeme eder. Nerede ve kimde marifet ve ilmi görse, meslek itibarıyla ona karşı bir dostluk ve bir hürmet besler. Hattâ düşman bir hükûmetin bir profesörü bu memlekete gelse, ehl-i maarif, onun ilim ve marifetine hürmeten onu ziyaret ederler ve ona hürmet ederler.

Halbuki İngilizin en yüksek meclis-i ilmiyesinin, Meşihat-ı İslâmiyeden sorduğu altı sualin cevabını altı yüz kelime ile Meşihat-ı İslâmiyeden istedikleri zaman, bura maarifinin hürmetsizliğine uğrayan bir ehl-i marifet, o altı suale altı kelime ile, mazhar-ı takdir olmuş bir cevap veren ve ecnebîlerin en mühim ve hukemaların en esaslı düsturlarına hakikî ilim ve marifetle muaraza edip galebe çalan ve Kur’ân’dan aldığı kuvvet-i marifet ve ilme istinaden Avrupa feylesoflarına meydan okuyan ve Hürriyetten altı ay evvel İstanbul’da hem ulemayı ve hem de mekteplileri münazaraya davet edip kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak doğru cevap veren HAŞİYE-1 ve bütün hayatını bu milletin saadetine hasreden ve yüzer risale, o milletin Türkçe olan lisanıyla neşredip o milleti tenvir eden; hem vatandaş, hem dindaş, hem dost, hem kardeş bir ehl-i marifete


[NOT]Haşiye-1 Yeni Said diyor ki: Şu makamda Eski Said’in iftiharkârâne söylediği şu sözlere ben iştirak etmiyorum. Bu risalede sözü ona verdiğim için susturamıyorum. Enâniyetilere karşı bir parça enâniyetini göstersin diye sükût ediyorum.
[/NOT]



Avrupa: (bk. bilgiler)
Eski Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
Hürriyet: Osmanlı Devletinde 1909 yılından itibaren uygulanan yönetim şekli
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Yeni Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)
câ-yı hayret: hayret verici
dindaş: din kardeşi
düstur: kural, kanun
ecnebî: yabancı
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i maarif: ilim ve irfan ehli olanlar
ehl-i marifet: ilim ve irfan sahipleri, âlimler
enâniyet: benlik, gurur
esaslı: sağlam temellere dayanan
evvel: önce
filozof: felsefeci
galebe çalan: üstün gelen
hakaik: hakikatler, gerçekler
hakaik-i imaniye: iman hakikatleri
hakikî: asıl, gerçek
hasreden: sadece belli şeylere odaklanan
haşiye: dipnot
hukema: filozoflar
hürmet: saygı
iftiharkârâne: iftihar ederek, övünerek
iktiza etmek: gerektirmek
istinaden: dayanarak
itibarıyla: açısından
izzet: değer, itibar, yücelik
iştirak etmek: katılmak
kuvvet-i marifet ve ilim: ilim ve irfan kuvveti
lisan: dil
maarif: Millî Eğitim
makam: mevki
malûm: bilinen
marifet: ilim ve irfan
mazhar-ı takdir: takdire şayan olan
meclis-i ilmiye: ilim meclisi
mektep: okul
meşihat-ı İslâmiye: Şeyhülislâmlık makamı
muaraza etmek: karşı koymak
muhafaza etmek: korumak, saklamak
muhakeme: değerlendirme
muvakkaten: geçici olarak
mühim: önemli
münazara: tartışma
neşretmek: yaymak, basmak
noksansız: eksiksiz
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
saadet: mutluluk
sükût etmek: sessiz kalmak, konuşmamak
tarz-ı muamele: davranış biçimi
tenvir eden: aydınlatan
ulema: âlimler
vakar-ı ilmiye: ilimden gelen ağırbaşlılık
vaziyet: durum, hâl
İngiliz: (bk. bilgiler - İngiltere)
İstanbul: (bk. bilgiler)

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 289

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>karşı en ziyade sıkıntı veren ve hakkında adâvet besleyen ve belki hürmetsizlik eden, bir kısım maarif dairesine mensup olanlarla az bir kısım resmî hocalardır.

İşte, gel, bu hale ne diyeceksin? Medeniyet midir? Maarifperverlik midir? Vatanperverlik midir? Milliyetperverlik midir? Cumhuriyetperverlik midir? Hâşâ, hâşâ! Hiç, hiçbir şey değil. Belki bir kader-i İlâhîdir ki, o kader-i İlâhî, o ehl-i marifet adamın dostluk ümit ettiği yerden adâvet gösterdi ki, hürmet yüzünden ilmi riyâya girmesin ve ihlâsı kazansın.




endOfSection.gif
endOfSection.gif






Hâtime

Kendimce câ-yı hayret ve medar-ı şükran bir taarruz:

Bu fevkalâde enâniyetli ehl-i dünyanın enâniyet işinde o kadar hassasiyet var ki, eğer şuuren olsaydı, keramet derecesinde veyahut büyük bir dehâ derecesinde bir muamele olurdu. O muamele de şudur:

Kendi nefsim ve aklım bende hissetmedikleri bir parça riyâkârâne enâniyet vaziyetini, onlar enâniyetlerinin hassasiyet mizanıyla hissediyorlar gibi, şiddetli bir surette, ben hissetmediğim enâniyetimin karşısına çıkıyorlar. Bu sekiz dokuz senede, sekiz dokuz defa tecrübem var ki, onların zalimâne bana karşı muamelelerinin vukuundan sonra, kader-i İlâhîyi düşünüp, “Niçin bunları bana musallat etti?” diye nefsimin desiselerini arıyordum. Her defada, ya nefsim şuursuz olarak enâniyete fıtrî meyletmiş veyahut bilerek beni aldatmış, anlıyorum. O vakit, kader-i İlâhî, o zalimlerin zulmü içerisinde, hakkımda adalet etmiş derdim.

Ezcümle, bu yazın arkadaşlarım güzel bir ata beni bindirdiler. Bir seyrangâha gittim. Şuursuz olarak, nefsimde hodfuruşâne bir keyif arzusu uyanmakla, ehl-i




Cumhuriyetperverlik: Cumhuriyetçilikadalet etme: her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesi
adâvet: düşmanlık, kincâ-yı hayret: hayret verici nokta
dehâ: olağanüstü zekâ ve akıldesise: hile, aldatma
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenlerehl-i marifet: ilim ve irfanla ilgilenen
enâniyet: benlik ve gururezcümle: örneğin
fevkalâde: olağanüstüfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
hassasiyet: duyarlı olmahodfuruşâne: kendini beğenerek
hâl: durum, davranışhâtime: sonuç, son bölüm
hâşâ: aslahürmet: saygı
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyetkader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak bazı kişi ve varlıklarda görülen olağanüstü hâl ve özellikmaarif dairesi: bu günkü karşılığı ile Millî Eğitim Bakanlığı olan mevki
maarifperverlik: eğitim ve öğretime değer vermemedar-ı şükran: şükrü gerektiren
medeniyet: uygarlıkmensup: bağlı
meyletmek: eğilim göstermek, yönelmekmilliyetperverlik: kendi milletine düşkün olma
mizan: ölçü, tartımuamele: davranış, uygulama
musallat: rahatsız etme, sataşma, üzerine gitmenefs: kişinin kendisi; insanı kötülüğe yönelten duygu
resmî: devlete bağlı olarak görev yapanriyâ: gösteriş
riyâkârâne: gösterişli bir şekildeseyrangâh: gezi ve seyir yeri
suret: biçim, şekiltaarruz: bir konuyu arz etme, sunma
vatanperverlik: vatan severlikvaziyet: durum, hâl
vuku: gerçekleşme, meydana gelmezalim: acımasız ve haksız davranan
zalimâne: acımasız ve haksız olarakziyade: çok, fazla
zulüm: haksızlıkşuuren: şuurlu bir şekilde
şuursuz: bilinçsiz

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi İkinci Lem'a - Sayfa 290

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>dünya öyle şiddetli o arzumun karşısına çıktılar ki, yalnız o gizli arzuyu değil, belki çok iştahlarımı kestiler. Hattâ, ezcümle, bu defa Ramazan’dan sonra, eski zamanda gayet büyük, kudsî bir imamın bize karşı gaybî kerametiyle iltifatından sonra kardeşlerimin takvâ ve ihlâsları ve ziyaretçilerin hürmet ve hüsn-ü zanları içinde, ben bilmeyerek, nefsim müftehirâne, güya müteşekkirâne perdesi altında riyâkârâne bir enâniyet vaziyetini almak istedi. Birden bu ehl-i dünyanın hadsiz hassasiyetle ve hattâ riyâkârlığın zerrelerini de hissedebilir bir tarzda, birden bana iliştiler. Ben Cenâb-ı Hakka şükrediyorum ki, bunların zulmü bana bir vasıta-i ihlâs oldu.


وَقُلْ رَبِّ اَعوُذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ 1


اَللّٰهُمَّ يَا حَافِظُ يَاحَفِيظُ يَا خَيْرَ الْحَافِظِينَ، اِحْفَظْنِى وَاحْفَظْ رُفَقَائِى مِنْ شَرِّ النَّفْسِ وَالشَّيْطَانِ وَمِنْ شَرِّ الْجِنِّ وَاْلاِنْسَانِ وَمِنْ شَرِّ اَهْلِ الضَّلاَلَةِ وَاَهْلِ الطُّغْيَانِ اٰمِينَ اٰمِينَ اٰمِينَ
2



سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
3




endOfSection.gif
endOfSection.gif






[NOT]Dipnot-1 “De ki: Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, yâ Rabbi, Sana sığınırım.” Mü’minûn Sûresi, 23:97-98.

Dipnot-2 Ey muhafaza edici olan ve koruyucuların en hayırlısı olan Allahım! Beni ve arkadaşlarımı nefsin ve şeytanın şerrinden, insanların ve cinlerin şerrinden, ehl-i dalâlet ve tuğyanın şerrinden muhafaza et. Âmin, âmin, âmin.

Dipnot-3 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.” Bakara Sûresi, 2:32.

[/NOT]




Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
enâniyet: benlik, gurur
ezcümle: örneğin
gaybî: bilinmeyen, gizli
hadsiz: sayısız, sınırsız
hassasiyet: duyarlı olma
hürmet: saygı
hüsn-ü zan: güzel zan ve düşünce sahibi olma
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
iltifat: övgü
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak Onun sevgili kullarında görülen bazı olağanüstü hal ve özellik
kudsî: mânevî mertebeler kat etmiş kişi
müftehirâne: iftihar ederek, gurur duyarak
müteşekkirâne: teşekkür ederek
riyâkâr: iki yüzlü
riyâkârâne: gösteriş yaparak
takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak
vasıta-i ihlâs: ihlâsı kazandıran araç
vaziyet: durum, hâl

<TBODY>
</TBODY>


<TBODY>
</TBODY>
 
Üst