Yirmi Dokuzuncu Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Dokuzuncu Söz - Sayfa 718

İKİNCİ MESELE: Mevt-i dünyanın vuku bulmasıdır. Şu meseleye delil, bütün edyân-ı semâviyenin icmâıdır ve bütün fıtrat-ı selîmenin şehadetidir ve şu kâinatın bütün tahavvülât ve tebeddülât ve tagayyürâtının işaretidir. Hem asırlar, seneler adedince zîhayat dünyaların ve seyyar âlemlerin, şu dünya misafirhanesinde mevtleriyle, asıl dünyanın da onlar gibi ölmesine şehadetleridir.

Şu dünyanın sekerâtını âyât-ı Kur’âniyenin işaret ettiği surette tahayyül etmek istersen, bak: Şu kâinatın eczaları dakik, ulvî bir nizamla birbirine bağlanmış; hafî, nazik, lâtif bir rabıta ile tutunmuş; ve o derece bir intizam içindedir ki, eğer ecrâm-ı ulviyeden tek bir cirm, kün emrine veya “Mihverinden çık” hitabına mazhar olunca, şu dünya sekerâta başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecramlar dalgalanacak. Nihayetsiz feza-yı âlemde milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük topların müthiş sadâları gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak, kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek. İşte, şu mevt ve sekeratla, Kadîr-i Ezelî kâinatı çalkalar; kâinatı tasfiye edip, Cehennem ve Cehennemin maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münasebeleri başka tarafa çekilir; âlem-i âhiret tezahür eder.

ÜÇÜNCÜ MESELE: Ölecek âlemin dirilmesi mümkündür. Çünkü, İkinci Esasta ispat edildiği gibi, kudrette noksan yoktur. Muktazi ise gayet kuvvetlidir. Mesele ise mümkinattandır. Mümkün bir meselenin gayet kuvvetli bir muktazisi varsa, fâilin kudretinde noksaniyet yoksa, ona mümkün değil, belki vaki suretiyle bakılabilir.

Remizli bir nükte: Şu kâinata dikkat edilse görünüyor ki, içinde iki unsur var ki her tarafa uzanmış kök atmış: Hayır-şer, güzel-çirkin, nef’-zarar, kemâl-noksan, ziya-zulmet, hidayet-dalalet, nur-nar, iman-küfür, taat-isyan, havf-muhabbet


Kadîr-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayıp devamlı var olan ve sonsuz güç ve iktidar sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; e-z-l)cirm: büyük cisim
dakik: incedalalet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
ecram: büyük cisimlerecrâm-ı ulviye: gök cisimleri
ecza: parçalar, kısımlar (bk. c-z-e)edyân-ı semâviye: İlâhî dinler (bk. s-m-v)
fezâ-yı âlem: gökyüzü, uzay (bk. a-l-m)fâil: işi yapan (bk. f-a-l)
fıtrat-ı selîme: bozulmamış yaratılış, karakter (bk. f-ṭ-r; s-l-m)hafî: gizli
havf: korkuhayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)
hidayet: doğru ve hak yol (bk. h-d-y)icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
iman: inanma (bk. e-m-n)intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
isyan: baş kaldırmakemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)kün emri: Allah’ın birşeye “Ol” deyince onu hemen olduruveren emri (bk. k-v-n)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mevadd-ı münasebe: birbirine uyan maddeler (bk. n-s-b)mevt: ölüm (bk. m-v-t)
mevt-i dünya: dünyanın ölümü, kıyametin kopması (bk. m-v-t)mihver: yörünge, eksen
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)muktazi: gerekçe
mümkinat: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olanlar, Allah’ın var etmesine bağlı olanlar (bk. m-k-n)nar: ateş
nef’: faydanihayetsiz: sonsuz
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)noksan: eksik
noksaniyet: eksikliknur: ışık (bk. n-v-r)
nükte: ince ve anlamlı sözrabıta: bağ
remiz: işaretsadâ: ses
sekerât: can çekişmeseyyar: gezici
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)taat: emre uyma
tagayyürât: başkalaşmalartahavvülât: değişimler, dönüşümler
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)tasfiye: saflaştırma, arındırma (bk. ṣ-f-y)
tebeddülât: değişimlertezahür: belirme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
ulvî: yücevaki: olan, meydana gelen
vuku: olma, meydana gelmevâveylâ: çığlık, feryad
ziya: ışıkzulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i âhiret: öldükten sonraki hayat, âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)şer: kötülük

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Dokuzuncu Söz - Sayfa 719

gibi âsarlarıyla, meyveleriyle, şu kâinatta ezdad birbiriyle çarpışıyor, daima tagayyür ve tebeddülâta mazhar oluyor. Başka bir âlemin mahsulâtının destgâhı hükmünde çarkları dönüyor. Elbette, o iki unsurun birbirine zıt olan dalları ve neticeleri ebede gidecek, temerküz edip birbirinden ayrılacak, o vakit Cennet-Cehennem suretinde tezahür edecektir.

Madem âlem-i bekà, şu âlem-i fenâdan yapılacaktır. Elbette, anâsır-ı esasiyesi bekàya ve ebede gidecektir. Evet, Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuûnâtın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havuzudur ve lütuf ve kahrın iki tecellîgâhıdır ki, dest-i kudret bir hareket-i şedîde ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasip maddelerle dolacaktır.

Şu remizli nüktenin sırrı şudur ki: Hakîm-i Ezelî, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizasıyla, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâsına âyine ve kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmış. Ve tecrübe ve imtihan ise, neşvünemâya sebeptir. O neşvünemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zuhuruna sebeptir. Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin Esmâ-i Hüsnâsının nukuş-u tecelliyâtını göstermesine ve kâinatı mektubât-ı Samedâniye suretine çevirmesine sebeptir. İşte, şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki, ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.

İşte, bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi


Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)Hakîm-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve her şeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)anâsır-ı esasiye: esas unsurlar
bekà: devamlılık, kalıcılık (bk. b-ḳ-y)cereyan: akım
cevher: asıl, özdest-i kudret: Allah’ın kudret eli (bk. ḳ-d-r)
destgâh: tezgâh, işyeriebed: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ervâh-ı sâfile: kötü ve alçak ruhlar (bk. r-v-ḥ)ervâh-ı âliye: yüce ve temiz ruhlar (bk. r-v-ḥ)
ezdad: zıtlarhakaik-i nisbiye: kendi başlarına değil de, başkalarına nisbet olunan hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-s-b)
hareket-i şedîde: şiddetli harekethikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i ezeliye: Allah’ın ezelî hikmeti, herşeyi yerli yerinde ve bir gaye ve faydaya yönelik yapması (bk. ḥ-k-m; e-z-l)iktiza: gerektirme
inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f)inâyet-i sermediye: Allah’ın sürekli olan nizamı, devamlı olan düzeni (bk. a-n-y)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)kahr: zorlama, mahvetme
kalem-i kader ve kudret: Allah’ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip takdir etmesi ve güç ve kudretiyle yaratması (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. ḥ-s-n)mahal: yer, mekân
mahsulât: ürünlermahzen: depo
mazhar: ayna; tecellîye erişen, sahip olan (bk. ẓ-h-r)mektubat-ı Samedâniye: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı varlıklar (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mezkûr: sözü geçen
münasip: uygun (bk. n-s-b)neşvünemâ: büyüme, gelişme
nukuş-u tecelliyât: ilâhî yansımaların ve görünmenin nakışları (bk. n-ḳ-ş; c-l-y)nükte: ince ve anlamlı söz
remiz: işaretseyl-i şuûnât: olayların, oluşumların akışı, seli (bk. ş-e-n)
silsile-i kâinat: kâinattaki varlıklar zinciri (bk. k-v-n)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sırr-ı imtihan: imtihan sırrı, esprisisırr-ı teklif: kulluk ve görevlendirilme sırrı
tagayyür: başkalaşmatasaffi: saflaşma, temizlenme (bk. ṣ-f-y)
tebeddülât: değişimlertecellîgâh: yansıma yeri (bk. c-l-y)
temerküz: birikme, toplanmatezahür: ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r)
zuhur: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)âlem-i fenâ: gelip geçici olan dünya âlemi (bk. a-l-m; f-n-y)
âli: yüceâsar: eserler, izler
âyine: aynaşecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Dokuzuncu Söz - Sayfa 720

bu surette irade ettiğinden, şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlere mezc ederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem ederek, hamur gibi yoğurarak, şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı.

Vakta ki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı. Kudret, nukuş-u san’atını tekmil etti. Mevcudat, vezâifini ifa etti. Mahlûkat, hizmetlerini bitirdi. Herşey mânâsını ifade etti. Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi. Zemin, Sâni-i Kadîrin bütün mu’cizât-ı kudretini, umum havârık-ı san’atını teşhir edip gösterdi. Şu âlem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi, o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini, o kalem-i kader mektubatının hakaikini, o nümune-misal nukuş-u san’atının asıllarını, o vezâif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini ve esbab-ı zâhiriyenin perdesini yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti. Ve o mezkûr hakikatleri iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenâdan, tahavvül ve zevâlden kurtarmak ve ebedîleştirmek


Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve azamet sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
Sâni-i Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḳ-d-r)cem etme: toplama, bir araya getirme (bk. c-m-a)
dağdağa-i tagayyür: değişimlerin çalkantı ve gürültüsüdüstur: kural
ebedîleştirmek: sonsuzlaştırmak (bk. e-b-d)esbab-ı zâhiriye: görünen sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
fenâ: gelip geçicilik (bk. f-n-y)hakaik: gerçek mahiyetler, esaslar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)havârık-ı san’at: san’at harikaları (bk. ṣ-n-a)
hayır: iyilik, güzellik (bk. ḫ-y-r)hidemât-ı mahlûkat: yaratıkların hizmetleri (bk. ḫ-l-ḳ)
hikmet: gaye, fayda, sebep (bk. ḥ-k-m)hikmet-i sermedi: sonsuza kadar sürecek İlâhi hikmet (bk. ḥ-k-m)
icra etmek: yerine getirmekidhal etme: sokma, içine katma
ifa etme: yerine getirmeiktiza etme: gerektirme
inâyet-i ezeliye: Allah’ın ezelî olan nizamı, düzeni (bk. a-n-y; e-z-l)irade: dileme, tercih etme (bk. r-v-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)kalem-i kader: kader kalemi, Allah’ın olacak hadiseleri olmadan önce bilip yazması (bk. ḳ-d-r)
kelimât-ı kitab-ı kâinat: kâinat kitabının ifade ettiği mânâlı ifadeler (bk. k-l-m; k-t-b; k-v-n)kudret: Allah’ın sonsuz güç ve kuvveti (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)levha: tablo
mahkeme-i kübrâ: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme (bk. ḥ-k-m; k-b-r)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
meclis-i imtihan: imtihan yeri, dünyamektubat: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserler, varlıklar (bk. k-t-b)
menfaat: yararmevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mezc etme: kaynaştırmamezkûr: sözü geçen, zikredilmiş
misalî: görüntüler, suretler (bk. m-s̱-l)mu’cizât-ı kudret: kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mânâ: anlam (bk. a-n-y)nukuş-u san’at: sanat nakışları, işlemeleri (bk. ṣ-n-a; n-ḳ-ş)
nümune-misal: örnek gibi (bk. m-s̱-l)sermedî: dâimi, sürekli
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)tagayyür: başkalaşma
tahavvül: dönüşümtebeddül: değişme
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
tekâmül: ilerleme, mükemmelleşme (bk. k-m-l)teşhir: sergileme
teşkil eden: oluşturantâbi: bağlı, uyan
umum: bütünvakta: ne zaman
vezâif: vazifelervezâif-i mevcudat: varlıkların vazifeleri (bk. v-c-d)
zemin: yerzevâl: geçip gitme, kaybolma (bk. z-v-l)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i fenâ: gelip geçici, ölümlü âlem (bk. a-l-m; f-n-y)şer: kötülük
şerit: ip

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Dokuzuncu Söz - Sayfa 721

o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfâtın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte, şu tasfiyenin neticesinde Cehennem ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri
blank.gif
1
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ tehdidine mazhar olacak; Cennet ebedî, haşmetli bir suret giyerek, ehil ve ashabı

blank.gif
2
سَلاَمٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ hitabına mazhar olacak.

Yirmi Sekizinci Sözün Birinci Makamının İkinci Sualinde ispat edildiği gibi, Hakîm-i Ezelî, şu iki hanenin sekenelerine, kudret-i kâmilesiyle ebedî ve sabit bir vücut verir ki, hiç inhilâl ve tagayyüre ve ihtiyarlığa ve inkıraza maruz kalmazlar. Çünkü inkıraza sebebiyet veren tagayyürün esbabı bulunmaz.
DÖRDÜNCÜ MESELE: Şu mümkün, vaki olacaktır. Evet, dünya öldükten sonra âhiret olarak diriltilecektir. Dünya harap edildikten sonra, o dünyayı yapan Zât, yine daha güzel bir surette onu tamir edecek, âhiretten bir menzil yapacaktır. Şuna delil, başta Kur’ân-ı Kerim, binler berâhin-i akliyeyi tazammun eden umum âyâtıyla ve bütün kütüb-ü semâviye bunda müttefik bulunduğu gibi, Zât-ı Zülcelâlin evsâf-ı celâliyesi ve evsâf-ı cemâliyesi ve Esmâ-i Hüsnâsı bunun vukuuna kat’î surette delâlet ederler. Ve enbiyaya gönderdiği bütün semâvî fermanları ile, kıyameti ve haşrin icadını vaad etmiş. İşte, madem vaad etmiş, elbette yapacaktır. Onuncu Sözün Sekizinci Hakikatine müracaat et.

Hem, başta Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın bin mu’cizâtının kuvvetiyle,

[NOT]Dipnot-1
“Sizler, ayrılın, ey mücrimler!” Yâsin Sûresi, 36:59.
Dipnot-2
“Size selâm olsun. Buraya ter temiz geldiniz, ne mutlu size! Ebediyen kalmak üzere girin Cennete.” Zümer Sûresi, 39:73.[/NOT]



Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)Esmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
Hakîm-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayıp sürekli var olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; e-z-l)Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)ashab: arkadaşlar, sahipler
berâhin-i akliye: akla dayalıdehşetli: korkunç
delâlet: delil olma, işaret etmeebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
ehil: sahip, dostenbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)evsâf-ı celâliye: Cenâb-ı Allah’ın haşmetine ait vasıfları (bk. v-ṣ-f; c-l-l)
evsâf-ı cemâliye: Cenab-ı Allah’ın güzelliğine ait vasıfları (bk. v-ṣ-f; c-m-l)ferman: buyruk, emir
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hane: ev
harap: yıkılma, bozulmahaşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
haşmetli: gösterişli, ihtişamlı, heybetli icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihtilâfât: ihtilaflar, farklılıklarinhilâl: dağılma, çözülme
inkıraz: dağılıp yok olmakat’i: kesin
kudret-i kâmile: tam ve mükemmel kudret (bk. ḳ-d-r; k-m-l)kütüb-ü semâviye: vahye dayanan mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm (bk. k-t-b; s-m-v)
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması; kâinatın ölümünden sonra, bütün ölülerin dirilip ayağa kalkmaları (bk. ḳ-v-m)maruz: uğrayan, bir şeyin etki alanına giren
mazhar: erişen, sahip olan (bk. ẓ-h-r)menzil: yer, mekân (bk. n-z-l)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)mümkin: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olan, Allah’ın var etmesine bağlı olan (bk. m-k-n)
müttefik: ittifak etmiş, birleşmişsabit: değişmeyen
sekene: sâkinler, yerleşmiş olanlar (bk. s-k-n)semâvî: vahiyle gelen (bk. s-m-v)
suret: şekil, görünüş, biçim (bk. ṣ-v-r)tagayyür: başkalaşma
taife: grup, topluluktasfiye: safileştirme, arındırma (bk. ṣ-f-y)
tazammun: içerme, içine almatefrik: ayırma
umum: bütünvaad: söz verme (bk. v-a-d)
vaki: olma, meydana gelmevuku: olma, meydana gelme
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)âyât: ayetler

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Dokuzuncu Söz - Sayfa 722

bütün enbiya ve mürselînin ve evliya ve sıddıkînin, vukuunda müttefik olup haber verdikleri gibi, şu kâinat, bütün âyât-ı tekvîniyesiyle, vukuundan haber veriyor.

Elhasıl: Onuncu Söz bütün hakaikiyle, Yirmi Sekizinci Söz İkinci Makamında, Lâsiyyemâlardaki bütün berâhiniyle, gurub etmiş güneşin sabahleyin yeniden tulû edeceği derecesinde bir kat’iyetle göstermiştir ki, hayat-ı dünyeviyenin gurubundan sonra, şems-i hakikat hayat-ı uhreviye suretinde çıkacaktır.

İşte, baştan buraya kadar beyanatımız, ism-i Hakîmden istimdat ve feyz-i Kur’ân’dan istifade suretinde, kalbi kabule, nefsi teslime, aklı iknaa ihzar için Dört Esas söyledik. Fakat biz neyiz ki buna dair söz söyleyeceğiz? Asıl şu dünyanın Sahibi, şu kâinatın Hâlıkı, şu mevcudatın Mâliki ne söylüyor, onu dinlemeliyiz. Mülk sahibi söz söylerken başkalarının ne haddi var ki fuzuliyâne karışsın?

İşte, o Sâni-i Hakîm, dünya mescidinde ve arz mektebinde, asırlar arkasında oturan taifelerin umum saflarına hitaben irad ettiği hutbe-i ezeliyesinde, kâinatı zelzeleye veren


اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا وَاَخْرَجَتِ اْلاَرْضُ اَثْقَالَهَا وَقَالَ اْلاِنْسَانُ مَالَهَا يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ النَّاسُ اَشْتَاتًا لِيُرَوْا اَعْمَالَهُمْ فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَاهُ
blank.gif
1


ve bütün mahlûkatı neş’elendiren, şevke getiren


[NOT]Dipnot-1
“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. Ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. Ve insan ‘Ne oluyor buna?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir. O gün insanlar yaptıklarının karşılığını görmek için hesap yerinden bölük bölük dönerler. Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa onun mükâfâtını görür. Kim zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.” Zilzal Sûresi, 99:1-8.[/NOT]


Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Lâsiyyemâ: Mesnevî-i Nuriye adlı eserde yer almaktadır
Mâlik: herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k)Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ -k-m)
arz: yer, dünyaberâhin: mantıkî, güçlü deliller
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)elhasıl: özetle, sonuç olarak
enbiya: nebiler, peygamberler (bk. n-b-e)evliya: veliler, Allah’ın sevgili kulları (bk. v-l-y)
feyz-i Kur’ân: Kur’ân’ın verdiği ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)fuzuliyâne: lüzumsuzca
gurub: batmahakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
hitaben: hitap ederek, seslenerek (bk. ḫ-ṭ-b)hutbe-i ezeliye: varlığının başlangıcı olmayan Allah’ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur’ân (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)irad etme: sunma, söyleme
ism-i Hakîm: Allah’ın herşeyi hikmetle yaptığını bildiren ismi (bk. s-m-v; ḥ-k-m)istimdat: yardım isteme
kat’iyet: kesinlikkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mektep: okul (bk. k-t-b)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)
mürselîn: resuller, peygamberler (bk. r-s-l)müttefik: ittifak etmiş, birleşmiş
nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)neş’e: sevinç
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
taife: topluluktulû: doğma
umum: bütünvuku: meydana gelme
zelzele: deprem, sarsıntıâyât-ı tekvîniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar (bk. k-v-n)
şems-i hakikat: hakikat güneşi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)şevk: şiddetli arzu ve istek

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Dokuzuncu Söz - Sayfa 723

وَبَشِّرِ الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذِى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَاۤ اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَاخَالِدُونَ
blank.gif
1


gibi binler fermanları, Mâlikü’l-Mülkten, Sahib-i Dünya ve Âhiretten dinlemeliyiz. “Âmennâ ve saddaknâ” demeliyiz.


سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
blank.gif
2
رَبَّنَا لاَ تُاٰخِذْنَاۤ اِنْ نَسِينَاۤ اَوْ اَخْطَاْنَا
blank.gif
3
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلّيْتَ عَلٰى سَيِّدِنَاۤ اِبْرٰهِيمَ وَعَلٰۤى اٰلِ سَيِّدِنَا اِبْرٰهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
blank.gif
4


endOfSection.gif
endOfSection.gif


[NOT]
Dipnot-1
“İman eden ve güzel işler yapanları müjdele: Altlarından ırmaklar akan Cennetler onlarındır. O Cennetlerden rızık olarak bir meyve yediklerinde, ‘Bu daha önce yediğimiz rızıktandır’ derler. Rızıkları, dünyadakine benzer şekilde kendilerine sunulur. Orada onlar için ter temiz kadınlar vardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.” Bakara Sûresi, 2:25.
Dipnot-2
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresî, 2:32.
Dipnot-3
“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.
Dipnot-4
Allahım! Tıpkı Efendimiz İbrahim’e ve Efendimiz İbrahim’in nesline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in nesline de salât et. Muhakkak ki Sen her türlü övgüye sonsuz derecede lâyık olan ve şanı herşeyden sonsuz derecede yüce olan Hamîd-i Mecîdsin.[/NOT]



Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah (bk. m-l-k)Sahib-i Dünya ve Âhiret: dünyanın ve âhiretin sahibi olan Allah (bk. e-ḫ-r)
ferman: buyruk, emirâmennâ ve saddaknâ: “İnanıyor ve tasdik ediyoruz” (bk. e-m-n; s-d-ḳ)

<tbody>
</tbody>
 
Üst