Yirmi Birinci Lem'a

Ukbaa

Well-known member


Yirmi Birinci Lem’a

İhlâs hakkında


On Yedinci Lem’anın On Yedinci Notasının Yedi Meselesinden Dördüncü Meselesi iken,
ihlâs münasebetiyle Yirminci Lem’anın İkinci Noktası oldu. Nuraniyetine binaen Yirmi Birinci Lem’a olarak Lemeâta girdi.


Bu Lem’a lâakal her on beş günde bir defa okunmalı.


besmele.jpg


وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ1 وَقُومُوا ِللهِ قَانِتِينَ 2
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا 3 وَلاَ تَشْتَرُوا بِاٰيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً 4



EY ÂHİRET KARDEŞLERİM ve ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz:


Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-i hakikat, en makbul bir dua-yı mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.

Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat


[NOT]Dipnot-1 “İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider.” Enfâl Sûresi, 8:46.

Dipnot-2 “Allah için kıyamda bulunup Ona kulluk edin.” Bakara Sûresi, 2:238.

Dipnot-3 “Nefsini günahlardan arındıran, kurtuluşa ermiştir. Nefsini günaha daldıran ise hüsrana düşmüştür.” Şems Sûresi, 91:9-10.

Dipnot-4 “Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.” Bakara Sûresi, 2:41.[/NOT]



Lemeât: Risale-i Nur Külliyatında yer alan Lem’alar isimli risale
binaen: dayanarak
dehşetli: korkunç, ürkütücü
dua-yı mânevî: mânevî dua
esas: temel
haslet: huy, karakter
hassa: temel özellik
hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
hususan: özellikle
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, görülen olağanüstü hal ve hareket
lem’a: parıltı
lâakal: en az
makbul: kabul edilen
metin: sağlam, kuvvetli
mezkûr: adı geçen
mukabil: karşılık
mühim: önemli
münasebet: bağlantı, ilgi
nokta-i istinad: dayanak noktası
nota: bildiri
nuraniyet: nurlu olma
sâfi: arınmış, temiz
tarik-i hakikat: hakikate ulaşma yolu
tazyikat: baskılar, sıkışmalar
ubudiyet: kulluk
uhrevî: ahirete ait
vesile-i makasıd: maksat ve hedeflere ulaştıran araç
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
şefaatçi: af için aracılık eden

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 268

karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz.وَلاَ تَشْتَرُوا بِاٰيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً 1 âyetindeki şiddetli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına, mânâsız, lüzumsuz, zararlı, kederli, hodfuruşâne, sakîl, riyâkârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve menâfi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.

Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm 2 اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın. İhlâsı kazanmak ve muhafaza etmek ve mânileri def etmek için, gelecek düsturlar rehberiniz olsun.

BİRİNCİ DÜSTURUNUZ

Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı.

Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün



[NOT]Dipnot-1 “Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.” Bakara Sûresi, 2:41.

Dipnot-2 “Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder-ancak Rabbim rahmet ederse o müstesna.” Yusuf Sûresi, 12:53.

[/NOT]


Aleyhisselâm: Allah’ın selamı üzerine olsun
Hazret-i Yusuf: [bk. bilgiler – Yusuf (a.s.)]
amel: iş, davranış
bid’a: dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey
dalâlet: hak yoldan sapma, inkârcılık yapma
def etmek: uzaklaştırmak, ortadan kaldırmak
düstur: kural
ehemmiyet: değer, önem
enâniyet: benlik, gurur
esbab: sebepler
hakaik-i imaniye: iman hakikatleri
hissiyat-ı süfliye: insanları kötülüğe yönelten aşağılık duygular
hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
hizmet-i kudsiye: kutsal hizmet
hodfuruşâne: kendini beğenerek, övünerek
hâdim: hizmetçi
hürmet etmek: saygı göstermek
hürmetsiz: saygısız
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme, samimiyet
ihsân-ı İlâhî: Allah’ın ihsânı, ikramı, bağışı
itimad etmek: güvenmek
kederli: sıkıntılı, üzüntülü
kudsiyet: kutsallık
kudsî: kutsal
mazhar olmak: bir özelliği üzerinde yansıtmak
menâfi-i cüz’iye: küçük ve sınırlı menfaatler
muzır: zararlı
mâni: engel
mânâsız: anlamsız
mükellef: yükümlü
nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe sevk eden duygu
nehy-i İlâhî: Allah tarafından konulan yasak
razı olmak: hoşnut olmak
riyâkârâne: iki yüzlü bir tarzda
rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası, hoşnutluğu
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk, sonsuz olan Cennet hayatı
sakîl: ağır karşılanma
savletli: saldıran
taarruz: saldırı
tecavüz: haddi aşma, saldırma
tehditkârâne: tehdit ederek
umum: bütün
umumî: genel
umur-u hayriye: hayırlı işler
vazife-i imaniye: iman hakikatlerini yayma görevi
zayi: kayıp
ziyade: çok, fazla
âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle

<TBODY>
</TBODY>

 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 269

halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.

İKİNCİ DÜSTURUNUZ

Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemektir.


Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.

Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.

İşte, ey Risale-i nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz. Elbette, dört fertten bin yüz on bir kuvvet-i mâneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazanmakla tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.






Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
Dârüsselâm: sonsuz esenlik ve güvenliğin bulunduğu yer, Cennet
akîm: neticesiz
atâlet: hareketsizlik
esas: temel
faziletfuruşluk: üstünlük taslama, üstünlüklerini satmaya çalışma
fert: birey
gaye-i hilkat: yaratılış amacı
gıpta: özenti, imrenme
hademe: hizmetkârlar
hakikî: gerçek
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hikmet: bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
ikmal etmek: tamamlamak
iktiza etmek: gerektirmek
insan-ı kâmil: insanın Allah'ın fiilleri, isimleri ve sıfatlarının en parlak aynası olma seviyesine ulaşması
istidat: kabiliyet
ittifak: anlaşma, birlik
ittihad-ı hakikî: gerçek anlamda birlik oluşturmak
kuvvet-i mâneviye: mânevî güç
maksat: amaç, gaye
mecbur: zorunlu
muavenet: yardım
neticesiz: sonuçsuz
nev’: çeşit, tür
noksan: eksik
rekabetkârâne: rekabet ederek
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatı
sahil-i selâmet: kurtuluş sahili
sa’y: çalışma
sefine-i Rabbâniye: Rabbanî gemi, iman hakikatlerini yayma hizmeti
sırr-ı ihlâs: samimiyet ve doğruluğun sırrı
taarruz: saldırı
tahakküm etmek: kendi hükmü ve hakimiyeti altına almak
tahrik etmek: harekete geçirmek
talep: istek
tekaddüm etmek: öne geçmek
temin etmek: sağlamak
tenkit: eleştirme
tesanüd: dayanışma
tevcih etmek: yöneltmek
umumî: genel
vücud-u insan: insan bedeni
zerre miktar: çok az miktar
âzâ: uzuvlar, organlar
ümmet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yolundan giden ümmet
şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp, bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik
şakirt: talebe
şevk: şiddetli arzu ve istek

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 270

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.

Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. HAŞİYE-1

ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ

Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.

Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.

Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur. Çünkü, yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla


[NOT]Haşiye-1 Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, “Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum” diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve “O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum” der, rahatla yatar.

[/NOT]



cihet: taraf, yön
dâvâ: kutsal bir iddiayı insanlara duyurma gayreti
düstur: kural
elif: Arap alfabesinin ilk harfi
garip: yalnız, yabancı
hadsiz: sınırsız, sayısız
hak: doğru, gerçek
hakikî: asıl, gerçek
haşiye: dipnot
hizmet-i ilmiye ve diniye: ilim ve din hizmeti
idame etme: devam ettirme, sürdürme
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
insafsız: vicdansız
ittifak: anlaşma, birlik
ittifak-ı vazife: aynı görevde birleşme
ittihad: birlik, birleşme
ittihad-ı maksat: aynı hedefte birleşme
kuvvet-i mâneviye: mânevî güç
kıymet: değer
medar: dayanak noktası, kaynak
menfaat: fayda, yarar
mukabil: karşılık
mânevî: maddî olmayan, mânâya ait
mühim: önemli
müteallik: alakalı, ilgili
müttehid: aynı noktada birleşen
nokta-i istinad: dayanak noktası
rıza-yı İlâhî: Allah’ın rızası
sair: diğer
samimî: içten, gönülden
siper: arkasına saklanılacak şey
sırr-ı adediyet: sayısal değer
sırr-ı ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme değeri
sırr-ı uhuvvet: kardeşlik sırrı
sırr-ı uhuvvet-i hakiki: gerçek kardeşlik esprisi
tarassudat: göz altında tutma çalışmaları
tazyikat: baskılar, sıkıntılar
tesanüd: dayanışma
tevafuk: uygunluk
vasıtasıyla: aracılığıyla
vukuat-ı tarihiye: tarihî olaylar
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
ümmî: okuma-yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
İstanbul: (bk. bilgiler)
şehadet etmek: şahitlik etmek

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 271

muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat’iyen şüphem kalmadı.

Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.

Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.

Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz, 1 وَيُؤْثِرُونَ عَلٰى اَنْفُسِهِمْ sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer “Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim” arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.

DÖRDÜNCÜ DÜSTURUNUZ

Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.

Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân suretinde


[NOT]Dipnot-1 “Başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.” Haşir Sûresi, 59:9.

[/NOT]



Hazret-i Ali: [bk. bilgiler – Ali (r.a.)]
Hazret-i Gavs-ı Âzam: [bk. bilgiler – Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.)]
binaen: dayanarak
düstur: kural, kanun
ehl-i tasavvuf: tasavvuf ehli; Allah’a ulaşmak için tasavvuf yolunu seçenler
fazilet: değer, üstün özellik
fenâ fi’l-ihvân: kardeşlerinde fâni olma
fenâ fi’r-resul: peygamberde (a.s.m.) fâni olma ve bütün duygularında onu yaşatarak sünnetine tâbi olma
fenâ fi’ş-şeyh: şeyhte fâni olma
hakikat-i imaniye: iman hakikati, gerçeği
himayetkârâne: koruyarak
hodgâmlık: bencillik
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme, samimiyet
ihlâs-ı tâmme: tam bir ihlâs, samimiyet
iltifat: övgü
inşaallah: Allah dilerse, izin verirse
kat’iyen: kesin olarak
keramet: Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarında görülen olağanüstü hal ve hareket
keramet-i gaybiye: Allah’ın bir ikramı olarak gelecekle ilgili haber verme işlemi
lem’a: parıltı
lâtif: güzel, hoş
menfaat: fayda, yarar
menfaat-i maddiye: maddî yararlar
meziyet: üstün özellik
mucizevâri: mucize gibi
muvaffak olmak: başarmak
muvaffakiyet: başarı
mâbeyn: ara, iki şeyin arası; bir şeyin ve topluluğun içinde olma
mânen: mânevî olarak
mânevî: maddî olmayan, mânâya ait
mâsumâne: günahsız bir şekilde
mü’min: Allah’a inanan
nefis: insanın kendisi; insanı devamlı yasak zevk ve isteklere, kötülüklere teşvik eden duygu
riyâ: gösteriş
samimî: içten
sufî: tasavvuf ilmiyle uğraşan
suret: biçim, şekil
sırr-ı ihlâs: ihlas sırrı
tahattur etmek: hatırlamak
tasavvur etmek: düşünmek, var saymak
teveccüh: insanların değer vererek yönelmeleri
zahîr: yardımcı, destek sağlayan
çendan: gerçi
üstad: öğretmen, hoca
ıstılahat: her hangi bir ilme ait kelimeler, tabirler, terimler
şâkirâne: şükrederek

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 272

güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.

Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.

Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.

Ey hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlarım! İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Evet, ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur’ân-ı Hakîmin 1كُلُّ نَفْسٍ ذَاۤئِقَةُ الْمَوْتِ 2 اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ gibi âyetlerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin


[NOT]Dipnot-1 “Her nefis ölümü tadıcıdır.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:185.

Dipnot-2 “Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” Zümer Sûresi, 39:30.

[/NOT]



Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla akılları benzerini yapmaktan âciz bırakan Kur’ân-ı Kerim
cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye: Kur’an’ın temel prensiplerinden hareketle açılan en büyük cadde
civanmert: cesur, yiğit
daire-i kudsiye: kutsal daire
desise: hile, aldatma
düstur: kural
ehl-i hakikat: hakikate bütün ayrıntılarıyla araştırarak ulaşanlar
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
esas: temel
fikren: düşünce şeklinde
fâni: geçici olan, ölümlü
fâni olma: bir meseleye kendinden geçer derece kendini verme
gayet: çok
hakikî: asıl, gerçek
halîliye: Allah’ın dostu (Halîlullah) ünvanına sahip olan Hz. İbrahim’in örnek alındığı yol
hissiyat: hisler, duygular
hissiyat-ı nefsaniye: kötülükleri emreden nefsin yönlendirdiği duygular
hizmet-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatlerini yayma hizmeti
hıllet: çok güçlü dostluk
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
iktiza eden: gerektiren
iman: inanç
meziyat: meziyetler, güzel özellikler
meşreb: hareket tarzı, metod
muhafaza etmek: korumak
mâbeyn: iki şeyin arası
müessir: etkili
mülâhaza etmek: değerlendirme yapmak
mürid: bir mürşidin talebesi
nefis: insanı kötülüğe, yasak zevk ve isteklere yönelten duygu
nur: aydınlık
peder: baba
rabıta-i mevt: ölüm bağı; ölümü düşünmek ve dünyanın fani olduğunu kabul etmekle nefsin aldatmacalarından kurtulma faaliyeti
riyâ: gösteriş
samimî: içten
sukut: düşme, alçalma
sülûk etmek: tasavvuf yoluyla manevî âlemlerde çeşitli derecelere yükselmek
takdir etme: bir şeyin değerini anlama ve ilân etme
tefânî: kardeşler arasında fani olmak
tûl-i emel: hiç ölmeyecekmiş gibi uzun emel sahibi olma
uhuvvet: kardeşlik
vasıta: araç
âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle
üssü’l-esas: esasın esası, en temel şart
üstad: öğretmen, hoca

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 273

menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne, nefs-i emmâre o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup, uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevâidi pek çoktur. Hadiste 1 اَكْثِرُوا ذِكْرَ هَادِمِ اللَّذَّاتِ(ev kemâ kàl) yani, “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” diye bu rabıtayı ders veriyor.

Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı, ehl-i tarikat gibi farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki, âkıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman‑ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.

İkinci sebep, iman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemeât ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîmin hazır, nâzır olduğunu düşünüp, Ondan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmekle o riyâdan kurtulup ihlâsı kazanır.

Her ne ise, bunda çok derecat, merâtip var. Herkes kendi hissesine göre ne kadar istifade edebilse o kadar kârdır. Risale-i Nur’da riyâdan kurtaracak, ihlâsı kazandıracak çok hakaik zikredildiğinden, ona havale edip burada kısa kesiyoruz.


[NOT]Dipnot-1 Tirmizî, Zühd: 4, Kıyâmet: 26; Nesâî, Cenâiz: 3; İbni Mâce, Zühd: 31; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:321.

[/NOT]



Hâlık-ı Rahîm: sınırsız rahmet ve şefkat sahibi olan ve herşeyi yaratan Allah
derecat: dereceler
edeb: terbiye, güzel ahlâk
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
emel: arzu, istek
ev kemâ kâl: veya buna benzer şekilde buyurmuştur
faraz: varsayım
farazî: hayalî, varsayılan
farzetmek: var saymak
fevâid: faydalar, kazançlar
fikren: düşünce yoluyla
hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakaik: hakikatler
hakikat: doğru gerçek
hazır ve nâzır olmak: Allah’ın her an, her yerde olması ve her şeyi görmesi
hisse: pay
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ihlâs-ı etem: tam ve mükemmel ihlâs
iman-ı tahkikî: imana dair bütün meseleleri inceleyip delil ve bürhan ile inanma
istikbal: gelecek
izale etmek: gidermek, ortadan kaldırmak
lemeât: parıltılar
marifet-i Sâni: her şeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ı tanıma ve bilme
masnuat: san’atlı olarak yaratılan varlıklar
medet: yardım
menşe: kaynak
merâtip: mertebeler
meslek: takip edilen yol, yöntem
meslek-i hakikat: hakikate ulaşmak için takip edilen yöntem
mevt: ölüm
muhalif: aykırı
müstakbel: gelecek zaman
müteessir olmak: etkilenmek
müşahede etme: gözlemleme
nazar: bakış
nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe ve yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
nevi: çeşit
rabıta: bağlantı
riyâ: gösteriş
suret: biçim, görünüş
tahayyül: hayal etme
tahrip etmek: yıkıp yok etmek
tarikat: bir şeyhin gözetiminde müridin takip edeceği usül, yol
tasavvur etme: düşünme, hayal etme
tefekkür-ü imanî: imanî meselelerin bütün ayrıntıları ile tefekkür edilmesi, düşünülmesi
teveccüh: yönelme, ilgi gösterme
tevehhüm-ü ebediyet: sonsuza kadar yaşayacağını sanmak
zaman-ı hazır: şimdiki zaman
zikretmek: hatırlamak, akılda tutmak
âkıbet: netice, son

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 274

İhlâsı kıran ve riyâya sevk eden pek çok esbabdan iki üçünü muhtasaran beyan edeceğiz.

BİRİNCİSİ: Menfaat-i maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlâsı kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır.

Evet, hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-i ihlâslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hâcât-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup vakitlerini zayi etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla, lisan-ı hal ile dahi istenilmez. Belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlâsı zedelenir. Hem 1 وَلاَ تَشْتَرُوا بِاٰيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً âyetinin nehyine yanaşır, ameli kısmen yanar.

İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmâre, hodgâmlık cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o hususî hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlâsı zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder, ehl-i hakikat nazarında sakîl bir vaziyet alır. Ve maddî menfaati de kaybeder.

Her ne ise, bu hamur çok su götürür. Kısa kesip, yalnız, hakikî kardeşlerimin içinde sırr-ı ihlâsı ve samimî ittifakı kuvvetleştirecek iki misal söyleyeceğim.

Birinci misal: Ehl-i dünya, büyük bir servet ve şiddetli bir kuvvet elde etmek için, hattâ bir kısım ehl-i siyaset ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin mühim âmilleri ve komiteleri, iştirak-i emval düsturunu kendilerine rehber etmişler. Bütün sû-i istimâlât ve zararlarıyla beraber, harika bir kuvvet, bir menfaat elde ediyorlar.


[NOT]Dipnot-1 “Benim âyetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin.” Bakara Sûresi, 2:41.

[/NOT]



amel: iş, davranış
beyan etmek: açıklamak
bilfiil: fiilen, uygulamalı olarak
cihet: taraf, yön
düstur: kural
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i hakikat: iman hakikatlerine bütün ayrıntılarıyla araştırarak ulaşanlar
ehl-i siyaset: siyasetle ilgilenenler
esbab: sebepler
hakikat: doğru gerçek
hakikat-i ihlâs: ihlâs gerçeği
hakikî: asıl, gerçek
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların toplumsal hayatı
hodgâmlık: bencillik
hususî: özel
hâcât-ı maddiye: maddî ihtiyaçlar
hürmet etmek: saygı göstermek
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
ittifak: anlaşma, birlik
iştirak etmek: katılmak
iştirak-i emval: mal ortaklığı
komite: heyet, komisyon
kudsiyet: kutsallık
lisan-ı hal: hal ve beden dili
menfaat: fayda, yarar
menfaat-i maddiye: maddî menfaatler, yararlar
misâl: örnek
muavenet: yardım
muhtasaran: özet olarak
muntazır: bekleyen, hazır
muntazır kalmak: beklenti içinde olmak
mühim: önemli
nazar: bakış
nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe ve yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
nehy: yasak
netice-i hizmet: hizmetin sonucu
riyâ: gösteriş
sadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahibi kimselere yapılan yardım
sadıkane: sadakatli bir şekilde
sakîl: çirkin, ağır karşılanan
sevk eden: yönlendiren
sû-i istimâlât: bir şeyi kötüye kullanma işlemleri
sırr-ı ihlâs: ihlas sırrı
tedarik etmek: elde etmek
vaziyet: durum
zayi etmek: kaybetmek, boşa harcamak
âhiret: öldükten sonra yaşanacak olan sonsuz hayat
âmil: etken, önde gelen
âyet: Kur’an’da yer alan her bir cümle

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 275

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Halbuki, iştirak-i emvâlin, çok zararlarıyla beraber, iştirakle mahiyeti değişmez. Herbirisi umuma gerçi bir cihette ve nezarette mâlik hükmündedir; fakat istifade edemez.

Her ne ise, bu iştirak-i emval düsturu a’mâl-i uhreviyeye girse, zararsız azîm menfaate medardır. Çünkü bütün emval, o iştirak eden herbir ferdin eline tamamen geçmesinin sırrını taşıyor. Çünkü, nasıl ki dört beş adamdan, iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Herbiri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin herbirinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, herbirinin noksansız, parçalanmadan, birer lâmba, oda ile beraber âyinesine girer. Aynen öyle de, emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi, o iştirak-i a’mâlden hâsıl olan umum yekûn ve umum nur herbirinin defter-i a’mâline bitamâmihâ gireceği, ehl-i hakikat mâbeyninde meşhud ve vakidir. Ve vüs’at-i rahmet ve kerem-i İlâhînin muktezasıdır.

İşte, ey kardeşlerim! Sizleri inşaallah menfaat-i maddiye rekabete sevk etmeyecek. Fakat menfaat-i uhreviye noktasında bir kısım ehl-i tarikat aldandıkları gibi, sizin de aldanmanız mümkündür. Fakat şahsî, cüz’î bir sevap nerede, mezkûr misal hükmündeki iştirak-i a’mâl noktasında tezahür eden sevap ve nur nerede?

İkinci misal: Ehl-i san’at, netice-i san’atı ziyade kazanmak için, iştirak-i san’at cihetinde mühim bir servet elde ediyorlar. Hattâ dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı yapmaya çalışmışlar. O ferdî çalışmanın, her günde yalnız üç iğne, o ferdî san’atın meyvesi olmuş. Sonra, teşrikü’l-mesâi düsturuyla on adam birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri ocağa sokar, biri ucunu sivriltir, ve hâkezâ... Herbirisi iğne yapmak san’atında yalnız cüz’î bir işle meşgul olup, iştigal ettiği hizmet basit olduğundan vakit zayi olmayıp, o hizmette meleke kazanarak, gayet sür’atle işini görmüş. Sonra, o teşrik-i mesâi ve taksim-i a’mâl düsturuyla olan san’atın semeresini taksim etmişler. Herbirisine


azîm: büyük, yüce
a’mâl-i uhreviye: âhirete yönelik ameller, işler
bitamâmihâ: bütünüyle, tamamıyla
cihet: taraf, yön
cüz’î: az, sınırlı, ferdî
defter-i a’mâl: amel defteri
düstur: kural
ehl-i hakikat: iman gerçeklerine bütün ayrıntılarıyla araştırarak ulaşanlar
ehl-i san’at: san’atla uğraşanlar
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
emval: mallar
emvâl-i uhreviye: âhirete ait mallar; sevaplar
ferd: kişi, birey
ferdî: kişisel, bireysel
hâkezâ: bunun gibi
hâsıl olan: meydana gelen
istifade etmek: faydalanmak
iştigal etmek: meşgul olmak
iştirak: ortaklık, katılma
iştirak-i a’mâl: sevap kazandıran işlerde ortaklık
iştirak-i emval: mal ortaklığı
iştirak-i san’at: san’at ortaklığı
kerem-i İlâhî: Allah’ın ikramı
mahiyet: nitelik, özellik
medar: sebep, kaynak
meleke: alışkanlık
menfaat: fayda, yarar
menfaat-i maddiye: maddî menfaatler, faydalar
menfaat-i uhreviye: âhirete ait yararlar
mezkûr: adı geçen
meşhud: görünen
misal: örnek
mukteza: bir şeyin gereği
mâbeyn: ara, iki şeyin arası
mâlik: bir şeyin sahibi
mühim: önemli
netice-i san’at: san’atın neticesi, ürünü
nezaret: gözetim
nur: aydınlık
semere: meyve, netice
sevk etmek: yönlendirmek
sür’at: hız
sırr-ı ihlâs: ihlas sırrı
sırr-ı ittihad: birlik içinde saklı olan sır
sırr-ı uhuvvet: kardeşlik sırrı
taksim-i a’mâl: iş bölümü
tesanüd: dayanışma
tezahür eden: ortaya çıkan, görünen
teşrikü’l-mesâi: birlikte çalışma, işbirliği yapma
umum: bütün
vaki olan: meydana gelen
vüs’at-i rahmet: rahmetin bolluğu
yekûn: bütün, toplam
zayi: kayıp
ziyade: çok, fazla
âyine: aynı

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 276

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>bir günde üç iğneye bedel üç yüz iğne düştüğünü görmüşler. Bu hadise, ehl-i dünyanın san’atkârları arasında, onları teşrik-i mesâiye sevk etmek için dillerinde destan olmuştur.

İşte, ey kardeşlerim! Madem umur-u dünyeviyede, kesif maddelerde böyle ittihad, ittifak ile neticeler, böyle azîm yekûn faydalar verir. Acaba, uhrevî ve nuranî ve tecezzî ve inkısama muhtaç olmayarak ve fazl-ı İlâhî ile herbirisinin âyinesine umum nur in’ikâs etmek ve herbiri umumun kazandığı misil sevaba mâlik olmak, ne kadar büyük bir kâr olduğunu kıyas edebilirsiniz. Bu azîm kâr, rekabetle ve ihlâssızlıkla kaçırılmaz!

İHLÂSI KIRAN İKİNCİ MÂNİ: Hubb-u cahtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyâkârlığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.

Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîmin hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip HAŞİYE-1 onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mâbeynimizde bu nevi hubb‑u cahtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münâfidir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i mânevîyi şahsî, hodfuruşâne, rekabetkârâne, cüz’î bir şerefe ve şöhrete feda etmek, Risale-i Nur şakirtlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.

Evet, Risale-i Nur şakirtlerinin kalbi, aklı, ruhu böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmâre bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye damarlara ilişir, bir derece hükmünü kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak


[NOT]Haşiye-1 Evet, bahtiyar odur ki, kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.[/NOT]



Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
azîm: büyük, yüce
bahtiyar: talihli, mutlu
bedel: karşılık
cüz’î: az, küçük, ferdî
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
enâniyet: benlik
fazl-ı İlâhî: Allah’ın lütfu, ihsanı
ferd: kişi, birey
fâni: geçici olan, ölümlü
hadise: olay
hakikat: doğru, gerçek
haşiye: dipnot
hissiyat-ı nefsiye: nefse ait duygular
hodfuruşluk: kendini beğendirmek için uğraşmak
hodfuruşâne: beğenerek
hubb-u cah: makam sevgisi
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme; samimiyet
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılma
in’ikâs: yansıma
ittifak: anlaşma, birlik
ittihad: birlik, birleşme
kesif: katı, yoğun
kevser-i Kur’ânî: Kur’ânî kevser; Kur’ân’a ait hayırlar, güzellikler
mani: engel
maraz-ı ruhî: ruh hastalığı
misil: benzer
mâbeyn: ara, iki şeyin arası
mâlik olmak: sahip olmak
münâfi: aykırı, zıt
nazar-ı dikkati celb etmek: dikkatleri çekmek
nefs-i emmâre: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe ve yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu; kişinin kendisi
nev’: çeşit
nur: aydınlık
nuranî: nurlu, aydınlık
rağmına: zıddına, aksine
rekabetkârâne: rekabet edercesine
riyâkâr: iki yüzlü
saika: yönlendirme
süflî: alçak, âdi
tabir: açıklama, yorumlama
tecezzî: bölünme, parçalanma
tenezzül etmek: inmek, alçalmak
teveccüh-ü âmme: insanların ilgi göstermesi, değer vermesi
teşrik-i mesâi: birlikte çalışma, işbirliği
uhrevî: ahirete ait
uhuvvet: kardeşlik
umum: bütün
umumiyetle: genellikle
umur-u dünyeviye: dünyaya ait işler
yekûn: bütün, toplam
şahsî: kişisel, bireysel
şakirt: talebe
şeref-i mânevî: mânevî üstünlük
şirk-i hafî: gizli şirk
şöhretperest: şöhret düşkünü

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 277

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>icra eder. Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı ittiham etmem. Risale-i Nur’un verdiği tesire binaen itimad ediyorum. Fakat nefis ve hevâ ve his ve vehim bazan aldatıyorlar. Onun için bazan şiddetli ikaz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefis ve hevâ ve his ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız.

Evet, eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzâhameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidâne mesleklerdeki gıptakârâne hırs-ı sevap ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil, ehl-i tarikatin o kadar mühim ve azîm kemâlâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfâtın ve rekabetin verdiği vahîm neticelerdir ki, onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid’a rüzgârlarına karşı dayanamıyor.

ÜÇÜNCÜ MÂNİ: Korku ve tamâdır. Bu mâni diğer bir kısım mânilerle beraber Hücumât-ı Sittede tamamıyla izah edildiğinden, ona havale edip, Cenâb-ı Erhamürrâhimînden bütün Esmâ-i Hüsnâsını şefaatçi yapıp niyaz ediyoruz ki, bizleri ihlâs-ı tâmma muvaffak eylesin. Âmin.

اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ سُورَةِ اْلاِخْلاَصِ اِجْعَلْنَا مِنْ عِبَادِكَ الْمُخْلِصِينَ الْمُخْلَصِينَ. اٰمِينَ اٰمِينَ1

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَاۤ اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَاۤ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
2



endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 Allahım! İhlâs Sûresinin hakkı için, bizi ihlâs sahibi olan ve ihlâsa eriştirilen kullarından eyle. Âmin, âmin.

Dipnot-2 “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin.” Bakara Sûresi, 2:32[/NOT]



Cenâb-ı Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın sonsuz güzellikteki isimleri
Hücumât-ı Sitte: Risale-i Nur’da yer alan ve şeytanın altı hücum ve desisesini konu edinen bir risale; Yirmi Dokuzuncu Lem’anın altıncı kısmı
azîm: büyük, yüce
bid’a: dinde olmayıp sonradan dine aykırı şekilde ortaya çıkan şeyler
binaen: dayanarak
cihet: taraf, yön
ehl-i tarikat: tarikata mensup olanlar
gıptakârâne: imrendirici bir şekilde
hatar: tehlike
havale etme: yönlendirme
hevâ: gelip gecici arzu ve istek
hodgâmlık: bencillik
hırs-ı sevap: daha çok sevap kazanma hırsı
icra etmek: yerine getirmek
ihlâs-ı tâm: tam ve eksiksiz ihlâs
ihtilâfât: farklılıklar, ihtilaflar
ihtiyat: tedbir
ikaz: uyarı
istidat: kabiliyet
itimad etmek: güvenmek
ittiham etmek: suçlamak
izah: açıklama
kemâlât: mükemmel ve kusursuz özellikler
kudsî: kutsal
mahdut: sınırlı
makam: derece, yer
medar: dayanak noktası, kaynak
menfaat: fayda, yarar
muavin: yardımcı
muvaffak olmak: başarmak
mâni: engel
mühim: önemli
mürşid: irşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran
mürşidâne: hak ve doğru yolu göstererek, irşad edici olarak
müteaddit: bir çok
müzâhame: bir noktada izdiham meydana getirme ve ferdlerin birbirine sıkıntı vermesi
namzet: aday
nefis: hazır zevke düşkün ve insanı kötülüğe ve yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
netice: son, sonuç
niyaz etmek: yalvarıp yakarmak
peder: baba
pederâne: babaya yakışır şekilde
tamâ: hırs, aç gözlülük
tekmil etmek: tamamlamak
uhuvvet: kardeşlik
ulüvv-ü himmet: yüksek gayret sahibi olma
vahîm: ağır, dehşet verici
vehim: kuruntu, varsayım
zahîr: yardımcı, destek veren
âmin: Allahım kabul eyle
şefaatçi: af için aracılık eden

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 278


Bir kısım kardeşlerime hususi bir mektuptur



Yazıda usanan ve ibadet ayları olan Şuhur-u Selâsede sair evrâdı, beş cihetle ibadet sayılan HAŞİYE-1 Risale-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadis-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim.


BİRİNCİSİ: 1 يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَاۤءِ بِدِمَاۤءِ الشُّهَدَاۤءِ (ev kemâ kàl). Yani, “Mahşerde ulema-i hakikatin sarf ettikleri mürekkep şehidlerin kanıyla muvazene edilir, o kıymette olur.”


İKİNCİSİ: 2مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّتِى عِنْدَ فَسَادِ اُمَّتِى فَلَهُ اَجْرُ مِأَةِ شَهِيدٍ (ev kemâ kàl). Yani, “Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir.”

Ey tembellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sufîmeşrep kardeşler! Bu iki hadisin mecmuu gösterir ki, böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Şeriat ve Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden mübarek, hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size fayda verebilir. Öyleyse onu kazanmaya çalışınız.



[NOT]Haşiye-1 Bu kıymetli mektupta Üstadımızın işaret ettiği beş nevi ibadetin kendilerinden izahını talep ettik. Aldığımız izah aşağıya yazılmıştır: 1. En mühim bir mücahede olan ehl-i dalâlete karşı mânen mücahede etmektir. 2. Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım suretiyle hizmet etmektir. 3. Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmektir. 4. Kalemle ilmi tahsil etmektir. 5. Bazan bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî olan ibadeti yapmaktır. Rüştü, Hüsrev, Refet

Dipnot-1 Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 1:6; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:466; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:561; Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, no: 10026.

Dipnot-2 İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:41; Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, 1394; Ali bin Hüsâmüddin, Müntehebâtü Kenzi’l-Ummâl, 1:100; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:282.
[/NOT]



Hüsrev: (bk. bilgiler – Hüsret Altınbaşak)
Refet: (bk. bilgiler – Refet Barutçu)
Rüştü: (bk. bilgiler – Süleyman Rüştü Çakın)
Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
bid’a: dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey
cihet: taraf, yön
dalâlet: insanları hak yoldan ayıran, inkâra yönelten akımlar
dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ehl-i dalâlet: hak yoldan sapanlar, inançsız kimseler
esrar-ı Şeriat: İslâmiyet’in içindeki sırlar
ev kemâ kâl: veya buna benzer şekilde buyurmuşlardır
evrâd: okunması âdet olan dualar
hadis-i şerif: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakaik-i imaniye: iman hakikatleri
hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân gerçeği
haşiye: dipnot
hususî: özel
hâlis: içten, ihlâslı, samimî
istilâ etmek: işgal altına almak
izah: açıklama
mahşer: âhirette Allah tarafından yeniden diriltilen insanların toplanacağı yer
mecmu: bir şeyin tamamı
muvazene etmek: tartmak, dengeye getirmek
mânen: mânevî olarak
mübarek: bereketli, hayırlı
mücahede: Allah yolunda cihad etme
nevi: çeşit, tür
neşr-i hakikat: iman hakikatlerinin yayılması, yazılı olarak insanların eline ulaştırılması
nükte: ince ve derin anlamlı söz
sair: diğer
sarf etme: harcama
sufîmeşrep: tasavvuf metoduyla hareket eden kişi
suret: biçim, şekil
tahsil etmek: elde etmek, kazanmak
tefekkürî: düşünme ve ibret alma şeklinde
temessük etmek: sıkıca sarılmak
ulema-i hakikat: iman hakikatlerini araştırıp elde eden âlimler
yevm-i mahşer: mahşer günü
âb-ı hayat: hayat suyu, kan
şuhur-u selâse: üç aylar; Recep, Şaban ve Ramazan ayları
şüheda: şehitler

<TBODY>
</TBODY>
 

Ukbaa

Well-known member
Cevap: Yirmi Birinci Lem'a - Sayfa 279

<!-- This file was converted to xhtml by Writer2xhtml ver. 0.5 beta2. See Writer2LaTeX has moved for more info. --><META name=description content=""><META name=keywords content=""><STYLE type=text/css media=all> body {font-family:'Trebuchet MS',Arial,serif;font-size:12.0pt} </STYLE>Eğer deseniz: “Hadiste âlim tabiri var. Bir kısmımız yalnız kâtibiz.”

Elcevap: Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı mânevînin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsiz olduğum halde, haydi, hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebaiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmî ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır; hadiste gösterilen ecri alırsınız.


Said Nursî



endOfSection.gif
endOfSection.gif






binaen: dayanarak
ecir: sevap
hadis: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikatli: varlıkların iç yüzünü ve hakikatini yakından bilen
hüsn-ü zan: güzel zanda bulunma
kâtib: el ile yazan
liyakat: lâyık olma
mühim: önemli
nokta-i nazar: bakış açısı
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
tabir: ifade, söz
tebaiyet: tâbi olma, uyma
âlim: ilim sahibi
ümmî: okuma-yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
üstad: hoca, öğretmen
şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik
şakirt: talebe, öğrenci

<TBODY>
</TBODY>
 
Üst