Yirmi Altıncı Söz

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Altıncı Söz - Sayfa 643

unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse, başkasına verir. Fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezasıdır.

Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi, şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefis içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve ihtirasatta unutmak; ve mevtte ve hizmette düşünmek...

ÜÇÜNCÜ HATVEDE:

blank.gif
1
مَاۤ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللهِ وَمَاۤ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ dersini verdiği gibi, nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu Hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir.

Şu mertebede tezkiyesi,
blank.gif
2
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.


DÖRDÜNCÜ HATVEDE:

blank.gif
3
كُلُّ شَىْءٍ هَاِلكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ dersini verdiği gibi, nefis kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan, bir nevi rububiyet dâvâ eder; mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte, gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:

Herşey, nefsinde mânâ-yı ismiyle fânidir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur. Fakat

[NOT]
Dipnot-1
“Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.


Dipnot-2
“Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.” Şems Sûresi, 91:9.


Dipnot-3
“Herşey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ.” Kasas Sûresi, 28:88.
[/NOT]


Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi harika, üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
adâvetkârâne: düşmancasınaahz-ı ücret: ücret alma
bizzat: kendisiderk etmek: anlamak
dâvâ etmek: iddia etmekfahr: övünme, gurur
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)fenâ: göçüp gitme, ölümlülük (bk. f-n-y)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hamd: övgü ve şükür (bk. ḥ-m-d)
hatve: basamak, mertebehuzuzat: haz ve lezzet veren şeyler
hâdis: sonradan olan (bk. ḥ-d-s̱)hâlet: durum, hal
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)ihtirasat: ihtiraslar, aşırı istekler, tutkular
iltizam: taraf tutma, taraftarlıkistifade-i huzuzat: hazlardan, lezzetlerden istifade
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)külfet: zorluk
mefkut: kayıp, bilinmeyenmehâsin: güzellikler, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
mevcut: var (bk. v-c-d)mevt: ölüm (bk. m-v-t)
mukteza: bir şeyin gereğimâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mâdum: yok, ölümânâ-yı ismî: bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v)
müstakil: bağımsıznaks: noksanlık, eksiklik
nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşitnisyan: unutmak
nisyân-ı nefis: nefsi unutmak (bk. n-f-s)rububiyet: rablık (bk. r-b-b)
sır: gizli gerçek, gizemtathir: temizleme
temeddüh: böbürlenmetezkiye: temizleme
ucb: kibir, kendini beğenmezevâl: gelip geçicilik, yokluk (bk. z-v-l)
şükür: verdiği nimetlerden dolayı Allah’a memnuniyetini sunma (bk. ş-k-r)

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Altıncı Söz - Sayfa 644

mânâ-yı harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibarıyla şahittir, meşhuddur, vâciddir, mevcuttur.

Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücut verse, kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira, bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudu bulan, herşeyi bulur.


endOfSection.gif
endOfSection.gif


Mûcid-i Hakikî: gerçek var edici, yaratıcı olan Allah (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi san’atkâr, Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve yokluğu asla düşünülemeyen Zât, Allah (bk. v-c-b; v-c-d)adem: yokluk
cihet: yöncilve: yansıma, görüntü (bk. c-l-y)
enâniyet: kendini beğenmeesmâ: isimler (bk. s-m-v)
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)gaflet: vurdumduymazlık, umursamazlık (bk. ğ-f-l)
itibariyle: özelliğiyle (bk. a-b-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcut: varlık (bk. v-c-d)meşhud: görünen, bilinen (bk. ş-h-d)
mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna (bk. a-n-y)nefis: insanın kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuztathir: temizleme
tezkiye: arındırma, temizlemevâcid: var eden, vücuda getiren (bk. v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)vücud-u şahsî: kendi kişisel varlığı (bk. v-c-d)
ziya-yı vücud: varlık ışığı (bk. v-c-d)zulümât-ı adem: yokluk karanlığı (bk. ẓ-l-m)
âyine-i tecellî: yansıma aynası (bk. c-l-y)âyinedarlık: aynalık
şahsî: kişisel

<tbody>
</tbody>


 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Yirmi Altıncı Söz - Sayfa 645

Hâtime
Şu acz, fakr, şefkat, tefekkür tarikindeki Dört Hatvenin izahatı, hakikatin ilmine, şeriatin hakikatine, Kur’ân’ın hikmetine dair olan yirmi altı adet Sözlerde geçmiştir. Yalnız, şurada bir iki noktaya kısa bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Evet, şu tarik daha kısadır. Çünkü dört hatvedir. Acz, elini nefisten çekse, doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelâle verir. Halbuki, en keskin tarik olan aşk, nefisten elini çeker, fakat mâşuk-u mecazîye yapışır. Onun zevâlini bulduktan sonra Mahbûb-u Hakikîye gider.

Hem şu tarik daha eslemdir. Çünkü nefsin şatahat ve bâlâpervâzâne dâvâları bulunmaz. Çünkü, acz ve fakr ve kusurdan başka nefsinde bulmuyor ki, haddinden fazla geçsin.

Hem bu tarik daha umumî ve cadde-i kübrâdır. Çünkü, kâinatı, ehl-i vahdetü’l-vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için idama mahkûm zannedip Lâ mevcude illâ Hû hükmetmeye veyahut ehl-i vahdetü’ş-şuhud gibi, huzur-u daimî için kâinatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip Lâ meşhude illâ Hû demeye mecbur olmuyor. Belki, idamdan ve hapisten gayet zâhir olarak Kur’ân affettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip Esmâ-i Hüsnâsının mazhariyet ve âyinedarlık vazifesinde istimal ederek, mânâ-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bulmaktır. Elhasıl, mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek, mânâ-yı ismiyle bakmamaktır.


endOfSection.gif
endOfSection.gif




Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi harika san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)Lâ mevcude illâ Hû: Ondan başka hiçbir varlık yok (bk. v-c-d)
Lâ meşhude illâ Hû: Allah’tan başka görülen hiçbir şey yoktur (bk. ş-h-d)Mahbûb-u Hakikî: sevilen ve gerçek anlamda sevilmeye lâyık olan Allah (bk. ḥ-b-b; ḥ-ḳ-ḳ)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)azletmek: ayırmak, uzaklaştırmak
bâlâpervâzâne: yüksekten konuşarak, atıp tutarakcadde-i kübrâ: büyük cadde (bk. k-b-r)
ehl-i vahdetü’l-vücud: Allah’tan başka varlık olmadığı, herşeyin Allah’ın tecellîsi olduğunu kabul edenler (bk. v-ḥ-d; v-c-d)ehl-i vahdetü’ş-şuhud: görünen herşeyin Allah’ın varlığını gösterdiğini söyleyen kimseler (bk. v-ḥ-d; ş-h-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarakeslem: en güvenli (bk. s-l-m)
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
had: sınır, çizgi, yetkihakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatve: basamak, mertebehikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
huzur-u daimî: sürekli olarak Allah’ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma (bk. ḥ-ḍ-r)hâtime: sonuç, son bölüm
hükmetmek: kesin bir yargıya varmak (bk. ḥ-k-m)idam: yok etme
istihdam: çalıştırmaistimal: kullanma
izahat: açıklamalarkâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mahkûm: hükmedilen (bk. ḥ-k-m)mazhariyet: ayna olma, görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)mutlak: kesin (bk. ṭ-l-ḳ)
mânâ-yı harfî: bir şeyin kendisini değil de san’atkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna (bk. a-n-y)mânâ-yı ismî: bir şeyin sahibine değil de, bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı (bk. a-n-y; s-m-v)
mâşuk-u mecazî: gerçek sevgiye layık olmadığı halde aşık olunan şeyler (bk. c-v-z)nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)nisyan-ı mutlak: tam anlamıyla unutma (bk. ṭ-l-ḳ)
sarf-ı nazar: görmezlikten gelmek (bk. n-ẓ-r)tahayyül: hayal etmek (bk. ḫ-y-l)
tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)
umumî: genelzevâl: yokluk, geçip gitme (bk. z-v-l)
zâhir: açık (bk. ẓ-h-r)âyinedarlık: aynalık
şatahat: mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken söylenen şeriata aykırı sözlerşefkat: içten ve karşılıksız merhamet, sevgi (bk. ş-f-ḳ)
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)

<tbody>
</tbody>


 
Üst