Ve keza, o sünnetleri, sanki semâdan tedellî ve tenezzül eden ipler gibi gördüm.

Sergerdan

Well-known member

Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken,

Resul-i Ekrem'in (a.s.m.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm.

Her bir sünnet veya bir hadd-i şer'î, zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda, insan zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse, şeytanlara mel'ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiye olacaktır.

Ve keza, o sünnetleri, sanki semâdan tedellî ve tenezzül eden ipler gibi gördüm

ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur.
Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minareyle semâya çıkmak hamakatinde bulunan Firavun gibi bir firavun olur.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Cevap: Ve keza, o sünnetleri, sanki semâdan tedellî ve tenezzül eden ipler

mail







En küçük bir sünnet dahi kalbe nur verir


Bismillahirrahmanirrahim

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: "Her bid'at dalâlettir ve her dalâlet Cehennem ateşindedir." (Müslim) Yani, "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim." (Mâide Sûresi: 5:3.) sırrıyla, kavaid-i Şeriat-ı Garrâ ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut-hâşâ ve kellâ-nâkıs görmek hissini veren bid'aları icad etmek dalâlettir, ateştir.

Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vâciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır:

Bir kısmı, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri bid'attır. Diğer kısmı, "âdâb" tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid'a denilmez; fakat âdâb-ı Nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edepten istifade etmemektir.

Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle malûm olan harekâtına ittibâ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere "âdâb" tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.

Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev'inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir. (Lemalar, 11. Lema)


Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ÂDÂB : Usûl, görgü kuralları, davranış kaideleri.
ÂDÂB-I NEBEVÎYE : Hz. Peygamberimizin (a.s.m.) edebi, hal ve davranışları, Sünnet-i Seniyyesi.
BEYÂN : Açıklama; izah; anlatma.
BİD'A : Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar.
BİD'AT : (Bid'a) Sonradan çıkarılan âdetler. * Fık: Dinin aslında olmadığı hâlde, din namına sonradan çıkmış olan adetler.
CEMİYET : Topluluk, birlik, heyet.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
DESÂTİR-İ SÜNNET-İ SENİYE : Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünnetinin kaideleri, prensipleri.
FERMÂN : Emir, buyruk, tebliğ.
FEYİZ : Bolluk, bereket; ilim, irfan; mânevî gıdâ; şan, şöhret; ihsan, fazîletli.
HÂLÂT : Hâller, durumlar, keyfiyetler.
HÂŞÂ VE KELLÂ : Asla ve katiyen olmaz. Asla öyle değil.
HUKÛK-U UMUMİYE : Genel hukûk.
İCAD : İslami olmayan yenilikler ve kurallar koymak.
İTTİBÂ : Uyma, tâbî olma, arkasından gitme.
KAVÂİD-İ ŞERİAT-I GARRÂ : Büyük İslâm Şeriatının kaideleri, prensipleri.
KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.
MÂLÛM : Bilinen.
MERÂTİB : Mertebeler, dereceler.
MUÂMELÂT-I FITRİYE : doğuştan gelen, fıtrî olan muâmeleler.
MUÂŞERET : İnsanlarla sünnet dâiresinde münâsebet.
MUHKEMÂT : Sağlam ve kuvvetli hükümlerdir.
MÜRÂÂT : Uymak, tatbik etmek, uyum.
NÂKIS : Noksan, eksik, tamam olmayan.
NEVÂFİL : Nâfile ibâdetler.
NEV'Î : Nev'e ait, çeşit ile alâkalı.
RİYÂ : Özü sözü bir olmamak, inandığı gibi hareket etmeyiş, gösteriş, iki yüzlülük.
SÜNNET-İ SENİYYE : Peygamberimizin (a.s.m.) sözlerine, emirlerine ve hareketlerine dâir en yüksek ve kıymetli haller, tavırlar, hareket düsturları.
ŞEÂİR : Alâmet; İslâmın alâmeti olan şeyler. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.)
ŞERİAT-I GARRÂ : Parlak din; İslâmiyet.
TAALLÛK : Bağlılık, münâsebet; alâkalı oluş; âit olma.
TAFSİLÂT : Açıklamalar, etraflı bilgiler, izahlar.
TAĞYİR : Bozarak değiştirme, başkalaştırma.
TAHATTUR : Akla gelmek, hatırlamak.
TEBEDDÜL : Yenilenme, değişme.
TEVÂTÜR : İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber.
VÂCİP : Yerine getirilmesi Müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan İlâhî emir.

***
Hayat faaliyet ve harekettir, şevk ise matiyyesidir (bineğidir)."
Bediüzzaman
 
Üst